Kitabın baÅŸ tarafına ulaÅŸmak için bu satırı tıklayınız…………………………………………………….Â
YIL 1994
MERSÄ°N ARTIK METROPOL
Toroslar, YeniÅŸehir, Akdeniz Mersin’in yeni ilçeleri. Mersin, ilk yapılaÅŸmanın görülmesinden yaklaşık 150 yıl sonra “BüyükÅŸehir” (Metropol) statüsüne geçmektedir. Mersin’in kent yaÅŸamındaki yeni kimliÄŸi taşıyıp taşımayacağı tartışmaları sürerken, o bir Dünya kenti olabilmenin sancılarını yaÅŸamaktadır.
1 Ocak 1998 tarihi itibariyle Mersin Devlet Hastanesi’nde yatak sayısı standart 600, fiili yatak sayısı 593 idi. 766.220 poliklinik, 109.035 acil poliklinik sayısı ile yatak iÅŸgal oranı %86, uzman hekim sayısı 128, pratisyen hekim sayısı 36, diÅŸ hekimi sayısı 27, hemÅŸire ve ebe sayısı 426, diÄŸer personel sayısı 1.118 kiÅŸidir.
1999 yılında Mersin Ãœniversitesi AraÅŸtırma Hastanesi açıldı. 25 Nisan 2000 tarihinde ME.Ãœ. Tıp Fak. Hastanesi’nde ilk açık kalp ameliyatı yapıldı.
1999 YILINDA MERSÄ°N DEVLET HASTANESÄ°
Dr. OÄžUZ KARDAÅž ANLATIYOR
Röportaj: Arife Ünüvar
“1966 yılında Adana’nın Saimbeyli ilçesinde doÄŸdum. 1990 yılında Selçuk Ãœniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldum. 1998 yılında Selçuk Ãœniversitesi Tıp Fakültesi Ãœroloji anabilim dalında ihtisasımı tamamladım. 1999 yılında Mersin Devlet Hastanesi’ne baÅŸhekim olarak atandım ve 1999 -2001 yılları arasında da Mersin Devlet Hastanesi’nde baÅŸhekim olarak görev yaptım.
Oğuz Kardaş Başhekimlik yaptığı yılları şöyle anlatıyor:
“BaÅŸhekimlik yaptığım yıllarda beni en çok mutlu eden olay hastaneyi gezerken hasta ziyaretleri esnasında yaÅŸadıklarımdır. ‘GeçmiÅŸ Olsun. Var mı bir isteÄŸiniz?’ dersiniz…Hepsi iki cümle, ama inanılmaz mutlu olurlar, heyecanlanırlar, o heyecan size de geçer. Hastaneyi her zaman kendi evimmiÅŸ gibi gördüm. Hastane mutfağını, dolabını, hatta lavabolarını… Böyle yerlerin temizliÄŸini zaman zaman gider yerinde izlerdim. Servislerde ziyaretlerim esnasında “Bir yangın çıktı! Hadi gösterin, nereden çıkacağız?” gibi sorularla personelimizin bilincini ölçmeye ve dikkatini çekmeye çalıştım. Hastanemizde olmayan Alerji Testi, TaÅŸ kırma üniteleri gibi hizmet çeÅŸitliliÄŸinin olmasını saÄŸladım.
Akdenizin sıcak iklim koÅŸullarına raÄŸmen o yıllarda hasta odalarımızda klima yoktu. Bir ilk olacağı için onay almamız gerekiyordu. Bu konuda BaÅŸbakanlıktan onay çıkararak bütün hasta odalarına klima takılmasını saÄŸladık. Hastanemiz polikliniklerinde ilk defa numaratörleri hizmete açmıştık. Dönemin Sayın Bakanı bir ziyaretinde Tedavi Hizmetleri Genel Müdürüne hastanemizi referans olarak göstermelerini ve tüm hastanelerde bu hizmetin baÅŸlatılmasını söylemiÅŸti. Hayli ilgi görmüştük…
Ameliyat oda sayılarını artırmış, hastalarımız için bekleme salonları yapmış, ilk kez bir çocuk parkı yaptırmış ve tüm asansörleri yenilemiştik.
