,

DOĞAN AKÇA’NIN KUŞBAKIŞI RESİMLERİ 10/18

Doğan-Akça-9.jpg

KİTABIN BAŞINA DÖNMEK İÇİN BURAYI TIKLAYINIZ.

Doğan Akça, Çağdaş Sanatlar Vakfı’nın  geleneksel konuma taşıdığı Ankara Sanat Fuarı’na katılmaya özen göstermektedir. 14 – 20 Nisan 2003 tarihleri arasında üçüncüsü yapılacak olan fuardaki sergisi için Altamira Sanat Galerisi yayını olarak bir “Doğan Akça” kataloğu bastırır. Bu da birinci kitap büyüklüğündedir ve eski resimlerinden birkaç örnekle birlikte 2002-2003 yıllarında yaptığı, 90 dereceden bakılmış resimleri içermektedir.
Doğan Akça bu kitaba giriş olarak resim serüvenini anlatan, kendini yansıtan “ Benim Hayatım” başlıklı yazıyı yazmıştır. O yazıdan bir alıntı:
“…Kısa bir süre önce İstanbul’da, oğlumun evinde bazı eski resimlerimi bulup atölyeme getirdiğimde şaşırdım. Çünkü 1987’den 1990’a kadarki sürede hep aynı şeyleri boyarken  1990’da, yani kısacık bir yıl içinde resimler sürekli değişmeye başlamıştı. Bu resimlerden birkaçının fotoğraflarını yazımın kenarında size de göstermek istedim; çünkü artık resim çalışmaya başlama tarihimi ‘1990’ olarak tescil ettirmek istiyorum.
Karalamalardan figüratif soyut çalışmalara, Hasan Kavruk Hocamın 4-5 günlük yağlı boya öğretisiyle lirik soyut bir resme, Nuri Abaç ve Ercan Gülen Hocalarımın ‘Gördüğünün resmini yap’ demeleriyle spatulayla yapılan figüratif resimlere, Nuri Abaç Hocamın, ‘Spatulayı bırak, çünkü spatula zaten ressamdır, sen de ressam olmaya çalışıyorsun, iki ressam bir ipte oynamaz’ uyarısıyla fırça ile yaptığım resimlere hep bu 1990 yılında atlayıp durmuşum. Tâ ki fırçayla ‘gördüğümün değil de görmek istediklerimin’ resimlerini yapıncaya kadar. Çünkü bu sefer yaptığım şeyler beni umutlandırmış ve bu şekilde çalışmayı çok sevmiştim.
Böylece 1992 yılında ilk sergimi açtığımda duyduğum ilgi ve iltifatlar resim yapabileceğim duygusunu kamçılayınca başka bir serüven başladı. Elbette ‘Dünyada yapılmamış yeni bir şey kalmamıştır’ deniliyordu. Elbette ben yeni bir ekolü  başlatacak, yeni bir resim yaratacak dâhilerden değildim. Genelde bir karar vermek lazımdı: Ya sadece hobi olarak, eğlenmek, dinlenmek için, ya da sadece para kazanmak için sıradan resimler yapacaktım. Veya bana özel ‘kendi’ resmim diyebileceğim bir resim yapabilmek ve adımı, ülkemin sanatçıları arasında bilinen bir yere getirmek için çalışacaktım. Elbette ikinci tercihi seçersem mutlaka başarılı olacağıma dair bir güvence yoktu. Yürüyerek Hac’ca gitmeye çalışan yaşlı adama ‘Gidemezsin, yolda kalırsın’ dediklerinde onun ‘Olsun! Uğrunda ölürüm ya’ dediği gibi, ben de ‘Olsun!’ dedim.
Tabii ‘Olsun!’ demekle bitmiyordu iş, yola çıkmam ve bütün zamanlarımı resme ayırmam gerekiyordu. Ve işimden ayrılıp kendime bir çalışma mekânı kurarak resim dünyamı yaşamaya başladım.
