MERSİN HALKEVİ / MERSİN KÜLTÜR MERKEZİ – Sayfa 54-59 “Kitabın başına dönmek için bu satırı tıklayınız…“
Halkevi’nin mimarları ve teknik elemanları hakkında bilgiyi , Vali Tevfik Sırrı Gür’ün Halkevi Binası’nın açılış konuşmasının Şeref Defteri’ndeki kayıtlarından edindiğimizi belirtmiştik.
MERSİN HALKEVİ BİNASI İNŞAATI’NIN TEKNİK KADROSU
Kendi el yazısı ile kaleme alınan konuşma metninde, dört teknik adamın adı geçer. Bunlar sırasıyla, Vali Tevfik Sırrı Gür’ün kendisinin hazırladığını söylediği taslak proje (ki biz buna şimdi, yeni global deyimle konsept diyoruz) “üzerinde ciddi etütler yaparak daha güzel hale koyan”
* Yüksek Mimar Arif Hikmet (Koyunoğlu),
* Yüksek Mimar Dr. Mukbil Gökdoğan ve dış cephedeki mimari incelikleri tayin eden (saptayan, cephe tasarımını yapan kişi)
* Yüksek Mimar Ertuğrul Menteşe olduğu görülür. Vali bey bu kişiler için “gösterdikleri yardım, nezaket ve hareketlerinin tatlı hatırasını daimi surette muhafaza etmekteyim”, der.
Ancak Vali Bey’in ayrı yere koyduğu özel bir kişi var. Bu kişi Vali’ye göre: “yapının bütün ayrıntılı teknik resimlerini, fenni (inşaat) hesaplarını, murakabe ve idaresi mükemmel ve faziletli bir iş adamı olan onbeş yıllık iş arkadaşım” dediği,
* Yüksek Mühendis Matisner’dir. O’nun için, “Yapının her noktasında,
her cüz’ünde Yüksek Mühendis Matisner’in emeği ve alın teri var”, diyor.
Ekipteki Mimar Ertuğrul Menteşe dünya görüşü olan, pratik deneyimi olan, donanımlı bir kişidir. Yukarıda da açıklandığı gibi, Vali Tevfik Sırrı Gür, Halkevi yapımında deneyimli bir usta mimarın, doktorasını tamamlamış öğretim üyesi bir mimarın görüşlerini alarak sağlam bir ön kadro oluşturmuştur. Kendi deneyimlerini de oluşturulan kurula aktarabilmiş, uygulama projelerini ise yurtdışında şehircilik ve güzel sanatlar mimarlık bölümü eğitimi almış, üniversite mezunu, “Avrupa görmüş” bir yüksek mimara yaptırmıştır.
Böylece zaten kritik ve zor şartlar altında yürüyecek projenin uygulamasında çıkacak mimari eleştirileri de önceden kesmiş oluyordu.
Projenin uygulanmasını da 15 yıllık deneyimli arkadaşı Macar asıllı Y. Mühendis Mösyö Matisner’le yapacağından binanın sorunsuz tamamlanmasını da garantilemiş, işi kotarmıştı.
İnşaatın denetimini devlet adına yapan kişi, Nafıa (bayındırlık) Müdür Muavini İnşaat mühendisi Raşit Tuğrul Bey’dir. İnşaata teknik bir künye yazmak istersek:
TEKNİK KADRO
Danışman Mimarlar : Yüksek Mimar Arif Hikmet (Koyunoğlu),
Yüksek Mimar Dr. Mukbil Gökdoğan,
Proje/Cephe tasarımı : Ertuğrul Menteşe
Yapım, Fenni Mesul : Yüksek Mühendis Mösyö Matisner
İnşaat çavuşu : Süleyman Çavuş
Ağaç işleri : Selim Gülener, Mehmet Dil
Mobilyacı : Niyazi Talu,
Elektrik işleri : Mustafa Kavukçuoğlu
Yapı ustaları : Gümüşhane’li Osman ve Süleyman, Kayseri’li Yunus
Kontrol Mühendisi : İnşaat Mühendisi Raşit Tuğrul
Not: Bu kadro içinde olduğu sözlü olarak bildirilen Taşeron: Hacı Yusuf hakkında ek bilgi bulunamadı.