Vali Åženol Engin bir açılışımızda bir konuÅŸma yapmıştı. Çok onur duymuÅŸtuk. O konuÅŸması hafızamdan hiç silinmemiÅŸtir. Halen aynı hastanede üroloji uzmanı olarak görev yapıyor olmaktan onur duymaktayım.”
Dr.YILMAZ AKSOY ANLATIYOR
(O yıllarda Hastane Başhekimi)
Röportaj: Arife Ünüvar Nisan 2009
15 Kasım 1949 yılında Urfa’nın Halfeti ilçesinin Tiraze Köyü’nde doÄŸdu. 1972 yılında Ankara Ãœniversitesi Tıp Fakültesinden mezun olmuÅŸ, 1980 yılında aynı Tıp Fakültesinde ihtisasını tamamlamış ve Dermatoloji Uzmanı olmuÅŸtur. 31 Mart 1981 Günü ise Mersin Devlet Hastanesine 18. uzman hekim olarak atanmıştır.
“Mersin Devlet Hastanesine isteyerek gelmiÅŸtim ama hastane yapısı beni çok ÅŸaşırtmıştır. Fiziki yapısını çok geri bulmuÅŸtum, o günlerde kötü ÅŸartları vardı.
Türkiye’de SaÄŸlık Hizmetlerinin Sosyal/estirilmesine dair Kanuna göre: Mersin Sosyalizasyon kapsamına en geç alınan illerden biri olduÄŸu için birçok ilin gerisinde kalmıştı. Hastane (ÅŸu an olmayan) birkaç küçük binada hizmet vermeye çalışıyordu. Acil Servisimiz iki odalıydı.
Çalıştığım Deri ve Zührevi Hastalıkları Servisinin penceresi cadde ile bitişikti. Hiçbir koruma duvarı yoktu. Frengi hastalığı bulaşıcı olduğu için hastaların tecrit edilmesi gerekiyordu. Ancak servisin konumu itibariyle bu mümkün olmadığı gibi hastalarımız istediği an dışarıdaydılar.
2001 yılı temmuz ayında baÅŸhekimlik görevime baÅŸlamıştım. 2002’de Hastanenin yeni binasının tadilatı o günlerde yarım kalmıştı. Bakanlıktan aldığımız ödeneklerle yarım kalan binayı tamamladık. Ancak Ekonomik Kriz nedeniyle odaları hizmete açamıyorduk. Hayırsever vatandaÅŸlara odalara televizyon, çekyat, yatak takımı, buzdolabı, etajer gibi bağışlar yaptırarak binayı hizmete açtık. Ne mutlu bana ki (yitirdiÄŸim) oÄŸlumun adına bir oda döşeme imkânı buldum. Arkama dönüp baktığımda çok mutlu olduÄŸumu hissediyorum. Mersin Devlet Hastanesi benim ikinci evimdir…ben bir gün bu hastanenin merdivenlerinde öleceÄŸim herhalde”…
Uzman Doktor Yılmaz Aksoy’un Hastanemizde Cildiye Uzmanı olarak hizmetine devam etmektedir.
Dr. Ä°. TUFAN ÃœNAL ANLATIYOR
Röportaj: Arife Ünüvar
1954 Gülnar doÄŸumlu Dr. Tufan Ãœnal, CerrahpaÅŸa Tıp Fakültesi’nden mezun olmuÅŸ ve Ä°stanbul Haseki EÄŸitim ve AraÅŸtırma Hastanesinde Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı olarak diplomasını almıştır.
“1976 yılında Kan Bankası ile babamın bir hastalığı nedeniyle tanışmıştım. Tıp Fakültesi 4. sınıf öğrencisi idim. O yıllarda Kan Bankası denmesinin bir sebebi vardı. Donör isterse kanını hibe eder isterse ücretini öderdi. Kanlar basit cam ÅŸiÅŸelere alınıyordu.
