Ä°ÅžGALÂ (17 ARALIK 1918 Saat 09.15)
“Günlerdir Mersin’in ufukları kapkara. Ortalık öylesine sakin öylesine durgun ki, sisli – puslu havada sanki gizli bir el boÄŸazını sıkıyor insanların. ZiyapaÅŸa Gazinosu’nda bir kısım halk, pilli radyonun başına toplanmış ajans dinliyor. ingiliz baÅŸbakanı; “Wilson prensiplerini aynen benimsiyoruz” diyor. “Azınlık haklarından, Kürtler’in ayrı bir devlet – federasyon- olarak Osmanlı sınırları içerisinde otonomi kazanmaları gerektiÄŸini” söylüyordu. Radyodan bu cümleler döküldükçe, sanki birisi boÄŸazıma bir hançer saplanmış gibi oldum. Dondum. Eridim. Hırsımdan aÄŸlayamadım. Mondros Mütarekesi’nin 7. maddesinin ilk uygulamasına Çukurova’dan (Mersin – Adana – Ä°skenderun ) baÅŸlanacağını açıklamışlardı. Sevr paylaşımcıları …
“Tarsus Gazetesi”; yakında güzel yurdumuzdan koparılıp alınacağını yazıyordu, Mersin’imizin, Tarsus’un, Adana’nın. Tüm Çukurova kan aÄŸlıyordu.
Adana’da Gazi: ” Silahlarınızı kesinlikle teslim etmeyin, bizim savaşımız asıl bundan sonra baÅŸlıyor.” diyordu. O arada 5 Kasım 1918 günü alel acele Mersin’e geldi ve 23. Tümen Komutanı ile bir görüşme yaptı, ona gereken talimatları verdi. O geceyi Komutanın konuÄŸu olarak Uray Caddesindeki Karamancılar’ın evinde geçirdi.
Geceleri uykusuz, geceleri kabuslarla geçiren, gündüzleri her an, olaÄŸan dışı bir ÅŸeyler olabileceÄŸi endiÅŸesiyle tedirgin yaÅŸayan Mersinliler, nihayet 17 Aralık 1918 sabahı alaÅŸafakta ÅŸehrin açıklarında dev bir harp gemisi gördüler. Olanlar olmuÅŸtu. Ulucami’den okunan sabah ezanı ile, zaten uyumayan Mersinliler daha bir huzursuz, daha bir hareketli, telaÅŸlı saÄŸa sola gidip geliyorlardı. Bir kısım halk deniz kenarına doÄŸru toplanmak istedi. Ancak polis ve jandarma buna izin vermedi. Ne olacağı belli deÄŸildi. Gelenler kimlerdi? Nasıl bir iÅŸgal olacaktı? Bilinmezdi. Halk tedirgin, ürkek, sinmiÅŸ, çaresiz geri evlerine döndü. Kapılar pencereler kapandı sıkıca.
Saat 09.15. Mutasarrıflık (Vilayet Konağı) kıpır, kıpır. Mutasarrıf, binanın ikinci kat Güney bölümündeki Encümen salonunun balkonundan denize doÄŸru bakıyor. Gümrük Ä°skelesi’nde bir hareketlenme oldu. Ä°skeleye bir filika yanaÅŸtı.
Ä°skele başındaki polis karakolunda nöbetçi Komiser Muavini, iskeleye yanaÅŸan filikadan ıslak tahta platforma atlayan, çizmeli, beli manevra kayışlı, yüksek alınlıklı asker ÅŸapkalı ingiliz subayının kendisine doÄŸru maÄŸrur maÄŸrur yürüyüşünü izledi, yarı düş, yarı gerçek zaman kesitinde. Ä°skele başında karakol kulübesinin önünde karşı karşıya geldi ikisi. ingiliz subay askerce selamını verdi ve sırtındaki manevra torbasından çıkardığı kapalı, hafif ÅŸiÅŸkince sarı zarfı Türk Polisine uzattı. O anda Komiser Muavini birden beyninin uÄŸuldadığını duydu. Sanki talimli dizleri gövdesini taşıyamaz oldu. TitrediÄŸini hissetti. Kanı dondu. Zarfı almak üzere uzanan eli biranda belinde asılı duran, belki de patlamayacak kötü silahına gitti. Subayın gözlerinin içine çaktı ateÅŸ fışkıran bakışlarını. Sonra elini uzattı ve zarfı aldı. Zarf sanki tonlarca ağırlık taşıyordu içinde. Sanki 700 yıllık Osmanlı’nın tüm günahları vardı bu küçücük sarı zarfta. Zarfın elini ateÅŸ gibi yaktığını hissetti birden. Onu hemen suya atmak istedi. Kulakları uÄŸulduyordu. Bu sırada ingiliz subay bir ÅŸeyler söylüyordu polisin anlamadığı dilde. Sonra bir selam çaktı ve geri döndü gitti.
Komiser muavini bir an yerinde çakılı kaldı. Sanki ayaklarından mıhlamışlardı iskelenin ıslak tuzlu tahtalarına. Sonra kendini topladı ve zarfı çabucak Vilayet Konağına götürdü.
Mutasarrıf, Jandarma Komutanı ve Polis Müdürü ile toplantı yapıyordu. Hemen zarf açıldı. İçindeki mektup tercüme ettirildi. ” ….. iÅŸgal geçicidir. Osmanlı memurlarının iÅŸine karışılmayacak.” gibi sözler içeriyordu. Mutasarrıf daha fazla okumayı sürdüremedi”.