Artık birçok insan resimlerimi tanıyabiliyordu belki, ama ben mutlu olamıyordum. Çünkü, diyelim naif bir insansanız ve resminize bu naiflik yansıyorsa hemen resminizi bu ekolün ünlü bir sanatçısının resmine benzetiyorlar ve ‘aynı şu ressam’ etiketini yapıştırıyorlardı. İşte bu nedenle kendime özgü bir şeyler yapmak fikri daha da güçlendi. Aslında, baştan beri birkaç düşünce beni hep kendine çekiyordu. Bunlardan biri, ağaçlardı. Ağaçları incelerken hep insan ağaçlar; konuşan, sevişen, kavga eden, ağlayan, gülen ağaçlar hayal ediyor ve bunları çiziyor, boyuyordum. Yani nesneyi insanlaştırıyordum. Bir de gene baştan beri  görmek istediğim şeyi tam tepeden, yani 90 dereceden nasıl görebilirim, diye düşünüyor ve boyuyordum. Her sergimde böyle çalışmalardan birkaç tane sergiliyor ve eleştirmenler, değerli ressam hocalarım ne diyecek, diye bekliyordum.
2000 yılında Artium Sanat Galerisi’ndeki sergimde 90 dereceden bakılmış birkaç resmi gören Hasan Pekmezci Hocam ‘Hep böyle çalış!’ deyince, 2002’deki Ankart-Ankara Sanat Fuarı’na hepsi 90 dereceden bakılan resimlerle katıldım.
Nuri Abaç Hocam, Turan Erol Hocam ve sergimi gezip inceleyen birçok sanatçı güzel sözler söyledi. Üstelik Kayıhan Keskinok Hocam ‘Bu bakış açısıyla yapılmış resim literatürde yok. Yeni bir şey bu, hep böyle çalış!’ deyince mutluluktan içimi yıldız bastı.
Resim bir serüven ve bu serüvende ‘Son’ yok, vaat edilmiş bir ‘mutlu son’ kesinlikle yok. Devamlı arayacaksınız, devamlı keşfe çıkacaksını, devamlı öğreneceksiniz. Ve devamlı çalışacaksınız. Tâ ki ‘iki kapılı Han’ın ikinci kapısından çıkıp gidinceye kadar.
Sonra? Sonra; yuvadan uçmuş, başka mekân ve duvarlarda ‘Zaman’ sınavına girmiş resimler…
Çocuklarınıza, torunlarınıza bıraktığınız birkaç yaşam senedi… Hepsi bu! Sanatın bizzat hayatla bütünleştiği ana dönüştüğü, görkemsiz bir serüven.”
(Doğan Akça, Altamira Sanat Yayını, 2003)
Hakimiyet adlı yerel gazetede “Buz üstünde yazılar” yazan Ressam Rafet Van’ın 11 Nisan 2003 tarihli “Doğan Akça Ankara Yolcusu” adlı yazısından:
“Doğan Akça 14-20 Nisan tarihleri arasında açılacak olan ‘sanat fuarı’na katılmak üzere Ankara’ya gidiyor.
İçinde gizlediği resim tutkusunu 1992 yılında resim sanatında ben de varım diyen genç bir kalp taşıyor.
…Gerçekten bıkmadan, usanmadan çalıştı. Sanat Sokağı’nda açtığı atölyesinden sonra resim onun ‘yaşam tarzı’ olmuştu
…Mersin’den böyle bir sanatçı çıkması, Mersin’den bir sanat galerisinin orada sergi açması, büyük olaydır…”
15 – 20 Nisan 2003
ankart – Resim Sergisi
III. Ankara Sanat Fuarı-Çağdaş Sanatlar Vakfı
Sergi, Rafet Van’ın yaptığı saptamaların yönünde takdir toplar.
31 Ekim – 30 Kasım 2003
Doğan Akça Resim Sergisi
Altanay Sanat Evi – Kavaklıdere – Ankara
Davetiyede bir de Alman basınından alınmış bir not var:
“Doğan Akça çok farklı bir yol seçmiş kendisine; naif ama ay ışığı altında ölçülmüş kadar düzgün manzaralar sunuyor size. Kendisini hiç zorlamadan, ama aralarında da kaybolmaksızın, geleneksel naif ressamlar arasına giriyor.”
