En iyi tanıdığım Akkahve sanatçısı Ergun Evren. Belki onu kendisinden daha iyi tanıyorum. Çünkü 1952 yılından beri hiç kopmadan süren 43 yıllık bir dostluk, bir kardeşlik bu. O nedenle de Ergun’u çok daha sonraki bir sayımızda anlatmak istiyordum, laf olmasın, dostuna torpil geçti denmesin diye.
Ama Türkiye’deki italyan Kültür Heyeti’nin bir basın bülteni geçti elime. “Avrupa Şairleri ve Ressamları Buluşmasında Türkiye’yi Ergun Evren temsil edecek” diyordu bültenin başında.
Palermo kentinde dört yıldan beri düzenlenen bu buluşmanın bu yılki ana teması “Barış içinde, hoşgörülü, mutlu bir Avrupa ve Akdeniz için” sloganıymış.
Amerika’da Talat Sait Halman’ın, İngiltere de Prof. Paul E. Turner’in İngilizce’ye çevirdiği, bir çok Amerikan ve İngiliz Üniversitesi’nde ders konusu yapılan, teatral şiiri “Ölü” ile yarışmaya katılıp seçilen Ergun Evren’i düşünmeye başladım.
Daha 16-17 yaşlarında Lise öğrencileriydik. Mersin Lisesi şair doluydu. O zaman bütün ülkeyi etkileyen tek sanat dergisi VARLlK’tı. Varlık’ta şiirinin yayınlanması şairliğinin tescili demekti ve Varlık’ın neredeyse her sayısında Mersin Liseli bir şairin şiiri çıkardı. Bu bütün okula onur verir ve şair dostlar arasında gizli ama güzel bir kıskançlık ve daha iyisini yapma hırsı doğururdu.
İşte o günlerde Ergun’un “Sİ Hİ YA” şiiri Varlık’ta yayınlandı. Hemen sonraki sayıda da Nurulllah Ataç’m “Sİ Hİ YA” göklere çıkaran bir eleştirisi. Artık Ergun Evren şiir dünyasına adını yazdırmış bir şairdi ve 17 yaşındaydı. Onun bir çok şiirini ilk benle, Salo Koen dinledik, ezberledik, şiir günlerinde okuduk. Bir tek “Ölü” şiirini Ergun’dan başka kimse okuyamaz, fakat o da D.T.C.F.’de yapılan binlerce kişinin izlediği şiir günlerinde bu şiirini okudu mu alkıştan kıyamet kopar, bir çok güzel kız Ergun’u öpücüklere boğardı.
Ama Cahit Külebi’nin dediği gibi “sonra alem değişiverdi” Evlendik, çocuklar oldu. iş güç, ekmek parası, yaşam telaşı derken hepimizin
içindeki ateş küllendi. Zaten bir takım bilinçli politikalarla sanatın önemi kaybettirilmiş, insanlar sanatçılara önem vermemeye başlamıştı. Belki hepimiz yazdık, çizdik, boyadık zaman buldukça. Ama kendi kendimize, ama sessizce. Fakat 1990 yılında hiç akılda olmayan bir şey gerçekleşti. Resimlerle süslediğim Ergun’un şiirleriyle bir şiir-resim sergisi açtık, Ankara’da, Türk-İngiliz Kültür Derneğinde. Adını Ergun’un güzel bir şiirinden esinlenerek “Susmak tüm zaman en sana” koymuştuk, serginin. O kadar beğenilip, övüleceğini ve bize bu kadar büyük bir mutluluk ve güç vereceğini ikimiz de düşünmemiştik.
İşte bu sergi galiba Ergun’un da, benim de yaşamımızda bir dönüm noktası oldu. Ben deli gibi resim yapmaya ve ressam sıfatını kazanabilmek için bütün benliğimle çalışmaya başlarken, Ergun’da şiir, radyo oyunu, anı kitaplarını arka arkaya yayınlamaya ve yeni şiirleriyle güçlü sesler vermeye başladı. Ve işte şimdi İtalya’da bizi temsil ediyor.