Teknik kadrodaki anılan kişileri tanımaya çalışalım:
YÜKSEK MİMAR ARİF HİKMET KOYUNOĞLU (1888-1982) Türk mimar ve fotoğraf sanatçısı.
Ressam Hoca Ali Rıza’nın önerisi üzerine mimarlığa yönelen Koyunoğlu, yüksek öğrenimini 1908-14 arasında Sanayi-i Nefise Mektebi’nde görmüş, burada Vallaury ve Mongeri’nin öğrencisi olmuştur. İstanbul Arkeoloji Müzeleri müdürü Osman Hamdi ve kardeşi Halil Edhem Eldem’in yardımıyla müzeyle ilgili işler almış, Mongeri’nin Beyoğlu’nda uygulamakta olduğu Saint Antoine Kilisesi’nin yapımında çalışmıştır. I. Dünya Savaşı başlayınca Erzurum’da askere alınan Koyunoğlu, ordudaki görevinin yanısıra Erzurum’da İttihad ve Terakki Cemiyeti Kulübü’nü inşa etmiştir. Savaş sonrası yeniden İstanbul’a dönmüş, işgâl altındaki kentte mimarlık yaparak geçinme olanağı bulamadığından tabelacılık, foto muhabirliği ve fotoğrafçılık yaparak hayatını kazanmaya çalışmıştır. İlk Türk fotoğrafçılarından biri olarak Cağaloğlu’nda Yeraltı Fotoğrafhanesi’ni açan Koyunoğlu, işgâl güçleri tarafından takibe alınınca İstanbul polis müdürü olan arkadaşı Nevzat Tandoğan’ın yardımıyla Ankara’ya kaçmıştır. Burada Şeriye ve Evkaf Vekâleti İnşaat ve Tamirat Heyet-i Fenniyesi’nde kısa bir süre mimar olarak çalışmış, daha sonra da kendi bürosunu açarak serbest çalışmaya başlamıştır.
Bu yıllarda resmî ya da özel yapıların mimarlığını yaparken bir yandan da Hâkimiyet-i Milliye gazetesine ve Türk Yurdu dergisine kültür ve mimarlık konularında yazılar yazmış, İstanbul’daki İleri gazetesinin foto muhabirliğini yapmıştır. Bursa’da Tayyare Cemiyeti Tiyatro ve Sineması’nın (1930-34) uygulamasından sonra, 1935’te İstanbul’a yerleşmiştir. İstanbul Konservatuvarı için açılan uluslararası proje yarışmasında III. Ödülünü alan Koyunoğlu için “muallim mimar” sıfatı kullanılmıştır.
Koyunoğlu’nun yapıtları I.Ulusal Mimarlık akımının özelliklerini taşır. Ankara’daki ilk önemli yapısı Etnografya Müzesi ‘dir (1925-28). En önemli yapısıysa Osmanlı mimarlığından esintiler taşıyan Ankara Türk Ocağı (Halkevi) Binası’dır (1927-30).
Yaşam öyküsünü aktardığımız Arif Hikmet Koyunoğlu, Atatürk’ün önem verdiği, projelerini yaparak hayata geçirdiği, Ankara Halkevi binasının mimarıdır. Vali Tevfik Sırrı Gür bu nedenle onun mimari görüşünü de almak için, C.H.P Müşavir Mimarlık Bürosu’ndan istemiş ve proje ekibine almıştır.
ARİF HİKMET’İN BENZER BİR PROJESİ
Arkitekt – Aylık yapı sanatı, şehircilik ve tezyini sanatlar mecmuası –Türkiye Cumhuriyeti’nde bir ilki yansıtır. 1935/1 sayısı “İstanbul Tiyatro ve Konservatuvarı’na ait uluslararası proje müsabakası sonuç değerlendirmeleri”ne ayrılmıştır. Yoğun katılımın olduğu sonuçlar, çizimler ve raporlar ilginçtir. Birinci ve ikincilik ödüllerini yabancı mimarlar paylaşırken, üçüncülük ödülünü Mimar Arif Hikmet (Koyunoğlu) alır.