(Gabriele Weingartner, Die Rheinfalz Gazetesi – Almanya 12 Eylül 2002)
Bu değerlendirme, Almanya’da katıldığı sergiden olsa gerek
Doğan Akça yeni tarzına “Kuşbakışı” adını vermiştir. 2004 yılının ilk sergisini de bu adla açar:
20 Mart – 2 Nisan 2004
Doğan Akça “Kuşbakışı Resimler” Sergisi
Bakraç Sanat Galerisi – Kozyatağı – İstanbul
20 Mart 2004 tarihli Hürriyet Gazetesi’nin Keyf ekinde yayımlanan Ömür Gedik’in Doğan Akça’yla yaptığı “Kuşbakışı Mersin” söyleşisinde,
“Yükseklik Korkusu Olanlar Dikkat” ve “Mersin’in Bir rengi vardır” başlıklı iki konu öne çıkmış:
– Yükseklik korkunuz yok anlaşılan?
– Benim yok da, bazı sanatseverlere bazen zor anlar yaşatıyorum.
– Nasıl yani?
– Bir sergimde bir bayan geldi, sergi salonuna girmesiyle çıkması bir oldu. Ben bu resimlere bakamam, dedi; yükseklik korkusu varmış. Bu bir ressam için gurur verici elbette. Demek ki ben bunu hissettirebiliyorum. Bunlar hep kamçıladı beni. Ressam dostlarım bu bakış açısına sahip çıkmamı söylediler. Ben de bir broşür yaptırdım, başkaları bir gün bu tarz resim yaparsa sahip çıkmasınlar diye.
– Mersin’e gitmemiş biri sizin tablolarınıza bakıp nasıl bir fikir edinir orası hakkında?
– Genelde Mersin’in renkleri öne çıkar resimlerimde. Mersin’in bir rengi vardır. Yeşili, turuncusu, mavisi başkadır bizim oraların. …
Sanat Eleştirmeni Ümit Gezgin de serginin ardından Sanat Çevresi dergisinde “Doğan Akça Sergisi” başlıklı bir yazı yazar.
“… Doğan Akça resmi, yenilenme ve değişim temelli bir naif çizgide başarılı örneklerle ilerliyor ki, sanıyorum önemli olan da burası; sonra bu değişim ve yenilenme bilinci üslubun özgünlüğüyle örtüşüyor ve kendisini geleceğe taşıyor; duru ve içten bir anlatım olarak, beğeni düzeyini arttıran bir boyut olarak…”
(Ümit Gezgin, Sanat Çevresi, Nisan 2004)
İstanbul’daki sergisinde “Kuşbakışı” tanımını kullanmıştır. Altamira Sanat Galerisi’yle katılacağı IV. Ankara Sanat Fuarı’ndaki sergisi için bastırdığı kataloğa da “Kuşbakışı-Doğan Akça” adını verir. (Bu kitabı torunları Zeynep ve Asya’ya adamıştır. Üçüncü torunu Nil henüz doğmamıştır)
3 – 9 Mayıs 2004
ankart – Karma Resim sergisi
IV. Ankara Sanat Fuarı – Çağdaş Sanatlar Vakfı
Kuşbakışı resimler iyi yankılanır… Önemli eleştiriler ve yorumlar alır. Bu resimler Doğan Akça için yeni bir aşamadır. O, gerçekten kendi resmini yaratmaktadır.
Kendisinin katalog olarak nitelediği kitapta, Ressam Süleyman Saim Tekcan’ın Doğan Akça’nın resim serüveninde aldığı yolu irdeleyen bir yazısı var:

Doğan Akça 86

DOĞAN AKÇA’NIN NAİF RESMİ ÜZERİNE BİR KONUŞMA
2000 yılında tanıdığım Doğan Akça’nın resmi 2004 yılında son Mersin seyahatimde gördüğüm resimleriyle çok büyük bir aşama ve çok büyük bir yenilikle karşıma çıktı.
