,

MERSİN’İN İLK SAKİNLERİ VE ADININ KAYNAĞI – MEHMET KAYADELEN

Murt-Mersin.jpg

Mersin tarihine ilişkin görüşlerden akla uygun görünmeyenlerin irdelenmesi ve sonuçta oluşan kanaatin paylaşılmasını amaçlayan toplam beş yazıdan üçüncüsü olan bu yazıda(*),  Mersin’in ilk sakinleri kimlerdi ve adı nereden geliyor, sorularına bugüne kadar verilmiş cevaplar ele alınmaktadır.

Mersin tarihini konu edinen yazılarda, bu kentte ilk yaşamaya başlayanların kimler olduğu belirtilirken genellikle, Mersin bir cazibe merkezi olmaya başladıktan, yani kabaca 1830’lu yıllar sonrasındaki on yıllarla ifade edilen uzun bir süreçte Mersin’e gelip yerleşenlerden söz edilmektedir. Böylesi uzun bir süreçte gelenler de haliyle saymakla bitirilebilecek gibi değil: Yakın ya da uzak köy, kasaba ve kentlerden gelenler; Suriye’den, Lübnan’dan, Mısır’dan, Kıbrıs’tan, Rodos’tan, Girit’ten, bazı Avrupa ülkelerinden, Balkanlardan gelenler; Sünniler, Aleviler, Katolikler, Ortodokslar, Maruniler, Yahudiler; Türkmenler, Araplar, Rumlar, Kürtler, Ermeniler, Çerkezler; bulunduğu topraklardaki sıkıntılardan kaçanlar, ekmek parası peşinde koşanlar, tarım işçileri, zanaatkârlar, kamu görevlileri, fırsatçılar, yerli-yabancı tacirler ve bunların temsilcileri, istihbaratçılar/ajanlar…

Ancak bu yazıda odaklanılan konu, Mersin bir cazibe merkezi olmaya başlamadan, statüsü köy bile olmazdan önce, bir başka ifade ile 1830’lu yıllar öncesindeki sakinlerinin kimler olduğu. Ve bir de Mersin adının nereden geldiği. Bu iki konu, en azından öne sürülen görüşler/tezler açısından birbiri ile ilişkili göründüğü için, birlikte ele alınmasında yarar vardır.

Mersin’in ilk sakinlerinin kimler olduğuna ve adının kaynağına ilişkin var olan görüşler şunlardır: 1) İlk sakinleri Rumlardır, adı da Rumca kökenli mersin (murt) bitkisinden gelmektedir. 2) İlk sakinleri Evliya Çelebi’nin Seyahatname adlı eserinde sözünü ettiği Mersinoğlu Köyü’nden olanlardır ve adı da bu köyden gelmektedir. 3) İlk sakinleri Hristiyanlardır. 4) İlk sakinleri Levantenlerdir. 5) İlk sakinleri Mersin şehrinin yakınlarında eskiden var olan Mersinli adındaki aşiret mensuplarıdır ve adı da bu aşiretten gelmektedir. 6) İlk sakinleri Mersin’e yakın dağlık yörelerden gelen aşiretlerle, civar kasabalardan gelen kişilerdir. 7) Adı Kıbrıs Kralının Kızı Myrna’dan gelmektedir. [1]

İlk sakinlerinin Mersin’e yakın dağlık yörelerden gelen aşiretlerle, civar kasabalardan gelen kişiler olduğu görüşü yeterince gerekçelendirilmemektedir. Adının Kıbrıs Kralının Kızı Myrna’dan geldiği görüşü ise bir efsanedir. Bu nedenle bu yazıda bu iki görüş üzerinde durulmayacak, diğerleri irdelenecek ve ilk sakinlerine ilişkin daha önce hiçbir yerde söz edilmemiş bir başka olasılığa dikkat çekilecektir.

1) İlk sakinlerinin Hristiyanlar, Rumlar ya da Levantenler olduğu görüşü
Mersin’in ilk sakinlerinin/kurucularının Hristiyanlar ya da Rumlar olduğu görüşü yazarlarımızın en fazla itibar ettiği görüştür. İbrahim Oğuz bu durumu şöyle özetler: “Çeşitli yerlerde zaten Mersin’e ilk gelen kişilerin veya ailelerin, aslında Hıristiyanlar olduğu söylenmektedir. Demirtaş, Mersin’e ilk olarak yerleşenlerin Adalar ve Kapadokya’dan gelen Rum Ortodokslar olduğunu söyler. Yine Demirtaş’a göre, Suriye ve Lübnan’dan gelen ve ticaretle uğraşan Arap Ortodokslar da, Mersin’e ilk yerleşenler arasında sayılır. Develi de bu görüşü paylaşanlardan birisidir ve ona göre de ilk sakinler, Kapadokya’dan gelen Ortodoks Rumlardır. / Mersin’e ilk olarak yerleşenlerin genelde Ortodoks olması ve bunların sayılarının giderek artması sonucunda, bir süre sonra bunlara ait ibadethanelerin kurulması ihtiyacı ortaya çıkmıştır.”[2]

