Anamur Halk Eğitimi Merkezi adına Cazibe ÇEVİK, Aybel ÇEVİK, Zehra ASLAN tarafından hazırlanmıştır.
Folklor bir halk bilimi olarak tanımlanır. Yöre halkının geleneklerini, sosyal yaşayışlarını, zevkini, neşesini, anısını, tatlısını vs. her şeyini içine alır. Bu bakımdan bir halk felsefesidir folklor. Folkloru tanımak, bilmek halkı bilmektir, halkı tanımaktır. Kimin ne zaman, nerede, nasıl ve neden söylediği belli olmayan bu ürünler zamanla tüm halkın zevki ile birleşerek onunla bütünleşir.
Bunlar içerisinde elbette besteleyen ve söyleyenleri belli olan vardır. Bunlar zamanla unutulmuş ve ürün halka mal olmuştur. Bugün bile dizip söyleyenleri belli olanları vardır.
Her şeye rağmen folklor halkın kendi bünyesinden çıktığı için onun dünya görüşünü, sanat anlayışını, zevkini, neşesini, sosyal hayatını ve acısını yansıtır, Folklorun içinde halkın kendisini bulmak mümkündür.
Anamur yöresi ile ilgili oyunları, türküleri ve giysileri tanıtırken bu duygu ve fikirlerle hareket ettik. Anamur’un bütün köylerini aradık, fakat esas olarak bu folklor ürünlerinin canlı olarak yaşadığı köylerle bu hususta bilgi sahibi yaşlıları ele aldık. Onların verdikleri bilgilere sadık olarak otantiği bozmamaya dikkat ettik. Bu hususta yöre halkının Yörük olması nedeni ile dağ köyleri bizim için esas kaynak oldu. Bugün yerleşim sağlanmış olduğundan ve turizme açık belde olduğu için, sahil kısmı eski adetleri, gelenekleri ve görenekleri yaşamaktan uzaktır. Bilhassa giysilerden dağ köyleri büyük kaynak oldu. Yaşlı amcalar, nineler türkülerin derlenmesinde ve oluşum hikayelerinde bizlere esas kaynak teşkil ettiler.
Türk töresi, Yörüklerde hala yozlaşmadan uygulanır. Bu törede kadın daima erkeğin yanındadır. Onun en büyük destekçisidir. Erkek davarı otlatıyorsa kadını oğlağın peşindedir. Bu bakımdan oyunlar yalnız oynandığı gibi kadınlı erkekli de oynanabilir. Fakat zeybek oyunları yalnız erkeklerle oynanır. Oyunlar ya halka biçiminde veya serbest ya da karşılıklı olarak oynanır. Ellerde kaşıklar bulunur. Kaşıklar müziğin ahengine göre seslendirilir. Bu türküler Yörük hayatının kıvrak ezgileridir. Bir an yavaşlayan, bir an hızlanan bu türkülerin oyunlarında davar, koyun gibi Yörüğün hayatının bir parçası olan hayvanların, yaşayışlarının, sarp Toros dağlarındaki hareketlerinin izleri apaçık görülür. Kaşık sesleri yamaçlardan yuvarlanan çakıl taşlarının seslerini ve yankılanmalarını andırır. Bir bakarsın sahilin sıcaklığı gönüllere vurur bu türkülerde.
Yöre oyunları, türküleri çalgı eşliğinde söylenerek oynanır. Bu oyunlar yöre halkının karakteri gibi canlıdır, kıvraktır. Kışın sahilde yazın Taşeli yaylalarında olan Türk insanının karakterini bu oyunlarda görmek mümkündür. Sözler, ezgiler, figürler toplanırken bu düşüncelerden uzak kalınmamıştır. Onun içinde mizansene, herhangi bir yapmacıklığa yer verilmemiştir. Sözler, figürler, ezgiler genellikle bölgeden dışarı çıkmamış, bu yönüyle bilinen yaşlı kişilerden derlenmiştir. Figürler bile bu yaşlıları bizzat oynatarak elde edilmiştir. Giysiler bugün Toroslar’da hala giyilmektedir. Bu bakımdan otantik yapısında şüphe yoktur.
A – ANAMUR’DA GİYSİLER
Anamur’un kendine has giysileri şunlardır : Erkek giysileri mintan, göynek şalvar, ceket, şapka, kabaralı – kadın giysileri – fistan, göynek, ala,yazma, tarabulus, çorap, üstlük ipekli empirmedir.
Bu giysilerin yapılış şekilleri şöyledir :
Erkek giysileri :
Mintan – Tirilden ve çapadan dikilir, uzun kollu olup diğer bir adı da yelektir.
Göynek-Çarşaflık bezden yarım kollu, dize kadar uzanır şekilde dikilir. Aynı çarşaflık bezden topuğa kadar uzanan erkek donu dikilir. ,
Şalvar – siyah bezden topuğa kadar beli şeritli ve lastikli, arası bol olarak dikilir.
