,

DELİÇAY (SELİNDİ) – T. Ali ÇAĞLAR

1234.jpg

Akarsularımızı yazmamı sevgili Semihi Vural önermiş, Mersin Deresi öyle yazılmıştı. O rüzgârla Liparis’i de (Mezitli Deresi) yazdım. Ara uzayınca SemihiVural yeniden karşıma çıktı. “Zephirium’un batısını yazıp doğusunu yazmamak olmaz. O toprakları da Deliçay sular, onu da yazmalısın,” dedi. “İyi ama öncekilerin çıktığı yamaçlarda çobanlık yaptım, dere tepe bilirim. Deliçay’da çobanlık yapmadım,” dedim. “Yapmadınsa da bilmediğin yer değil, ipe un serme,” deyince ses çıkaramadan oturdum yazıya.
Deliçay!.. Öyle yakışır bir ad ki, fazla söze gerek yok. Nice yıllar deli deli coşmasa, bir kudurup bir kurumasa hemencecik deli denmezdi besbelli. Eskisine ne diyelim? “Selindi”, yani (sel-indi).
Kırk sene geçmiş olmalı, bin üçyüz’lü doğumunu anımsayamayan sığırtmaç Durmuş’a sormuştum Deliçay’ı. Epeyce anlattıktan sonra şöyle bağlamıştı sözünü:
“İlkyazın bir günüydü işte. Parmakkurdu köyünden yukarısı görünmüyordu, kara bulutlar sarmıştı yaylayı, tepeleri. Amma benim sığır otlattığım ova günlük güneşlikti.”
“O zamanların ova köyleri şimdiki kadar bahçeyle kaplı değildi daha. Aralarda çakal dolaşan çalılıklar, bol otlu tarlalar vardı.”
“Sürüyü otlatmış, kuşluğa doğru Deliçay’ın kıyısına getirmiştim. İyice doyunmuş sığırlar dereden sulanır sulanmaz kendilerine bir buladan gölgesi buluyor, davul gibi şişmiş karınlarındaki otları gevişleriyle eritmeye çalışıyorlardı. Ben de tümünü görebildiğim bir gölgeye oturdum.”
“Bir ara içim geçmiş.”
“Kendime bir geldim ki ortalık feryat, figan. ‘Ulan ne oldu? Gavurlar köy mü bastı? Yoksa seferberlik mi başladı,’ derken, yukarıdan, ta Puğ köyünün oralardan sesler gelmekte. Avucumu kulağıma verip dinledim. “Kaçın sel indi,’diyordu bir ses. “Gel-yor-kaç…sel!..” Bazen kesik kesik, kimi zaman kulak tırmalayan sesler çınlıyordu Deliçay koyağında. ‘Geliyor kaçın!”
“Ulan bu ne iş?’ dedim kendi kendime. Yaylalar gene kapkara ama buralar güneşlik. Şimdi sel mi olur?’ demeye kalmadı, birden uğultusunu duydum. Her an, her saniye aratarak geliyordu zalım. Koca koca taşları yerinden sökerek, asırlık ağaçları kökleyip dallarını çatırdatarak geliyordu bulunduğum yere. Bir de hayvan böğürtüleri, insan çığılıkları katılınca ürktüm seslerden. Hemen hayvanları kaldırdım, dere çukurundan yukarı düzlüğe çıkardım. En gerideki topal danayı da çıkarayım derken kavuştu sel. Aman Allahım! Gözlerim inanamıyor gördüklerime. Hayvan ölüleri, ölmemiş de kurtulmaya çalışan, o sıra bir ağaç ölüsünün altına girip kayboluveren koyunlar, sığırlar. Kulak parçalayan bir ses. Uğultu, çatırtı, böğürtü… ve niceleri. Bari kendimi kurtarayım derken topol danayı kaptırdım sele.”
“Birkaç gün sonra duyduk ki, Karaduvar sahiline vurmuş ölüler. Yayan yapıldak gittim. Bir oğlan çocuğu ile taze bir gelin cesedi yatıyordu kumsalda. Yakınları başlarında ağlaşıyor, savcıyı bekliyorlardı. Pek çok koyun, sığır ölüsü şişip kalmıştı kıyıda. Topal danayı bulamadım ama Karaduvar kasabasına birkaç yıl yetecek kadar odun yığmıştı Deliçay.”
