,

AKKALE – (Kızkalesi / Korykos – 6. Son Bölüm)

Akkale.jpg

TIRTAR – AKKALE

Kleopatra Sarayı da denilen ancak henüz antik adı bilinmeyen Akkale, Mersin – Silifke yolunun 51. km sindeki Tırtar’dadır. Kumkuyu Marinasına , dolayısıyla denize uzaklığı ise sadece 250 m’dir. Kumkuyu’nun eski adı olan Tırtar, Akkale olarak da bilinir. 3 km Kuzey Doğusunda olan Lamos Nehri, Dağlık Kilikya ile Ovalık Kilikya arasındaki sınırı oluşturur.
Bir liman idaresi kompleksi olan bu antik kentin mimari açıdan bakıldığında Erken Bizans Dönemi’ne, en geç V. yüzyıla ait olabileceği düşünülmektedir. 1811 – 12 yıllarında yaptığı Kilikya gezisinde Amiral Beaufort da Akkale’den bir saray diye söz eder. Sebaste’den sonra dört mil kadar doğuya gidildiğinde, harap bir kale veya bir saraya gelindiğini ve buranın kemerleri, balkonları, döner merdiveninin olduğunu yazar.
Akkale yapı topluluğu Akdeniz’in kıyısını izleyerek antik kentleri birbirine bağlayan antik yolun hemen kenarında, geniş ufuklara sahip çok güzel ve çekici bir konumundadır.

