,

EK 4 – BOYACI RAMAZAN BALESİ

lyas-Halil-1.jpg

MERSİN HALKEVİ / MERSİN KÜLTÜR MERKEZİ – Sayfa 147 – 150  Kitabın başına dönmek için bu satırı tıklayınız…

Sevgili Dost Semihi Vural
“Boyacı Ramazan Balesi” Eklidir.
“Boyansin Ramazan” öyküsündeki boyacıdır.
Onu çocukken tanımıştım, iyi bir insandı. Açlığı savaş vermeden kabul etmişti.
Ne zaman öldüğünü bilemiyorum. O’nun da kendinin ne zaman öldüğünü bileceğini sanmıyorum. (Ramazan Yaşıyor S.V.)
Umarım ki kitabına değişik bir açı verir.
Sevgilerimle.
İlyas Halil
28 Nisan 2006 – Kanada

BOYACI RAMAZAN BALESİ
İlyas Halil
Mersin bir avuç insandı o yıllar. Çoğu öğrenci. Erkeklerin yüzünde sivilce. Kızlar bahçe duvarından sarkmış gonca.
Bir akşam üstü bir kaç liseli arkadaş, Halkevi’nin önünde nedensiz sevinçliydik. Çicekler kokularını sürünmüş geceyi istila etmişti.
Yanımda liseli bir kız. Yüzü mavi aydınlık. “Merhaba” dedim. Yüzümle dokunacağını sandım. Heyecanlanmıştım.
Gürültülüydük. Merdiven taşlarına oturmuş iki öğrenciydik. Birbirimize bakıyor. Bahar akşamını zil zurna yaşıyorduk.
Marttı. Ayın biri. Yıl 1947. Kulaklarımda denizin mırıltısı.
Hala duyarım.
Ay aydın yüzünde, nergisler. ifil ifil bahar. Dağdan taze kekik kokusu.
Hala koklarım.
*
İki yıldır gazeteler, uzun bir savaştan çıktığımızı yazıyordu. Halk hani hani inanmış. Gülmeğe yeni alışıyordu. Parkta çiçekler korkusuz koku veriyor, kelebeklerin kanatlarında yeniden renkler havada uçuyordu,
Uzun yıllar kokudan yoksun kalmıştık. Karanfiller, petunyalar savaş yıllarında nerede olduğumuzu düşmandan gizlemek için kokularını yok etmişlerdi.
O akşam. Aşk loş. Çiçekler yeniden çiçek. Kuzeyden renkleriyle kokuları ile akın akın üstümüze geliyorlardı. İki öğrenci. Gözlerimiz birbirine dalmış, yaşımızı tadıyorduk.
Onyedi yaşımda delikanlı. Sarhoşluk sandığım şaşkınlık. Çiçekler henüz sulanmış.
Liseli kızla henüz ıslanmış, yağmur sonrası topraktım. Toprak kokuyordum.
*
Halkevi önü kalabalık. Devlet memurları, Belediye görevlileri akın akın geliyordu. O gece tiyatronun döner sahnesinde Puccini`nin Madam Butterfly operası oynuyordu.
*
Tiyatro kapısının önünde tanıdığım bir çehre. Dikkatle baktım. Yıllar önce tanıdığım boyacı Ramazan’a benziyordu. Elinde bir sepet ebe gümeci. Vazo süsler gibi yeşil otu demetlemiş. Halkevi’nin girişine yerleştiriyordu. Ramazandı. Yağmurlu havalarda Ziyapaşa kahvesinin kapısında ayakkabı boyardı. Güneşli günlerde Ramazan’ın ıslandığı yerde, başka boyacılar otururdu. Pabuç sihirbazı idi. Küçük ellerinde iki büyük fırça, eski pabucu yeni yapardı.
“Merhaba Ramazan usta” dedim. Ebe gümeci sepeti ile ne yapyorsun? Tanımadı.
Babamın adını söyledim. Gülümsedi.“ Eczanede çıraktın değil mi” ?, dedi
“Evet” dedim. “Delikanlı olmuşsun be’’. dedi “ Hey gidi günler hey. Güllü yıllarında her şey güzeldi. İlk kez iş tutmuştum. Bazı günler bir mecidiye kazanırdım. Mecidiye yirmi kırtıklı kuruş. O gün ben yirmi kanatlı kuştum.
