,

2. BÖLÜM: HALKEVLERİ ve MERSİN HALKEVİ BİNASI

Mersin-umumi-manzara.jpg

Vali Rüknettin Nasuhioğlu dönemi. Havuzlu Belediye Parkı tamamlanmış. Fotoğraf Vali Konağı’ndan çekilmiş. Ali Merzeci koleksiyonu

MERSİN HALKEVİ / MERSİN KÜLTÜR MERKEZİ – Sayfa 60-65   “Kitabın başına dönmek için bu satırı tıklayınız…

Halkevleri, 19 şubat 1932’de Cumhuriyet rejimini ve devrimleri halka götürmek amacıyla kurulmuş, 1932-1951 yılları arasındaki zaman diliminde toplumu Cumhuriyet’in ortaya koymuş olduğu ilkeler doğrultusunda yetiştirme ve geliştirme yolunda önemli roller oynamış olan bir kültür kurumudur. 19 şubat 1932’de 14 Halkevi’nin açılması ile başlayan gelişme, 1951’de 478 halkevine ulaşmıştır. Halkevleri, 882 sayılı ve 11 Ağustos 1951 tarihli Resmî Gazete’de yayınlanan 5830 no’lu yasa ile Demokrat Parti tarafından kapatılmıştır.

Halkevi Binası artık Mersin Kültür Merkezi. Kenan Yontuç’un Atatürk Anıtı bayraklarla daha anlamlı görünüyor. Fotoğraf: Mustafa Eser

Halkevi Binası artık Mersin Kültür Merkezi. Kenan Yontuç’un Atatürk Anıtı bayraklarla daha anlamlı görünüyor. Fotoğraf: Mustafa Eser