KOMPLEKSİN ANA YAPISI

Akkale cephesi denize bakan, içinde tonozlu büyük salonlar olan, iki belki de üç katlı bir yapıdır. Semavi Eyice burası için şöyle der : “Deniz tarafına açılan çok yüksek tonozlu giriş holleri bunun kale olamayacağını gösterir. Ana Bina 55 x 65 m oturma alanı olan çok katlı bir binadır. Doğuda ve batıda olmak üzere iki kanattan oluşur. Giriş katında bir zamanlar kubbeli salonlar ve kanatlarda da beşik kemer tavanlı odalar vardır. Denize bakan güney tarafında kemerli görkemli bir cephe anıtsaldır. Yapının, doğu kanadının kuzeyinde de yukarı katla bağlantı geniş çaplı sarmal bir helezonlu merdiven veya rampayla sağlanmıştır”.
Binanın batı kanadı yıkılmış, hasar görmüş; kanatların arasındaki güney cephesi ise iyi durumdadır. Yaşam alanlarının olduğu üst kat ise tamamen yıkılmıştır. Alt katın depo olarak kullanılmış olduğu düşünülmektedir. Binanın çevresindeki mermerler binayı sınırlayan bir balkonun varlığını göstermektedir. Çift cidarlı duvarlar küçük taşlarla örülü tipik Geç Roma – Erken Bizans Dönemlerine işaret etmektedir.
Kuzey Afrika Roma villalarıyla benzerliği açık olan bu büyük bina, yukarıda açıklandığı gibi büyük bir olasılıkla Roma Dönemi’nde Kapadokya kralı Arkhelaos’un yaptırdığı “saray” olmalıdır. Binanın Bizans Dönemi’nde de kullanıldığı bilinmektedir.
Ana yapının doğusunda planı haç biçimli, yine iki katlı olan kutsal bir “türbe” görünümlü küçük bina vardır. Akkale deki bu haç planlı yapı, sanat tarihi açısından önemli sayılır. Özelliği, duvarlardan kubbeye geçişte üçgen taş örgü (Pandantif: Kubbeyi taşıyan kemerler arasında bulunan, küre şekline uygun içbükey üçgenler.) ilk kez bu yapıda görülmüştür.
İkinci binanın hemen güneyinde, iki uzun “dehliz” halinde, bir alt ana yapı yer alır. İlk bakışta asla kendini ele vermeyen, ilk yapıldığı günkü kadar sağlam görünen, üstü örtülü, kapalı bir “su sarnıcı”. Stratejik önemi büyük, yüksek potansiyeli ile çevresine büyük hizmet verecek bir Yerebatan Sarayı gibi ilginç bir yapıdadır. 33 x 20 m dış ölçüleri olan sarnıcın içi 30x15x10 metredir. Sarnıcın bir kısmı kayaya oyulmuş, büyük bölümü ise çok iri taşlarla örülmüştür. İçi beşik tonozlarla üçe bölünüp su geçirmeyen malzeme ile sıvanmıştır. Dışında payandalar vardır. Birkaç basamakla üstüne çıkılır ve merdivenin ulaştığı yerdeki bir delikten içine doğru bir merdivenle inilir. Kilikya’nın bu en büyük su sarnıcının gemilere su satmak için kullanıldığı düşünülmektedir.
Sarnıcın batısında, dar bir yol ile bu yol kenarında bir “Çeşme”, bir de “Hamam” yıkığı vardır.
Ayrıca büyük yapının güneybatısında kısmen kayadan yontularak oluşturulmuş, bir zeytin ve üzüm ezme yeri, “helik”, bulunmaktadır. tüm bu yapı topluluklarının en güneyinde, deniz kıyısında, bir de “küçük sarnıç” vardır.
XIX. yüzyılda bölgeye gelen çok sayıda Avrupalı gezgin Akkale’deki kalıntılardan bahsederler ve ana bina ile ilgili tahminlerde bulunurlar. Çoğunda, kalıntının bir saray olabileceği kanısı ağır basmaktadır. Akkale XX. yüzyılda da dikkat çeker; bazı gezginler onunla ilgili makaleler yazar, fotoğraflar yayınlarlar.
1998 yılından itibaren de Arkeolog Mehmet İ. Tunay başkanlığındaki bir ekip tarafından Akkale’de yapılan yüzey araştırmaları sonuçları da binanın bir saraya işaret ettiğini göstermektedir. Hatta bu sarayın Kral Archelaos’un Elaiussa adasında yaptırdığı sanılan saray olabileceği düşünülmektedir. Çünkü Elaiussa – Sebaste’deki kalıntılar arasında bir sarayı çağrıştıracak buluntulara rastlanmamıştır ve Akkale’nin bulunduğu yer de Ayaş’a sadece 8 km uzaklıktadır.
Çok sayıda haçın ve başka Bizans Dönemi izlerinin varlığını ise Semavi Eyice, burasının daha genişletilip sonra kullanılmasıyla açıklamaktadır. Öte yandan Hild – Hellenkemper binadaki bir yazıtta burasının İllis adlı biri tarafından yaptırılmış olabileceğini söylerler. (Burada adı geçen kişi Bizanslı General İllus olabilir.) Aynı isim, Korykos – Sebaste su kemerlerinin yeniden yapılmasında da geçmektedir. Ancak buna dair bir iz bulunmamaktadır
Sarnıcın güneybatı köşesinde tamamen yıkılmış bir kısım, hamam olarak tanımlanmaktadır. Kalan yapı izlerinden anlaşıldığına göre denizin kıyısında küçük bir “liman” bulunmaktaydı.

TARİH BİLİNCİNDEN YOKSUN UYGULAMALAR

Söylemeye dilim varmıyor. Ülkemizde hala bir çok yerde define avcılarının talanlarına, uygunsuz restorasyon projeleriyle tarihi eserlerin geri dönülmez bir biçimde tahrip edildiğine vd. tanık oluyoruz. Bunlara tarih bilincinden yoksun yönetim uygulamaları da katılınca güzelim arkeolojik bölgelerimizin, ören yerlerimizin özellikleri yok ediliyor. Bunların bir örneğine de Akkale’de tanık olduk.
Şimdi tam bu Akkale yapı kompleksinin önünde, dünyaya turizm hizmeti vermesi planlanan modern bir “yat limanı” inşa edildi. Ayrıca çevre ile uyumsuz metal bir meteoroloji kulesi de Türk insanının ülke değerlerinin korunması konusundaki bilinçsizliğinin bir simgesi olarak ortama tüy dikti.
Üzülerek altını çiziyorum; tanıtıcı bir tabelası bile bulunmayan bu değerli yapı kompleksinin herhangi bir bekçisi olmadığı gibi, bileni, tanıyanı, koruyanı da yoktur.