Doğan Akça’nın naif resim özellikleri gösteren ilk dönemlerinden sonra bu yeni döneminde şaşırtıcı güzellikte ve hiçbir naife benzemeyen yeni bir kimlik oluşturması da beni büyüledi
Onun bazı resimleri üzerinde gezinmek istiyorum. Özellikle kedili resim (damda kedi resmi) benim en çok dikkatimi çeken resimlerinin başında gelmekte. Fevkalade güzel bir deformasyon içerisinde naiflere has incelikleri içeren fırça, renk ve biçimsel yapı ile oluşturduğu, naiflerin bütün özelliklerini gösteren resmi beni gerçekten çok etkiledi. Yugoslav naiflerinden İvan Generaliç’in hayvanlar üzerine yaptığı etüdleri ve dünya boyutunda çok değer bulan resimleriyle eş değerde. Ve belki dünya naifleri içerisine girmesini sağlayacak kadar da etkili.
Gene bir resmi, kuşbakışı olarak arabada çerez satan satıcının soyut, fakat doğru bir soyut düzenleme olan resmi gene Akça’nın yeni bir arayışı. Dünya naifleri içerisine girebilecek önemli özellikler içeren bir resmi. Önce ilk bakıldığında soyut bir resim görmekteyiz, fakat dikkatli bakıldığında tamamen gökyüzünden bakan bir çift gözün yaptığı naif bir etüd.
Bu arada onun ağaçları ve ağaçların gölgeleri içerisine koyduğu figürler ve figürlerin yine naif özellikleri içeren son derece dokusal yapısal ve renksel değerlerle dolu olan özellikleri de öne çıkmaktadır.
Bir başka resimden daha bahsetmek istiyorum. Her zaman izlediğimiz uçurtma uçuranlar birçok sanatçının çok eski yıllardan günümüze kadar işlediği konulardan bir tanesi. Ama Doğan Akça’da, uçurtma uçuranları biz ilk defa gökyüzünden, uçurtmayı ön planda, uçurtma uçuranları ise o uçurtmaların ta aşağılarında, derinlerinde görüyoruz. Tamamen ters bir bakış açısından resmettiği bu resimde uçurtmalardaki renk cümbüşü ve naif özellikler içeren güzelliklerle dolu doğayı gökyüzünden bakan bir çift gözün görebileceği şaşırtıcı bir bakışla izliyoruz.
Doğan Akça galiba insanları şaşırtmayı çok seviyor. Tüm naif ressamlarda rastladığımız özelliklerden farklı bir naif göz burada söz konusu. Yeni bir sanatçı kimliği olarak tanımlayabiliriz Doğan Akça’yı.”
…”
(Süleyman Saim Tekcan, Kuşbakışı Doğan Akça, Altamira Yayını, 2004)
Aynı kitapta Prof. Hasan Pekmezci’nin İçel Sanat Kulübü Bülteni’nde yayımlanmış yazısına da yer verilmiş:

SANAT TUTKUNU OLMAK YA DA NAİF SANATÇI OLMAK VE DOĞAN AKÇA

Sanat bir tutku işidir. Saplantılar, katılıklar, eleştiri ve özeleştiriden yoksun tekrarlar sanatın karakteri ile bağdaşmaz. Tutkusuz, meşgale arayan, idealsiz, sadece gününü değerlendirmeyi amaç edinen birileri için özgünlüğün çağdaş sanatsal nitelikleri, dil ve anlatım özelliği aramanın bir anlamı olmayabilir. Ama tutkulu, sanat sevdalısı ve gerçekten dişe dokunur bir şeyler yapmak için çırpınanları içtenlikle uyarmak, gerekiyorsa çağdaş örneklerle uyarıyı pekiştirmek etik bir tutum olacaktır. Sanat sevdalılarının da bu eleştirilerden yararlanmak için at gözlüğü takmamaları ve eleştiriye tahammül kapılarını sonuna kadar açmaları, bunları sanatın ve öğrenme aşkının doğal gereklerinden saymaları gerekir.
