,

ESKÄ° YUMUKTEPE VE YUMUKTEPE KAZILARINDAN NOTLAR – Doç. Dr. Kemallettin KÖROÄžLU

Yumuktepe-43.jpg

Toroslar ile Akdeniz arasındaki verimli ovalara gelen ilk insanların kurduÄŸu en eski yerleÅŸim yeri bugün Mersin il merkezinin kuzeyinde, DemirtaÅŸ Mahallesi ile Müftü Deresi arasına sıkışmış Yumuktepe Höyüğü’dür. Yaklaşık 8000 yıl kadar önce Mersin’in ilk sakinleri, bizim kazılarla incelediÄŸimiz ve kalıntılarını çıkardığımız evlerini yaptıklarında, deniz bu kadar uzak deÄŸildi Yumuktepe’ye. Ayrıca hemen kuzeybatısında, Müftü Deresi’nin kenarında bir de kaynak vardı olasılıkla. Buradan çıkan “SoÄŸuksu” daha sonra höyükten baÅŸlayıp Mersin il merkezine uzayan büyük bir caddenin de adı olacaktır. Çevrede ekip biçecek tarım alanları ve hayvanları için otlaklar yer alıyordu. Bu uygun ÅŸartlar nedeniyle Yumuktepe’de yaÅŸam hiç kesintiye uÄŸramadı. Bir grup insan baÅŸka bir yere göçünce onların yıkıntıları üzerine diÄŸer gruplar aynı yere yerleÅŸerek yaÅŸamaya devam ettiler. Ä°lk gelenler “HuÄŸ” olarak bildiÄŸimiz kargı, kamış ve çamurdan yapılmış evlerde oturuyorlardı. Sonradan, önce taÅŸ, arkasından da kerpiç evler yaptılar. ÇaÄŸlar ilerleyip baÅŸka insanlar buralara göz dikince Yumuktepe’nin etrafını surlarla çevirdiler. Kalkolitik dönemde bunun en eski; Hitit döneminde ise BoÄŸazköy surlarına benzeyen tekniÄŸi ile en güzel örneÄŸini yine burada yaptılar.
YaÅŸam Yumuktepe’de Orta ÇaÄŸ’a, Ä°slami, döneme kadar sürdü. Ancak son yüzyıllarda yerleÅŸme yeri artık iyice küçülmüş ve fakirleÅŸmiÅŸti. Sonra birden Yumuktepe’de hayat sona erdi. 8000 yıla yakın bir süre boyunca Müftü Deresi’nin taşıdığı alüvyonlar denizi uzaklaÅŸtırmış, ayrıca yakındoÄŸu’daki dengeler bozulmuÅŸ, yeni ticaret yolları da keÅŸfedilmiÅŸ ve artık kimse Yumuktepe’ye uÄŸramaz olmuÅŸtu. 1936 yılına kadar.
Yıl 1936… Bir grup Ä°ngiliz araÅŸtırmacı, John Garstang baÅŸkanlığında Çukurova ve çevresinde eski yerleÅŸmeleri saptamak için yüzey araÅŸtırması yapmaya baÅŸlar. Grupta o dönemin en ünlü arkeologları yer almakta, Ekip Adana’ya giderken ta uzaklardan belki ViranÅŸehir (klasik dönemdeki Pompeipolis) yakınlarından görür Yumuktepe’yi. Henüz DemirtaÅŸ mahallesi oluÅŸmamış, Mersin – Adana yolu ile Yumuktepe arasında toplam 5-6 “HuÄŸ” evi belli belirsiz yükselmekte, Onlar da bahçeler ve aÄŸaçlıklar içinde yolun kuzeyinde Müftü Deresi kıyısında yalnızca Fransız iÅŸgalinde askeri kışla olarak kullanılan, bugün ise un fabrikasına dönüştürülen büyük bir bina, yolun güneyinde ise SoÄŸuksu Caddesi üzerinde huÄŸ evleri dışında iki katlı bazı taÅŸ binalar göze çarpmaktadır. Mersin ise, taÅŸ binaları ile yeni bir kent henüz. Höyüğe ulaÅŸan ve bugün de kullanılan yer yer taÅŸ döşeli yolun iki yanında huÄŸ evlerinden çok, diplerinden sulama kanalı akan dut, incir ve asmalar görülmekte, geceleri ise birkaç aÄŸaçta bekçiler tarafından yakılmış gazlı fenerler.
Höyük ve çevresi bu yıllarda insanları yerleşme yeri olarak çekmemekle birlikte, özellikle soğuksu ve kuzeybatısındaki söğüt ağaçları nedeniyle piknik alanı olarak kullanılıyordu. Ancak gelenlerin hiçbiri orada yükselen tepenin 8000 yıllık insanın serüvenini sakladığını bilemezdi.