Semihi Vural da, 1836’lardan itibaren bölgeye yerleşen Levanten Avrupalı tüccarların, yeni bir yerleşim merkezi olarak Mersin’i kurduklarını belirtir.[3]

Bu görüşlerle ilgili olarak söylenebilecekler şunlar olabilir:

a) Bu görüşlerle ilgili hiçbir somut kanıt bulunmamaktadır.

b) Rumların Çukurova’daki/Kilikya’daki geçmişlerinin çok eski olduğu bilinmektedir. 19. yüzyıl başlarında Mersin ve çevresini gezen Avrupalı araştırmacıların/gezginlerin notlarını içeren yayınlarda, bu yörede o dönemlerde de Rumların yaşadıklarına dair bilgiler vardır. Ama bunların hiç birinde Mersin denilen mevkide yaşayanların Rum olduğunu belirten tek bir ifade bile yoktur. En azından rastlanılmadı. Oysa Mersin’i Rumlar kurmuş olsaydı, bir başka ifade ile ilk zamanlarında Mersin’de yaşayanlar Rumlar olsaydı, bu durum hem çevre köylerdeki insanların Mersin’i niteleme biçimine yansır, hem de herhangi bir konudaki normal dışı durumları belirten gezginlerden/araştırmacılardan en azından biri bunu belirtirdi. Demek istenileni bazı örneklerle biraz daha açmakta yarar var:
i) Jhon Lewis Burckhardt, 1809 yılında geldiği bu coğrafyadaki gözlemlerini anlatırken, bir Türkmen aşiretinin başı olan bir ağanın 25 köyü olduğunu, bunlardan gelirleri toplamak için görevlendirilen yöneticilerin (chiefs) çoğunun Rum olduğunu belirtir.[4]
ii) Francis Beaufort, Karamania adlı kitabında yöreye ilişkin 1812 yılındaki gözlemlerini aktarırken, Mersin Çayı olduğu anlaşılan küçük bir derenin karşıt yakalarında, kıyıya yakın yerlerde iki büyük köy bulunduğunu, bunlardan birinin Türklerin yaşadığı Karahissar, diğerinin de Rumların yaşadığı ve Gavur köyü (Ghiaoor-kioy) olarak adlandırılan bir köy olduğunu belirtir.[5]
iii) Bugünkü adıyla Osmaniye Mahallesi olan mevki, Rumların yerleştiği, geçmişteki adı Hristiyan Köyü olan bir köy imiş.
Mersin’de 19. yüzyıl başlarında yaşayanlar Rumlar olsaydı, büyük bir olasılıkla Burckhardt da Beaufort da bundan söz eder ve Mersin’in de çevre köylerdekilerce Gavur Köyü, Hıristiyan Köyü ya da Rum Köyü gibi bir adla anıldığını belirtirlerdi.

c) Mersin’e ilk yerleşenler Rumlar ise, Mersin’in ilk kurulduğu yerde geçmişte Rumların yaşadığına dair kanıtların/ipuçlarının olması beklenir. Tapu sicil muhafızlığı/müdürlüğü, Belediye, Ticaret Odası gibi önemli kurumlardaki belgeler yok edildiğine göre, kanıtlar/ipuçları ne olabilir? Onlardan kalan ibadet yeri, okul, onları hatırlayan ya da onlara ilişkin anıları dinleyen birileri olabilir. Ya da, Rumlar buraları 1924 nüfus mübadelesi ile terk ettikten sonra onlara ait taşınmazlar “Kuvâ-yı Milliye’de yararlık gösterenlere” verilmiş olabileceğine göre, Rumlara ait taşınmazları devralanlarla ya da onların varisleriyle ilgili bilgiler olabilir. Mersin’in, Mersin Çayı’nın doğusunda, Yumuktepe civarında kurulmuş olma ve ilk yerleşenlerin de tarımla uğraşmış olma olasılığı en yüksek olasılık olduğuna göre,[6] Yumuktepe civarında bir zamanlar Rumların yaşadığına ve burada tarımsal faaliyetlerde bulunduklarına dair herhangi bir kanıt/ipucu var mı? Olduğuna dair bir bilgi edinilemedi.
Öte yandan, “Osmanlı toplumunda Müslümanlar genelde tarım ve zanaat işlerine, gayrimüslimler ise ticarete ve zanaata yönelmiş durumdaydılar.”[7] Bu genel görüşü Şinasi Develi Mersin pratiğinde şu gözlemi ile doğrulamaktadır: “Arap Ortodokslar, Maruni ve Katolikler daha çok Suriye, Lübnan ve Mısır’dan gelmişlerdir. Gerek Rumlar ve gerekse Arap ülkelerinden gelenler daha ziyade ticaretle iştigal eden kişilerdir. Ermenilerin de sanayi dalında eğitildikleri anlaşılmaktadır.”[8]

d) Yukardaki irdelemelerde belirtilen görüşlerin benzeri, Mersin’e ilk gelenlerin Hristiyanlar olduğu görüşü için de söylenebilir.