Yıllar önceydi, Doğan Akça’nın ilk resimleri ile karşılaştığımda “işte bir naif özentisi ya da Yalçın Ekolü” dedim kendi kendime. Düşüncelerimi de dolaylı biçimde söyledim kendisine. Çünkü gerçek bir sanat tutkunu vardı, sanat alanında bir şeyler yapmak isteyen biri vardı. Ne oldum delisi olmayan biri vardı karşımızda. Gel geç özenti, emeklilik psikozunu aşma motivasyonu, meşgale bulma çabası değildi onun resme ilgisi. Sadece resme değil, sanatın diğer dallarını da kapsayan geniş bir yelpaze vardı önünde ve sanata karşı açlık vardı yüreğinde. Onun İçel Sanat Evindeki çabalarını, atölyesindeki coşkusunu, eleştiriler karşısında gözlerinin parladığını görmek gerek, böyle bir yargıya varabilmek için. “Gerçeği söylemek gerekirse benim naif veya herhangi bir başka ekolün ressamı olmak gibi bir çabam yok. Ben resim yapmak, hem de öleceğim güne kadar resim yapmak istiyorum. Büyük bir keyif alarak yaptığım bu resmi, bildiğim her şeyi, bu güne kadarki deneyimlerimle kazandığım bütün beceriyi kullanarak yapmak istiyorum” sözleri onun pek çok amatör, profesyonel sanatçıda görülmeyen açlığını ve açıklığını, sanatla yatıp, sanatla kalkmasını göstermektedir. Bu tür tutkular içinde olan insanların mesafe kat etmemeleri mümkün değildir. Bu nedenle Doğan Akça’nın sanat serüveninde kendini aşmak için verdiği savaşımın somut izlerini her sergisinde ortaya koyabildiği görülür. Başlangıç resimleriyle son yıllarda gerçekleştirdiği resimleri arasında çok önemli aşamalarda, kendini, sanata bakış açısını, çalışmalarını sorgulamanın ve değerlendirmenin görselleşen örnekleri bulunmaktadır. Algı zenginliği, gözlem gücü, yaşama ilişkin espri ve hiciv taşıyan düzenlemeleri ve betimlemeleri içten bir duyarlığın göstergeleridir. Özellikle kuşbakışı yorumlarının özenti olmaktan çok uzaklaştığı, kendi dilinin, kendi içten yorumunun, kendi imge zenginliğinin anlatımı olduğu görülmektedir. Balıkçı Kayıkları, Balık Ekmek Tekneleri, Kuruyemişçi Arabaları, Sebzeciler onun kendini ne kadar aştığının tipik örnekleridir.
Naif bir eğilimin de özentiye, yapaylığa, işgüzarlığa, kaçmadan kendi dilini ve anlatım olanaklarını zenginleştirmesi mümkündür. Özellikle yaşamın her alanını sarmış bulunan disiplinlerin insanları cenderelere alan etkileri ya da ellerini, ayaklarını, duygularını, düşüncelerini, hayal dünyalarını sınırlayan “cıs”ların ne gibi yıkımlara neden olduğu, insani değerleri ne denli kısırlaştırdığı günümüzün önemli sorunları olarak görülmektedir. Bir bağlamda sanatsal eylemin özgür karakteri içinde ve insanların kendilerine, özlerine ayıracakları zaman dilimleri içinde bütün “cıs”lardan, bütün frenlerden kurtulmaları, kendileri ile, hayal dünyaları ile baş başa kalmaları sağlanmalıdır. Konu, renk, teknik gibi bütün kuralların, şartlanmaya neden olabilecek bütün sınırların yok sayılacağı, bütün frenlerin patlatılacağı birer araç görülmelidir. İşte bu çizgide Doğan Akça, kural kumpaslarına girmeden sezgiye ve algı birikimine dayanan resimlerinde yaşamı didikleyen motifler bulabilmektedir. Her resminde birçok öğeyi, birçok espriyi birlikte veya iç içe görmek olasıdır. Bu zenginlik onun bitmez tükenmez gözlem gücünden ve sanat tutkusundan kaynaklanmaktadır. Bu nedenle doğasını, memleketini, köyünü, kentini, toplumunu, insanlarını, yaşamı seven, tutku ile bağlı olan, vefalı karakterinin bir göstergesi sayılan bu zenginlik, kendince özelliklerle harmanlanınca ve sanat tutkusu ile yoğrulunca onun özgünlüğü olarak eserlerine yansıyabilmektedir.