İZAH NOTUNDAN BAZI KISIMLARIN HÜLASASI
Proje Rapor Özeti’nden
“Sahne Dekor Tasarımı Ekipmanı”
Bu başlıkla verilen kısa notlarda akustik önlemlerin önemi ve sahne- dekor tasarımı üzerinde ayrıntılar vardır. Ayrıca projenin cephe tasarımı ve proporsiyonları Mersin Halkevi binasını anımsatacak çizgilerdedir.
Arif Hikmet’in proje raporu, Mersin Halkevi Binası’nın hatırlarda kalan “döner sahne” imajının da gerçeğini açıklar.
“…Tiyatroların en noksanının “Sahne” ve sahnedeki “İmkânlar” olduğu kanaatındayım. …bu hususta bir azami elde etmeye çalıştım. Her iki yan sahne ile arka sahneye de birer çift katlı iner çıkar, (Deppelstok Versenkung) tesis edildiği takdirde oyun sahnesindeki (Scene) den başka bütün teferruatına kadar hazır olmak üzere, daha altı adet başka sahne hazır bulundurulabilir.
Bu suretle en çok perdeli bir oyunda bile, yandan oyun sahnesine yeni sahne arabasının sürülmesine kadar geçecek birkaç dakikalık fasılalarla oyuna devam edilebilir. İşleri biten sahnelerin arabaları sol yan sahnenin altına sürülür…bir yandan oyunun devam etmesi buna mani olmadığı gibi, bu (scene) bozma işi de oyuna hiçbir zarar vermeyecektir. “
Ayrıca rapor özetinde sahne ile ayrıntılı pek çok bilgi yer alır.
İstanbul Tiyatro ve Konservatuvarı yarışmasında üçüncülük alan Koyunoğlu, daha önce Atatürk’ün önerisiyle Türk Mimarlar arasında yapılan yarışma ile Etnografya Müzesi (1925-28) ve Ankara Türk Ocağı (sonradan Halkevi olan) Binası’nın projelerini kazanmış ve uygulama şansı bulmuştu (1927-30). Daha sonra Bursa’daki Tayyare Cemiyeti Tiyatro ve Sineması’nın (1930-34) uygulamasından sonra, 1935’te İstanbul’a yerleşmiştir. Özellikle döneminin tiyatro salonu ve sahne mimarlığı konusundaki proje ve uygulamalarda başarılı deneyimleri olduğu görülüyor. Bu nedenlerle Vali Tevfik Sırrı Gür Mersin Halkevi projelendirmesi aşamasında Arif Hikmet’in (Koyunoğlu) müşavir (danışman) olarak fikirlerinden yararlanmıştı. Mersin Halkevi tiyatro salonu bugün Türkiye’nin olumlu akustik özellikli, ses yapısı en iyi salonudur.
Y. MİMAR MUKBİL GÖKDOĞAN (1909-1992)
Yüksek Mimar Doktor, geleceğin Profesörü ve Bayındırlık Bakanı
Mukbil Gökdoğan bey kariyere önem veren, mimarlığı yanında siyasi politikayı da takibenden bir kişidir.
İstanbul Mimarlar Odası 172 numarada kayıtlı görülen Mukbil Gökdoğan (09.01.1909 – 01.01.1992) İTÜ Mimarlık 01.06.1941 mezunudur ve kendi okulunda akademik kariyer yaparak profesör olur. 1952’de Mimarlık Fakültesi’ne dekan seçilir. Mukbil Gökdoğan Prof. Ernst Neufert ‘in İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’ni ziyareti sırasında arkadaş olur, birlikte çalışırlar.
1960 İhtilali sonrasında iki yıl kadar Nafıa (Bayındırlık) Bakanı olarak görev yapar.
İstanbul Belediyesi’nde “İmar Müşavirleri Heyeti” ismini taşıyan bir çalışma grubunda Emin Onat gibi mimarların arasında Mukbil Gökdoğan’ın ismini görüyoruz.
Mukbil Gökdoğan hoca, o tarihte İTÜ’de öğretim üyesidir. Mersin Halkevi için, O’nun da, akademik görüşü önemlidir. Koyunoğlu ile İstanbul’dan tanışan Gökdoğan, iki meslektaş olarak Mersin Halkevi Binası’nın projelenme aşamasında mimari görüşleri paylaşırlar.
