,

YILMAZ BOZAN’IN YOLCULUĞU – ZİYA AYKIN

Yılmaz-Bozan1.jpg

SÖYLEŞİ :  YILMAZ BOZAN’IN “AHŞAP İSİM TRENİ” İLE YOLCULUĞU
Serveti evlatlarından oluşan bir ailenin sekiz çocuğundan biri olarak 1973 yılında Adıyaman, Gerger’de doğmuş Yılmaz Bozan. Yürümeyi, okumayı Mersin de öğrenmiş. Uzun bir süre sadece gözlemlemiş, dinlemiş, okumuş… İlk şiiri 34 yaşında iken Yaratım Dergisi’nde yayımlanmış ve gerisi çorap söküğü gibi gelmiş. Varlık, Yasakmeyve, Akatalpa, Mühür, Eliz, Kurşun Kalem, Gediz, Sunak, Yaratım dergilerinde öyküler, şiirler dizelenmişler.
Ziya AYKIN – “Ahşap İsim Treni” bu yılın başında çıkan son kitabınız. Önceki kitaplarınızı sayar mısınız?
Yılmaz BOZAN – İlk kitabım 2010 yılında Artshop yayınevinden “İNCE SUS” , 2012 yılında yine aynı yayınevinden “EROTOMAN” , bu yılki “AHŞAP İSİM TRENİ “ de Mühür Kitaplığı’ndan çıktı.
Ziya AYKIN – Ne güzel, her iki yılda bir kitap çıkarıyorsunuz. Bu üretkenliğin kaynağı nedir ?
Yılmaz BOZAN – Belki klasik bir yanıt şekli olacak ama yine de başka türlüsünü söyleyemeyeceğim. Kaynağım okumaktır.
Z.AYKIN – Ne tür kitaplar okuyorsunuz ?
Y.BOZAN – Edebiyat ve edebiyat dışı ilgimi çeken, bana yararlı olacağına inandığım her türlü kitabı, dergiyi okuyorum. Şiir, öykü, roman dışında, gelişim, psikoloji, felsefe, kutsal kitaplar… Şiir ve öykülerimin beslenim kaynağı okuma çeşitliliği. 2002’den 2007’ye kadar geçen zamanda diliminde, il halk kütüphanesi çalışma mekanım oldu. Hafta içi her gün kütüphane çalışanı gibi, sabah erkenden kütüphaneye gidiyor, her günkü masama oturuyor, akşam kütüphanenin kapanış saatine kadar ders çalışır gibi; kitap okuyor, notlar alıyor, şiir ve öyküler yazıyordum. Masamda daima birkaç kitap olurdu. Hiçbir zaman tek kitapla yetinen biri olmadım. Sabah okuduğum kitap ayrı, gün içerisinde okuduğum kitap ayrı, akşam okuduğum kitap ayrı olur. Bu yıllardır edindiğim bir alışkanlıktır.
Z.A – Böyle düzenli ve durmaksızın okuyunca artık yaşamın bir parçası, vazgeçilemez oluyor elbette.
Y.B- Okuma beni heyecanlandırıyor, motive ediyor. Belirttiğim gibi okuma çeşitliliği biçiminin beni belirli bir tek yazardan etkilenmekten kurtardığına da inanıyorum.
Z.A. – Ve öyle bir an geliyor ki artık kendi yazdığını yazacaklarını okuma ihtiyacı doğuyor ve başlıyorsunuz yazmaya.
Y.B- Evet. Aynen öyle.
Z.A.- Dilerseniz son kitabınızdan söz edelim. Gerçi diğer kitaplarınızın isimleri de çok ilginç. Ama bu isim tren ismi nedir ?
Y.B- Kitap için bir isim vardı aklımda. “Yeşil E Beyaz Ş” diye. Dosya matbaaya gitmeden son anda değişikliğe uğradı. Sevdiğim kadının ad ve soyadının baş harfleri olan “E” ve “Ş” Yeşil ve Beyaz’ın ilk harfleri de benim ad ve soyadımın baş harfleri olduğu için seçmiştim bu ismi ama . Papaza kızıp oruç bozdum.
Z.A.-Burada bir anahtar görüyorum. Siirlerinizi nasıl bir şifreyle yazdığınıza ilişkin… Neyse konuya dönelim… Yine her biri ahşaptan yapılmış minik bir harfle yüklü vagonların oluşturduğu isimler yazılı oyuncak trenler… İsim konusunda dönüp dolaşmış fazla uzaklaşamamışsınız.
Y.B- Evet sanırım öyle oldu. Yeni bir isim arayışına girdiğimde beni ve şiirlerimi iyi tanıyan Sadık Yaşar’a “oğlum oldu” dedim. O da isim babası oldu…
Z.A- Ahşap insanda olumlu, sıcaktır, samimi duygular çağrıştırır. Doğaldır ve işlemesi çok kolaydır. Böyle bir isim verilmiş kitabın anlattıkları, alıp götürdüğü yolculuk da öyle olsa gerekir.
Y.B- Ahşap İsim Treni, okuruna yaşlılıktan, hastalıktan ölümden korkmamayı, bunlara hazırlıklı olmayı, kabullenmeyi öneriyor. Okurunu trajedinin istasyonundan alıp, yaşamın güzelliklerine taşıyor. Ahşap İsim Treni, okuruna bu yolculukta aşk ve sevginin erdemini, asaletini vaat ediyor.