1990 yılında Mersin Devlet Hastanesine tayinim çıktığında ihtisasımı Ä°stanbul Haseki Hastanesinde bu dalda yaptığımdan ve bu konuyla ilgili güncel bilgileri de takip ettiÄŸim için ‘Kan Merkezi Müdürü’ olarak göreve getirildim. O günlerde Kan Bankası olarak bilinen yer 15 – 20 metrekare kadar bir alandı. Tahliller zor ÅŸartlarda yapılmaktaydı. O ÅŸartlara raÄŸmen öyle ya da böyle hizmet veriyorduk. Kan grupları, Crosh Match, lam ve lamel usulü ile alınan kanlarda; sıtma, frengi, hepatit B bakıp taramalar yapıyorduk. GeçmiÅŸ yıllar evet fiziki ÅŸartlarımız kötüydü, ama sempatik iliÅŸkilerimiz vardı.
Teknolojinin ülkeye girmesi ile birlikte Hastane olarak biz de bu imkânları yakalayabildik. Fliza tetkikleri yapılmaya baÅŸlandı. O zamanlar Mersin’de Tıp Fakültesi de olmadığından Mersin Devlet Hastanesi çevre il ve ilçelere dahi cevap verebiliyordu.
Hastanemiz daha önce B Tipi Kan Merkezi iken; 2009 yılında gereken donanım sağlandığından Kan Transfüzyon Merkezi konumuna geldi. Yılda 8.000 ila 10.000 arasında donörden kan alabiliyoruz.
Artık Hastanemizde kan yokluğu diye bir durum söz konusu değildir.
Giderek, aldığımız bir ünite kandan; taze donmuÅŸ plazma, 1 ünite eritrosit süspansiyonu, 1 ünite Trombosit üretir duruma geldik. Åžimdilerde, Kan Grubu, Cross Match, Antijen antikor tarama ve tanımlama kan ürünleri üretimi yapmaktayız. Bu hastanemiz adına kıvanç vericidir”.
Dr.YILMAZ TEZCAN ANLATIYOR
Röportaj: Arife Ünüvar
01.01.1968 tarihinde Silifke’de doÄŸdu. Selçuk Ãœniversitesi Tıp Fakültesi mezunu.
1986 yılında Tıp öğrencisi iken Dahiliye Servisi’nde gönüllü olarak staj yapmıştı. O yıllarda staj yaptığı hastanede hekimlik yapmayı çok istiyordu.
1997 Yılında Radyasyon Onkolojisi Uzmanı olarak ihtisasını tamamladı ve 1998 yılında Hastanemize tayin oldu. Bir süre başhekimlik de yaptı.
“1998 yılında Mersin Devlet Hastanesi’nde ilk radyasyon onkoloji uzmanı olarak tayinim çıkmıştı. O günlerde ‘Radyasyon Onkolojisi’ çok bilinen bir uzmanlık dalı deÄŸildi. Hastane’de ne bir klinik ne de baÅŸka bir ÅŸey vardı. 1998 de bir poliklinik kurarak ayakta kemoterapi hastalarına hizmet vermeye baÅŸladık.”
2005 yılında hizmet satmalına yöntemi ile ilk kez Devlet Hastanesi radyoterapi donanımını gerçekleÅŸtirdi. Bu baÄŸlamda modern bir “Radyoterapi ve Nükleer Tıp Ãœnitesi” binası da hizmete açıldı.
HAYALÄ° CÄ°HAN DEÄžER
BU ASIRLIK ÇINAR BAĞIŞLARLA BÜYÜDÜ
Arife Ünüvar
Hamiyetli birer vatandaÅŸtılar. Asil davranışlar göstererek hepside bu hastaneye bir ÅŸekilde bir ÅŸeyler armaÄŸan ettiler…
Bir tanesi milli piyango biletini bağışlamıştı… TeÅŸekkürlerimiz kendilerine şöyle iletildi: Hamiyetli Bir VatandaÅŸ… Bay Mustafa Fedai’nin ÅŸehrimiz hastanesi namına teberru ettiÄŸini öğrendiÄŸimiz 1949 Yılbaşı 255059 numaralı Milli Piyango biletine büyük ikramiyenin çıkmasını temenni ve bu hamiyetli vatandaşımızı da tebrik ederiz.(Yeni Mersin, 11 Aralık 1948)
Bir diğeri hastalarımıza şifa armağan etmek istedi. Teşekkürümüz şu şekilde iletildi:
Aleni Teşekkür.