2 – A – “TÜRK OCAKLARI”NIN KAPATILIŞI
Türk Ocakları, Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde “Osmanlıcılık” akımının önemini kaybetmesiyle birlikte canlanmaya başlayan “Türkçülük” akımının en canlı temsilcilerinden birisi olmuştur. Fiilen 20 Haziran 1327 (1911) yılında kurulmasına rağmen tüzüğünün birinci maddesinde kuruluş tarihi 12 Mart 1328 (1912) olarak gösterilmiştir.
Türk Ocakları kurulduktan sonra yeni yayına başlayan “Türk Derneği” ile “Türk Yurdu” dergilerini bünyesine almıştır. Türk milliyetçiliği fikrini yaymak amacıyla faaliyet gösteren Türk Ocakları, Ahmet Ağaoğlu, Yusuf Akçura, Mehmet Fuat Köprülü, Halide Edip Adıvar, Hüseyin Cahit Yalçın, Akil Muhtar, Hüseyinzade Ali, Hamdullah Suphi Tanrıöver gibi dönemin ünlü düşünür ve aydınlarını bünyesinde toplamıştır. Türk Ocakları’nın amacı, tüzüğün ikinci maddesinde şu şekilde belirtilmiştir: “Cemiyetin maksadı, akvâm-ı islamiyenin bir rüknü mühimmi olan Türklerin millî terbiye ve ilmî, içtimaî, iktisadî seviyelerinin terakki ve ilâsıyla Türk ırk ve dilinin kemaline çalışmaktır.”
Bu ifadelerden anlaşılacağı üzere Türk Ocakları, Türk kültürünü yüceltme ve Türk şuurunu geliştirmeyi kendisine hedef olarak kabul etmiştir. Birinci Dünya Savaşı’nda Türk Ocağı Pan-Türkist bir stratejiye öncülük etmiştir. İşgal Kuvvetleri’nin baskısına maruz kalmış, mütareke döneminde ise canlı ve eylemci bir çizgide yer almıştır. Üzerindeki baskıların artması ile çalışmalarını geçici olarak tatil etmiş, ocak üyeleri millî mücadeleye katılmak üzere Anadolu’ya geçmiştir. Cumhuriyet’in ilanından sonra ise yeni rejim içinde tekrar ortaya çıkarak yeniden örgütlenmiştir.
Cumhuriyet ile birlikte yaratılmak istenen ulus-devlet yapılanması ve bu yöndeki çalışmalar ile Anadolu kitleleri için öngörülen kimliğin “Türklük” olması, yeni rejim ile Türk Ocağı’nı ilk zamanlarda birbirine yakınlaştırmıştır. Ancak Türk Ocağı’nın “Türklük” konusundaki eylem sahasının misak-ı millî sınırlarını aşmaya başlaması ile, yeni rejim ile Türk Ocakları arasında çeşitli anlaşmazlıklar belirmeye başlamıştır. İşte bu noktada geçerli olmak üzere yaygın olan görüş, Türk Ocakları’nın Türkiye sınırlarını aşan millîyetçilik ideolojisinden dolayı kapatıldığı kanaatidir. Türk Ocakları’nın bu tarzdaki millîyetçilik ideolojisi yeni rejimle bağdaşmamıştır. Bu durum C.H.P. ile Türk Ocakları arasında belirgin sosyal ve siyasal sorunların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Türk Ocakları’nın C.H.P. ile birlikte hareket etmesi istenmiş, C.H.P.’nin bir kültür şubesi konumuna getirilmesine çaba gösterilmiştir. Ancak çeşitli nedenlerden dolayı Türk Ocakları üzerinde tam bir denetim sağlanamamış, ocakların aşırı millîyetçi bir izlenim yaratması, kültürel bütünleşmeyi engellemiştir. Bu nedenle Mustafa Kemal Atatürk, 24 Mart 1931’de bir genelge yayınlayarak tüm ulusu ve Cumhuriyetçi güçleri bir çatı altında birleştirmek amacıyla Türk Ocakları’nın kapatılarak C.H.P. ile birleştirilmesini istemiştir. Nitekim Türk Ocakları Kurultayı 10 Nisan 1931’de toplanarak Merkez Heyeti’nin raporunu dinlemiş ve raporun incelenmesi için biri “Raporları Tetkîk”, diğeri “Hesapları Tetkîk” olmak üzere iki encümen oluşturmuş, Reşit Galip, Hakkı Tarık, Dr. Fuat, Necip Ali ve Mükerrem Bey’lerden kurulu olan birinci encümenin kurultaya sunduğu öneriyi oybirliği ile benimseyerek Türk Ocakları’nın kapatılması ve tüm mal varlığının C.H.Fırkası’na devredilmesini kararlaştırmıştır. Bu kapatma ve birleşme işlemleri, yukarıda da belirtildiği gibi, Atatürk’ün isteği üzerine gerçekleştirilmiştir. Atatürk bu isteğini ilk olarak demeç biçiminde Ruşen Eşref’e açıklamıştır. Bu demecinde Atatürk, ulusun ortak amacı için toplumsal güçlerin birleşmesi gerektiğini ortaya koymuştur. Şöyle ki; “Milletin tarihinde bazı devirler vardır ki muayyen maksatlara erebilmek için maddi ve manevi ne kadar kuvvet varsa hepsini bir araya toplamak ve aynı istikamete sevk etmek lazım gelir…Memleketin ve inkılâbın içeriden ve dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı masuniyeti için bütün millîyetçi ve cumhuriyetçi kuvvetlerin bir yerde toplanması lazımdır…Aynı cinsten olan kuvvetler müşterek gaye yolunda birleşmelidir.”
Türk Ocakları’nın kapatılması, dönemin siyasal yapısı içinde değerlendirildiğinde doğal bir gelişme olarak kabul edilebilir. Türk Ocakları’nın siyasal bir güç niteliği kazanmaya başlamış olması, bu kurumun kapatılmasının temel nedeni olmuştur. Türk Ocakları’nın siyasal nitelik kazanması C.H.P. çizgisinde değil, ona karşı bir yönde olmuştur. Dolayısıyla Türk Ocakları’nın kapatılması karşıt bir gücün varlığına son verilmesi anlamını taşımaktadır.
Özetle, Türk Ocakları’nın kapatılışı iki açıdan değerlendirilebilir. Bunlardan birincisi “genel nedenler”, ikincisi “özel nedenler”dir. Tüm güç odaklarının tek elde toplanması politikasının gereği olarak Türk Ocakları’nın C.H.P. içersine alınıp bu parti içinde eritilmesi “genel nedenleri” oluşturmaktadır. “Özel nedenler” ise Türk Ocakları’nın C.H.P. karşısında siyasal bir kuruluş niteliğini kazanması, “Türkçülük” görüşünü giderek Pan-Türkist bir şekle dönüştürmesi, bunun o günün Türk-Sovyet ilişkilerine ters düşmesi, örgütlenmede faşizme karşı bir eğilimin olması ve Atatürk’ün devlet anlayışına, siyasal görüşlerine Türk Ocakları’nın aykırı bir çizgide hareket etmesidir.