e) İlk gelenlerin Levantenler olduğu görüşü de, hem mantıksal açıdan hem de fiili durum açısından mümkün görünmüyor. Hiç kimsenin yaşamadığı, henüz bir iskelenin, bir insanın bile bulunmadığı bir coğrafyaya, ana uğraşları iç ve dış ticaret olan “Tatlısu Frenkleri” niye gelsin? Mersin’e ilk gelen olarak nitelenen bu kesimler, olasılıkla 1830’lu yıllar ve sonrasında gelenlerdendir. Nitekim Vural da Levantenlerin 1836’lardan itibaren bölgeye yerleştiğini belirtir. Oysa daha önce de değinildiği gibi, Mersin adıyla kurulan yerleşim yerinde en azından 1809 yılından beri birilerinin yerleşik olduğu bir Avrupalı gezginin (Burckhardt’ın) notlarından anlaşılmaktadır.[9]

2) Adının Mersin bitkisinden geldiği görüşü
Mersin kenti adının, “mersin” olarak da bilinen murt bitkisinden geldiği, bunun nedeni olarak da kentin kurulduğu yerde murt bitkisinin bol olduğu görüşü başta Şinasi Develi olmak üzere bazı yazarlarımızın savunduğu bir görüştür.
Bu görüşle ilgili olarak söylenebilecekler şunlar olabilir:

a) Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlük, “mersin” sözcüğünün bitki biliminde Rumca kökenli bir isim olduğunu belirtip tanımını şöyle yapar: “Mersingillerden, Güney ve Batı Anadolu dağlarında yetişen (…) meyvesi murt adıyla bilinen, (…) bir ağaç, mersin ağacı, sazak (Myrtus communis).” Buradan ağacına mersin, meyvesine murt dendiği anlamı çıksa da bu yazıda, diğer bazı kaynaklardaki gibi, hem ağacı hem de meyvesi için murt ya da mersin adı kullanılacaktır. Aynı sözlüğe göre de “murt” sözcüğü dilimize Farsçadan geçmiş. Farsçası “mūrd”. Rumca karşılığının “mirsini” olarak telaffuz edildiği belirtilen bu bitki için kullanılan mersin adı, dilimize ne zaman yerleşmiştir? Bilgi yok.

b) Mersin kenti adının, mersin (murt) bitkisinden geldiği görüşü, 19. yüzyılda Bölge’ye gelen Avrupalı gezginlerden/araştırmacılardan William Burckhardt Barker’ın 1851 yılında yayımlanan kısa adı “Cilicia” olan kitabı[10] ile Victor Langlois’in 1861 yılında yayımlanan ve ‘Eski Kilikya” adıyla Türkçeleştirilen kitabında[11] da belirtilmektedir. Öte yandan, 1880 tarihli Adana Vilayet Salnamesi’nde de, bu görüşten söz edildiğini Semihi Vural aktarır. Vural’ın aktardığına göre Salname’de geçen ifade şöyledir: “…derununda ormanlık, mersin ağaçlarından ibaret bulunduğu cihetle, kaza-i mezkureye Mersin tesmiye olunmuştur.”[12] Yani, iç kesimlerindeki ormanlık mersin ağaçlarından ibaret olduğu için, adı geçen kazaya Mersin ismi verilmiştir, deniyor. Öte yandan, 19. yüzyılda murt ağacının Bölge’de çokça görüldüğünden söz eden Avrupalı gezginler/araştırmacılar da var.[13]

c) Yumuktepe civarında ve yakın çevresinde, 19. yüzyıl başlarında murt bitkisi bol muydu? Bol olmaması, hatta hiç yetişmemesi beklenir. Çünkü murt bitkisi kurak yerlerde yetişen, ortamdaki yetersiz sudan olabildiğince yararlanmaya uyarlanmış derin köklü bitkilerdendir.[14] Yumuktepe civarı kurak mıdır? Değildir. Kurak olmadığı için, tarıma uygun olduğu için de Neolitik Dönemden beri yerleşim yeri olarak seçile gelmiştir. TDK da murtun dağlarda yetiştiğinden söz etmektedir. Ayrıca; i) Baker 19. yüzyıl ortalarında Kilikya’daki bitki örtüsünden söz ederken, murt dahil maki bitkilerinin alçak tepelerde bulunduğunu yazar.[15] ii) Yukarda da değinildiği gibi, 1880 tarihli Adana Vilayet Salnamesi’nde murt (mersin) ağaçlarının iç kesimlerdeki ormanlıkta bulunduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla, “kurulduğu yerde” murt bitkisi çok olduğu için bu yerleşim yerine Mersin adının verilmiş olduğu görüşünün sorunlu bir görüş olduğu, dolayısıyla da bu görüşün sorgulanmasında yarar olabileceği düşünülmektedir.

d) Bu ad, başlangıçta ne kadarlık bir alan için kullanılmıştır? Üç beş kulübenin bulunduğu dar bir alan için mi, yoksa çok daha geniş bir alan için mi? William Martin Leake’e göre Mersin isminin 1800 yılında Mersin Çayı’nda da kullanıldığı dikkate alınırsa, Mersin isminin dar bir alan için değil, görece geniş bir alan için kullanıldığı anlamı çıkarılabilir mi? Öyle ise, nereleri kapsayan bir alan için?