Mektubun Türkçe tercümesini iki kez okudum. İçim burkuldu. Boğazım düğümlendi. Kahrımdan öldüm.
Uygar Dünya adına utandım
İnsanlık adına yüzüm kızardı.
Oysa suçlu ben değildim.
KURTULUÅž (03 OCAK 1922 Saat 05.00)
“AkÅŸam geç saatlere dek Türk Ä°slam DerneÄŸi yöneticilerinin bazıları ile gizli bir yerde toplantı yaptık. Vakit bilmeden çok geç olmuÅŸtu. Önce bir gözcü bahçe duvarının üstündeki sarmaşıkların arasından sokak taraflarını kolaçan etti. Sokak boÅŸtu. Fabrikalar Caddesi’nin Kuvayi Milliye (Hastane Cad.) Caddesi ile kesiÅŸtiÄŸi noktada iki polis görünüyordu. Üç kiÅŸi bahçe kapısının aralığından arka sokaÄŸa doÄŸru süzüldü. Ben ayrıldım. Hastane Caddesinden aÅŸağı doÄŸru yürüdüm. Saat 04.00 gibiydi. Åžehirde bir tuhaflık vardı. YoÄŸurt Pazarı, hele de TaÅŸhan taraflarında, Gümrük Meydanı ve iskelede bir hareketlilik bir gürültü patırtı vardı. Eski Cami’nin oraya geldiÄŸimde durum şöyleydi; iÅŸgalciler toplanmışlar, askerler sırtlarında torbalarla iskeleye doÄŸru yürüyorlar ve iskeledeki filikalara, mavnalara binerek, ileride dev bir karartı halinde duran ışıkları sönük gemiye doÄŸru kürek çekiyorlardı. Son iki gündür yaÄŸan yaÄŸmur nihayet durmuÅŸtu. Hava açık, pırıl pırıl yıldızlar, rutubetli bir soÄŸuk vardı. Yürüdüm. Ä°skele başında Guvarnör Bnb Anfre, yenilmiÅŸliÄŸin, tükenmiÅŸliÄŸin ve masum Mersin halkına yıllarca yaptığı onca haksızlık ve zulmün yükü altında adeta çökmüştü. Saçları uzamış, üç günlük sakalı ile tam bir bozgun havası yaşıyordu. SaÄŸa sola sinirli sinirli bağırıp çağırıp duruyordu. Yanına vardım. Yüzünde sahte bir gülümseme vardı. Sonra utanarak başını önüne eÄŸdi ve “bitti” dedi. “BaÅŸaramadık” diye söylendi. Son kez başını kaldırdı, sırtını denize, yüzünü Mersin’e dönerek belki de bin piÅŸmanlık duygusu ile hiç bir ÅŸey söyleyemedi. Başı önde, ıslak iskele tahtaları üzerinde kendisini bekleyen filikaya doÄŸru yürüdü gitti.
03 Ocak 1922 sabahı saat 07.30 sularında ilk Türk BirliÄŸi Tırmıl Tepesi’nin Kuzeyinden Güdübes Deresi’ne doÄŸru ihtiyatlı adımlarla ilerliyordu. Nihayet beÅŸ kiÅŸilik öncü keÅŸif kolundan haber geldi. Dere çevresi, hatta taa istasyonun oralara dek her taraf “temiz”di; boÅŸtu. Birlik düzenli bir ÅŸekilde dereyi geçti, ingiliz fabrikasına geldi. Müstevliler giderken çevreyi tahrip ederek kaçmışlardı. Fabrika tesisleri kontrol altına alındı. Ä°lerleme sürdürüldü. Ä°ÅŸte tren istasyonu ve ardından Vilayet Konağı. Ayyıldızlı kutsal bayrak Vilayet Binasına çekildi. Halk sabahın ÅŸaÅŸkınlığı geçip de sokaklarda kendi askerlerini görünce birden sevgi seline kaptırdı kendini. Sokaklara fırlayan yaÅŸlı, genç, çocuk herkes gelen arslanların boynuna sarılıp öpüyor, kokluyor ve sevinç gözyaÅŸları döküyordu”.
Ey Boz Kalpaklılar.
Arslan yürekli yurtseverler.
Korkusuz kurtuluÅŸ fedaileri.
En baÅŸta “BaÅŸ Kuvvacı GAZÄ° MUSTAFA KEMAL” olmak üzere,
Hepiniz ölümsüz anıtlarsınız.
Günümüzde sizlere ve ölümsüz eseriniz Laik Cumhuriyet’e ÅŸerefsizce dil uzatanlar, alçakça gizli açık karşı cephe oluÅŸturmaya çalışan zavallı yaratıklar, ne yazık ki aramızda bulunmaktalar. Ancak bunlar asla baÅŸarılı olamayacaklar. Sizlerin yaktığı onur ışığının yakıcı ışınları ve aydınlık fikirleri karşısında eriyip yok alacaklardır.
Selam sizlere…
Saygı sizlere
Onur anıtları Kuvvacılar.
* Bu yazı “İçel Sanat Külübü” Aylık Bülteni “Ocak 1996 – 43.Sayı” sından alınmıştır.