2- B – HALKEVLERİ’NİN AÇILMA NEDENLERİ
Halkevleri’nin açılma nedenleri incelenirken resmi bildiri ve sözlerin ötesinde o günlerin ekonomik ve toplumsal koşullarının yarattığı ihtiyaçların da göz önünde tutulması gerekmektedir. 1923 yılında kurulan Cumhuriyetin toplumsal yaşamda belirleyici iki ana özelliğinden birisi olan ulusallık kavramı, bağımsızlık ile eş anlamlı olarak nitelendirilmiştir. Çağdaşlık ise batı örneğine uygun olarak gerçekleşen kuramsal ve toplumsal değişmeleri vurgulamak için kullanılmıştır. Bilindiği gibi 1930 yılı Büyük Dünya Ekonomik Bunalımı’nın tüm etkilerinin yurdumuzda da hissedildiği bir dönemin başlangıç noktasıdır. Diğer yandan başarısız bir Serbest Cumhuriyet Fırkası deneyiminin ve Menemen Olayı’nın getirdiği bir takım siyasi ve sosyal sorunlar da gündemdeki yerini korumaktaydı. Bütün bu sorunlar yapılan inkılâpların halka yeterince inemediğini, halk ve bürokratlar arasındaki kopukluğun biraz daha arttığını açıkça ortaya koyuyordu. Böyle bir durumda ya demokratik hak ve özgürlükler genişletilerek rejim bir ölçüde yumuşatılacak, ya da devlet, toplumsal ve ekonomik yaşamın her alanında “müdahaleci” bir politika izlenecekti. Yönetici kadro ikinci yolu seçmiş ve ülkede parti – devlet bütünleşmesinin hedeflendiği “müdahaleci” ve “otoriter” bir yönetim modeli uygulanmaya konmuştur. İşte bu noktada Halkevleri önemli işlevler gören kurumlar olarak dikkatleri çekmektedir. Halkevleri ile Cumhuriyet ideolojisinin ve yapılan inkılâpların geniş halk kitlelerine yayılması ve benimsetilmesi, bürokratlar ile halk arasındaki kopukluğun giderilmesi sürecinde rejime ve partiye bağlı olan bir örgütün kurulması hedeflenmiştir.
Kemalist devrimin halkçılık ilkesi, yeni yönetimin halk yönetimi olmasını ve yöneticilerin de halkın içinden gelmesini ve halkla bütünleşmesini öngörüyordu. Bu ilke doğrultusunda yeni bir düzenlemenin, yeni bir kuruluşun oluşması ile yeni bir örgütlemeye gereksinim duyulduğu gerçeği ortaya çıkmaya başlamıştır. Yöneticilerin yanında halk kesiminden bazı kimseler de, yeni bir örgütlenmenin yapılmasını devletle halk bütünleşmesi için gerekli görmekteydi. Atatürk, yurt gezilerinde Cumhuriyet’in ve demokrasinin ana ilkelerini halka anlatıyor, bunun gereklerinin yerine getirilmesini istiyordu. Aydınların, yöneticilerin ve eğitim kurumlarının çabalarının Atatürk devrimlerinin halka götürülmesinde yetersiz olduğu yavaş yavaş görülmeye başlanmıştı. Atatürk’ün talimatı ile ülke aydınlarından bazıları değişik Avrupa ülkelerindeki yetişkinlerin eğitimi konusundaki çalışmaları gözden geçirmek için yurt dışına gönderilmiş, bu ülkelerin demokrasiyi tabana yaymak için halk eğitimi konusunda yapmış oldukları çalışmalar ve çabalar Türkiye için örnek oluşturmuştur. Nitekim Halkevleri’nin kurulması sırasında Sovyetler’den esinlenildiği sık sık ileri sürülmüştür. Örneğin 20.02.1932’de Reşit Galip Bey, Halkevleri’nin açılış töreninde yapmış olduğu konuşmada bu gerçeği şu sözleriyle dile getirmiştir:
“… Talimatname hazırlanmadan önce uzak-yakın birçok memleketlerin mümasil kültür ve gençlik teşekkülleri tetkîk edilmiştir, fakat hiçbirisi taklit olunmamıştır. Memleketimizin muhtelif mıntıkaları, içtimaî bünyesi, ihtiyaçları ve umumî kültür seviyesi, faal vazifeye girebilecek mesai unsurlarının meslek ve ihtisasları, işlerinden ayırabilecekleri zamanlar gözönüne alınmış ve 19 yıl millî kültür sahasında çalışmış olan Türk Ocakları’nda geçirilen tecrübelerden istifade edilmiştir. Bu itibarla teşkilat ve mesai programımız tamamıyla millîdir ve orijinaldir…”