Koca Durmuş’un anlattıklarını neden uzun tuttum bilir misiniz? Deliçay’ın hakkını vermek, onun deliliğini göstermek, ‘Selindi’ adını boşa almadığını anlatmak için. Ben de sel gördüm, hayvan, ağaç ölüleri taşıyan. İnananların tanrısından yardım dilediği, inanmayanların doğa gücüne birkez daha saygı duydukları su taşkını. İşte Deliçay’ımız bunun başat örneklerinden biri.
Şimdi gelelim doğduğu, aktığı, battığı yerlere:
Deliçay’ın doğduğu net bir kaynak yoktur. O da pek çok akarsuyumuz gibi birçok kol ve yataktan beslenir. Batıdan başlayalım ilkin.
Hani, Mersin Deresi yazımda; “Hangediği’nde yağmura tutulan biri güneye döndüğünde, sol paçasından sızan sular Deliçay’a, sağdakinden sızanlar Müftü Deresine karışır’ demiştim ya. İşte en batı uçtur Hangediği, Deliçay havzasının. Hemen doğu çukurunda Karagöl vardır. Bir de Sunturas’ta var benzerinden, adı Tekirgölü (aslı; Tekfur Gölü). İki ev oturumunu geçmez ikisi de. Büngüldeyerek çıkar suyu ve bir yanından akarak boşalır. Karagöl öyle idi geçmişte. Bahçe sulaması artalı beri; yarıldı, bozuldu, kanala alındı, suları kesilip kurudu. Karagöl göl olmaktan çıktı, kör bir su gözesi oldu anlayacağınız.
Kuzeye doğru devam edersek, Horozlu köyünün suları karışır Karagöl esiğine. (Esik: çoğu zaman kuru, en sulu iken bile bir insanın geçebileceği oylumda akarsu, dere kolu.) Doğuya doğru akar, Kızılbağ kasabasının bitimi yanından kuzeydoğuya yönelir.
Deliçay akadursun, Kızılbağ’a uğramadan geçmeyelim. Kadim adı Kızılbağ olan bu güzel yayla beldemiz belediyelik olur olmaz, encümen kararı ile hemen adı değiştirilir. “Kızıl” sözcüğü kötü şeyler çağrıştırıyor diye kaldırılır, kulağa hiç de samimi gelmeyen, uyduruk, “Güzelyayla” adı konur. Resmi kağıtlarda adı böyle geçse de halk her zaman eski adını söyler şimdilerde.
Güzelyaylalılar böyle “önemli” işlerle uğraşadursun, biz gelelim dereciğimize. Gündoğusuna, Değirmendere’ye doğru gidiyoruz. İki yanımız kalem gibi düzgün kızılçam ağaçlarıyla dolu. Sağ yanımızda başı görünmeyen koca bir yamaç uzanır ta Ayvagediği’ne kadar. Ne güzel bir Türkçe söz değil mi Ayvagediği. Yok efendim, ona da kendilerine uygun bir ad bulmuş zamanın yöneticileri, Fatih diye. Tarihi kulaktan dolma değil de araştırarak okusalardı acaba yine koyarlar mıydı? F.S.Mehmet’in islamdan çok hıristiyan dünyasına hizmet ettiğini. İstanbul’un alınışının 10.yıldönümünde gösteri grubunun en arkasından çıplak atlara binmiş, yalınkılıç Türkmen süvarilerine; “Bunlar benim ata soyumdanmış ama ben bunlardan olduğuma utanıyorum” dediğini.
Tarihe ara verelim, yine yol alalım dere boyu.
Değirmendere çukuruna varmadan iki derecik daha karışır Deliçay’ımıza. Biri Sadiye yaylalarından çoğalır gelir. Kavakoluğu, Kargın pınarlarının beslediği ile Sadiye- Kızılkaya arası sularının toplandığı akansular.