YÜREĞİMİZE SU SERPEN BİR GELİŞME

2018 yılında arkeolojik yüzey araştırmaları ve kazı planlaması başlatılmış olması yanan yüreğimize birazcık su serpmiştir.
Mersin Üniversitesi (MEÜ) ve Mersin Müzesi işbirliği ile Doç. Dr. Ümit Aydınoğlu’nun bilimsel danışmanlığında, Akkale ören yerinde başlatılan arkeolojik kazılarda türünün tek örneği olan mezar anıtı açığa çıkarıldı. Proje kapsamında, Çukurova Kalkınma Ajansı’nın (ÇKA) desteğiyle Mersin Üniversitesi Kilikia Arkeolojisini Araştırma Merkezi tarafından ‘Akkale (Erdemli) Arkeolojik Sit Alanları Bütünleştirme, Koruma ve Sunumu Fizibilite Projesi’ hazırlandı.
Mersin’in Erdemli ilçesi sınırlarında olan Akkale’de yürütülen kazılar kapsamında alanda türünün tek örneği olan mezar anıtı açığa çıkarıldı. Ayrıca alandaki hamam Caddesi de kazıldı. Kazılar kapsamında alandaki çalışmalarda Mersin Üniversitesi Kilikia Arkeolojisi Araştırma Merkezi ekibi baştan itibaren yer alarak çalışmaları yönlendirdi. Akkale, sahip olduğu konumu ve limanından dolayı kırsal ile kent arasındaki bağlantıyı sağlayan önemli bir nokta olarak gösteriliyor.
Bunların yanı sıra, yapının bir parçası olarak inşa edildiğini önerdiğimiz bir deniz feneri de tespit edilmiştir. Bu yapıların yanı sıra yerleşimdeki hamamın planı ve odaların işlevlerine yönelik yeni önerilerde bulunmak da mümkün olmuştur. Yerleşimin kuzeyinde bir kilisenin ve zeytinyağı atölyesinin tespit edilmiş olması ise ayrıca önemlidir.
Ayrıca Akkale Antik Liman Yerleşimindeki sezon kazılarında M.S. 160 yılına tarihlendiği tahmin edilen, saçları asma yaprağı ve üzüm salkımı tasvirli heykel başı gün yüzüne çıkarılmıştır.
Akkale’nin, sahip olduğu konum ve mevcut limanı nedeniyle kırsal ile kent arasındaki bağlantıyı sağlayan önemli bir yerleşim yeri olarak dikkatleri üzerine toplamaktadır.