Garstang ve ekibi höyükteki ilk incelemeleri sırasında özellikle batı bölümünde derenin tahrip ettiği kesiklerde Neolitik aletler buldular ve kazı yapmaya karar verdiler. Şans yüzlerine gülmüştü. Hem çalışma izinleri çıkmıştı, hem de Soğuksu Caddesinde, önceleri karakol olarak kullanılan iki katlı taş bir binayı kazı evi olarak kullanabileceklerdi.
Ancak onlar da kazılar boyunca bizim ÅŸimdi karşılaÅŸtığımız bazı zorlukları yaÅŸadılar. Bir süre sözünü ettiÄŸimiz Fransız kışlasını kazı evi olarak kullandılar. Öğle yemeklerini bizim gibi höyükte geçiÅŸtirdiler… Ãœstelik aradaki yarım yüzyıla yakın süreye raÄŸmen aynı tür yiyeceklerle. 15 – 16 yaÅŸlarındaki Mehmet Oruç, her gün sebze pazarından aldığı domates, salatalık, üzüm ile peynir ve yüz civarında ekmeÄŸi eÅŸeÄŸine yükleyip Yumuktepe’ye getiriyor ve kazı ekibi ile en az yarısı Yozgat, Sivas ve Malatya’lı işçilere satıyordu. Höyüğün kuzeybatısında bir çadır kurmuÅŸlardı. Kazı malzemelerini o çadırın içinde saklıyor, başına da bir bekçi koyuyorlardı. Ayrıca bir de gölgelikleri vardı. Kazı çalışmalarını da daha çok bu bölümde yürütüyorlardı. 1939 yılında Ä°kinci Dünya Savaşı’nın gergin ortamında bıraktıkları çalışmalarını 1946 ve 47 yıllarında tamamladılar. Arkeolojinin baÅŸlangıç yıllarındaki bu çalışmalar büyük ilgi uyandırmış, Mersin Yumuktepe’de 33 ayrı tabaka, yani bir alttakinin yıkıntıları üzerine kurulmuÅŸ 33 ayrı mimari yerleÅŸme yeri bilim dünyasına tanıtılmıştı.
Garstang ve ekibinin yayınladıkları kazı raporları ve kitabı ile Höyüğün adı “Yumuktepe” olarak ölümsüzleÅŸti ve bütün dünyada arkeoloji derslerinde ilk öğretilenler arasına girdi. Ancak Höyük yine kaderine terk edilmiÅŸ, üzerindeki kazı alanları kapatılmış ve yeniden yalnızca “piknikçi” ziyaretçilerin uÄŸrak yeri olmuÅŸtu.
Kötü talih bununla sınırlı kalmadı. 1960 ihtilali sonrası höyük üzerinde, önce bütün kazı alanlarını ve üst tabakaları yok eden geniÅŸ teraslar açıldı ve arkasından aÄŸaçlandırıldı. Bunu dere kenarına ve soÄŸuksu kaynağına açılan derin su sondajları ve höyüğün üzerine depo yapımı izledi. 1968 yılındaki büyük bir selle Müftü deresinin taÅŸkını ise hem su sondajlarını, bu alandaki piknikçilerin sögütlerini ve hem de Yumuktepe höyüğünün batı bölümünü aldı götürdü. Höyükte tedavi edilmez yaralar açılmıştı. AÄŸaçlar büyüdükçe eskiden kuzeybatıda olan piknik alanının höyük üzerinde modern biçimde kurulabileceÄŸi fikri geliÅŸti. Artık Yumuktepe çevre sakinlerinin gözünde geçmiÅŸin gizemini saklayan, üzerinde arkeolojik kazı yapılmış ve pek çok eser bulunmuÅŸ bir yer deÄŸil, yalnızca parktı. Höyüğün zirvesi düzeltilerek 2 m.’lik üst tabaka alındı ve buraya bir çocuk parkı ve gazino inÅŸa edildi. DoÄŸu yüzde ise en az 2000 kiÅŸilik bir okuldaki öğrencilerin sınıflara dağılmasını saÄŸlayacak geniÅŸlikte beton bir merdiven yapıldı. Aynı yüzde merdivenlerin baÅŸlangıç noktasının kuzeyine, olasılıkla höyükteki Bizans dönemi yapılarından sökülen taÅŸlarla bir tuvalet ve bitiÅŸiÄŸine bir depo inÅŸa edildi. Bütün teraslara ise yine beton oturaklar ve masalar yerleÅŸtirildi Ancak çok kısa sürede bütün bu yatırımlar metruk hale dönüştü. Çünkü artık Yumuktepe çevresindeki insanlar bahçeleri içindeki huÄŸ evlerinde yaÅŸayan aileler deÄŸildi. DemirtaÅŸ Mahallesinde ne bahçe ne de huÄŸ evi kalmıştı. Yalnızca son bir örnek, höyüğün hemen güneyinde ayakta durmaya çalışmakta idi. Bunların yerine üzerindeki demirleri hiçbir zaman örtülmeyen ve içinde çoÄŸu zaman 10 kiÅŸilik doÄŸulu bir veya birkaç aileyi barındıran çok kısa sürede inÅŸa edilmiÅŸ, bitiÅŸik nizam beton evler almıştı. Höyük ise özellikle yapıştırıcı koklayan problemli çocuk ve delikanlılar ile akÅŸamcıların mekanı olmuÅŸtu.