Ceket – koyun yününden şayak örülür, kesilerek ceket örülür. Ayrıca pantolon da örülürdü, diz üstü bol, altı dar olarak dikilir.
Şapka da bu şayaktan örülür.
Kabaralı – Bu ayakkabıyı hem erkek hem de kadınlar kullanabilir. Gön alınır; Üzerine davar derisinden yorak yapılarak dikilir, ayakkabı olurdu, bunu kadınlar giyerdi. Erkeklerin giydikleri tip ise dize çıkan kelikleriyle kırmızıya boyanan çizmelerdir. Altına kapara denilen çiviler takılarak gönün eskimesi önlenirdi.
Kadın giysileri :
Fistan – Basmadan yapılan kısa kollu diz veya topuğa uzanan elbiselerdir.
Göynek – Humayın veya patıskadan, kolu dirseğe kadar uzanan göynek dikilir.
Ala yazma – Beyaz veya renkli bez alınır kenarları oyalanır.
Tarabululus – İpek kozağını kaynatıp irbişim yapılır ve boyanır. Renk renk çulfalıkta dokunur, kadınlar beline takarlar.
Çorap- Koyun yünü didilir, eğirtmeçle eğrilir, sonra örülür. Bunu hem kadın hem de erkekler giyerler.
Üstlük – Tarabulusla mavi veya beyaz renkten dokunarak üstlük olarak başlarına, ala yazmanın üzerine örtülürler.
İpekli empirme – Düğünlerde gelinlerin giydikleri gelinliklerdir. Tarladan kaldırılan pamuğu çıkrıkla burarlar, çekirdeklerden ayrılan pamuk dulup ile atılarak eğrilir. Sonra kök boya ile boyanır. Bu pamuk ipliklerinden çulfallıkta dokumalar yapılır. Hem enteri hem de ceket bu üründen yapılır. Gelinler bu giysileri takım olarak giyerler.
Daha sonraları gelinler kırmızı ipekli gelinlikler giymişlerdir. Bu giyimler elli – atmış sene öncesinin giyimleridir. Bugün dahi bu yolla kumaşlar üretilmektedir. 100-150 sene öncesine indiğimizde bu yörenin oymaklarında şu giysilerin daha çok giyildiğini görürüz:
ERKEK GİYSİLERİ
KEÇE KÜLAH : Eğrilmemiş kuzu yünü hazırlanan ağaç kalıplarda sıcak su ile dövülerek yapılır. Beyaz, siyah, alacalı ve gri renkte olabilir. Genellikle dağ köylerinde giyilir. Keçe külahın yanına bir de başa giyilen terlik vardır. Bu kuzu yününden örmedir. Her iki başlıkta yörede hala giyilmektedir.
KIL HABA : Kuzuların güz yününden dokunur. Bu kumaşa şayak denir. Şayak yün ile depilerek kalınlaştırılır. Elde edilen bu depme şayaktan haba dikilir. Bu habaya beynamaz habası diyenler de vardır. Yakasızdır, çıkarma kolaylığı kol altı kol yerine kadar yırtıktır. Yenler kıl iplerle bağlıdır. Namaz için abdest alırken çıkarma kolaylığı sağlansın diye böyle yapılmıştır. Istar denilen küçük dokuma tezgahlarında dokuması yapılır. Bugün kentleşen insanlar dahi bu kumaştan ceket,. pantolon yaptırmaktadır. Bilhassa kış için mükemmel bir giysidir.
ŞALVAR : Aynı habanın kumaşından dikilir. Parça kısmı geniş, paçalara doğru daralma görülür. Bel göklü bükme ve alacadan kesilmiş uçkurlarla bağlanır. Istarda dokuma anında şu aletler kullanılır. Tarak, eğirmeç, yay, küçü, varangelen, çubuk.
GÖYNEK : Çulfallık adı verilen ince dokuma tezgahlarında çiğ iplikten dokunarak hazırlanır. Genellikle tek renk dokunan kumaşların renkli dokunanları da vardır. Renklendirmede kök boya kullanılır. Bu dokumalara alaca veya göklü bükme denir. Düğmeler çaltı veya tesbih denilen ağaçlardan ve onların giliklerinden (çekirdek) yapılır. Yakasızdır.
ÇORAP: Deve yününden ağaç millerle örülür. Tek renk ve renkli olabilir. Ağız kısmı tokalı ve özel örülmüş iplerle bağlıdır. Giyimde çorabının içine şalvarın paçası kesinlikle katılır.
BEL KUŞAĞl: Beyaz kuzu yününden, beyaz iplikten veya beyaz ibrişimden dokunur. Uçları püsküllüdür. Şalvarın uçkur kısmı üzerine sıkıca bağlanır.
BAĞCAK: Koyun veya kuzu yününden renkli veya tek renk olarak dokunur. Uçları tokalıdır. Kuşağın üzerine sıkıca bağlanır. Yörüğün el tutamağıdır. Dağdan getireceği odunu veya sakatlanan bir hayvanı sırtlamak için daima yanında taşır.