e) Mersin adını bir alana/mevkie kim(ler) uygun görmüştür? Yöreye 1812 yılında gelen Kaptan Beaufort, bu adı yerli halkın verdiğini belirtiyor. Akla uygun. Peki, yerli halk derken kim kast ediliyor? O mevkie gelip yerleşenler mi, yoksa çevrede bir başka yerde/köyde yaşamakta olanlar mı? Türkler mi, Rumlar mı? İlk gelip yerleşenlerin Rumlar olamayacağı yukarda açıklanmıştı. Buna göre, o mevkie ilk yerleşenler bu ismi verdilerse, ilk yerleşenler Türkler olabilir. Çevrede yaşamakta olanlar verdiyse, isim verenler Türk de olabilir, Rum da olabilir. İsmi verenler çevrede yaşayanlar ise, o zaman şu soru da akla geliyor: O mevkie bu ad 19. yüzyıl başlarında ilk kulübeler yapıldıktan sonra mı verildi, yoksa ilk gelenler oraya kulübe/huğ yapmaya başlamadan önce de çevredekiler o mevkii zaten Mersin olarak anmakta mı idi?

f) Murt bitkisi Akdeniz kıyısında, güneşli ve kurak alanlardaki makiler arasında kendiliğinden yetişen bir ağaçtır. Yani yöreye özgü değildir; Güney ve Batı Anadolu’da hatta diğer ülkelerde de yetişebilmektedir. Yöreye özgü olmayan, başka yerlerde de bolca bulunabilen, ama kentin kurulduğu yerde yetişmeyen, yetiştiği yerlerde de tek bitki türü olarak değil maki vejetasyonunun diğer elementleri ile bir arada bulunan bu bitkinin adı, Mersin’in kurulduğu mevkie neden verilmiş olabilir? Nasıl bir neden ağır basmış olabilir?

g) Mersin’de bu bitki için hep murt adı kullanıla gelmiştir. Meyvesi çarşı-pazarda murt adıyla, dalları dini bayram günlerinde mezarlık girişinde murt dalı adıyla satılır. Arapça kökenli “Hambeles” adını da Mersin’de, özellikle Arap kökenli ailelerin eski kuşak mensuplarından kullananlar olmuştur. Ama yurt genelinde kullanılan mersin adı Mersin kentinde, bilinebildiği kadarıyla, kullanılmazdı. En azından yaygın biçimde kullanılmazdı. Buna göre, Mersinlilerde, kent adı için Rumcadan uyarlananın, bitki/meyve adında Farsça kökenlisinin kullanımı yerleşmiş. Neden?

Bu sorular, elbette cevabı kolay bulunamayacak sorulardır. Ancak kent tarihinin sağlıklı biçimde açıklığa kavuşturulması açısından, sorulması gereken sorulardır. Bu konudaki son soru da, yazının konusu ile doğrudan ilgili olmamakla birlikte, şu olsun: Mersin adının murt (mersin) bitkisinden geliyor olması, olasılığı en yüksek seçenek olarak görüldüğü halde, neden yıllardır kent içinde numunelik kabilinden de olsa, park, kavşak vb gibi birkaç yerde, bu bitkiden bulundurulmaz? Mersin içinde yetişmesinin/yaşamasının koşulları bulunmadığı için mi? Bu koşullar bir biçimde sağlanamaz mı?

3) İlk sakinlerinin ve adının Mersinoğlu Köyü’nden geldiği görüşü
Bu görüşe göre, 1671 yılında Evliya Çelebi’nin Seyahatname adlı eserinde sözünü ettiği Mersinoğlu adlı bir köydekilerin tamamı ya da bir kısmı, köylerini terk edip ovaya, Mersin’in kurulduğu mevkie yerleşti ve Mersin’in çekirdeğini oluşturdu. Yerleştikleri yere de Mersin adını verdiler. M. Necati Çıplak bu görüşü şöyle ifade etmiş: “…çevredeki diğer köyler gibi aslında göçebe kışlağı olarak kurulmuş bu iskân mahalli, ismini de beraber taşıyarak, sonradan deniz kıyısına inerek şehrimizin çekirdeğini meydana getirmiştir.”[16]

Bu görüşün erişilebilen kaynaklardaki tek dayanağı, Evliya Çelebi’nin Seyahatname adlı eserinde Mersinoğlu adlı bir Türkmen köyünden söz etmiş olmasıdır. Bu köyün mevkii Seyahatname’de tam olarak belirtilmemesine karşın Mersin tarihini konu edinen yayınlarda yazarlarımızca çeşitli yakıştırmalar yapılabiliyor. “Günümüz Mersin kentinin merkez alanında” deniyor, “Mersin yakınlarında” deniyor, Camili ya da Üseli (Karaisalı) Köyü olabileceği belirtiliyor.[17]

Bu görüşü irdelemeye başlamadan önce, Evliya Çelebi’nin bu yöreye dair notlarında ne yazmış olduğuna bakmakta yarar var.