Ä°lk kazıların üzerinden 45 yıl geçti. Artık ne kazılan alanlar belli idi ne de kimse kazıları hatırlıyordu. Arada bir, kitaplarda okuduÄŸu Yumuktepe’yi görmeye gelenler ise karşılaÅŸtıkları manzara karşısında kimseye birÅŸey söylemeden çekip gidiyorlardı. 1992 yılında da biz geldik Yumuktepe’ye. Prof. Dr. Veli Sevin baÅŸkanlığında benim de dahil olduÄŸum DoÄŸu Anadolu ekibi, Diyarbakır / Üç tepe’deki kazıları artık yürütemez duruma gelince bitirmiÅŸ, kendimize güneyde Mersin bölgesinde yeni bir yer aramaya baÅŸlamıştık. Elimizde Garstang’ın notları, bütün bölgeyi gezdik. Ä°lk ekibimiz çok küçüktü: Hocanın klasik Murat arabası ile Aynur Özfırat, Bakanlık temsilcisi Hatice Kalkan ve ben.
Höyüklerin bir kısmı yapılaÅŸmadan dolayı tümüyle ortadan kaybolmuÅŸtu. Yumuktepe ise yukarıda sözünü ettiÄŸimiz gibi… Biz de burada kazı yapmaya karar verdik. Ancak bizim birinci amacımız, burasını yeni gazino, park gibi yatırımlardan korumak olacaktı. Aldığımız haberlere göre höyük üzerinde 1960 sonrasınınkini aratacak büyüklükte yeni yatırımlar planlanmaktaydı. Kazı ilk yıl Mersin Müzesi’nin baÅŸkanlığında olacaktı. 1993 Mayıs ayında yapılan kazı sempozyumunda da prehistorik tabakaları incelemek için Roma Ãœniversitesi’nden Dr. Ä°zabella Caneva’ya birlikte çalışmalı teklif ettik. Memnuniyetle kabul etti. Yumuktepe gibi önemli bir merkezde çalışma ÅŸansı yakalamak yanında, artık onlar da, DoÄŸu’daki olaylar nedeniyle uzun yıllar yürüttükleri Diyarbakır / Çayönü kazılarına gidemeyeceklerdi.
1993 yılında kazılar baÅŸladı. Ä°lk kazmayı Müze Müdiresi Müyesser TosunbaÅŸ vurdu. Önce Garstang’ın açmalarını bulmak ve bıraktığı yerden devam etmek istiyorduk. Ancak çalışmalar ilerledikçe eski kazı sonuçlarının pek çok bakımdan güvenilmez olduÄŸunu fark ettik. ÖrneÄŸin Yumuktepe de 33 tabakanın varlığı bildirilmekle birlikte daha ilk yılki kazı sonunda bu sayının iki veya üçe katlanacağını anladık. Arkeolojinin baÅŸlangıcında yapılan kazılarda özellikle neolitik dönemin baÅŸları hakkında bilgiler yalnızca küçük bir sondaja dayandırılmıştı. Garstang’ın Yumuktepe kitabında “A Trench” olarak adlandırdığı 10 m geniÅŸliÄŸindeki açmasını kazma izleri ile beraber bulduk. Bunların yanında yeni teknolojik imkanlar ve tarihleme yöntemleri bize daha ayrıntılı ve kesin sonuçlar veriyordu. Arkeoloji, günümüzde yalnızca eski insanların yaptıkları eserlerle deÄŸil, onların yiyip içtikleri, hastalıkları ve yaÅŸam biçimlerinin tüm detaylarıyla ilgilenmektedir. Bütün bunları öğrenmek için de daha yavaÅŸ ancak daha dikkatli yürütüyoruz kazıları. Arkeologların ilgileri ve çalışma biçimleri de deÄŸiÅŸti. Garstang ve ekibi kazı alanına takım elbiseli, kravatlı, fötr ÅŸapkalı ve tayyörlü gelirken, bizler iÅŸ kıyafetleri ile çıkıyoruz. Onlar çalıştırdıkları, zaman zaman 70-80’i bulan işçilerine açmanın dışından talimat verirken, bizler profesöründen öğrencisine bütün ekip elimizde mala, süpürge açmanın içinde işçilerle beraber çalışıyoruz. Onlar buluntuların saÄŸlam ve güzel olanlarını toplarken biz bütün kırık parçalarla da ilgiliyiz. Ä°ngiliz ekibi akÅŸam üstü, taÅŸ binalarının bahçesine yaptıkları tenis kortunda vakit geçirirken bizler buluntularla, raporlarla ve de en önemlisi bürokrasi ile günü dolduruyoruz.