Mersin bahçe eshabı ve eşrafından muhterem Bay Tahsin Merzeci ve Fazıl Tütüncü hastanemize bir miktar portakal ve mandalin yollayarak hastalarımıza karşı teveccüh ve alaka göstermişlerdir. Kendilerine aleni teşekkürlerimizin arzını sayın gazetenizden dileriz. Hastane Baştabibi Muhsin Başak (Yeni Mersin, 12 Aralık 1947, Cuma)
1907 yıllarında temeli atılan bu hasta ocağına o sıralarda hastanede tedavi gören bir Avusturyalı, memnuniyetinin ifadesi olarak Hastaneye 100 Altın Lira bağışta bulunuyor ve bu para ile hastanenin ihata duvarları inşa ediliyordu.
Bazıları yatak, bazıları televizyon, bazıları da cihaz bağışında bulundular. Ä°simleri yazmakla bitmezdi. Hepsine sonsuz şükranlarımızı sunuyoruz…
Bir asırlık bir çınarın köklerini dallarını sizler yoktan var ettiniz.
Ama biri vardı ki o bu çınarın toprağını bağışlayan isim: Hacı Bey…Ömer Lütfi Kutay… Mersin Devlet Hastanesi’nin arsası, Yakup AÄŸanın oÄŸlu Hacı Bey (Ömer Lütfi Kutay) tarafından beÅŸ dönüm olarak bağışlanmıştı.
Bu kitap şükranlarımızı sunmak için belki de bir vesileydi… Sizler sesimizi duyabilirsiniz belki… TeÅŸekkür Ediyoruz Efendim.
YAÅžAMDAN BÄ°R ALINTI
SAÄžLIK MESLEK LÄ°SESÄ°
Tülin Baysal
1985 yılında ‘Kurucu Müdür’ olarak görevlendirilen eÅŸim Nadir Baysal ve deÄŸerli öğretmenlerin çabaları ile İçel SaÄŸlık Meslek Lisesi, eÄŸitim öğretime baÅŸladı. Okul 1985-1986 öğretim yılında nakil yapılan öğrencilerle, ilk mezunlarını verdi. ‘Yatılı’ olarak eÄŸitime baÅŸlayan okul, ‘gündüzlü eÄŸitim’e de kapısını açtı. Böylece Mersin’de kız çocuklarına meslek edinme ÅŸansı yükselmiÅŸ oldu. Bu okulda, benim de EÄŸitim HemÅŸiresi ve Meslek Dersi Öğretmeni olarak görev yapma ÅŸansım oldu.
Mersin’e SaÄŸlık Meslek Lisesinin açılması, sadece Mersin için kazanç olmadı. Benim de, hemÅŸire olarak baÅŸlayıp ve biten hastane serüvenimin, Hastane Müdür Yardımcısı olarak devam etmeme vesile oldu. Çünkü Mersin’de bulunma nedenim, “Benim için örnek insan” eÅŸim Nadir Baysal’ın Okul Müdürü olarak görevlendirilmiÅŸ olması idi.
1998 yılında Mersin Devlet Hastanesi’nde göreve baÅŸladım. Hastane çalışmasına yabancı olmadığımdan uyum saÄŸlamakta zorlanmadım.
Hemşire olarak çalışmış olmam, bana idarecilik görevimde ışık tuttu. Hasta, hasta yakınları ve çalışan personelin memnuniyetini arttırmak amacıyla çalıştım.
Hasta ve çalışan memnuniyetini saÄŸlamanın, yaÅŸanan sorunları ve eksiklikleri gidermenin, saÄŸlık hizmetlerinde, kaliteyi artırmanın, eÄŸitim, toplantı ve etkinliklerle, mükemmel, donanımlı hastanelerden geçtiÄŸi inancındayım. Bu inançla çalışmaya devam ediyor, Mersin Devlet Hastanesi’nde çalışmanın ve insanlara sunulan saÄŸlık hizmetinde katkıda bulunmanın mutluluÄŸunu yaşıyorum.
