,

GÖKSU KÃœLTÃœRLERÄ° – Prof.Dr. Levent ZOROÄžLU

Ä°nsan yaÅŸamı için su ne kadar önemli ise, uygarlık tarihinde de nehir kıyısı kültürleri o kadar öncelik taşır…
Dicle, Fırat, Nil gibi çevresinde geniş düzlüklerin bulunduğu büyük nehirlerin boylarında, tarım ve hayvancılıkla uğraşan ilk topluluklar, aynı zamanda ilkçağın en eski ve özgün uygarlıklarını kurdular. Buna karşılık, çevresinde tarım yapmaya elverişli geniş alanlar bulunmayan küçük nehirlerin kıyılarında yaşayan topluluklar bu gelişmelerin gerisinde kaldılar.
Bu topluluklar, ne zaman ki, çevrelerindeki var olan doğal kaynakları kullanma becerileri kazandılar ve tarım dışı üretimi keşfettiler, ancak o zaman uygarlık açısından önemli adımlar atabildiler. İşte Göksu havzası bu ikinci tür kültürlerin boy verdiği tarihsel bir ortamdı.
Antik çaÄŸa ait kaynaklarda Kalykadnus olarak anılan Göksu, OrtaçaÄŸ’da Selef, Selefika olarak adlandırılmıştı. Suladığı toprakların topografyası yüzünden, havzası içinde çok eskiye giden tarım toplumlarının yoÄŸun olarak yerleÅŸemediÄŸini görüyoruz. Buna karşılık, sahip olduÄŸu zengin doÄŸal kaynakları kullanabilen toplumların oluÅŸturduÄŸu bir “daÄŸbaşı” kültürü egemendir bu topraklara.
Göksu’nun doÄŸduÄŸu topraklardaki iki önemli kolu olan Ermenek Göksu’yu ile Hadim Göksu’yu havzavaları, ilkçaÄŸ coÄŸrafyasında isauria bölgesi olarak adlandırıldı. Ä°sauria, aslında, sınırları Limonlu (Lamas) çayından, Manavgat (Melas) çayına kadar uzanan DaÄŸlık Kilikya bölgesinin (Cilicia Tracheia) sınırları içindeydi. DiÄŸer yandan, Ä°sauira sözcüğünün nereden geldiÄŸi veya hangi dil grubuna ait olduÄŸu konusunda somut bir bilgi bulamıyoruz. Bu ad belki de söz konusu bölgede İÖ 2 binli yıllardan itibaren yaÅŸayan ve Hititler’in akrabası olduÄŸu kabul edilen Luviler’in dilinden gelmiÅŸti. Çünkü, daha sonraki devirlerde kurulan birçok kent ve yer adları Luvice kökler taşımaktadır.
Göksu havzasında yapılan arkeolojik ve tarihsel araştırmalar Mut ve Silifke alüviyal ovalarında bölgenin en eski yerleşmeleri saptanmıştır. Mut yöresinde yapılan yüzey araştırmalarında (örneğin Attepe, Çingentepe ve Maltepe Höyüklerinde ) Kalkolitik ve Eski Tunç çağlarına (İÖ 5000-2000 yılları arası) ait çanak parçaları bulundu.
Bu devirleri izleyen Hitit çağına ait bazı önemli belgelere de rastlanan Göksu havzası, BoÄŸazköy yazılarına göre TarhundaÅŸÅŸa krallığının merkezini oluÅŸturuyordu ve Hititler Anadolu’nun güneyine, yani Akdeniz’e ulaÅŸmak için Göksu vadilerini de kullanmışlardı.
Yine Mut ve Silifke alüviyal ovalarında, Hititler’le çaÄŸdaÅŸ Ege kültürünü simgeleyen Mikenler’e ait seramik parçalarının bulunmuÅŸ olması da, her iki kültür yöresinin yakın iliÅŸkilerine ait belgelerdir.
Hitit çağını izleyen dönemde, yani Demir çağında (İÖ 1. binyılın ilk yarısı) Göksu havzasındaki doğal kaynakların önemi iyice anlaşılmıştı. Özellikle demir cevheri, simli kurşun gibi madeni er ve sedir başta olmak üzere diğer orman ürünleri en önemli ilgi odaklarıydı.
ÖrneÄŸin İÖ 8. yy’ın sonlarına doÄŸru Kuzey Mezopotamya’nın en güçlü krallığı olan Asurlular, kralları Sargon’un yönetiminde yurtlarından çıkıp önce Çukurova’yı ele geçirdiler, ardından Tuvana (Konya EreÄŸlisi) üzerinde Göksu vadilerine ulaÅŸtılar. Sargon bu seferine ait yıllığında “Demir DaÄŸları” ele geçirdiÄŸini ve “MaÅŸkiler’in (Frigler) Kralı Mita’yı (Midas)” bu topraklardan kovduÄŸunu söyler. Bu bilgiler, ilkçaÄŸ tarihinin en ilginç ekonomik savaşının en önemli belgeleridir. İÖ 6. yüzyıla kadar geçen bu ve benzeri olaylar sırasında bölgenin asıl halkı olan Luviler’in nasıl bir