Ülkemizde sanat adına yapılan hobi çalışmalarında genellikle bu gibi değerler yeterince özümlenmeden ortaya konmakta ve naif sanat kapsamına sokulan etkinlikler, çoğu zaman çocuk taklidi yapan büyükler gibi çocuksu taklitler yapan resim heveslileri olarak karşımıza çıkabilmektedir. Doğan Akça içtenliği, doğallığı, özeleştiri ile kendisini denetleyerek bu tehlike içine düşmeyen, bu tuzağa kapılmayan bir yol izlemektedir.
Sanat serüveni güllük, gülistanlık değildir. Bir elinde fırça, bir elinde şarap kadehi, boynunda fuları, dişlerinin arasında piposu olan sanatçı tipolojisi artık yok olmuştur. Ayağı yere basan, yaşamı ve toplumu gözlemleyen biri olarak kendini sorgulamasını bilen, fırçasının ve boyasının gerisinde yoğun bir düşünce zenginliği bulunan, ne yaptığının, niçin yaptığının bilincinde olan bir sanatçı modelidir geçerli olan. Bu model, çağın sanatının temel dinamiklerini kendi potasında eritmesini, kendi kimliğini ve damgasını vurarak sözle değil, ortaya koyduğu eserleri ile “ben buyum işte” diye bangır bangır bağırmasını zorunlu kılmaktadır.
Bundan ötesi zaten zaman denen en önemli değerlendiricinin süzgecine kalmaktadır.
Yeter ki bu serüvende sanat tutkunu Doğan Akça’nın yolu daima açık olsun.
(Hasan Pekmezci, İçel Sanat Kulübü Bülteni, Nisan 2004)
Altamira’nın kurucu ortağı Ressam Ahmet Yeşil, Altamira Sanat dergisinde, ilk sayısından itibaren, “yaratı eşiğinden notlar” adıyla adeta bir sanat sözlüğü yazmıştır. Ocak 2000 sayısındaki konu başlıklarından biri de “kuşbakışı”dır.
Doğan Akça’nın kendisini henüz bütünüyle kuşbakışı resimlere vermeden önceki dönemde ve genel anlamda yazılmış olan bu yazı, bir sanatçının kendine özgü sezisiyle bir başka sanatçıdaki gözlemlerinden bilinçaltına aktardıkları mıdır acaba?

KUŞBAKIŞI
“Karşı kaldırımdaki kitabevi, süt ürünleri satan bir dizi iş yeri… İnsanların kentsel biyolojik yaşam içindeki hareketlilikleri, koşuşturmaları, değişmeyen gidiş-gelişleriyle süren yaşam… Karşıda yıllardır duran okul, şablonlanmış günleri, haftaları, yılları yaşar. Bilinen dersler, arada bir kantin önündeki değişen yaşam: Simidin susamında, Cola’nın kapak altı promosyonunda, poğaçanın lezzetinde yapan ustanın becerisine bağlı. Peki hayatın diğer dilimlerinde değişen ne? İşte öylesine bir “kuşbakışı”; olmayan yaşamlara bir gözlem, biliyorsun.
