,

KARAPIRNAL ÖLÜYOR – TURAN ALİ ÇAĞLAR

da-e1382426276685.jpg

Pırnal aÄŸacı, defne gibi mersin gibi Kilikya’nın önemli aÄŸaçlarından biridir. Yaz kış yapraklarını dökmez. Yaprakları dikenli olup özellikle keçilerin beÄŸenerek yediÄŸi bir aÄŸaçtır. Akdeniz ikliminin denize yakın, taÅŸlık yamaçlarında bol yetiÅŸir. Uygun ortamında boyları on metreyi aÅŸanları bulunmakla birlikte, genellikle üç dört metrelik çalı görünümünde bulunur. ErginleÅŸmiÅŸ aÄŸaçların palamutları piÅŸirilerek yenilir. 

Åžimdi size anlatacağım Karapırnal da kökleri yüzyılların derinliklerinden gelen ve artık son günlerini yaÅŸayan yaÅŸlı bir aÄŸaçtır. Yerini, bizim oralarda herkes bilir. Mersin’e baÄŸlı ÇaÄŸlarca (Sunturas) köyünün, BaÅŸpınar yaylasındadır. Bura insanı ona, “Kara piÄŸnar” der. Kime sorarsanız onu size gösterirler. Hafif eÄŸimli bir yamacın ortasında, gri renkli bir anıt gibi dikiImektedir. Dört biryanı; ardıç, meÅŸe, pırnal, tesbih çalısı, yabaneriÄŸi ormanı idi çocukluÄŸumda. O orman, tarla uÄŸruna yok edildi. Fakat Karapırnal’a dokunulmadı. Çevresi yok edilirken kayıtsız kalan insanlar, Karapırnal’a inen ilk baltada seslerini yükselttiler: “O aÄŸacın altı, dedelerimizin yurdudur, sakın dokunma.” O tarlaları ekip biçenler bugün toprak oldu. Fakat o hala, yaÅŸlı gövdesi ile ölüme direniyor.
Topraktan ne zaman doğduğunu bilen yok. Ne zaman fidan, koca ağaç olduğunu da. Osmanlının hangi dönemlerini gördü? Kökleri, yoksa Selçukoğulları zamanına kadar uzanır mı bilinmez.
Yedi göbek ötem olan büyük dedem, örflü bir Türkmen beyi imiÅŸ. Buralara ilk yerleÅŸen Türkmenler bunlarmış. Onlar, bu Karapırnal’ın çevresine çadırlarını kurmuÅŸlar. Yazın sıcağında ayranlarını onun gölgesinde içer, konuklarını burada ağırlarlarmış. O büyük dedemin çadırı da Karapırnal’ın gölgesine kurulurmuÅŸ.
OÄŸullarından birisi Yemen’e askere gitmiÅŸ. O zamanlar askerlik yedi yıl sürermiÅŸ, Alay taburlara, tabur bölüklere ayrılmış. Dedemin bölük komutanı, Arap esmerliÄŸinde birisi imiÅŸ. Bu yeni gelen askerlere sormuÅŸ: “İçinizde, Mersinli var mı?” Dedem ve iki arkadaşı bir adım öne çıkmışlar. Köylerinin neresi olduÄŸunu sorduktan sonra dedeme dönmüş; sanki bir insanı sorar gibi, bir yoldaşını, tanıdığını sorar gibi, “Karapırnal da saÄŸ mı, yaşıyor mu?” demiÅŸ. Dedem de saÄŸ olduÄŸunu söylemiÅŸ. Bilmem kaç yıldır Yemen sıcağında teni çöl arabına dönen bu Anadolu çocuÄŸu, duygularını yenemeyip aÄŸlamış. Toprak özlemi çeken bu insan da, büyük dedem de bir daha Karapırnal’ı görememiÅŸler. Genç bedenlerini, o Yemen çölünde bırakmışlar. Bu öyküyü de yanındaki hemÅŸehrisi anlatmış bizimkilere. Babam da, bunu kaç kez dolu gözlerle bize anlattı.
ÇocukluÄŸumda dibinde çok oynadım. Gür, koyu yeÅŸil yaprakları vardı. Koyu renginden dolayı, Karapırnal denir adına. Kökleri ötelere kadar uzanır. Hele o dalları … Birbirine girmiÅŸ, yapışıp kaynamış, bir metre sonra tekrar birbirine girmiÅŸ dalları, kıvırcık insan saçına benzer. Önünde bir harman yeri var. Dallarına salıncak kurardık. Günlerce o harmanda döven sürülür, deveci beklenirdi. Gölgesi sanki bir ev idi. Çocuklar en çok burada oynarlardı.
KuÅŸlar en çok Karapırnal’a yuva yapar. KuÅŸ yuvaları genellikle; güneÅŸ, kar, yaÄŸmur ve rüzgarla, bir yıl içinde bozulur. KuÅŸlar onun için her yıl yeni bir yuva yapmak zorunda kalırlar. Ama, Karapırnal’ın uygun yerindeki bir yuva, bozulmadan yıllarca kalabilir.
Bu koca aÄŸaç, yaklaşık sekiz on yıldır kurumaya baÅŸladı. Önce tepe dallarından baÅŸladı kurumaya. Böcek iÅŸidir diyerek birkaç kez ilaç püskürttük fayda etmedi. Sanki “Ben ölüyorum” der gibiydi. Kuruma, arttıkça arttı. Karapırnal’ın karalığı gitti, grileÅŸti. Artık alt dallarında sayılabilecek kadar yeÅŸil yaprağı var ÅŸimdi.
Bir insanın bir hayvanın can çekişmesi kısa sürer. Bu soylu ağaç ise yaklaşık on yıldır can çekişiyor. Yüzyıllardan beri getirdiği ömrü, ne zaman sona erecek? Yoksa şu anda ölü mü? Bilemiyorum.
Bir tek ağacın öyküsü bu, binlerce ağacı bir düşünün. Her birinin; doğan güneşe, yağan kara, yağmura, esen rüzgara, besleyen toprağa, yuva yapan kuşlara ve en iyi dostu olması gereken bizlere karşı, uzun yıllara giden birer öyküleri vardır. Onlar da her canlı gibi doğar, serpilir, yaşlanır ve ölürler……
* Bu yazı “İçel Sanat Kulübü” Aylık Bülteni “Nisan 1997 – 58. Sayı” sından alınmıştır.

Öğretmen. Halk Bilimi Araştırmacısı. Yöre kültürü üzerine bir çok makalesi var. Roman ve birçok ödüllü hikaye yazarı.

scroll to top