Z.a- Biraz daha açabilir misiniz ?
YB- Bu kitapta; ölüm, yaşlılık, hastalık, aşk-sevgi ve dil sorununu işledim. Bu beş temanın üçü, birbirine paralel temalar. Yaşlılık varsa hastalık var, hastalık varsa ölüm var. Yaşlılığın kaçınılmazlığını, gençliğin ve sağlığın önemini, ölüm düşüncesini, felsefi yorumlar getirerek, uğuldayan zihnime terapiler yaptım.
ZA- İnce sus ile Erotoman arasında imgesel olmasa da dilsel bir kırılma göze çarpıyor. Uslup kayması söz konusu, biçimde bir değişiklik yok. İnce Sus’da lirik bir hava hakimken, Erotoman’da cinselliğe, kadın ile erkeğin arasında geçen sorunlara değiniyorsunuz. Erotoman’daki şiir başlıkları da hem ilginç hem de sert ifadeler içeriyor; ”Kadının iffeti Ama’dan sonra başlar. Kadın ile Erkek olmanın bedeli cinselliktir. Kadın Erkeğin zaferidir” gibi.
YB- İnce Sus kitabımda mütevazi bir ruh hali ve mütevazi bir dil var. Erotoman ise hırçın, asi, sıra dışı, sorgulayan ve kendi doğrularına kendince felsefi yorumlar getiren. Üç kitabımda da imgesel algım hiç değişmedi. İmgeci bir şairseniz bu imgesel algı da kolay kolay değişmez zaten. Erotoman’ı isim olarak da kitap olarak da kendi alanında ilk ve tek olduğunu övünerek söyleyebilirim. Kitabın arka kapağında belirttiğim gibi : “Erotoman giden biri, hem bir karekter hem de bir kavram.” Erotoman bir Don Juan, bir Kazanova bir karakter olarak. Kavram olarak ise; somut ilişkilerden çok soyut ilişkilere inanan herkesin kendisini sevdiğini düşünen biri. Psikolojik sözlük anlamı taşıyan bir karekter Erotoman.
ZA- Hangi şair veya şairlerle içses benzerliğiniz var? Şiirin sendeki ifade biçimi nedir? Şiir sana ne verip ne alıyor?
YB- Ne ses ne de içses olarak herhangi bir şairle benzerlikten çok, yerli, yabancı bir çok şairin seslerinin gömüsü var zihnimde. O gömü içinde sesime teğet geçenler oluyor. İnsan aldığı yaraları zamanla unutsa da, şiirde kalıcılığını korumuş oluyor. Okumak ve yazmak benim terapi alanlarım, tedavi araç gereçlerim. Zaman en güzel ilaç derler. Ama bence benim aldığım yaraların ilacı zaman değil, okuma yazma kürleri benim ilacım… Şiirin sokaklarında arıyorum kendimi, umutlarımı, düşlerimi, sevgiye dair beklentilerimi. Yaşamın sokağında aldığım darbeleri, şiirin sokağında pansuman yapıyorum. Şiir yitik bir sevgiliyi aramaktır, ama aslında hiçbir zaman bulamaz onu. Bulduğunu sandığında yitirir gücünü. Sonra tekrar yine arayış, hep bir arayıştır sürer durur. İflah olmaz, uslanmaz aç gözlülük sergiler.
Z.A- Ahşap İsim Treni’nde sayfa 10 da “İnsan Silgisi”
bu unutulmuş insan yarası kıyı
tuz uykusuna dalınca
çamur rengi akşamüstü
arz lehçesiyle konuşur
yanlış harf bedenim
bir gün ansızın silinir

insan silgisinin başladığı yerde
yalanlıyor zaman canlıyı

Şeklinde sürüp giderken felsefi bir gezintiye çıkarıyorsunuz okurları. Yaşam ile ölüm arasına sıkışmış insan bedeninin bir harften ibaret olduğunu, bununda bir gün silineceğini anlatıyorsunuz. Şiir ;

gövdem dört farklı ayna
kırarak biri diğerini
olur görünmez uçurtma
şeklinde son bulurken mistik bir dile bürünüyor. Felsefeyle etkileşim konusunda neler söylemek istersiniz ?
Y.B.- Tüm canlıların birer ismi vardır. Bizlerin canlılar aleminde ismimiz “insan” olmakla beraber , insanlar arasında ayrıca herkesin bir ismi vardır. Bir gün ölüm denen el, bir silgiyle gelir siler canlı varlığımızı da ismimizi de… Ben burada felsefi şiir yazmadım, felsefi beslenim içimde var olduğundan, felsefi yorumlama kendiliğinden ortaya çıkmış oldu.
Ziya Aykın- Size, çok teşekkür ediyoruz .

Biyografik Bilgi

scroll to top