yaÅŸam tarzı sürdürdüklerini bilemiyoruz. Ayrıca, Akdeniz kıyılarındaki kentleri dışında, Ä°sauria yaylalarında ne tür bir yönetim sistemi olduÄŸu hakkındaki bilgilerimiz de epeyce eksik. Antik kaynaklar ancak İÖ 6. yy’da, Synnesis adı verilen beylerin yönetime egemen olduklarını belirtir. Birbirinden bağımsız olan bu krallıklar İÖ 6. yy’ın ortalarına doÄŸru Pirindu Krallığı adıyla bir birlik oluÅŸtururlar. BaÅŸkenti KirÅŸu (Oalisandos) olan bu krallığın başına geçen AppuvaÅŸu adlı bir kral, sınırların  Çukurova’ya kadar geniÅŸletirse de, bu bölgeyi hegemonyası altında tutan Babiller’in baskılarına karşı koyamaz. Öyle ki, İÖ 577-556 yıllarında Babil Kralı Neriglissar, Göksu vadilerini kullanarak karayoluyla GazipaÅŸa’ya (antik Selinus’a) kadar ilerler ve Pirindu halkını sindirir.
Bu yüzyıllarda Akdeniz kıyılarında kurulmuş olan liman kentleri bir yandan Doğu ve Batı arasındaki deniz ticaret yolu üzerinde bulunmanın olanaklarını kullanırken, diğer yandan da, Göksu havzasındaki doğal kaynakları kıyıya ulaştırarak, bunların üretiminden ve dış satımından çok önemli gelirler elde ediyorlardı. Bu kaynakların yanı başında yaşayan halkın bundan yeterince pay alamaması, onların zamanla iyice fakirleşmesi sonucunu doğurdu ki, sonunda bu sömürüye korsanlıkla cevap verdiler. İlk kez Büyük İskender zamanında başlayan korsanlık, zamanla gelişti.
Öyle ki, kurdukları filolarla deniz ulaşımını ve ticaretini tehdit eder duruma gelen Kilikya-İsauria korsanları, elde ettikleri ganimetlerle zenginleşerek, yüksek tepeler üzerine güçlü surları bulunan kale kentler kurdular. Bozkır yakınında Zengibar Kalesi (isaura Nova), Siristat (İsaura Vetus), İğdeören, Germanikopolis (Ermenek), Artanada (Dülgerier), Adrasos (Balabolu) gibi önemli kentlerin kuruluşu da bu döneme rastlar.
iskender zamanını izleyen 399 yıl boyunca, korsanlık sürdü. Öyle ki, ilkçaÄŸ ÅŸairlerinden birinin “Mısırlılar tarımla, Fenikeliler ticaretle, Kilikyalılar korsanlıkla uÄŸraşırlar” sözü bir deyim haline gelmiÅŸti.
Özellikle İÖ 1. yy’da Romalılar zaman zaman denizde ve karada korsanları baskı altında tutmaya çaba gösterdilerse de, baÅŸlangıçta pek fazla bir baÅŸarı elde edemediler.
İÖ 38 yılında, Angustus, Antonuis ve Kleopatra’nın aÅŸk ve hırs temelleri üzerine kurulan ittifakını Aktium savaşıyla ortadan kaldırıp, Roma dünyasında barış ortamını (Pax Romana) kurduÄŸunda, korsanlık da artık son dönemini yaşıyordu. Åžimdi artık gerçek anlamda Göksu kültürünü simgeleyen kentler belirmeye baÅŸladı.
Özellikle, Romalılar’ın çok önem verdiÄŸi karayolu ÅŸebekesi bu bölgede de kurulmaya baÅŸlayınca ve Akdeniz kıyıları ile iç Anadolu, bölgenin doÄŸusu ile batısı yeni yollarla birbirine baÄŸlandıkça, bu yolların üzerinde bulunan eski kale-kentler geliÅŸti ve büyüdü. Bu kentlerde yaÅŸayan halk da yavaÅŸ yavaÅŸ Roma kültürünü ve yaÅŸam tarzını benimsemeye baÅŸladıysa da, sanat ve estetik anlayışı bakımından taÅŸralılıklarını ve yerelolma özelliklerini korumuÅŸtu.
Böylece is 1. yy’dan baÅŸlayarak erken Bizans çağına, daha sonra Selçuklular ve KaramanoÄŸulları dönemine kadar, bir “Göksu – Ä°sauria Kültürü” oluÅŸturulmuÅŸ oldu.
Ä°sauria bölgesinin en önemli kentlerinden biri Germanikopolis (Ermenek) idi. Güneyden, yani bu bölgenin Akdeniz kıyısındaki üç önemli kenti olan Silifke, Gilindire ve Anamur’dan gelen yolların kavÅŸak noktasında bulunan Germanikopolis adını, Roma imparatoru Tiberius’un oÄŸlu Germanicus’dan almıştı. (Ä°S 17’de). Antik kentin üzerine kurulan modern Ermenek’te geçmiÅŸten günümüze ulaÅŸan kalıntılar hemen hemen yok gibidir. Tol Medresesi ve Ulu Camisi KaramanoÄŸulları dönemine ait yapılardır. Buradan kuzeybatı yönüne uzanan antik yolun üzerindeki yerleÅŸim yerlerinde, örneÄŸin Neapolis Güneyyurt, Astra-TamaÅŸalık gibi kentlerin kalıntıları arasında yöreye özgü lahitler ve diÄŸer mezar kabartmaları en ilginç kalıntıları oluÅŸturur.