GÖZLEM – SAPTAMA

Bu kitapta, Korykos / Kızkalesi ve yakınındaki yüzlerce ören yeri içinden Narlıkuyu – Elaiussa Sebaste – Adamkayalar ve Akkale’yi eldeki belgelerle tanıtmaya çalıştık.
Bunların dışında da bölgemizde her biri mücevher taşı değerinde olan ve kitaplara konu olabilecek daha onlarca ören yerimiz var. Yabancı dildeki kitapların ve akademik makalelerin dışında tanıtıcı kitapların eksikliğini duyuyoruz.
Heyhat! Mersin insanı bulunmaz bir hazine sandığının üzerinde oturuyor ama kimse bunun farkında değil. Akdeniz’in en uzun kumsallarına, koylarına sahip Mersin sadece Güneş, Deniz ve Kum’dan ibaret değil.
Mersin turizminin çekirdeğini oluşturan bu ören yerlerinin daha fazla tanıtıma ihtiyacı var. Son 40 yılın tanığı olarak bu alanlara yeteri kadar önem verilmediğini söyleyebilirim. Pek çok eksiğimiz var. Örneğin:
* Yol tabelaları, işaret levhaları, tanıtım panoları, tehlike işaretleri yetersiz, eksik.
* Mevcut tanıtım metinlerinin revize edilmesi, tercümelerin gözden geçirilmesi, yenilenmesi gerekiyor.
* Temizlik ve düzenlemelere de gereksinim var.
* Bir çok antik ören yeri korumasız, bekçisiz.
* Bir çok antik taş döşeme Roma yolu üzerine asfalt (!) dökülmüş.
* Özellikle arkeolojik, tarihi eserleri tahrip olaylarında cezai müeyyideler yetersiz. Caydırıcı yeni kanun maddelerine ihtiyaç var.
* Halkımızın tarihi değerlere daha fazla sahip çıkması için uzun süreli ve süreç içinde tekrarlanan eğitim çalışmaları yapılmalı.
Son cümlede tespit edilen, halk arasındaki eğitimsizlik ve tarih bilincinden yoksunluğun neden olduğu büyük bir eksikliğin örneğini kişisel tecrübelerime dayanarak, burada vermek isterim.
Ören yerlerindeki fotoğraflama çalışmalarını halk hoş karşılamıyor. Çevrelerinde ve arazilerinde bulunan kalıntı ve lâhitleri arsa işgal eden gereksiz, kırılması gereken taşlar olarak görüyorlar. Ya da kulaktan dolma hazinecilik merakıyla lahit odalarını, lahitleri, kaya kabartmalarını tahrip ediyorlar. Bu “taşların” bizim ve dünyanın kültür mirası olduğunu özellikle kırsal kesim gençlerine aktaramıyoruz.
Öncelikle daha fazla devlet desteğine ihtiyacımız var. Bu sadece Mersin için geçerli değil. Prehistorik devirlerden beri, bin yıllardır insanın yaşam alanı olan, ilk yerleşik düzene geçen insanlardan itibaren birçok medeniyetin kültür izlerini taşıyan Türkiye bir açık hava müzesi. Bunun bilinciyle Kültür ve Turizm Bakanlığı bütçesinin artırılması gerekiyor. Yerel yönetimlerin, bölgelerindeki arkeolojik ve tarihi değerlerin tanıtımı için daha fazla eğitimli kadrolara ihtiyaçları var. Bunun için daha çok kaynak ayırmaları gerekiyor.
Mersin’in içinde yer aldığı Antik Kilikya Bölgesi Türkiye’nin en zengin arkeolojik bölgelerinden biri. Ancak, turistik açıdan bu zenginlik değerlendirilemiyor. Bunda hükümet politikalarının da rolü var elbet. Devletin ön alması, yerel ve ulusal yatırımcıların da bu Altın Yumurta Yumurtlayan Kaz’ı keşfetmesi ile bölgemize ait uygun Turizm projelerinin yapılması ve tüm iktidarlar tarafından – politik engellemeler olmadan – ulusal projeler olarak uygulamaya geçilmesi gerekiyor.
Bu konuda yüzyıla yakındır buralardan gelen geçen gezginlere, gravür sanatçılarına, fotoğrafçılara, yazan çizen, anlatan insanlara teşekkür borcumuz var. Bizlere üzerinde yaşadığımız topraklar üzerindeki kültürel değerleri tanıtan öncelikle onlar.
Bu cümleden olmak üzere, son kez Silifke’den Mersin’e antik alanları tanıtmaya ömürlerini adayan, başta Celal Taşkıran ve Mustafa Sağlam’a ve katkı veren tüm kişilere de tekrar şükranlarımızı sunuyoruz.
Kızkalesi ve çevresi UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne girmiş bulunuyor. Bu konuda Kültür ve Turizm Bakanlığımızın ön almasıyla sivil toplum kuruluşları ve yerel yönetimlerle yeni ve dünya ölçeğinde projeler yapılabileceğine inanıyoruz.
Dünya fuarlarında Türkiye’yi tanıtan bir simge olan Kızkalesi ve Mersin bunu çoktan hak ediyor.