“Şimdi ne iş tutuyorsun” dedim
“Ah küçük bey “ dedi. Çingene dertten başka ne tutar ki . Ayakkabı boyası 10 kuruşa çıkınca Ramazan ayvayı yedi. Bundan böyle ekmek parası kolay çıkar demiştim. Doya doya ekmek yiyeceğimi sandım.
Ekmek peynir fiatları gökyüzünü buldu. Bütün gün yarı aç ayakkabı boyamak yetmezmiş gibi Bir akşam uyandım. Tanrı mahallemizi ateşe vermiş. Varım yoğum çardağım gözümün önünde kül oluyordu.
Ellerimi havaya kaldırdım. “Tanrı efendi’’ dedim “Toprağımızı istiyorsan. Bunun kolayı vardı Ulu Baba. Çukurova’yı biraz daha büyük yaratabilirdin. Hani vakit bulamadın diyelim. Çingeneleri kanatlı yapsaydın. Kuş olur ağaçlara yuva yapardık. Arsaya bahçeye ihtiyacımız olmazdı. Ulu baba dediğimi hoş gör. Şimdi ne kuşuz ne de adama benziyoruz.
Sonra gün be gün sıkıntılarımız arttı. Ekmek şeker karneye bağlandı Vali bey halkın savaşı unutmasını istiyordu. Yangının ertesi belediye görevlileri. Yanan yerleri süpürdüler temizlediler. Halkın mutlu olması için aynı yerde çiçek parkı yapacaklarını söylediler. Belediye Bandosu marşlar çaldı. Arsamıza çiçek ektiler ağaç diktiler. Kent çiçek kokacak çiçeklerle süslenecek dediler.
Çardaklarımız gidince her doğan gün dik bir tepeye döndü. Açlığı öğrenmeğe başladım. Pabuç boyatanlar sırra kadem bastı. Ekmek parası için Güllü fellah düğünlerinde şarki söylemeğe dans etmeğe gidiyordu.
Bir yıl sonra talih yüzümüze güldü. Çiçek Parkını söktüler. Yerine Halkevi yapılacak dediler. Vali bey bu projeyle fakirlere İşsizlere iş sağlamak istediği söylüyordu.
*
Yapının bitmesine yakın Güllü hastalanmış yatağa düşmüştü. Halsizdi. Evlere çamaşıra gidemiyordu. .
Bir sabah uyandım. Güllü “Ramazan sevgilim” dedi. “Yarın Belediyeye uğra Başkandan vatanına fedakarlık yapmış vatandaşa yaraşır bir iş iste”.
Sonra sevgilim dediğine utanmıştı.“ Biliyor musun “ demişti “Belediyede sokak süpürgecisi olman yeter”. Elimi tutmuş “Ramazan” demişti “Ziyapaşa’da ayak üstüne atıp, elinde sigara kahveciye, oğul bana bir kallavi getir diyeceğin günü özlüyorum”.
Güllüm gitti. Elim ayağım tutmaz oldu. Oğlum Cuma olmasa sokağa atılmış boş sigara kutusu olmuştum.
Güllü son günlerindeydi. Hasta yatağında bana “Ramazan çok mutluyum” demişti. “ Güllü kışın elini ısıttığı akşamdan akşama karnını doyurduğu ekmeği her gün Halkevi’ne hibe ettiğini, Mersin’in bilmesini isterim. Bu güzel yapıda yaşıyacağım. Ramazan beni özlediğin gün beni Halkevi’nde bulursun”.
Çok sürmedi bir hafta içinde Güllüyü dedelerimizin mutlu bahçesine uğurladım. Çiçek kokularına gitti.”
“Nesi vardı”? dedim
“Öksürüğünün fazlalaştığı bir gün Belediye doktoruna götürdüm. Verem demişti. “Sabahları iki yumurta biraz bal, tereyağ verirsen iyi olur.” demişti.