45 yıllık süreye karşın benzerlikler de yok deÄŸil. Yukarıda söylediÄŸimiz gibi Ä°ngilizler de bizim gibi yıllık kazıları süresince birçok ev deÄŸiÅŸtirdiler ve en az dört evde kaldılar. Bunlardan biri Yumuktepe kitabında da söz edilen SoÄŸuksu’daki ev; ÅŸu an yerinde Emel apartmanı var. Ä°kincisi, öğle yemeklerini veren Mehmet Oruç’tan öğrendiÄŸimize göre Cumhuriyet Un Fabrikası’nın yerindeki Fransızların yapmış olduÄŸu kışla yapısı, üçüncüsü Müftü Camisinin yakınında ve dördüncü ise Aynur Özfırat’ın O. Gurney’den aldığı fotoÄŸraflara göre 1948 yılında kaldıkları Gökdelen yakınındaki taÅŸ bir bina.
Bu yıl Yumuktepe kazılarının dördüncü yılı. Biz ev konusunda Garstang kadar da ÅŸanslı deÄŸiliz herhalde. Çünkü bu dördüncü yılda bu dördüncü evimiz. Ä°lk yıl Kepirli Yaylası’nda, ikinci yıl BüyükÅŸehir Belediyesi’nin Mersin Ä°dman Yurdu için tahsis ettiÄŸi Çay Mahallesi’ndeki binada, geçen yıl yine BüyükÅŸehir Belediyesi’nin tahsis ettiÄŸi prefabrik evlerde, bu yıl ise Toros Belediyesi’nin katkılarıyla kiraladığımız ÇaÄŸdaÅŸkent’te, Åžifa Tek Sitesi’ndeki bir villada kalıyoruz. Ä°sabella Caneva’nın ısrarlı isteÄŸine raÄŸmen henüz taÅŸ bir bina bulamadık, kalamadık.
Hiç deÄŸiÅŸmeden devam eden gelenekler de yok deÄŸil. Onlar öğle yemeklerini Höyükte yukarıda belittiÄŸimiz gibi aynı ÅŸeyleri yiyerek geçiÅŸtirdiler. Onlar tatil günlerinde Kızkalesi’nde denize gittiler, biz de. Mersin’de o zaman da arkeoloji ile ilgili bir grup vardı ve Garstang’a Halkevi’nde konferans verdirdiler. Bugün de benzer daha büyük bir grup İçel Sanat Kulübü’nde Arkeoloji Günleri organize ediyor.
Belki onların çıkardıkları eserleri korumak ya da koruyamamak gibi endiÅŸeleri yoktu, ancak bizim var. Bugün en önemli sorunumuzu, burada açtığımız mimarinin restorasyonu ve korunması oluÅŸturuyor. Bunun için höyüğün çevresinin bir duvarla kapatılması ve bekçi tayin edilmesi gerekli. Ama ÅŸanslı olduÄŸumuz yönler de oldukça fazla. Mersin’de baÅŸta BüyükÅŸehir Belediyesi, Toros Belediyesi, İçel Sanat Kulübü üyeleri ile Arkeoloji Müzesi olmak üzere kazı çalışmalarımıza destek veren pekçok kurum ve kiÅŸi var, Bütün zorlukları aÅŸarak “yerleÅŸik insanın” Yumuktepe’de baÅŸlayan serüveninin
ayrıntılarını öğrenmeye devam edeceÄŸimize biz inanıyoruz. Garstang ve ekibinin bıraktığı yerden tabii…
İçel Sanat Kulübü aylık Bülteni Eylül 1996 – 51. Saysından alınmıştır.

Biyografik Bilgi

scroll to top