Güneye, Anamur’a inen yol üzerindeki Eirenopolis’deki (imebol) küçük bir kale – kentin kalıntıları dikkat çekicidir. Daha yukarılarda ise, Hadim Göksu’nun kıyısındaki Artanada’da (Dülgerıer) yine bölgeye özgü yazıtlı ve aile tasvirli mezar taÅŸlarını görmek mümkündür.
Germanikopolis’den doÄŸuya uzanan yol üzerinde, Hadim Göksu ile Ermenek Göksu’nun birbirine iyice yaklaÅŸtığı Adras Dağı’nın kuzeye bakan yamaçlarında, bölgenin en önemli Roma kentlerinden biri olan Adrassos’un (Balabolu) kalıntıları vardır.
Küçük bir kilise dışında, diğer yapıları tahrip olan bu kentin, Roma ve erken Bizans dönemlerine ait mezarlığında ilginç lahitler ve bazı mezar yapıları görülür. Tümü yerli malzemeden olan ve yerli ustalar tarafından biçimlendirilen bu yapılar İsauria sanatının ne denli kendine özgü olduğunu gösteren en önemli arkeolojik belgeleridir.
Daha ileriler de, Göksu’nun bu iki büyük kolunun derin bir vadide birleÅŸtiÄŸi yerde, Klaudiopolis (Mut) kenti yer alır. Adını Roma imparatoru Klaudius’dan (Ä°S 41-54) almış olmasına raÄŸmen, kuruluÅŸu daha eskiye giden bu kent, Laranda’dan (Karaman) gelen ve doÄŸu, batı yönlere dağılan yolların kavÅŸağında bulunması yüzünden ayrı bir öneme sahiptir. Modern kentin ortasında bulunan kalesi OrtaçaÄŸ mimari üslubu göstermekle birlikte, temellerinde Roma döneminin izlerini bulmak mümkündür. Mut’un biraz daha kuzeyinde yer alan Dalisandos (Sinobiç) ise, Aziz Paulus’un vaaz verdiÄŸi ve adı Ä°ncil’de de geçen, önemli bir erken Hıristiyanlık merkeziydi. Burada da yine Roma ve Bizans dönemlerine ait çok sayıda lahit görülmektedir.
Göksu Mut’a .ulaÅŸtıktan sonra güneye doÄŸru oldukça geniÅŸ bir alüviyal düzlüğün ortasından akar ki, tarıma elveriÅŸli bu topraklarda küçük ve az sayıda olsa da, tarih öncesi köyler kurulmuÅŸtu. Attepe, Maltepe gibi höyükler de nehri n bu bölümünde yer alır. Platonun güney ucunda ise, yeniden derin bir kanyonun içine dalan Göksu, hemen hemen Silifke ovasına kadar bu ÅŸekilde akar. iÅŸte bu civarda, nehrin ovaya henüz çıkmadığı bir noktada ve o zaman ki adıyla Aqua Selephica olan Göksu’da, 1190 yılında Roma-German imparatoru Friedrich Barbarossa boÄŸulmuÅŸtu.
Eski bir Luvi kenti olan Hüria’nın yerine kurulan Seleukeia yakınlarında nehir ovaya ulaşır. Seleukeia iö 288’Ii yıllarda, Büyük Ä°skender’in generallerinden Seleukos Nikator tarafından kuruldu. Kralın kendi adıyla anılan bu kenti kurmasındaki amaç, Göksu havzasını kontrolü altında tutmaktı. Bunda pek fazla bir baÅŸarı gösteremedi ise de, adı bu kent ile günümüze kadar ulaÅŸtı. Benzer adlı diÄŸer kentlerden ayırmak için Kalykadnos Seleukeiası olarak anılan kent, asıl görkemli dönemini Romalılar ve Bizanslılar döneminde yaÅŸamıştı.
Göksu, Silifke Kalesi’nin doÄŸu eteklerinden, önündeki yemyeÅŸil alüviyal ovanın bereketli topraklarını yararak ve bir delta ile Akdeniz’e ulaşır. Yaylalardan getirdiÄŸi türkuvaz renkli suyu, Akdeniz’in mavisiyle buluÅŸur. Bu noktada artık binlerce yıllık serüven içeren Toroslar geride kalmıştır ve nehir yarattığı kültürden elde ettiÄŸi gönül rahatlığı içinde, aslına, denize döner.
Prof Dr. Levent Zoroğlu 😉 Konya Selçuk Üniversitesi

Bu yazı  “İçel Sanat Külübü” Aylık Bülteni “Nisan 1992 -1. Sayı” sından alınmıştır.

Biyografik Bilgi

scroll to top