,

ÖZÜR DİLİYORUM – Doğan AKÇA

zür-Dilerim-Mersin.jpg

Ben Atatürk’ün “Bu memleketin hakiki sahibi olunuz” yani lafta, palavrayla değil, gerçek anlamda sahip olunuz dediği 1923 yılındaki Mersin nasıl bir şehirdi bilmiyorum. Ama 1945 – 50 yıllarındaki Mersin’i iyi biliyorum.

17 Mart’ta tören yaptığımız Atatürk’ün Mersin’e gelişinin 75. yılını kutladığımız o alan, 1950’li yılların başında Millet Bahçesi olan adı Cumhuriyet Gazinosu’na dönüşmüş muhteşem bir bahçe idi. Hemen köşesinde Kokulu Büfesi biraz ilerisinde Aile Bahçesi vardı. Önündeki 4-5 metrelik kumsaldan sonra deniz başlardı. Hatta deniz keyiflendiği zaman kumsalı da kaplar ve bahçenin kenarındaki masaların, o masalarda oturanların ayaklarını öperdi. Bahçenin dev okaliptüs ve çam ağaçlarıyla örtülü gölgesi en sıcak yaz günlerinde bile tatlı serinliği vücutlarımızda dolaştırır, huzur verirdi.

Önce Mersin’e Liman yapılacağını öğrendik. Ve  içinde bir rafinerinin de bulunacağı bomba tesirli Liman’ın inşaatı başladı. Yavaş yavaş deniz dolduruldu. Millet Bahçesi’nin kıyısını okşayan deniz yüzlerce metre uzağa kovuldu. Kovuldu ama onu evinden kovan bize de küstü. Bir daha hiç barışmadı. Kendini kirletti, kızdıkça şehre pis kokular yaydı.

İşte ben bütün bunlar yapılırken bu memleketin hakiki sahibi olarak mani olacağıma gittim limanı yapan firmada çalıştım. Yani şimdi itiraf ediyorum işte. Denizimizi küstürenlerden biri de bendim. Özür diliyorum.

Sonra 1970’li yıllar geldi. Denizden çok uzakta kalmasına rağmen Millet Bahçesi yine de hepimizin soluklandığı yerdi. Fakat bir Belediye Başkanı sözde oradaki işletmeciyi çıkarmak  için Millet Bahçesi’ni kapattı. Üstelik bir sabah tetikçilerini yollayıp o dev okaliptüs ve çam ağaçlarını yerle bir etti. 4-5 palmiye 1-2 çam canını zor kurtardı bu katliamdan. Ondan sonraki Belediye Başkanı da bütün o alanı çirkin, anlamsız bir betonla kapladı.

Ben o zaman bu cinayetlerin işlendiği alanın hemen yanındaki apartmanda oturuyordum. Ve cinayeti gördüm. Ama memleketimin hakiki sahibi olamadım. Hiçbir şey yapmadan öylece seyrettim. Özür diliyorum. Aslında apartmanda oturuyorum derken bir suçumu daha itiraf ettim. Çünkü 1960’lı yılların sonlarına kadar Millet Bahçesi’nin hemen yanından itibaren büyük bahçeler içinde duvarlarını denizin okşadığı villalar uzanırdı. Bu bahçelerdeki hanımeli, yasemin, portakal çiçeği, gül, karanfil kokuları bütün Mersin’i sarardı. Aslında yalnız bu villaların bahçesinde değil tüm Mersin’de hatta en fakir evin bahçesini bile çiçekler, sokağa taşan ağaçlar süslerdi. Önce bu dünya güzeli bahçelere apartman yapılmaya başlandı. Sonra evler villalar gitti.

Ben memleketimin hakiki sahibi olacağıma dünya güzeli bir bahçenin yok edilmesi pahasına yapılan ilk apartmandan bir daire aldım. Üstelik bahçe içindeki çok güzel bir evden çıkıp oraya taşındım. Yani mani olacağıma betona destek verdim. Ve memleketimin hakiki sahibi olamadım. Özür diliyorum.

Villaların yanından başlayıp belediye binasına kadar uzanan kaldırımın üstünü pergolalara sarılmış asmalar, begonviller örterdi. En sıcak yaz gününde bile o pergolaların altından kolunuza esintili bir gölgeyi takıp geçerdiniz. Kime ne zararı vardı bilmem bütün o pergolalar, asmalar, begonviller sökülüp atıldı. Şimdi sadece Vali Konağının önünde yüz metre kadarlık bir kısım kaldı. Yazın kavurucu sıcağında kan ter içinde o yoldan geçerken memleketimin hakiki sahibi olamadığım için kendime kızıyor sizlerden özür diliyorum.

Halkevlerinin yani ülkemi aydınlığa çıkaracak en önemli kurumun yok edilmesi sırasında ben daha çocuktum. Ama Mersinli sanatçılar, sanatseverler kendilerine Halkevi yerine geçecek başka bir mekan buldular Akkahve. Ben de Akkahve Üniversitesi’nden eğitim alanlardan biriydim. Durup dururken kapattı belediye. Anlamsız görevler yükledi oraya. Son zamanlarda su parası tahsilatı yapılıyor, sanki bu iş için başka bir yer bulamazmış gibi. Bu konuda bazı cılız tepkilerim, çabalarım oldu ama yine de memleketimin hakiki sahibi olup orayı tekrar Akkahve yaptırmayı başaramadım. Özür diliyorum.

Daha neler oldu neler Mersin – Silifke arasında denizin önüne zevksiz, çirkin bir beton duvar örüldü, canım portakal bahçeleri yok edilerek ve site, deniz evi, yazlık gibi isimler takılarak.
….
Yoğurt Pazarı’ndaki yüz yıllık granit taşları sökülüp atıldı. Yerine sıradan insanın beğeneceği bir alan yapıldı. Asıl görev gerçekten sanatsal bir alan yaparak eski dokuya sahip çıkmaktı. Ayrıca burayı heykellerle süsleyerek halkın zevk anlayışını yükseltmeye çalışmak olmalıydı.

Son günlerde İstiklal Caddesi’nin ortasına beton bir Çin Seddi yapıldı (Bari yaz kış yeşil kalan sarmaşıklar ekip o betonu kapatsalar)

Hilton Oteli’nin yanındaki, bazen uluslararası turnuvalar bile düzenlenen voleybol sahasının yerine sanki Mersin’de hiç yokmuş gibi halı saha yapılıyor şu anda. Kime ne faydası olacaksa.

Araştırsak, etrafımıza baksak kim bilir bunlar gibi kaç cinayet görürüz her gün.

Mersin’in sayın yöneticileri, sevgili Mersin’liler, dostlar, Ben Atatürk’ün “Bu memleketin hakiki sahibi olun” talimatına uyamadım. Bu gücü gösteremedim. Hatta bazen şehrimi katledenlere yardımcı oldum. Huzurunuzda Ulu Önder’den af diliyorum, özür diliyorum.

İçel Sanat Kulübü Bülteni 69. Sayısından alınmıştır.

Biyografik Bilgi

scroll to top