Halkevleri’nin kuruluşunda hiç kuşkusuz yapılan devrimler de rol oynamıştır. Devrimlerin geniş halk kitlesine anlatılması ve benimsetilmesi için her türlü yönteme baş vurulmuş, farklı faaliyetler uygulamaya konmuştur. Devrimlerin yalnızca kurumlarda yapılması amaçlanmamış, düşünce ve ideallerde de yapılması için gayret gösterilmiştir. Hedeflenen bu kolektif amaç için köklü ve hızlı bir değişimin yapılması gerekiyordu. Planlı, rasyonel ve toplumsal yapının tepki göstermeyeceği yöntemlerle gerçekleşecek olan bu devrimler, giyimden hukuk alanına kadar çok geniş bir alanı kapsamaktaydı. Gelenekselleşmiş toplumsal değerlerle çatışma içinde bulunan evrensel değerlere sahip bu yeniliklere halkın kısa sürede uyum sağlaması sosyolojik olarak mümkün değildi. Cumhuriyet yönetimi bu değişimi Halkevleri, millet mektepleri gibi faaliyetlerle halka doğrudan yine halk aracılığı ile anlatmayı hedeflemişti. O dönem Türkiye’sinde pratik tedbirlerle amaçlanmış olan bu ulusal, eğitimsel ve kültürel değişim; Atatürk’ün önderliğini yaptığı atılımlarla halk tarafından benimsenmeye başlanmıştır. İşte bu açıdan Halkevleri Atatürk devrimlerinin ve devrim idaresinin önemli bir eğitim ve kültür kurumu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Sibel Bozdoğan Modernizm ve Ulusun İnşaası adlı kitabında, Halkevleri’nin dokuz koldaki faaliyetinden sözederken: – Siyasi ve ideolojik işlevleri ne olursa olsun, Halkevleri’nin ilerici bir rol oynamış olduğu bu faaliyetlerden anlaşılmaktadır. Küçük kasabalarda oturan birçok taşralı Türk, tiyatroyla, klasik müzikle, kitaplarla ve sanat sergileriyle ilk kez Halkevleri’nde karşılaşmıştır. Birçok insan ilk kez bu binalarda sporla uğraşmaya başlamış ve daktilo yazmayı, muhasebeciliği, tamirciliği, bağcılığı, dikiş dikmeyi nakış işlemeyi ve şapka yapmayı buralarda öğrenmiştir. Sanat CHP tarafından halkı terbiye etmenin (mürebbi sanat) ve inkılap adına gönüllerini kazanmanın güçlü bir pedagojik vasıtası olarak görülüyordu. Diyor ve Abdullah Ziya’nın “Sanatta Nasyonalizm” adlı kitabından kısa bir alıntı ekliyor.
“Halkın sade kafasını fethetmek için bile kalbini fethetmekten işe başlamak lazım olduğu zaten malum bir şeydi ve kalbin güzel sanatlarla fethedilebileceği bütün dünya tecrübeleriyle meydanda duruyordu. Kulağın ve gözün yetişmek ve telkin edilmek için en iyi, en tesirli vasıtalar meydanda idi. Bunlara doğrudan doğruya hitabeden uluslar arası bir dil sayılabilen resim, musiki, mimari ve heykeltıraşlık, bu itibarla en çok üzerinde durulmaya değer sanat şubeleri ve telkin unsurları idi”.
Niyazi Berkes “Unutulan Yıllar” kitabında Halkevleri ile ilginç olabilecek görüşler yansıtır. Arif Hikmet Koyunoğlu’nun Türkocağı binası, Ankara Halkevi’ne dönüştürülünce Halkevi Kütüphanesi’ni kurma/oluşturma görevi Niyazi Berkes’e verilir.
“İlk gün gördüklerimin ışığında “Halkevi adı verilmiş olan yerin, Kemalist Devrim içindeki yerini kafamda ölçmekle geçti…
alkevi büyük salonunda halka açık bir “müsamere” tertiplenmişti. Ben o zaman satın alma komisyonuna üye edildiğimden bir düzine filit almam tenbih edilmişti. Müsamereden sonra hademeler bu kutularla salonu temizlemişlerdi. (dönemin oda spreyi S.V.) Halkevinde adeta seçkin bir kişi olmuştum. Oraya gelen seçkin kişilerle tanışıyorum. Zamanla öğrendim ki orası siyasal plana çıkma işinin basamaklarından biriydi. Ben bunu bilmediğimden orayı Halkın evi olacak sanıyordum….
Felsefe üniversitesinden sonra şimdi bir çeşit “politika üniversitesi” içine girmişim…
Cumhuriyetin onuncu yıldönümünde kitaplığın hazırlanması gerekiyordu…
İstanbul’un işgali yıllarında gizli bir Rum örgütünün kitaplığından, “Gazi’nin emriyle Ankara’ya getirilen sandıklar dolusu kitap…Kitaplık için bütün istediklerim yapıldı. Raflar iş dolapları, okuma masaları ile vitrinlere kadar.”