Türkiye’nin ilk bayan astronomi profesörü Nüzhet Hanım’la evliydi. Can (tıp profesörü) ve Gönül (konservatuvar keman sanatçısı) isimli çocukları vardır.
ERTUĞRUL MENTEŞE (1909-1998)
Mimar – Şehircilik Uzmanı – İl İmar Müdürü
Ertuğrul Menteş beyin adına Mimar Ertuğrul Menteşe olarak çeşitli yerlerde rastlıyoruz. Öncelikle Aykut Hokkacı’nın verdiği bilgilerden, Ertuğrul Menteşe’nin Halkevi inşaatı sırasında sürekli inşaat mahallinde bulunduğu, uygulamada çıkan mimari sorunları çözdüğü ve inşaatı denetlediğini öğreniyoruz.
İstanbul Mimarlar Odası 66 sicil no’lu Mimar Ertuğrul Menteşe 01.01.1909 Milas doğumlu. Paris Şehircilik Enstitüsü ve Güzel Sanatlar Mimarlık Bölümü eğitimi alan Menteşe 15.02.1938 tarihinde mezun oldu. 30.03.1998 de öldü.
Çalışmaları arasında;
* 1940-48 yılları Bayındırlık Bakanlığı Yapı işleri ve Şehircilik Fen Heyeti üyeliği;
* 1948-56 İstanbul Belediyesi’nde İstanbul İmar Müdürü;
* 1957-1961 Emlak Kredi Bankası baş mimarı; mimari tasarımını Ertuğrul Menteşe Grubu’nun gerçekleştirdiği Ataköy 1. Kısım inşaatı uygulayıcısı;
(Ataköy, 2005 yılında İnşaat Mühendisleri Odası tarafından seçilen 50 yılda 50 eser kapsamında “Binalar / Büyük Toplu Konut Alanları” kategorisi içinde yer alır.)
* 03.02.1958’den itibaren İstanbul Mimarlar Odası Büyük Kent 3. dönem yönetim kurulu üyeliği; 1964-69 arası İmar İskan Bakanlığı Müşaviri, İstanbul İl İmar Müdürü.
* Mersin’deki eserleri arasında Mersin Halkevi, Tüccar Kulübü, Mersin Ak Otel, Ak Kahve (Belediye Taş Binası restorasyonu) ve Tarsus Ortaokulu var.
Ödülleri: Fransız Mimar Odası bronz madalya, – Royal İnstitute of British Architects üyeliği ve pek çok yurtiçi ödülü vardır.
MÜHENDİS MÖSYÖ MATİSNER
Ne yazık ki anılan Mühendis Mösyö Matisner hakkında ayrıntılı bilgi edinemedik. Ancak Macar asıllı olduğunu öğrenebildiğimiz Matisner’in, binanın sorumlu şantiye şefi olarak görev yaptığı, detay çözümlerini sağladığı konusunda hiç şüphe yoktur. Pratik çözümler getiren uygulamalarına bakıldığında deneyimli ve donanımlı olduğunu görüyoruz.
Mersinli Prof. Dr. Atilla Erdemli’nin hatırladığı kadarıyla, Mühendis Matisner, eşiyle birlikte Mersin’de Atilla Erdemli’nin ailesine ait bir evde kalmıştır ve Erdemli ailesi ile aralarında bir dostluk oluşmuştur. Bu süre içinde dünyaya gelen bebeğe Matisner tarafından Türk – Macar dostluğuna atfen “Atilla” adının verilmesi teklif edilince aile sevinçle kabul eder.
Prof. Erdemli’nin verdiği bilgilerden Musevi asıllı bir Macar olan Matisner’in Mersin’deki işinin bitiminden sonra Macaristan’a dönmeyip İsrail’e gittiğini öğreniyoruz. İsrail’e gittikten sonrası ile ilgili bir bilgiye ulaşılamadı.