HEMŞİRE ZAHİDE TAŞKIN ANLATILIYOR
(1980 yıllarında Hastane Hemşiresi)
Ropörtaj : Arife Ünüvar
1962 doÄŸumlu Zahide TaÅŸkın’ın – Ben mesleÄŸime aşığım, demesinin sebepleri var elbette. Nedir derseniz,
O’nu mesleÄŸine sıkı sıkıya baÄŸlayan duygu, meslek aÅŸkı… Düşünce ise, yaÅŸama hakkına olan saygısı ve inancı. Ä°lkokul yıllarında ders aralarında önlüğünün yakasını kep yapmıştı, hayalinde hemÅŸire olmak vardı. Ä°lkokul bittiÄŸinde babası onu okula göndermeyeceÄŸini söylediÄŸi gün açlık grevine baÅŸladı. Sonra uykusunda okula gitmeler ve hemÅŸirelik rüyaları artık babayı pes ettirdi…
Okula başladı ve hemşirelik rüyasını gerçekleştirmek üzere yollara koyuldu.
Åžu an mesleÄŸini yapıyor olmanın büyük mutluluÄŸunu yaÅŸadığını anlatıyor. O huzur dolu yüz ifadesi; “Dünyaya yine gelsem, yine hemÅŸire olurdum” diyor.
“Hastalarımın huzurlu olması bana da huzur veriyor. Nöbetlerimizde bir günlüğüne servisin annesi oluyoruz aslında: Günaydın nasıl uyuyabildiniz mi?
Bu gün çok iyi görünüyorsun bak iyileÅŸiyorsun!” Demek çok kolay. Ä°nsanlara mutlu bir baÅŸlangıç armaÄŸan ediyorsunuz. Onların iyileÅŸmesine gülen gözleriniz ve yüz ifadenizle katkıda bulunuyorsunuz.”
Anılar derseniz;
“Bir nöbetimde gecenin saat biri, bir yaralı geldi. Kollar bacaklar yok. Hemen ameliyathaneye alındı. Birazdan eÅŸi geldi. Elinde hastaya ait kollar ve bacaklar vardı.
‘Ne olur hemÅŸire hanım alın bunları. Siz eÅŸimi kurtarabilirsiniz, alın, bir ÅŸeyler yapın’, diyordu.
Doktorumuz ise: ‘YapabileceÄŸimiz her ÅŸeyi yaptık, maalesef ölüyor,’ ded i.
O an bittiÄŸimi ve tükendiÄŸimi hissettim. Hiçbir ÅŸey yapamamanın verdiÄŸi bir tükeniÅŸti bu…
Başka bir gün bir genç denize atlamıştı; ama suları sığ olduğundan boynu kırılmıştı.
‘Abla hiçbir yerimi hissedemiyorum’ diyordu. Bacaklarına dokundum… ‘Hissetmiyorum!’
Kollarına, yine aynı cevap… Gövdesine, ‘yine hissetmiyorum’..
Boynuna dokunduÄŸumda, ‘ÅŸimdi hissettim abla’ demiÅŸti…
O boyun kırığı o gencecik insanın yaÅŸamasına engel oldu. Onun gibi yüreÄŸimizde ne büyük acılar hissettik ama bu hisler yaÅŸatmak için yeterli olamadı maalesef…
Bu meslek sevilmezse yapılamaz. Hemşirelik mesleği sevilmeli, hastalara anne şefkati ile yaklaşılmalı, vicdanlı olmalı, bazen hasta yatağına kendinizi koymalısınız; onların duygularına yeri geldiğinde ortak olabilmelisiniz.
“Ben mesleÄŸime aşığım demiÅŸtim ya; bu aÅŸk bütün aÅŸkların üzerinde, bunun da altını çiziyorum”…
Hemşire Zahide gibi yüreği yaşatmak için çırpınan binlerce hemşire var. Hem hepsi de bu mesleği ailelerinden ve hayatlarından büyük ödünler vererek yapıyorlar.
HASTANE CADDESÄ°NDEN DEVLET HASTANESÄ° MÃœDÃœRLÜĞÜ’NE YOLCULUK
GÃœLTEKÄ°N ARSOY
1965 yılında Mersin’de dünyaya geldim. Åžu an hastanenin bulunduÄŸu Nusratiye Mahallesinde büyüdüm.
Çocukluğumda hastanenin ayrı bir yeri vardı. Çünkü hastane ve çevresinde gelişen olaylar, bu mahallede yaşayan çocukların anılarında bugünlere kadar taşınmıştır.