1953-54 yıllarında Müftü Deresi’nin kenarında şimdiki Askerlik Şubesi ile köprü arasında kalan kısımda dev okaliptüs ve çam ağaçlarıyla kaplı büyük bir alan vardı. (1968 selinde hepsini yuttu Müftü Deresi) Bazan, galiba paramız olduğu günlerde Akkahve’den çıkar, Atatürk Heykelinin karşısındaki Kokulu Büfesinden en ucuzundan bir şişe kırmızı şarapla birer elma alır Müftü Deresi’nin kenarındaki o ağaçların altına giderdik. Mutlaka hepimiz körkütük aşık ve mutlaka iki yudum şarapla kafayı bulan çocuklardık. Bir de denizin içinden mehtabı çıkarıp dereye ışıklarını vurdurduk mu mutluluk hüzün, hüzün şiir olurdu. İşte öyle bir akşam Ergun mırıldanmaya başladı.
ARARKEN
Seni Ganj boylarında yıkanırken görmüşler
Gözlerini yollar, saçlarını rüzgar dağıtmış
Geceyle sevişiyormuşsun
Saçlarımı rüzgar, gözlerini yollar dağıtmış.
Övünsün sabahsız geceler övünsün
Beni duyuyor musun?
ÖLÜ
hah
hah hah hah hah
ha ha ha ha ha ha ha ha ha
dur… kaçma…
benim de gözlerim vardı bu boşluklarda
parça parça kurtların yediğine bakma
ne ateşli dudaklar değmişti dudaklarıma
komik mi? hah ha ha…
korkunç değil mi? korkunç…
hah
hah hah hah hah
bu mezar, işte bu benim yatağım
bunlar da kurtlar…
etlerimi yemek için sabırsızlanıyorlar
bu toprakları siz attınız üzerime
dün sizlerleydim daha caddelerde
bugün ölülerle…
yooo, yooo, yooo, yooo,
ben ölü değilim
yoo, yoo, yoo, yo, yo, yo, yo,
hayır, hayır, hayır, hayır
istemiyorum bu sandığı
ne olur bu kadar ağır betonlarla kapatmayın üzerimi
dayanamam
yoo, yoo, yoo, ne olur kıymayın bana
dağ gibi ateşler yakıyorlar geceleri
gölgeler oynaşıyorlar
mezar taşlarımı ne?
yoksa onlar mı?
ben ellialtıncı parselden kaçtım buraya
ordan, sizin gömdüğünüz yerden
hah, ha, ha, ha, hah, hah, ha, ha, ha, ha
kurtlar aç kaldı, şimdi çukurda
zavallı kurtlar.
yine birini yakıyor olmalılar, bakın… bakın…
çığlıklar… çığlıklar… çığlıklar…
bizimkilerin çığlıkları, ölülerin…
hah ha hah hah ha ha ha ha hah ha ha ha ha
dedim size biri yanıyor yine
bir eğlence var
birazdan bu çığlıklar benim için atılacak
sahi ben, ben nerden geldim buraya?
bütün duaları unuttum…
peki siz siz kimsiniz? ya bu aydınlık?
bu toz toprak, bu çiçek kuruları üzerimde…
su yara, su basımdaki…
sahi, sandukamı çakarken kafatasıma saplanmıştı çivileri.
acemi mezarcılar…
ama benim başım acımaz ki, ben ölmem ki… hah hah ha ha ha ha
bu gün tam kırkıncı günüm,
didik didik etti kurtlar etlerimi
dokunsanız ellerinizde kalacak
gözlerim, burnum, dudaklarım…
dişlerim koptu yerlerinden.
ben toprağım, ben kemiğim, ben kurdum,
ha ha ha ha ha ha ha ha ha ha
ben ölüyüm.
yılanlar döğüşüyor mezarımda kurtlarla kımıl kımıl
etim çok semiz olmalı…
yoksa dudaklarımı mı paylaşamıyorlar?
ne dersiniz? bir zamanlar kadınlarda paylaşamazdı da
bir kış günü yatırdılar beni buraya
hepiniz kalın giyinmiştiniz.
ama ben çırılçıplaktım
ne komik değil mi?
çırılçıplak…
ha ha ha ha ha ha ha
kefen dahi giydiremediler üstüme
param yoktu ki…
tüm adabını öğrendim yer altının
tüm törelerini,
alıştım da.
etlerim parçalanıp düştükçe toprağa
daha da alışıyordum.
ama geceleri korkuyorum yalnızlıktan
yalnızlıktan korkuyorum… oooooooh hah hah ha ha ha ha ha ha
onun için beyaz beyaz geziniyorum rüyalarınızda arasıra
korkuyorum… korkuyorum… korkuyorum…
ne olur beni de alın, beni de alın, beni de alın
geceleri aranıza.
Ergun Evren
Bu yazı “İçel Sanat Külübü” Aylık Bülteni “Mayıs 1936 -36. Sayı” sından alınmıştır.