EK

İsmet Zeki Eyüboğlu
İLLUYANKA EFSANESİ
(Nesrin Seçer)
Hatti kökenli en önemli mitoslardan biri de Fırtına tanrısı ile yılan arasındaki savaştır. Bu mitosun izleri daha sonra kendini Apollon ya da Saint George mitoslarında da gösterir. Belki de izleri daha da derindir. Bu konuda İsmet Zeki Eyüboğlu şöyle yazmaktadır:
” Bugün Anadolu halk masalları içinde, İlluyanka ile devlerin savaşını işleyen bir çok öyküler, gerçeküstü olaylar vardır. Yılanlarla kartalların savaşını içeren bütün masalların kaynağı budur. Kimine göre çok büyük bir devdir İlluyanka. Yalnız adı değişmiş, Anadolu Türkçesinde ejder olmuştur. Halk ona ejderha diyor. […] İlluyanka başka başka ülkelerin halk anlayışlarına, dini inanışlarına göre nitelikler kazanmış. Anadolu’da büyük bir yılan olarak nitelendirilen Şahmeran, onunla ilgili olalar, boğuşmalar bu eskiçağ Anadolu masalının değişikliğe uğramış kalıntılarıdır. ” Bazı yorumcular bu efsanede sözü geçen yılanın öldürülmesi motifinin baharın, kışı yenmesi şeklinde yorumlanması gerektiğini belirtmişlerdir. Bütün kültürlerde hemen hemen tanrının yılanı öldürmesi motifi olması bize bu sembolün ezoterik bir açıklaması da olabileceğini düşündürtmektedir.
Bu efsane, bahar bayramı olan Purulliyaş törenleri sırasında da anlatılıyordu. Ele geçen tabletlerde efsane şöyle başlar:
” Nerik şehri Fırtına Tanrısı [Merhemli rahibi] Kella’ya göre (bu) göğün Fırtına Tanrısı’nın […] için Purulli (festivali) metnidir (sözleridir). Onlar şöyle konuştuklarında : “Ülkede büyüme (bolluk) ve gelişme (bereket) olsun. Ve eğer (gerçekten ülkede) büyüme ve gelişme olursa, onlar Purulli festivalini kutlar. ”
Efsane bu sözlerden sonra dev yılan İlluianka/İlluyanka ile Fırtına Tanrısının savaşı ile başlar ve Fırtına Tanrısı yenilir. Bunun üzerine Fırtına Tanrısı bütün tanrıları toplar ve yardım ister.
Tanrıça İnara buna bir çözüm düşünür ve bir festival düzenler. Daha sonra tanrıça Ziggarata şehrine giderek burada Hupašiia adında bir ölümlü ile anlaşır ve planın anlatır. Hupašiia, karşılığında tanrıça ile yatmak koşulu ile bunu kabul eder.
İnara daha sonra süslenerek yılan İlluianka’nın deliğine gider ve onu festivale çağırır. Deliğinden çocukları ile çıkan İlluianka oradaki içkilerin çoğunu içer ve sarhoş olur, hatta deliğine de geri dönmek istemez. Hupašiia yılanı bir ip ile bağlar. Fırtına Tanrısı da
İlluianka’yı öldürür. Böylece Fırtına Tanrısının sorunu çözüme bağlanır. İnara ise Hupašiia için Tarukka şehrinde kaya üzerine bir ev inşa eder ve onu oraya yerleştirir. Ancak karısını ve çocuklarını görmemesi için Hupašiia’nın pencereden bakmasını yasaklar. Ancak yirmi gün geçince Hupašiia pencereden bakarak karısını ve çocuklarını görür ve İnara’ya eve dönmek istediğini söyler. İnara da Hupašiia’ı öldürür.
Bu efsanenin ele geçen bir versiyonu daha vardır.
1. Hatti kökenli en önemli mitoslardan biri. Fırtına Tanrısı ile yılan arasındaki savaştır. Bu mitosun izleri daha sonra kendini Apollon ya da Saint George mitoslarında da gösterir. Bugün Anadolu halk masalları içinde, İlluyanka ile devlerin savaşını işleyen bir çok öyküler, gerçeküstü olaylar vardır. Kimine göre çok büyük bir devdir İlluyanka. Yalnız adı değişmiş, Anadolu Türkçesinde ejder olmuştur. Anadolu’da büyük bir yılan olarak nitelendirilen Şahmeran, onunla ilgili olaylar, boğuşmalar bu eskiçağ Anadolu masalının değişikliğe uğramış kalıntılarıdır. Efsane dev yılan İlluianka/İlluyanka ile Fırtına Tanrısının savaşı ile başlar ve Fırtına Tanrısı yenilir. Bunun üzerine Fırtına Tanrısı bütün tanrıları toplar ve yardım ister. Tanrıça İnara buna bir çözüm düşünür ve bir festival düzenler. Daha sonra tanrıça, Ziggarata şehrine giderek burada Hupasiia adında bir ölümlü ile anlaşır ve planını anlatır. Hupasiia, karşılığında tanrıça ile yatmak koşulu ile bunu kabul eder.