Acil servise gelen yaralılara yapılan ilk müdahaleleri seyretmek, pencereden neler yapıldığına ne zaman yakalanırız korkusuyla bakmak, hastanenin güney tarafında, yol kenarında bulunan gasılhanenin kapısı açık iken neler olduÄŸunu izlemek…Yeri gelmiÅŸken bir anımı da paylaÅŸmak isterim: Yeni yapılan binanın betonarmesi tamamlanmış, duvarları örülüp sıvanmış, artık silueti iyiden iyiye belli olmuÅŸtu. Bina mahallemizin en yüksek binası idi. Mahallede yaÅŸayan tüm çocukların içinde bu binanın en tepesine nasıl çıkarım fikri vardı. Ama kimse bunu birbiriyle paylaÅŸamazdı, çünkü inÅŸaatta sıkı bir bekçi vardı. Günlerden bir gün 3-5 arkadaÅŸ bir plan yaptık. Birimiz bekçiyi lafa tutacak, diÄŸerlerimiz bekçiyi atlatarak inÅŸaatın tepesine çıkacaktık. Birde baktık bekçi inÅŸaatta kalıp olarak kullanılan tahtaları düzeltiyor, hemen yanına varıp onu lafa tutmaya baÅŸladık, bu arada aralarında benimde bulunduÄŸun üç arkadaÅŸ hızla buradan içeriye sızıp merdiveni bulduk. Yukarıya doÄŸru koÅŸarak çıkmaya baÅŸlamıştık. Hepimiz heyecandn ter içerisinde kalmıştık. Nihayet son kata, asansör dairesinin bulunduÄŸu yere geldik… DaÄŸ tarafında muhteÅŸem bir manzara vardı…
Sağı solu biraz keşfettikten sonra bekçinin bağırmasıyla kendimize geldik. Hızla aşağıya koşmaya başladık. İçerisi hayli karanlıktı, önden giden arkadaşı takip ederek ışık gelen yere kadar koştuk. Bekçi bağıra çağıra arkamızdan geliyordu ama bize ulaşamadı. Bekçiyi oyalamak için bıraktığımız arkadaşlar katıla katıla gülüyorlardı, Meğerse yukarı çıktığımızı, bekçiye onlar söylemişler. Bazen eve dönerken sokak aralarından gider, arkadaşlarımla eski günleri yâd ederiz.
Ä°lk, orta, lise, üniversite öğrenimi, askerlik derken 1982 yılında ayrıldığım güzel Mersin’ime 20 yıl sonra 2002 yılında hasbel kader geri döndüm. Ne olarak mı? 2002 yılında Tarsus Devlet, 2003 yılında ise Mersin Devlet Hastanesi Hastane Müdürü olarak. Bu benim için son derece gurur verici oldu.
Sokaklarında saklambaç oynadığım, koÅŸtuÄŸum, top oynadığım mahallemde bulunan bir hastanede görev almak da ayrıca keyifli bir olay. Bu görev ile güzel Mersin’imize olan borcumu ödemeye çalışıyorum.
2004 YILINDA YENÄ° HASTALAR VAR
2004 Ocak ayından itibaren Sosyal Sigortalar Kurumu’nun hastalarını da kabulünden sonra poliklinik sayıları artmıştır. Yığılmaları önlemek amacıyla 28 olan poliklinik sayısı 37’ye yükseltilmiÅŸtir. Buna karşın servislerde bir doktorun poliklinikte gördüğü hasta sayısı 80 – 90’ı aşıp günde 100 sayısına ulaÅŸmaktadır.
Bu durum hastayı olduÄŸu kadar doktoru da olumsuz etkilemektedir. Ä°nsan olarak doktorların da ‘kırılma noktası’ olabilir. Doktorların bu çeliÅŸkili ruh halini Amerikalı yazar Erich Segal şöyle anlatır.
DOKTORLAR — ERÄ°CH SEGAL
Doktorlar sık sık duygusal olmayışları, sinirli ve hırçın olmaları nedeniyle kınanırlar.
Ancak onlar bize, hayatlarının ilkbaharlarını feda ettiklerini, insanlara yararlı olmak için yirmili, otuzlu, hatta kırklı yaşlarındaki en değerli yıllarını tümüyle yitirdiklerini hatırlatmazlar bile.
