,

CELAL TAŞKIRAN’IN ARDINDAN – Yaşar ÖZTÜRK

Celal-Taşkıran.jpg

Kinik Diogenes ölmeden az önce uykuya daldığında, hekim uyandırıp bir sıkıntısı olup olmadığını sordu. Diogenes bilgece şu yanıtı verdi: “Bir sıkıntım yok efendim. Yalnızca iki kardeşten biri, uyku ölümden çabuk tutuyor elini, o kadar.”

Celal Taşkıran da 27 Eylül 2015 günü saat 16:00’da kaldırıldığı Silifke Devlet Hastanesi’nde uykuya daldı. Uyku ve ölüm ikisi birden elini çabuk tuttu.

Önümde Celal Abi’den kalan notlar, fotoğraflar, anılar var. Bizi bir başımıza koyup gitti. Ölümde bile kimseyi rahatsız etmeden, yük olmadan gökyüzünde kayan yıldızlar gibi ayrıldı aramızdan. William Shakespeare’i kendine özgü biçimde çeviren Can Yücel’in dediği gibi: “Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama / Seni yalnız komak var, o koyuyor adama” Onun en çok yokluğunu elbette ki bir an bile kendisini yalnız bırakmayan eşi Celal Abi’nin deyimiyle Hayriye Sultan hissedecek. Bir de Halk Kitabevi. Onun ikinci adresi.

“Eğer elimde olsaydı, Antik, Roma ya da Bizans çağında buralarda yaşamak isterdim” derdi. O çağlarda yaşayamadı ama o çağları yaşadı ve yaşattı. Halk Kitabevinde Platon’un Akademi’sindeki gibi aydınlatır, aydınlanırdı. Gelen giden, yediden yetmişe herkesle ayrı bir bağ kurardı.

Yaptığı ve yapacağı çalışmaları çevresiyle tartışıp dururdu. Son yıllarda dil konusunda yoğunlaştı. Türkçe üzerine kendi olanaklarıyla iki kitap yayınladı. Yurtiçi ve dışındaki bu alanda adı olan her kurum ve kişiye kitabını gönderdi.

Olumlu ya da olumsuz bir yanıt alamadı. Onu üzen ve karamsarlaştıran konu bu ilgisizlik, kayıtsızlık ve sorumsuzluktu. Dil konusundaki düşüncelerini İçel Sanat Kulübü Dergisi, Çağdaş Türk Dili Dergisi ve yerel gazetelerde de paylaştı. Tanıştığı her yazar, dilci ve özellikle Türkçe, Edebiyat öğretmenlerine kitaplarını armağan edip düşüncelerini yazılı ve sözlü olarak iletip tepki bekledi. Olumlu ya da olumsuz. Kahredici bir suskunluktan öte bir şey yoktu.

Sadece dil konusunda mı yaşadı bu suskunluk ve kayıtsızlığı? Hayır. Yürüttüğü turizm, tarih çalışmalarında da yakasını bırakmadı. Bunları yaşarken paylaştı ancak yazmadı ve benim yazmama da izin vermedi. Ben öldükten sonra diyerek erteledi. Bunların bir bölümünü paylaşıyorum. “Ben bunları yaşadım başkaları yaşamasın!”dediği için.

Ömrünü verdiği ve her noktasında izi olan Turizm bürosuna emekli olduktan sonra da bir emir eri gibi hizmet etti. Turizm bürosunun ufak tefek giderlerini de karşıladı. Türkiye’de “işe göre adam değil adama iş verildiği” için kurumlar bir sürü iş görmez yetmezmiş gibi işgüzarlık yapan insan yığınlarıyla doldurulur.

Dil bilmeyen, turizmin t’sinden anlamayan insanları Turizm bürosuna deyim yerindeyse ense yapmak, bankamatik memuru, işçisi yapılıyor. Bu sadece Turizm bürosunun yaşadığı dram değil her kurum böyle. Celal Taşkıran bir gün turizm bürosundan kovuldu. Aldı bütün kitap ve broşürlerini taşındı, Halk Kitabevi’ne.