Tanrıça İnara daha sonra süslenerek yılan İlluianka’nın deliğine gider ve onu festivale çağırır. Deliğinden çocukları ile çıkan İlluianka oradaki içkilerin çoğunu içer ve sarhoş olur, hatta deliğine de geri dönmek istemez. Hupasiia yılanı bir ip ile bağlar. Fırtına Tanrısı da İlluianka’yı öldürür. Böylece fırtına tanrısının sorunu çözüme bağlanır.
İnara ise Hupasiia için Tarukka şehrinde kaya üzerine bir ev inşa eder ve onu oraya yerleştirir. Ancak karısını ve çocuklarını görmemesi için Hupasiia’nın pencereden bakmasını yasaklar. Ancak yirmi gün geçince Hupasiia pencereden bakarak karısını ve çocuklarını görür ve İnara’ya eve dönmek istediğini söyler. İnara da Hupasiia’ı öldürür. İki farklı yorumu bilinir. İlluyanka adlı bir ejder, büyük fırtına tanrısını Kişkiluşşa kentinde yener. Fırtına tanrısı bütün tanrılardan yardım ister. Bunun üzerine tanrıça İnara bir ziyafet düzenler. Sonra Zikkarattalı Hupaşiya’dan yardım ister. hupaşiya da bunun karşılığında İnara ile yatmak ister ve yatar. İnara daha sonra İlluyanka’yı mağarasından dışarı çıkmaya ikna eder ve ziyafete çağırır. Hupaşiya sarhoş olan İlluyanka’yı bağlar ve fırtına tanrısı da gelip onu öldürür.
2. Yoruma göre ise; İlluyanka fırtına tanrısını yener. Kalbini ve gözlerini alır. Fırtına tanrısı öç almak için fakir bir adamın kızını alır ve ondan bir oğlu olur. Kaderin bir cilvesi olarak oğlu İlluyanka’nın kızı ile evlenir. Fırtına tanrısı oğlundan karısının evine gidince gözünü ve kalbini geri getirmesini ister. Oğlu, fırtına tanrısının bu isteğini yerine getirir. Fırtına tanrısı eski haline gelince İlluyanka ile savaşmak ister. Fakat oğlu İlluyanka’nın tarafını tutar ve kendisini onlardan saymasını ister. Bunun üzerine fırtına tanrısı hem oğlunu hem de İlluyanka’yı öldürür.
Hitit Mitolojisi
Hitit dini gibi mitolojisi de büyük ölçüde Hatti ve Hurri etkisinde kalmış, ayrıca Mezopotamya kaynaklarından esinlenmiştir. Gök Tanrısı Telipinu’nun İlluyanka Ejderi ile savaşı efsanesi Hatti kökenlidir. Buna karşılık Gök Krallığı ve Ulikummi destanları Hurrilerden gelmiştir.
Tanrı ile ejder İlluyanka’nın dövüşmesi, ilkbaharın başlangıcında kutlanan bir festivalde canlandırılırdı. Festival, kış aylarının durgunluğundan sonra dünyanın yeniden canlanışını kutlamaktadır. Dövüş ritüelinde ise, hayatın ölüm, iyiliğin de kötülük üzerindeki zaferi simgelenmiştir. İlluyanka mitosu bir anlatımda şöyledir: Ejder İlluyanka yaptığı savaşta Gök Tanrısını yener ve onun yüreği ile gözlerini alır. Gök Tanrısı ejderden öç almak için Arm adlı bir ölümlünün kızıyla evlenir ve ondan bir oğlu olur. Oğlu büyüyünce ejderin kızıyla evlenir ve babasının yüreği ve gözlerini geri alır. Gök Tanrısı eski gücüne kavuşunca ejderle savaşmaya gider; ancak orada oğlu da vardır. Oğlu babasına “beni de öldür” diye bağırır. Bunun üzerine Gök Tanrısı ejder İlluyanka ile birlikte oğlunu da öldürür.
İlluyanka Efsanesi Hititlerden Yunan mitolojisine geçmiştir. Zeus ile Typhon arasında geçen savaşta, İlluyanka Efsanesinin ana öğeleri bulunmaktadır. Yunan anlatısında; Typhon, Tanrı Zeus’un yüreğini ve gözlerini değil, kollarının ve bacaklarının kas liflerini alır. Ejderin gözcülüğünü yapan kızını Aigipan adlı bir kadın oyalarken, Tanrı Hermes kas liflerini geri alır. Efsanenin Anadolu’dan geldiğini yer adları açığa vurmaktadır.
(Aigipan: Zeus ile canavar Typhon arasındaki mücadelede Zeus’a yardım eden varlık, şimdi Oğlak Takımyıldızında parıldar. S.V.)