Evliya Çelebi, Mersin ve çevresine dört veya beş kez gelmiş.[18] Toplam 15 ciltlik Seyahatname adlı yapıtının 9. cildinde Mersinoğlu Köyü’nden söz ettiği notları 1671 yılındaki gelişine aittir. Evliya Çelebi’nin Silifke tarafından gelip Adana tarafına giderken Alata Çayı ile Tarsus arasında rastladığı köy ve akarsu isimleri, iki nokta arasındaki yolculuk süreleri ve bazı açıklamaları, Yücel Dağlı, Seyit Ali Kahraman ve Robert Dankof’un hazırladığı kitapta şöyle sıralanmıştır (Makale yazarı, dile çok müdahale etmeden anlaşılmasını kolaylaştırmak amacıyla, alıntılanan bölümde sadeleştirme yapmış ve parantez içinde bazı açıklamalar eklemiştir. Karye: Köy):[19]

Nehr-i Al Ata (Alata/Sorgun Çayı olmalı). Karye-i Erdemoğlu. Ondan yine Doğuya bir saat gidüp Nehr-i Bulur. Bu nehrin yakınında Karye-i Hacı Alâeddînoğlu. Ona yakın Nehr-i Gerendiz. Adı geçen nehre yakın dağ eteğinde bâğ u bâğçeli Karye-i Mersinoğlu: Yetmiş evli bir Türkmân köyüdür. Yine Doğuya 3 saat gidüp Nehr-i Mah Kulaç. Yine Doğuya 2 saat gidüp Nehr-i Pambulis (Pompeipolis mi? Mezitli Deresi olabilir.). Karye-i Mezîdoğlu (Mezitli Köyü mü?). Ondan yine Doğuya 2 saat gidüp Nehr-i Yumuk (Mersin Çayı olmalı.). Yakınında Karye-i Kara Îsâoğlu: Yetmiş evli Türkmân köyüdür (Karaisalı olmalı.). Evsâf-ı kal‘a-i Tırmır (Tırmıl Tepe Höyüğü olmalı.). Ondan Doğuya 4 saat gidüp Evsâf-ı kal‘a-i kadîm Tarsûs.

Yanlış değerlendirmeleri önlemek için, Evliya Çelebi’nin notlarında yalnızca görece büyük akarsulardan söz ettiği de belirtilmeli.
Bu görüş ile ilgili söylenebilecekler şunlar olabilir:

a) Alata Çayı Mersin Çayı’nın yaklaşık olarak 34 km batısındadır. Alata Çayı ile Mersin Çayı arasında olup, Evliya Çelebi’ye göre Alata Çayı’na 1 saat ve Mersin Çayı’na 7 saat mesafedeki Mersinoğlu Köyü’nün, günümüz Mersin kentinin merkez alanında kurulmuş bir köy olabileceği, ya da Mersin’in hemen kuzeyindeki Camili Köyü ya da Üseli Köyü olabileceği neye dayanılarak söylenebiliyor?

b) Mersin’in ilk yapılarının, Yumuktepe civarında kurulmaya başlamış olduğu tezinin akla en uygun tez olduğu belirtilmişti.[20] Kentin ilk sakinleri Mersinoğlu Köyü’ndekiler olsaydı, kentin kurulduğu yerde onların torunlarının izleri olmaz mıydı? Olurdu. Geçmişte bu mevkie yerleşmiş olanlardan ya da Mersin’in herhangi bir mevkiinde atası Mersinoğlu Köyü’nden olanlar var mı? Olsaydı çıkmaz mıydı, şimdiye kadar? Duyan var mı? Olsaydı, bunlardan en azından bir aile, Soyadı Kanunu 1934 yılında yürürlüğe girdiğinde, Mersinoğlu ya da bunu çağrıştıracak bir soyadı seçip Mersin kentini kurma onurunu soyadına yansıtmak istemez miydi? Mersin’de Mersinoğlu ya da bunu çağrıştıracak bir soyadına sahip bir aile var mı? İnternetteki aramalarda böylesi soyadları bulundu ama bunların Mersin ile ilgisi görülemedi.

c) Yukarda belirtilen görüşler, kentin ilk sakinlerinin, Mersin şehrinin yakınlarında eskiden var olan (yani var olduğu iddia edilen) Mersinli adındaki aşiret mensupları olduğu ve adının da bu aşiretten geldiği görüşü için de geçerlidir.

d) Mersin, yerleşim yeri ismi olarak yalnızca Mersin kentinde kullanılmıyor. Örneğin Ordu-Perşembe, Trabzon-Akçabat ilçelerinde Mersin köyleri var. İzmir’de Mersinli mahallesi var. Bunların adları da mı Mersinoğlu Köyü ile ilişkilendirilmeli? Peki Mersinoğlu Köyü adını nereden almıştır?
Sonuç olarak denebilir ki, Mersinoğlu Köyü’ndekilerin ya da bu köyden bir grubun ayrılıp Yumuktepe civarına gelip Mersin adlı yerleşim yerini kurmuş olduklarına dair elle tutulur, gözle görülür hiç bir kanıt yok. Neye dayanılarak “… bu iskan mahalli, ismini de beraber taşıyarak, sonradan deniz kıyısına inerek şehrimizin çekirdeğini meydana getirmiş olduğu” söylenebiliyor? Açıklanmaya muhtaç.