Dahası, çoğu doktor pek çok yokluğa göğüs germiş, bütün bu zaman dilimleri içinde bir düzine geceyi bile gerçek uykuda geçirmemiştir. Pek çoğu bu yolda ya hiç evlenmemiş, ya da evliliklerini kurban etmiş ve çocuklarının büyümesini izlemenin benzersiz fırsatını kaçırmışlardır.
Bu nedenle doktorlar, dünyanın kendine zenginlik, saygınlık ya da toplumsal bir yer sağlamak gibi bir bedeli borçlu olduğunu savunduklarında, onların bu istekleri tümüyle nedensiz değildir.
Ayrıca istatistikler de göstermektedir ki; doktorlar hastalarından daha kötü acılar çekerler. Çünkü kimse yıkılan bir evliliği onaramaz veya babasının ya da annesinin işi nedeni ile sorunlarını sürekli savsaklamaları yüzünden yıkıma uğramış çocuklarının ahlakını düzeltemez.
BİR DE TÜRKÜ YAKILMIŞ
Öykü olur da türkü olmaz mı? Mersin’li Aşık Mahrumi’nin dizelerinin arasında Hastanemize dair bir “deyiÅŸ” var:
DEVLET HASTANESÄ°
Devlet Hastanesi gözü Mersin ‘in
Hastaya dermandır, say’a dermandır
Fakir zengin, kadın erkek hepsinin
Derdine dermandır, sana dermandır
Kasvetli gibi de olsa yapısı
Dertlilere umar olur kapısı
BaÅŸta doktor, hemÅŸireler hepisi
Dertliye dermandır say’a dermandır.
Mahrumi’nin gönlü hastadan yana
Doktor ilaç olur, canana cana
Devlet Hastanesi, harpten bu yana
Hastaya dermandır, can ‘a dermandır.
Mersin, Mayıs 2004
Asıl adı Necmettin Eser olan ve Tarsus’un MeÅŸelik köyünde doÄŸan Aşık Mahrumi yaÅŸamını Mersin’de sürdürmektedir. Türkü araÅŸtırma, T. Ali ÇaÄŸlar
ONLAR
Dr.HARUN ÖZMEN
Bir akÅŸam hastanenin acil servisine yürüyerek geldi, doktora: “Kendimi kötü hissediyorum” dedi.
Tecrübeli doktor, bütün tetkikleri ve muayenesi normal olan hastasını gözünün önünden ayırmak istemiyordu, sanki bir ÅŸeyler olacaktı. Daha bir iki adım atmadan olduÄŸu yere yığıldı, kalbi durmuÅŸtu. Orada acil müdahale edildi, kalbi yeniden canlandırıldı, kalp krizi geçiriyordu…
Süratle yoğun bakıma alındı, kalbinin tıkanan damarlarından açılabilenler ilaçla açıldı, 48 saat kendini bilmeden yaşam destek ünitesinde ölüme meydan okudu.
Önce gözlerini açtı Hakan, birkaç gün sonra ayağa kalktı, taburcu oldu. Doktorlarının önerisi ile bypass ameliyatı olmaya karar verdi. Kalbine yeni damarlar eklendi, güçlendi.
Yenilenen kalbiyle uzak kaldığı kırtasiye dükkânında, kâğıt kokusu içinde, çocuk sesleri arasında yeni bir hayata merhaba dedi…
* *
Silifke’de mermer ocağında kaza olmuÅŸ, bir işçi mermer bloklar arasında kalmıştı.
Ali’nin bacağı ve kolu kırılmıştı, Mersin’e sevk edildi, burada ameliyata alındı, baÅŸarılı ameliyat sonrası iyileÅŸmesi beklenirken ağır travmanın etkisi ile akciÄŸerlerinde ciddi problem ortaya çıktı. Aldığı nefes kendine yetmiyordu. Solunum cihazına baÄŸlandı, durumu daha da ciddiyet kazanmıştı, tedavisi uzun sürecekti, o günlerde kızını hayal etti hep.