KAYNAKÇA

AYDIN Ayşe, “Kilikya ve İsaurya Bölgesi Vaftiz Yapıları”, Sanat Tarihi Dergisi, Sayı XV/1, Nisan 2006, s.1-19
AYKIN Ertan, Çizgilerle Kilikya Kaleleri. Mersin Büyükşehir Belediyesi Yayınları, 2015.
AHUNBAY Metin ve SANER Turgut, “Ayatekla-Meryemlik Alan Çalışması Notları”, 1998 – T.C. Kültür Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü 17. Araştırma Sonuçları Toplantısı, 1. Cilt. s. 37-48.1999 Ankara / Yayın No: 2345/1 Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü Yayınları Yayın No: 73-1.- PDF İnternet Linki: http://www.kulturvarliklari.gov.tr/sempozyum_pdf/arastirmalar/17_arastirma_1.pdf
AKURGAL Ord. Prof. Ekrem, Anadolu Kültür Tarihi, Tübitak Yayını, 1998
BAŞGELEN Nezih, Bir zamanlar Mersin. Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 1988
BEAUFORT Francis, Karamanya, Çev. Ali Neyzi – Doğan Türker, Suna ve İnan Kıraç Akdeniz Medeniyetleri Araştırma Enstitüsü Yayını, İstanbul, 2003
BELGİN HENRY Ayşe, Kubbeli Adak (Zenon) Kilisesi Sorgulanması 2003
BELLİ Oktay Prof. Dr. (Editör), Türkiye Arkeolojisi ve İstanbul Üniversitesi (1932-1999). İstanbul Üniversitesi Yayını. Ankara, 2000
BRANDAU B. & Schickert, Hititler, Arkadaş Yayınları, Ankara,2003
DURUKAN Murat, Instagram Sayfası Linki: https://www.instagram.com/muratdurukan2000/?hl=tr
ERHAT Azra, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1993
ERZEN J., Kilikien bis zum Ende Der Persenherrschalf, Leipzig- Burn, 1940
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ, Günümüz Türkçesiyle, (Haz.) S. Ali Kahraman / Yücel Dağlı, YKY, İstanbul, 2011
EYİCE Semavi, Silifke ve Çevresinde İncelemeler: Elaiussa-Sebaste (Ayaş) Yakınında Akkale, Türk Tarih Kurumu, Ekim 1976.
FREELY John, Türkiye Uygarlıklar Rehberi, Akdeniz Kıyıları, YKY, İstanbul, 2008
HALİKARNAS BALIKÇISI, Hey Koca Yurt, Bilgi Yayınevi, İstanbul 1994
HAMİLTON Edith, Mitologya. Çev. Ülkü Tamer, Varlık Yayınları, İstanbul, 1983
HERODOT TARİHİ, Çev. Müntekim Ökmen, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1991
HILD F. / HELLENKEMPER H., Kilikien und Isaurien, Wien 1990 & 1992
HILD F. / HELLENKEMPER H., – Kilikien und Isaurien, Wien, 1992; Kilikien und Isaurien, Tabula Imperii Byzantini 5, 1990
İÇEL SANAT KULÜBÜ DERGİSİ ARŞİVİ.
KALAÇ Mustafa, Anadolu Araştırmaları. Sayı: IV-V, 1976-1977, s.61-69. İstanbul, 1977.
KEREM Filiz, Mersin Ören yerleri, Kaleleri, Müzeleri, Mersin Valiliği Yayını, İstanbul, 2007
KOCH Gundram, Adalya, Suna-İnan Kıraç Akdeniz Medeniyetleri Araştırma Enstitüsü Yıllığı. PDF İnternet linki: http://www.akmedadalya.com/ozet_tr.php?catagoryID=12&articleID=154
LÉONCE (Ghevont), P/ ALISHAN, M.; Sissouan ou L’Arméno-Cilicie de sons ex Noubar Pacha. 1889