4) Bir ihtimal daha var
Mersin’i ilk kuranlar Rumlar, Hristiyanlar, Levantenler değilse, Mersinoğlu Köyü’nden ya da Mersinli aşiretinden olanlar değilse, en azından bir olasılık daha var demektir. Nedir üçüncü olasılık? Kimler kurmuş olabilir Mersin’i? Bu soruya cevap verebilmek için bazı göstergelere başvurmak gerekecektir. Önerilen göstergeler ile bu göstergelere dair bazı bilgiler şunlar olabilir.

a) Mersin’in ilk sakinlerinin kimler olabileceğine ilişkin en önemli göstergelerden biri, kuruluş yıllarına en yakın dönemlerdeki demografik veriler olabilir. Osmanlı’da ilki 1831 yılında yapılan resmi nitelikteki nüfus sayımları çeşitli zaafları nedeniyle bu amaca hizmet edememektedir. Nüfus sayımlarında, amaca hizmet edebilecek en önemli bilgi, Müslüman nüfusun Müslüman olmayan (Hristiyan) nüfustan hep daha fazla olduğu bilgisidir. Aşağıdaki bilgiler, erişilebilen yayınlarda bulunabilen en eski demografik bilgilerdir. Mersin’in kuruluş yıllarına yeterince yakın ve resmi veriler olmamakla birlikte Mersin’in ilk sakinlerinin kimler olabileceğine dair kabaca da olsa bir fikir verebilecekleri düşüncesiyle aktarılmaktadır:
i) Habeeb Risk Allah Efendi, 1839 yılında geldiği Mersin’den söz ederken, sıtmalı, pireli Fellahların yaşadığı, yaklaşık elli kulübeden oluşan küçük bir köy olduğunu da belirtmiş.[21]
ii) Muhammed Emin Galip et-Tavil, Çukurova’daki İbrahim Paşa işgalinin son bulup askerlerin geri döndüğü günlerle (1840 yılı) ilgili olarak şu bilgiyi de vermiş: “Mısır askerleri dönüş sırasında bir süre Akdeniz kıyılarında konakladılar. Bu amaçla sahile bir belde kuruldu, burası halkının çoğunluğu Alevi olan Mersin’di.”[22]
iii) Mersin Katolik Kilisesi tarihçesine göre, Peder Giuseppe’nin 1844 yılında İtalya’daki sorumlulara gönderdiği mektupta; Mersin’in, bin nüfuslu ve bunlardan beşinin Katolik olduğu, balıkçıların ve çiftçilerin yaşadığı bir köy olduğu belirtilmiş. Aynı tarihçeye göre, 1854-58 yılları arasında Mersin’in nüfusu 2.000 küsurdu, Hıristiyan nüfusu da şöyleydi: 50 Latin Katolik, 40 Maruni, 8 Kildani. Ermeniler de dâhil olmak üzere 300 Rum Ortodoks bulunmaktaydı.[23]
iv) Edwin Jhon Davis, 1875 yılında geldiği ve dört gün (17-20 Nisan) kaldığı Mersin ile ilgili olarak yazdığı gezi notlarında, Türkçesi şu olabilecek ifadelere de yer vermiş:[24] Bu bölgelerdeki limanlarda görmeye alışıldığı gibi, Rumlar -enerjik, girişimci ve çoğu zengin oldukları için- ve Suriyeli Hristiyanlar, başlıca (en önemli) sakinleridir. Tamamen Avrupalı yerleşikler sayıca çok az. (…). Nüfusun büyük bir kısmı Kuzey Suriyeli Hristiyanlardan ya da burada “fellah” olarak adlandırılan ve pek de ortodoks Müslümanlar olmayan Nusayri Dağı halkından oluşmaktadır. Devlet görevlileri dışında çok az Türk bulunmaktadır Mersina’da; nerede ise ilin bütün taşımacılığı develerle yapılmakta ve deveciler her durumda Türkler olduğu için gelip geçici Türk nüfus büyüktür. (Bazı Türkçe yayınlarda Kitabın bu bölümü aktarılırken, kentte Fellah olarak adlandırılanların da bulunduğu ve bunların nüfusun büyük kısmını oluşturan bileşenlerden olduğu ifadelerine nedense yer verilmemektedir. Davis’in söz konusu ifadelerinin aslı şöyledir: “As usual in the ports of these regions, Greeks and Christians of Syria are the principal inhabitants—the Greeks being energetic, enterprising, and many of them rich. The purely European residents are very few in number; (..) A large proportion of the population consists of Christians from North Syria, or people of the Nusairiyeh mountains, who are here called “fellahhin,” and are not very orthodox Muslims. Excepting the officials, very few Turks reside in Mersina; but the floating Turkish population is large, as almost the entire transport of the province is by means of camels, and the camel men are invariably Turks.”)