Dünya her gün sadece güneşle güne başlayıp geceyle karanlığın gölgesine düşmüyordur herhalde. Karanlığın gölgesinde ışıyan yine bu “kuşbakışı” yaşamların içinden sıyrılıp ışığını yayan nüansların varlığını duyuyoruz elbette…
Yaşamın içinde akıp giderken kendi nehir yataklarını oluşturanlardır bu gezegene tat katanlar…”
(Ahmet Yeşil, Altamira Sanat, Ocak 2000 Sayı 1, sh 8)
Doğan Akça da yaşamın içinde akıp giderken kendi nehir yatağını oluşturmuştu.
Kendisi bunu yaparken, sanatla uğraşmak isteyen başkalarının da yollarına ışık tutuyordu.
Birkaç örnek verilecek olursa:
Mersin’in sosyal yaşamında her konuda tam bir gönüllü ve çok yönlü bir sanatçı olan Lina Nasif’in yaptığı resimleri gördüğünde bir sergi açması için üstüne düşmüş, yüreklendirmişti onu. Lina Nasif sonunda, Ekim 2004’te ilk kişisel sergisini açtı; önce Uluslararası Müzik Festivali açılışında, Hilton’da, ardında da Altamira Sanat Galerisi’nde. Lina Nasif, sergiden sonra daha da yoğun biçimde resim yapmaya başlayacak, kişisel sergiler açacak, karma sergilere katılacaktır.
İçel Sanat Kulübü başkanlığı döneminde de Semihi Vural’ın ona bir resim göstermesi ve bir sergi açmanın iyi olacağını söylemesi üzerine Teoman Ünüsan Sanat Galerisi’nde Zeynep Alkan’ın sergisini açmıştı; hem de nasıl görkemli bir sergi açılışı olmuştu… Sonra da yaşamını renklendiren bu çabada hep “Ressam Arkadaşım” diyerek yüreklendirmişti onu.
Ya gençlere, genç resim öğrencilerine desteği, onlara burs bulma konusundaki çabaları… Mersin Liselileri Derneği de ona bu uğraşında olanakları yettiğince yardımcı olmuştu…
Peş peşe üç kişisel sergi…
25 Eylül – 14 Ekim 2004
Doğan Akça Resim Sergisi
30. Kişisel Sergi
Galeri Geçit- Acarkent-İstanbul
…………………..
27 Kasım -16 Aralık 2004
Doğan Akça Resim Sergisi
Galeri Efsun – Çiftehavuzlar – İstanbul
……………………….
1 Şubat 2005
Doğan Akça Resim Sergisi
Galeri Sans – Çankaya – Ankara
Kentin konukları onun da konuğu sayılırdı ya…
2005 yılının Mart ayında kentin bir konuğu vardır, Prof. Dr. Roland Günter. Prof. Günter, kültür ve sanat tarihçisi, birçok yayını olan bir yazardır. Mersin’in kardeş şehri Obenhausen’den, Mersin’i tanımak ve bir kitap yazarak Almanya’ya tanıtmak için gelmiştir. Mersin Büyükşehir Belediyesi tarafından konuk edilir. Kenti ayrıntılı gezebilmesi için de 15 gün boyunca her gün kendisine imece usulü, bir rehber eşlik edecektir. Bu rehberlerden biri de Doğan Akça’dır.
Roland Günter’in yazdığı kitap “Die Reise von Oberhausen in die türkisch-mittelmeerische Partnerstadt Mersin” adıyla 2007 yılında Almanya’da yayımlanır. Kitabı Davut Oğuzcan Mersin Belediyesi’ne verilmek üzere Türkçe’ye çevirir. Kitabın Türkçe basımı için öngörülen ad, “Oberhausen’den Türkiye’nin Güneyinde ve Akdeniz Kıyısındaki Kardeş Kent Mersin’e Bir Seyahat” tir.
24 Mart 2005 Perşembe günü yazar Roland Günter’e Doğan Akça rehberlik eder, onu ören yerlerinin yanı sıra kentin kültürel merkezlerinde de gezdirir.
Çeviri dosyasından alıntılar:
“Bugün Perşembe olmalı – Alman takvimi aklımdan çıkıyor. Çok iyi uyudum. Zihnim dışarıdaki parkın, sahil gezinti yolunun ve içinde bir sürü geminin olduğu açık denizin üzerindeki atmosfer kadar açık.