MÜHENDİS RAŞİT TUĞRUL
Yazılı belgelerde görülmeyen Raşit Tuğrul bey Halkevi Binası’nın kontrol mühendisidir. Aykut Hokkacı’nın bizzat görüşerek verdiği bilgilere göre, son derece yetkin bir mühendistir. Mersin’in geliştiği 1940’lı yıllarda Jansen Planına uygun düşecek bazı kuzey yollarının da uygulama projelerini yapmıştır. Raşit Tuğrul beyin, Yemen Muhafızı Tatar Osman Paşa’nın torunu olduğu, iyi eğitim aldığı ve çok iyi piyano çaldığı vurgulanırken, uzun dönem askerliğini Mersin’de yaptığı ve burada Nafıa Müdürlüğü’nde görev aldığı biliniyor.
Mersin Halkevi’nin inşaatı sırasında spor salonu ile bağlantı yollarındaki çöken kirişin zarar tespiti ve tutulan raporu Mühendis Raşit Tuğrul ile birlikte imzalayan kişi Mimar Ertuğrul Menteşe’dir.
Teknik kadro içinde olmasa da burada belirtilmesi gereken, yapı ve çevresinin bütünlüğünü sağlayan peyzaj mimarlığıdır.
HEYKELTRAŞ AHMET KENAN YONTUNÇ
Binanın çevre düzenlemesi ve peyzaj mimarlığı hakkında bilgimiz yok. Ancak Cumhuriyet Alanı’na bakan Atatürk Heykeli’ni, Heykeltıraş Ahmet Kenan Yontunç’un yaptığı bilinmektedir.
3.30 m boyundaki bronz döküm heykel/anıtın oturduğu iki ton ağırlığındaki tek parça masif bazalt kütle Osmaniye-Toprakkale yöresinden getirilmiştir. Kaidenin üstü iki santim kalınlığında bronz levha ile kaplanmıştır. Kaidede 1944 tarihi (oyma kabartma tekniği ile) yazılıdır.
30 Ağustos 1944 tarihinde Vali Tevfik Sırrı Gür ve Belediye Başkanı Fuat Morel tarafından açılışı yapılmıştır.
Ayrıca Usta’nın yaptığı bir başka eser, 2000’li yılların başına kadar binanın fuayesinde, kalpaklı üniformalı, küçük boyutlu zarif bir Atatürk Heykeli platform üzerinde yer alıyordu.
Ahmet Kenan Yontunç 1904 yılında İstanbul’da doğdu. Sanayi Nefise’de okuduktan sonra Almanya’da özel atelyelerde çalıştı. Plastik yönden değeri pek fazla olmamakla birlikte, Atatürk’e benzeme yönünden başarılı bir mask yaparak ilgi çekti. Sonradan yaptığı heykellerde bu masktan ürettiği örnekleri uyguladı. 1943’te Akademi’ye asistan oldu. 1955’te modelaj hocası oldu.1969’da yaş haddinden emekli oldu. Yapımını üstlendiği pek çok Atatürk Heykeli’ni genç ve yetenekli öğrencileri ile birlikte yaptı. İlerlemiş yaşına rağmen Narmanlı Yurdu’ndaki atelyesinde sürekli çalıştı.
1941 yılında Devlet Resim ve Heykel Sergisi’nde II.lik ödülünü almıştı.
Türkiye’de pek çok Atatürk Heykeli arasında Halkevi önündeki, Mersin 1944, Tarsus 1946, Silifke 1934 heykelleri ile yine Mersin 1938 İsmet İnönü heykellerini de A.Kenan Yontunç yapmıştır.
Şimdilerde adı unutulmuş tiyatrocu Sadi Tek 14.07.1951 tarihinde turne ile geldiği Mersin’de Halkevi şeref defterine bugün anlamını yitirmeyen bir not yazmış:
“Büyük insan, büyük vatansever, büyük devlet adamı olarak hayran kaldığım Tevfik Sırrı Gür’ün göz kamaştıran ve baş döndüren bu eseri, kadirbilir Türk milletinin sinesinde, kendi aziz ismi ile beraber bir iftihar abidesi olarak yaşayacaktır.”
Mersin Halkevi Binası’nı Mersin’e kazandıran Tevfik Sırrı Gür unutulmadı.
Bu başarıya imza atan, yukarıda söz edilen teknik adamların, Mimarlık Sanatı’nı günümüze taşıyan insanların, kısacası “Mimar”ın adı var mı?.……………Kitabın devamı için bu satırı tıklayınız……………………..