b) İlk sakinlerinin kimler olabileceğini belirlemede yardımcı olabilecek bir başka gösterge de, Mersin’deki farklı inançlara sahip gruplara (cemaatlere) ait dini yapıların inşa tarihleri ve kent içindeki konumları olabilir. Çünkü genellikle olduğu gibi ilk dönem Mersin’inde de, aynı inanç/etnik gruptan olanlar bir arada yaşamış ve ibadet yerleri de, bunların yoğunlaştıkları mevkilerde inşa edilmiştir. Bu konulardaki bazı bilgiler de şöyledir:[25]
i) Mersin’deki ilk mescit, cami ve kilisenin yapılış tarihlerine ve yerlerine ilişkin bilgiler yeterli değil. Mevcut bilgilere göre 1854 yılından itibaren, kentin çeşitli yerlerinde mescitler yapılmış. Günümüze gelen en eski cami olduğu anlaşılan Eski Cami, 1869 ya da 1870 yılında yapılmış. İlk kilisenin Rum Ortodokslara ait olduğu anlaşılmakta, ancak yeri (kent içindeki mi, bugünkü Osmaniye Mahallesi’ndeki mi?) ve yapılış tarihi konusunda net bilgiler bulunmamaktadır. Rum Ortodoksların, ibadet yeri için Merkezî Hükümet nezdindeki ilk girişimleri 1849 yılında, kiliselerinin yapımı için başvuruları 1853 yılında olmuş. Latin-Katolik Kilisesi’nin yapımı için ilk izin girişimi ise 1854 yılında olmuş. Ermeni Ortodoks Kilisesi 1870 yılında ve Havra ise 1906 yılında yapılmış. Buna göre: 1) En azından 1809 yılından beri Mersin’de yaşamakta olan insanlar ibadet yeri girişiminde bulunmak için 1849 yılını beklemiş. 2) 1854-58 yılları arasındaki nüfusları esas alınırsa, nüfusu 1500’den fazla olan ve ibadetleri Devlet tarafından desteklenen Müslümanlar, nüfusu Ermenilerle birlikte 300 olan Ortodoks Rumlardan daha sonra ve nüfusu 50 olan Latin Katoliklerle aynı zamanda ilk ibadet yeri (cami değil mescit) oluşturma çabasına girişmiş. 3) Ermeni kilisesi ile ilk cami yaklaşık aynı zamanda yapılmış.
ii) Kent içindeki ilk cami ile tüm kiliseler, İstiklal Caddesi’nin güneyinde, yani yapılaşmanın görece daha geç dönemlerde başladığı alanlarda bulunmaktadır. İlk yerleşilen alandaki, yani Mersin Çayı, Yumuktepe civarı, Kuvai Milliye Caddesi ile İstiklal Caddesi arasında kalan alan içindeki ilk cami, bugünkü 4813 sokaktaki, 1949 yılında Şıh Hali’in (Akel) yaptırdığı Akel Camiidir. Sonraki yıllarda bu alanda başka camiler de yapılmıştır. Bu alanda 1949 yılına kadar yapılmış cami ve kilise yok ama çoğu Bahçe Mahallesi’nde azı Mahmudiye Mahallesi’nde olan, hafızalar yanıltmıyorsa, 8 dolayında ziyaret/türbe var(dı). Bunların da yapılış tarihlerine ilişkin kesin bilgilere erişilemedi, ancak en azından bir kısmının 19. yüzyılda yapıldıkları tahmin edilmektedir. Bu ziyaretlerin yapılış tarihlerinin de araştırılmasında yarar vardır.