Mersinli şair, yazar ÖZDEMİR İNCE Halkevleri’ni şöyle anlatır:
HALKEVLERİ, Türk kültür ve sanatı konusunda gençleri yetiştirmek, bu konularda araştırmalar ve çalışmalar yapmak amacıyla kurulan örgütlerdir.
Halkevleri, 19 Şubat 1932’de açıldı. Birinci aşamada 14 il merkezinde; ikinci aşamada (Haziran 1932) 20 il merkezinde faaliyet göstermeye başladı. 1933 yılında, çeşitli il ve ilçelerde 21 halkevi daha açıldı. 1939’da sayıları 373’ü bulmuştu. 1950’ye gelindiğinde 478 halkevi ve 4332 halkodası vardı. 1952 yılında, CHP’nin propaganda araçları oldukları gerekçesiyle Demokrat Parti iktidarı tarafından kapatıldı. Bu, Cumhuriyet tarihinin en büyük kültür ve eğitim barbarlığıdır.

ÖZGÜN BİR YAPI
“Genç Cumhuriyet’in kültür atılımları, laikleşme ve çağdaşlaşma politikaları içinde halkevleri özgün yapılarıyla önemli bir yer tutar. 1930’larda Cumhuriyet’in 10. yılına yaklaşırken siyasal, hukuki, toplumsal alanlarda birçok devrim gerçekleşmişti. Ancak toplum yaşamına kazandırılmak istenen yeniliklerin, yeni değerlerin, toplum katmanlarına yayılması ve yaşanılır kılınması gerekirdi. Bunun için de, her cins ve yaştan kimsenin yararlanabileceği, herkese ulaşabilecek yapıda okul dışı, “resmi” kokusu olmayan sivil kuruluşlara gereksinim vardı. Halkın yeni yaşam tarzını ve değerleri benimsemesi ve kavraması, ancak onlardan yararlanması ve katılımıyla sağlanabilirdi.