O bu ülkenin güzellikleri kadar çirkinliklerini de biliyordu. Yuttu gitti. Kişilerin hatası yüzünden kurumları, toplumu, ülkeyi karalamak istemiyordu. Aşık olduğu kenti ve bölgesini tanıtmak için kendi olanaklarıyla bastırdığı 4 dilde broşür ve kitaplar tarihi ve kültürel zenginliği anlatan tek kaynak. Bunları ören yerlerine bırakıp dağıttırıyordu. Eğer para veren olursa da o ören yerlerinin temizlik vb benzeri giderleri için harcatıyordu. Devletin, hükümetin, yerel yönetimlerin, kenti alıp satanların yapmadığını yapan Celal Taşkıran’ın bu hizmeti de göze battı. Ören yerlerini yüceleştirmeye değil de cüceleştirmeye gelen bir yetkili bunu görüntü kirliliği sayınca bu broşür ve kitaplarını da alıp döndü evine, Celal Taşkıran.

Anlayamıyordu olup bitenleri. “Biz eşeğiz binin diyoruz, binmiyorlar!” deyip sustu. “Gölge etmesinler başka ihsan istemem!” diyerek de her zaman olduğu gibi yeni bir sayfa açtı.

Demeye kalmadan Silifke-Mut karayolu üzerinde dikilen Friedrich Barbarossa Anıtlının saldırıya uğraması ve kaldırılmasına çok üzüldü. Bu kez dayanamadı konuyu yazdı, tepkisini gösterdi. Diplomatik bir ayıbın Silifke’ye mal edilmesinin önüne geçmek istedi. Bir sonuç alamadı. Bu konu onun kemiklerini sızlatmaya devam ediyor.

Kardeş kent çalışmalarına katıldı. Her zamanı her gelen kişi, heyetlere rehberlik etti. Kardeş kent çalışmalarının hayatın her alanında kendini hissettirmesini istiyordu. Karşılıklı tatil turlarına dönüşmesinden son derece rahatsız oldu. Kendince bir şey yapmak için “Almanlar için Türkçe Dilbilgisi” kitabını hazırladı. Yıllarca basılmasını bekledi. Neyse ki ölmeden önce sembolik olarak otuz adet basılan kitabın on tanesi kendisine geri kalan da karşılıklı olarak kardeş belediyelere bırakılan kitabını görebildi.

“Neci yapar be bu adam! Oturup akşama kadar taşlara bakar durur!” diyerek onun neden kahvede taş dövmediğini ya da camii önündeki sıralarda oturup öleceği günü beklemediğini” merak edip duran, onu anlayamayanlara asla kızmazdı. “Ben okumuş, diplomalı cahillerden korkuyorum ve onlara kızıyorum”derdi.

İhale, komisyon, rant, faiz, dolar, koltuk, ün peşinde olmadı. Silifke kalesinin önünde oturup ayaklarının altındaki antik Silifke’ye bakarak bira içti; yazları yaylası Uzuncaburç’ta geçmişten bugüne kalmayı başaran eserlerle, evinin yakınındaki Jüpiter tapınağının kalıntılarıyla geçmişten geleceğe yolculuk yapıp durdu. Evinin, Turizm bürosunun, Halk Kitabevi’nin önünde eliyle diktiği muz ağaçları, güller; çevresini saran çocuklar, kediler ve köpekler onu hep mutlu etti.

Bernard Show diyor ki: “İnsan ne zaman ölür bilir misiniz; tembellikten, inançsızlıktan ve hayatı yaşamaya değer kılmayı becerememekten.” Celal Taşkıran, bir sürü ölü gibi yaşayan ruhsuz ve akıl yoksunu insanın arasında yaşayan ve yaşatan abimizdi. Bir kaç ay içinde sırtımızı dayadığımız dağımız avuçlarımızın arasından eriyip, bizi boynu bükük bırakıp gitti.

Neyse. Şimdilik bu kadar.
Yazar Bob Goddard şöyle diyor: “Centilmen olarak doğmak bir tesadüftür; fakat bir centilmen olarak ölmek büyük bir başarıdır.” Celal Taşkıran bir centilmendi.
Nerede kaldın Celal Abi? Bekliyoruz seni. İçel Sanat Kulübü, Halk kitabevi, Semihi Vural… bekliyor seni.

Seni sevdik, seviyoruz, seveceğiz; yaşıyoruz yaşatacağız seni. Hep aramızda olacaksın, sonsuza kadar yapıtlarınla yaşayacaksın tıpkı senin yaşattığın değerler gibi.
İçel Sanat Kulübü Bülteni 209. Sayısından alınmıştır.

Biyografik Bilgi

scroll to top