Bugünkü rehberimiz Ressam Doğan Akça. Yaşam hikâyesini soruyorum.
… Oğlunun biri doktor, diğeri ise iktisatçı olmuş.
… Resimlerinde izleyiciyi bir şaşkınlıktan diğerine sürükleyen, çoğunlukla çok değişken rüyamsı düşünceleri canlandırıyor. …”
Roland Günter çok memnundur:
“Doğan Akça’nın yaşayanı ve özellikli olanı gözler önüne serebilme yeteneği var. Hiçbir yerde kent hakkında bu kadar çok bilgiyi bir arada bulamadım.” diye yazar
“Sanat şiirseldir’ alt başlığıyla da Altamira Sanat Galerisi’ni anlatır ve bir karşılaştırma yapar:
“… İlk mağara resimlerinin keşfedildiği İspanya’daki mağaranın adını vermişler galeriye. Verdikleri sinyal : Ressamlık burada başlar.
Bir kadın bizi dostça karşılıyor.
– ‘Demek Altamira’nın kadınlarından biri bu – şimdi nasıl göründüklerini biliyorum…’
Gülüyor.
Altamira üzerine ve kendi aramızda şakalaşıyoruz. Birkaç basamakla büyük salondan yarım kat yüksekteki küçük büroya çıkılıyor. Onun üzerinde de pek çok sanatçının eserlerinin olduğu diğer bölümler var.
Bana öyle geliyor ki, buradaki sanat anlayışı Almanya’dakine göre daha az teoriye bağlı. Bazıları orada neyin sanat olup olmadığını söylüyor. Bu da pek çok şeyi ya sanatın dışına itiyor ya da katlediyor. Burada daha çok çeşitlilik var.
Ve şiirsellik.
Almanya’daki zihniyet büyük ölçüde işlevselleştirilmiş.”
Ve bir başka alt başlık:
“Mersin ne kadar Avrupalı?
Avrupa Birliği ile Türkiye hakkında tartışırken aklıma şu geliyor : Mersin öylesine Avrupalı ki, bundan iyisi can sağlığı!
…Avrupa aslında burada. Daha da fazlası. Dünya burada!
…Bu bölge, bu konuda en eski geleneğe sahip olan yer – ve geleceğe de”.
Bu tanımın ardından da yine Doğan Akça’ya dönüp atölyesini anlatıyor:
“Sanat Sokağı’ndaki binanın ikinci katına çıktığımızda Doğan Akça’nın birkaç odadan oluşan atölyesine giriyoruz. Aslında burası rüya gibi bir daire. Ama onun buradan 2 kilometre uzakta oturduğu bir evi var. Ama burası da bir ev gibi. Oturma odası, büro, atölye ve kişisel bir müzenin ilginç ve zengin kontrastlı bir karışımı. Duvarın her yerinde onun eserleri asılı.
Bu fanteziler burada da naif olarak kabul ediliyor. Eğer bu resimlere bizim coğrafyamızda neredeyse bir dogma haline gelen ve daha detaylara girmeden sanat pazarının modasına göre değerlendirilebilme dürtüsünü bir kenara bırakarak bakabiliyorsanız, o zaman bu eserler size Mersin kentine pek çok bakış açısı veriyorlar. Onlar kentin birçok bölümünü gayet karakteristik bir şekilde özüyle canlandırıyorlar.” (Roland Günter)
Kitapta, başka bağlantılarda da Doğan Akça’nın adı geçiyor. Mersin’e gelen bir konuk daha etkilenmiştir ondan.
Nisan ayında yine Ankara’da, yine kişisel bir sergiyle ÇAĞSAV’ın sanat fuarındadır:
11 – 17 Nisan 2005
ankart – Doğan Akça Resim Sergisi
V. Ankara Sanat Fuarı – Çağdaş Sanatlar Vakfı

KİTABIN DEVAMI İÇİN BU SATIRI TIKLAYINIZ

Biyografik Bilgi

scroll to top