Güllü hasta olduğuna inanmak istemiyordu. “Doktor sağlığını bulman için yumurta yemeni istiyor.” dedim. “İzin verirsen geceleri Genelevin kapısında fazladan iki çift kundura boyasam sana günde iki yumurta alabilirim.
“İstemem Ramazan” dedi. “Hasta değilim. Kış nezlesi bu”.
*
“ Ramazan usta” dedim “Sorumu hoş gör Güllü eşin miydi.”
“Evet” dedi. “Çardaklarımızda mutlu yaşadığımız yıllardı. Kışın çinko damımızda yağmur dinler yazın açık pencereden deniz dolardı. Dedem hamal Recep, bir gün beni karşısına aldı. “Ramazan torun” dedi “Ramazan olmak kolay değil. Yaşam boyu yalnız iki gün için mutlu olacaksın. İlk günü onbeş onaltı yaşında tadacaksın. Karşına kendi yaşında bir çingene kız çıkacak.. Tanrının sana uygun bir kız yarattığını öğrenirsin. İlk mutluluğun budur. Ne o anı ne de o kızı unutabilirsin.
*
Güllü bizim mahallede babasız büyümüş bir kızdı.. İki çardak ilerde oturuyordu. Bir gece el ayak çekildikten sonra denize yıkanmağa gitmiştim. Güllü fistanını atmış denize kadın girmişti. Deniz sevinmiş, fokurduyordu. Uryan Güllü denizin yüzünde yürüyordu. Tanrıça olmuş dansediyordu, Elinde iki ak gül dalı suyun yüzünde dönüp duruyordu. Ayın ışıtmasını istemediği uzuvlarını iki gül dalı ile setrediyordu. Güllü bahardı. Otu çimeni ıslak. Güllünün gölgede kalmış yeri gül kokuyordu.
*
O geceden öte Güllünün çıplak elleri açlığımı giderdi. Bana kırlardan ebe gümeci devşirdi. Çıplak ayaklarına baktım, varmak sevincim oldu.
*
Güllü’nün gözleri ekmeğime zeytin. Ilık nefesi çulların içinde aradığım uyku. Uyumağa kıyamadığım.
*
Bahçemde Güllü. Yatağımda Güllü. Tenceremde Güllü.
Çiçekti. Kadındı. Bulgurum oldu.
Kokusuna doyamadığım. Yokluğuna alışamadığım.
*
Güllüye odun taşıdım. Güllü’yü aradım.
Yorgunluğu sevdim. Varmayı unuttum.
*
Güllü’nün neden hastalandığını sordum.
“Ayakkabı boyası on kuruş. Evde yedi ağız. En az yedi somun için yedi pabuç boyamam gerekiyordu. Bazı günler yedi boyanacak kundura giyen yedi bey yoktu. Kentte.
Her ay on kuruşluk ekmek ufalıyor kararıyordu. Doymamız seyrekleşti. Çardağımıza karanlıklar çöktü. Şafak atıyor güneş doğmuyordu.
Halkevi’nin bitmesi gecikecekti. Ekmeğe bir kuruş zam binmişti. Vali bey bize müjdeyi bildirdi. Bu zamla Halkevi çabuk bitecek dedi. Türkiye’nin en büyük yapısına kavuşacağız.
*
Tanrı adına yedi ekmek istiyorum dedim.
Tanrı baba bana boyanacak yedi pabuç ver dedim.
Kulaklar sağırdı. Beni gören ayakkabısını gizliyordu.
*
Savaşın son yılı, fırınlarda taze ekmek çabuk bitiyordu. Bayat ekmek sağlığa daha iyi diyordu fırıncı.
Allahım dedim fırıncıya sen mi Ramazan olduğumu söyledin. .
*
“Ramazan Usta” dedim. “Dedenin ikinci mutluluğu neydi?
“Bilmiyorum” dedi. “Güllüm gözlerini yumunca yüzünde sevinç vardı. Yanına varınca öğreneceğim.
İlyas Halil Kanada 28 Nisan 2006………….Kitabın devamı için bu satırı tıklayınız……………………..

Biyografik Bilgi

scroll to top