c) Bu göstergeleri tamamlayacak bir diğer gösterge de, Mersin’in ilk kurulduğu mevkide kimlerin yerleşmiş olduğudur. “Mersin’in Yumuktepe’den yavaş yavaş sahile indiği, Mersin Çayı’nın doğusundan güneye yayılarak geliştiği” tezinin akla en uygun tez olduğu belirtilmişti. Bu tez, ilk gelenlerin tarımla/bahçecilikle iştigal ettikleri ve yerleşim mevkiini de buna göre seçtikleri varsayımını da içerir. Ve bu teze göre, Mersin’e gelenlerin yerleştikleri mevki, geliş zamanı hiyerarşisini de gösterir. Yani bir ailenin yerleştiği mevki Yumuktepe’ye ve Mersin Çayı’na ne kadar yakınsa o aile Mersin’e o kadar erken gelmiş; yerleştiği mevki ne kadar Güneyde ve Doğuda ise o aile Mersin’e o kadar geç gelmiş gibi kaba bir değerlendirme yapılabilir. Şu kadar ki; süreç içinde Mersin’e gelenlerin iştigal konuları ile etnik kökenleri ya da inançları çeşitlenmeye başladıkça, bunların yerleşim yeri tercihleri ve bağlı olarak kentin gelişme seyri de değişmiş olmalıdır. Bu yazı, ilk (kabaca 1830’lu yıllara kadar) gelenlere odaklandığı için sonraki süreçte olup bitenleri kapsam dışında tutmaktadır. Öte yandan 1870 yılı Adana Vilayet Salnamesinde anılan ve Mersin’in ilk mahalleri olduğu varsayılan Şarkiyye” ve “Garbiyye” (Doğu ve Batı) mahallelerinin Yumuktepe’den sahile kadar uzanan Soğuksu Caddesi’nin doğusunda ve batısında olabileceği daha önce de belirtilmişti.[26]
Peki, Soğuksu Caddesi’nin batısındaki ve doğusundaki ilk kurulan mahallelerde kimler vardı? Soğuksu Caddesi boyunca, bugünkü 4619 nolu sokağa kadar, Batısındaki Bahçe Mahallesi’nin tamamı ile Doğusundaki Mahmudiye Mahallesi’nin anılan caddeye yakın kesimlerinde (Batı kesimlerinde) hep Arap Aleviler var(dı). Önemli bir bölümü, son birkaç on yılda kentin yeni gelişen mahallelerine taşınmış olsa da, buralarda en azından 19. yüzyıl ortalarından beri Arap Alevilerin yaşamakta olduğu bilinir. Daha önceki tarihlere ilişkin bilgiler alan araştırması ile ortaya çıkarılabilir. Çıkarılmalıdır da. 4619 nolu sokağın Güney kesimlerinde ise 1950’li yıllara kadar, mezheplerine dağılımı hakkında bilgi olmamakla birlikte Hıristiyanlaınr olduğu hatırlanmaktadır. (Havra da Soğuksu Caddesi üzerinde 4803 nolu sokağın Güneyinde idi. Ancak, bu mevkide Musevilerin yaşadığına dair bir bilgi edinilememiştir. Araştırılmasında yarar var.)
Tanımlanan alanda yalnızca Arap Alevileri olduğu içindir ki, hiç mescit ve kilise yok ve ilk cami 1949 yılında yapılmış olmasına karşılık çok sayıda ziyaret/türbe var. Çünkü Arap Alevileri, ibadetlerini yapmak için camiye ihtiyaç duymazlar(dı). Ama ziyaretlerin onların inancında önemli yeri vardır. “Bu ziyaretler yalnızca Nusayri mahallelerinde bulundukları için, bir mahallenin Nusayri mahallesi olup olmadığı, o mahallede ziyaret olup olmadığına bakılarak kolayca karar verilebilir.”[27]
Bütün bu bilgiler ne anlama geliyor? Bu bilgiler şu anlama geliyor: i) Mersin adının Mersinoğlu Köyü’nden geldiğine ilişkin hiçbir somut veri yok. Mersin adı, mersin bitkisinden geliyor olabilir. Ancak bu konuda cevabı verilemeyen pek çok soru var. 2) Mersin’e ilk gelenlerin Rumlar, Hristiyanlar, Levantenler ya da Mersinoğlu Köyü kökenliler olduğuna dair somut bir bilgi yok. Buna karşılık, ilk gelenlerin Arap Alevileri olma olasılığı çok yüksek görünüyor. Ancak, bu anlam da, Arap Alevileri Mısırlı İbrahim Paşa’nın Bölgeyi işgal altında tuttuğu yıllarda (1832-1840) Bölge’ye getirdiği görüşü ile çelişmektedir. Hangi görüş doğrudur? Arap Alevileri, İbrahim Paşa döneminde mi geldi/getirildi, yoksa onun işgali öncesinde mi Bölge’ye gelmişler? Arap Alevilerin Mersin’e ne zaman, nereden ve hangi amaçla geldikleri, bir sonraki yazının konusunu oluşturacaktır.

5 Bölümlük yazı dizisinin ilki olan ”  MERSİN’İN KURULDUĞU YIL VE YER ” başlıklık yazı için bu satırı tıklayınız.

5 Bölümlük yazı dizisinin 2. olan ”  MERSİN’DE NERELER BATAKLIK İDİ ” başlıklık yazı için bu satırı tıklayınız.

(“yumuktepe.com” notu:  Yazarın Mersin Tarihine ilişkin üçüncü yazısını okumaktasınız . Birinci yazıda, Mersin ne zaman kuruldu, adı ne zaman kullanılmaya başlandı ve Mersin kentinin ilk yapıları nerede oluştu; ikinci yazıda, Mersin’de/Bölge’de nereler bataklıktı ve Mısırlı İbrahim Paşa hangi bataklıkları kuruttu; üçüncü yazıda, kentin ilk sakinleri kimlerdi ve adı nereden geliyor; dördüncü yazıda Mersin’deki Arap Aleviler ne zaman, nereden ve hangi amaçlarla geldiler gibi sorulara bugüne kadar verilmiş cevaplar irdelenmiş, beşinci yazıda ise, toparlama, genel değerlendirme ve öneriler yer almıştır. )


Maden mühendisi. Ankara’da yaşıyor. Mesleki örgütlerde etkin görevler üstlendi. Çeşitli konularda yayımlanmış yazıları var.

scroll to top