LANGLOIS Victor, Voyage dans la Cilicie et dans les montagnes du Taurus. Dupret, Paris 1861
LANGLOIS Victor, Eski Kilikya 1861, Çev. M.R. Balaban – Halkevi Yayını, Mersin, 1947
LEVANTE Edoardo, The Coinage of Zephyrion in Cilicia, The Royal Numismatic Society, Numismatic Chronical, Vol 148, 1988
LLOYD Seton, Türkiye’nin Tarihi, Çev. Hanri Leylek, Tübitak Yayınları, İstanbul, 1997
MACHATSCHEK Alois – Dağlık Kilikya’da Elaiussa Sebaste ve Korykos Alanında Nekropol ve Mezarlar (Die Nekropolen und Grabmäler im Gebiet von Elaiussa Sebaste und Korykos im Rauhen Kilikien)
MACQUEEN J.G., Hititler ve Hitit Çağında Anadolu, Çev. Esra Davutoğlu, Arkadaş Yayınevi, Ankara, 2001
OATES Joan, Babil, Çev. Fatma Çizmeli. Arkadaş Yayınları, Ankara, 2004
ÖZDEM Filiz, Sırtı Dağ, Yüzü Deniz Mersin, YKY, İstanbul, 2004
PİRİ REİS, Kitab-1 Bahriye 4 – TTT Vakfı Yayınları, Ankara, 1988
POLAT Işıl, Aya Tekla Bazilikası Sarnıcı, Danışman: Prof. Dr. Zeynep Ahunbay, İstanbul Teknik Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, 12 Ocak 2004
R. MIKAEL, Photographer, Corycos Antique Chirches, A Forgotten Place. – Personal Blog, http://www.mikaelr.com/corycus-churches/ Erişim: 18.11.2020 / 22.00.
RUNCIMAN Steven, Haçlı Seferleri Tarihi, Çev. Fikret Işıltan. TTK Yayını. Ankara 1996
SARAÇOĞLU Hüseyin, Akdeniz Bölgesi, Türkiye Coğrafyası, Bitki Örtüsü, Akarsular, Göller. MEB Yayınları, İstanbul, 1989
SAYAR Mustafa H., Kilikya’da Epigrafi ve Tarihi Coğrafya Araştırmaları I, 2001. PDF İnternet Linki:http://www.kulturvarliklari.gov.tr/sempozyum_pdf/arastirmalar/20 _arastirma_2.pdf
SCHNEIDER Eugenia Equini, Universita degli Studi di Roma “La Sapienza” Missione Archeologica Italiana, Elaiussa Sebaste Kazı Başkanı, Kazı Raporları
ŞAHİN Hamdi, Korykion Antron ve Göztepesi: Eski Problemler, Yeni Bulgular, Yeni Çözüm Önerileri. PDF İnternet Linki: https://www.academia.edu/1990876/Hamdi_Sahin_F_A_Y%C3%B Cksel_Z_G%C3%B6r%C3%BCc%C3%BC_Korykion_Antron_ve_G%C3%B6ztepesiEski_Problemler_Yeni_Bulgular_Yeni_%C3%87%C3%B6z%C3%BCm_%C3%96nerileri_Adalya_XIII_2010
STRABON Coğrafya, Anadolu, Çev. Adnan Pakman, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 1987
TAŞKIRAN Celal, Silifke (Seleucia on Calycadnus) and Environs, Ankara, 1994
TAŞKIRAN Celal, Ören Yeri Bilgi Kartonları.
UMAR Bilge, Türkiye’deki Tarihsel Adlar, İstanbul, 1993.
UMAR Bilge, Kilikya Gezi Rehberi, Inkilâp Kitabevi, İstanbul, 2000
ÜNAL Ahmet, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Dergisi, Cilt 15, Sayı 3 (Arkeoloji Özel Sayısı), 2006, s. 67-102
ÜRGENÇ Orhan, Çukurova Doğa ve Tarih. s. 321, Dikici Matbaası, Adana, 2012

 

Biyografik Bilgi

scroll to top