Sadiye, ilimizin birkaç Çerkez köyünden biridir. Atçılıklarıyla bilinen bu köyün ilk kurucuları Uzunyayla’dan koparıldaktan sonra bu bölgeye getirilir. Beğenecekleri yerin kendilerine verileceği söylenir. Onlar da, ta 2300 m yüksekteki Toros düzlüğünü gösterirler. Görevlilerin uyarmaları, kışın orada yaşanmayacağın söylemeleri üzerine Mersin’in en uç, en yüksek yaylalarından biri olan bu köye yerleşmeye razı olurlar. Zamanla at beslemeyi bırakıp sığır yetiştiriciliğine girerler, kiraz üretimine başlarlar. Günümüzde ülkemizin en kirazcı köylerinden biri olur. (Onların adı da değiştirilmiş; ne hikmetse Sadiye adı, Atlılar’a dönüştürülmüştür.)
Kızılkaya Köyünü atlamayalım aradan. Bolkar sırtındaki Halilbaba doruğundan Tarsus yönüne uzanıp Boztepe’de biten dağ sırtına yerleşmiş bu köy. Değirmendere- Alanya arasında kartal yuvası gibi bir yer. Doğuya döndüğünüzde, ta aşağılarda Cehennemdere’nin uğuldayarak, camyeşili, derin aktığını görürsünüz. Daha ötesi Sebil kasabası ve Namrun mahalleleri. Batısı Fındıkpınarı tepelerine, Aslanköy’e, Durnaz kayasına bakar. Köy halkı Tahtacı Türkmenidir. Cana yakındırlar, saygılıdırlar. Birinde, Alanya köyünün eski muhtarından şunları dinlemiştim: “Tahtacı diye, Alevi diye yıllarca öteledik komşularımızı. Ama onlar düğünümüze katıldılar, cenazemizde bulundular. Zamanla utanır olduk yakınlıklarından. Şimdi de biz katılıyoruz onların sevinçlerine, acılarına.”
(Daha Deliçay’ın doğduğu yerlerdeyiz. Böyle giderse Akdeniz’e kavuşamayacak Deliçay’ımız. O nedenle atağa kalkıyor, adına uygun biçimde hızlı hızlı anlatıyoruz biz de.)
Geniş, verimli şeftali bahçeleri vardır Değirmendere’nin. (Ülkemizde en çok köy adı Değirmendere olsa gerek nedense!) O bahçeleri sulayan deremiz doğuya akmayı sürdürerek Böğrüeğri köyü altına varır. Buradan güneye kıvrılır. Artık belirli bir akarsu kimliğine kavuştuğu için haritalara girer. Mersin- Tarsus ilçe sınırı olur. Doğusundaki Böğrüeğri, Çapar, Parmakkurdu köyleri Tarsus’un; batısındaki Çandır, Musalı köyleri Mersin’indir.
Kızılçamlı derin bir vadiyi izleyen deremiz, Parmakkurdu yakınlarında önemli bir kola daha kavuşur. Bekiralanı ve Soğucak’ın sularını toplayan ile Gözne’den inen derecikler Darısekisi doğu altındaki çukurda birleşir. O çukura Karabucak denir. Karabucak suyu doğuya doğru akarken Kocadere adını alır. Ve az önce anlatıldığı gibi ana kol ile birleşip çay’laşır, Deliçay olur.
Ovaya indiğinde; Puğ’un doğusu- Hebilli batısından, Akdam- Demirhisar arasından, Karacailyas ile Karaduvar’ın batısından Akdeniz’e ulaşır. Ayni zamanda kent belediyesinin doğu sınırını çizer.
Yılın dokuz ayında, suları bahçelere salındığından kuru görülen, kalan suyu da kirletilen Deliçay’ımız pek çok tarımcının yararlandığı, hepimizin o ürünleri yediği verimli toprakların besinidir, ana sütüdür.
Kimi zaman yatağını taşırsa, deli desek de güzel kentimizin can damarlarından biridir o.

T.Ali Çağlar’ın MEZİTLİ DERESİ yazısı için bu satırı tıklayınız…

T.Ali Çağlar’ın MÜFTÜ  DERESİ yazısı için bu satırı tıklayınız…

Öğretmen. Halk Bilimi Araştırmacısı. Yöre kültürü üzerine bir çok makalesi var. Roman ve birçok ödüllü hikaye yazarı.

scroll to top