Tam buraya kadarmış dedirtecekti ki, Ali’yi bir ÅŸey hayatın son vagonuna aldı, kızının sevgisi yüreklendirdi onu. Solunum cihazını bir kenara attı ve sevgiye sarıldı.
Sonra memleketine ulaÅŸtı, ailesine, sevenlerine, açtı kollarını kızına, yüreÄŸine sardı yavrusunu…
* *
Arkadaşı iÅŸin buraya varacağını düşünememiÅŸti. Bıçak sol göğsünde yara açmıştı Tuncay’ın.
Hastaneye getirildi. Yara yeri çok küçük, bıçak sanki göğsünden içeri girmemiş gibi görünüyordu. Doktorlar takibe aldı ama; bir şeyler yolunda gitmiyordu. Terlemesi artmıştı, diğer hayati bulguları normal de olsa acil ameliyata girilmesi gerekiyordu.
Ameliyata girildi, göğüs kafesi açıldı, bıçak kalbinin derinliklerine ulaÅŸmamıştı ama koroner damarlarından birini yaralamıştı, kanıyordu. Önce kalp zarında biriken kan boÅŸaltıldı. Hemen sonra koroner damarı dikildi. YoÄŸun bakımda kendine geldiÄŸinde olanlardan haberi yoktu…
Küçük bir bıçakla kararacak hayatı, önsezi ve tecrübe ile müdahale sonrası yeniden aydınlanmıştı.
Hastaneden ayrılırken gençliÄŸini hediye olarak aldı eline. Kim bilir belki arkasına bile bakmadı, ölümün kıyısından dönmüşken…
Ve Cennet hanım…
Gülnar’ın bir köyünde bakımsızlık ve ilgisizlikten, ölmek üzere iken bulunmuÅŸ, hastaneye getirilmiÅŸti.
Susuz kalan böbrekleri yetmezliğe girmiş, diyalize ihtiyaç duyulmuştu. Bir süre sonra kalbi ve akciğerleri diyalizin yükünü kaldıramaz hale gelince yoğun bakıma alındı. Durumu gittikçe kötüleşince yaşam destek ünitesine bağlandı, akciğerlerine destek veren solunum cihazında kaç günü böyle geçirdi bilemedi bile.
Boğazından nefes borusuna bir delik açıldı, buradan nefes alıp verecekti. Konuşmak istedi derdini anlatamadı, hemşireler ve doktorları ile yeni bir dil buldular. Anlaştılar, gözleri, elleri ile. Onlarla şakalaştı, unuttuğu gülmeyi yeniden öğrendi.
Cennet’in ümidi, yarını yoktu; bir köy evinde ırgatlıktan öteye geçmeyen hayatı hastane odalarında anlam buldu. Önce yeniden nefes almayı öğrendi, böbrekleri çalışmaya baÅŸladı.
Sonra…
Evine, köyüne dönecekti artık, kekik kokulu dağ havasını içine çekecek, pınarın buz gibi tatlı suyundan içecekti.
Onlar hemen hatırlayabildiğim birkaçı.
Bu hastane odaları, koridorlar, acil servis, ameliyathaneler, yoğun bakım yatakları daha nice binlercesine şahitlik etti.
Kim bilir kaç pamuk ipliği ile hayata bağlı yaşam, koptu da yeniden bağlandı! Kaç doktor, kaç hemşire hastası ile öldü ve yeniden doğdu.
Her yeri emek, insan sevgisi, özveri, acı ile dolu bu dört duvar nice dramlara sahne oldu.
Doktoru, hemÅŸiresi ve diÄŸerleri: Onlar yemin ettiler kutsal saydıkları yaÅŸam üstüne…
Ve onlar hastaları için kimi gün gözlerini kırpmadılar gecelerce, geceden çıkıp çalıştılar aç, susuz saatlerce.
Kendi acılarını bir kenara koydular, kimi bitirdikleri umutlarına rağmen hastalarına ümit oldular, yorgunum demediler, ayakları yoruldu ama yürekleri sürükledi bedenlerini.
Yeni bir hayata köprü oldular, gecede yıldızları gören göz oldular, bölündüler, aktılar yüreklere, sevgi oldular.
Kitabın 5. bölümüne ulaÅŸmak için bu satırı tıklayınız…………………………………………………….Â