KÜLTÜR MERKEZLERİ
Halkevleri, Cumhuriyet yönetiminin dünya görüşünü aydınlar ve yerel önderler aracılığıyla halka götürme, yaygınlaştırma, tanıtma ve toplumun kültür yapısını canlandırma denemesidir. Bu amaçla kurulan, yeni çağdaş yurttaşı yetiştirmeye yardımcı, yurt yüzeyine yayılmış Kültür Merkezleri‘ydi. Büyük Fransız romancısı ve Kültür Bakanı André Malraux’nun Charles de Gaulle döneminde kurduğu Kültür Evleri’nin öncüsü ve esin kaynağı oldukları söylenebilir.
Halkevleri, halkla sıcak iletişim kuracak, halk değerlerinden de kaynaklanacak kültür merkezleri olarak düşünülmüştü. Her yurttaşın ilgi alanına göre katılımını sağlamak, başlıca hedefti. Kuruluş gereği 9 alanda çalışma yapmaktaydı: Dil-Edebiyat-Tarih, Güzel Sanatlar, Temsil, Spor, Toplumsal Yardım, Halk Dershaneleri ve Kurslar, Kütüphane ve Yayın, Köycülük, Müzecilik ve Sergileme.
Halkevlerinin açılışında, bu kuruluşun amacını, Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk şöyle açıklamaktaydı:
“Gençlik, gelişen, yetiştiren bir çalışmanın içinde yaratılmalıdır. Millet, şuurlu, birbirini anlayan, seven, ideale bağlı bir halk kitlesi halinde teşkilatlandırılmalıdır. En kuvvetli ders vasıtalarına, muallim ordularına malik olmak kâfi değildir. Halkı yetiştirmek, halkı kitle haline getirmek için ayrıca milli halk mesaisinin tanzimini ihmal etmemeliyiz.”

FESAT GİRİŞİMİ
Demokrat Parti, halkevlerini kapatmak yerine, onları kendi parti çıkarına kullanabilirdi. Bu bile kabul edilebilirdi. Halk sömürüsü kaleminde sineğin yağını çıkartan Demokrat Parti, bu olanağı düşünmeksizin halkevlerini kapattı. Kapatılmasının gerçek nedeni, Atatürk’ün konuşmasında bulunmaktadır. Halkevlerinin kapatılması, Cumhuriyet’e karşı yapılan en korkunç fesat girişimlerinden biridir. Belki de en önemlisi! Halkın çağdaş Cumhuriyet vatandaşı olma projesi engellenmiştir. Bunda da yabancı ilhamı var mıydı acaba?”

HALKEVLERİ’NİN AÇILIŞI
Halkevleri’nin açılışına Cumhuriyet Halk Fırkası’nın 10-18 Mayıs 1931 tarihleri arasında yapılan III. Büyük Kongresi’nde karar verilmiştir. Bu kararı izleyen devrede açılmış olan ilk halkevleri, Türk Ocakları’ndan devralınan binalarda açılmıştır. 19 şubat 1932 tarihinde başta Ankara olmak üzere Afyon, Aydın, Bolu, Bursa, Çanakkale, İzmir, Konya, Samsun, Malatya, Denizli, Diyarbakır, Eskişehir ve İstanbul illeri olmak üzere toplam 14 merkezde düzenlenen törenlerle ilk Halkevleri açılmıştır. 14 ilde Halkevi’nin açıldığı 19 şubat 1932 tarihli Hakimiyet-i Millîye gazetesinde şu ifadelerle okuyucuya duyurulmuştur:
“Ankara Halkevi bugün saat 15’de merasimle açılıyor. Aynı zamanda diğer vilayetlerde de teşkilatlarını ikmal eden 14 Halkevi açılacaktır. Halkevi’nin bugünkü açılış merasimine iştirak edecek zevat için ayrıca davetiye gönderilmemiş ve kimseye yer tahsis edilmemiştir. Halkevi tiyatro salonuna konulan radyo teçhizatı vasıtasıyla bugünkü merasimi karilerimiz için gerek Ankara’nın radyo tesisatı mevcut umumî yerlerinde gerekse memleketin diğer yerlerinde dinlemek ve takip etmek kabil olacaktır.”.…………..Kitabın devamı için bu satırı tıklayınız……………………..

Biyografik Bilgi

scroll to top