YÖRÜK ÇARIĞI: Sığır veya manda derisinden yapılır. Çarığın bağları da aynı deriden bükülerek elde edilir. Çarık ayak baldırına bu bağlarla bağlanır Yaş deriden yapılan bu çarıkların kurutulduktan sonra sıhhatli kalabilmesi için don yağı yağlanır veya unla pudralanır.
KABARALI: Bu ayakkabıyı hem kadınlar hem de erkekler giyer. Gön üzerine davar derisinden yorak kelik dikilerek yapılır. Bunu kadınlar giyer. Erkeklerin giydiklerinde ise kelik dize kadar uzun ve taban kabara denilen çivilerle kaplıdır. Bu çiviler gönün ömrünü uzatır.
KADIN GİYSİLERİ
FES: Başa giyilir. Ön tarafı gök boncuklarla ve altın pullarla süslüdür. Kadifeden veya renkli keçeden yapılır.
ALINLIK: Fesin alt kısmına dikilir, bağlanır. Süslü ve altınlıdır. Kadının evli, bekar veya dul olduğunu buradaki altınlardan anlaşılabilir. Gelinlerde sıra altınlar vardır. Genç kızlarda oyalar yer alır. Yaşlılarda ise altın dizeleri olabildiği gibi gümüş dizilere de yer verilir. Bu diziler ailenin maddi durumunu simgeleyebilir.
PULLU YAZMA: Fesin üzerine atılır, genellikle beyazdır. Uçları salık tutulur. Kadın gerektiğinde bu uçlardan tutarak yüzünü saklayabilir.
ALA YAZMA: Alım pullu çember üzerine düz bağlanır. Alın çekisi de denir. Hem pullu çemberi tu lar hem baş aksesuarına katkıda bulunur.
GÖYNEK: Çiğ ipIikten çulfallıkta dokunur. Göklü veya alacalı dokuma adını alır, yakasızdır. Boyun kısmı göğüse kadar açık olur. Düğmeleri yine ağaçtandır.
ÜÇ ETEK: Göyneğin üzerine giyilir. Eskiden renkli dokumadan yapılır. Kolsuz ve kumaştan yapılıyor. Bu entarinin üç etek adını alması etek kısmının üç yırtmaçla birbirinden ayrılmasındadır. Uzun kollu ve yakasızdır.
SALTA: Cepken de denir. Göklü dokumadan veya alacadan yapılır. Kolsuz ve yakasızdır. Şimdi kutnudan ve kadifeden yapılıyor, salta sahibi kendi zevkine göre göre saltayı oyalarla süsler. Üç eteğin üstüne giyilir.
TARABULUS KUŞAK: İpekten dokunur. Renkli ve uçları püsküllüdür. Bir enden olabileceği gibi iki – üçenden de olabilir. Bele üç etek üstüne sıkıca bağlanır.
ÇORAP : Kuzu yününden ağaç millerle örülür. Genellikle beyaz renktir, desenli de olabilir. Dokuma olarak da yapılabilir.
DON: Göklü dokuma veya alacadan dokunur. Paça kısmı işlemelidir. Paçalar ve bel kırnapla büzülür.
ÇARIK : Aynı erkek çarığı gibi sığır ve manda derisinden yapılır.
B – YÖREDEKİ ÇALGILAR
….DAVUL, KAVAL, KLARNET, KABAK KEMAN, KEMAN…..
C – YÖRENİN OYUNLARI
Yörenin en ünlü oyunları Anamur Yolları, Danışman, Sarı Kız, İrfani, Gökkarga Zeybeği, Gasavet, Sandım Sundum ve çeşitli mengilerden oluşur. Halk tarafından en çok sevilenleri ise Ham çökelek (Gerali) ve Gökçukurdur. Bunlardan başka arap oyunu, İnce Çayır, Çişidi, Güzeller Güzeli ve Zeybek olarak da serenler zeybeği oynanır.
ANAMUR YOLLARI
Anamur’un Kızılca köyünden olan, son yıllara kadar yaşamış olan Kanuni Ahmet Çavuş Balkan Harbinde bir şarapnel parçası ile yaralanarak ayağının ikisini kaybeder. Bir sahra hastanesinden takılan iki takma bacakla köyünde bıraktığı sevgilisi Gülizar’a kavuşma hayaliyle Kızılca’ya geldiğinde onun Anamur’a gelin gittiğini öğrenir. Bunun üzerine beste ve güftesi kendisine ait olan Anamur Yolları türküsünü dostları arasında söyler, oyunu da oynanan bu türkü sevilir ve halka mal olur. Türküde Anamur ile Kızılca Köyü arasındaki 60 km.’lik kayrak çakıllı patik yoldan nasıl geçtiğini ve sevgilisine serzenişini anlatan Kanuni Ahmet Çavuş’un türküsünden bir dörtlük:
Anamur Yolan yar yar yar aman
Bayrak ta çakıllı a canım sürmelim aman
Ben de bir yar sevdim yar yar yar aman
Uyar da akıllı a canım sürmelim aman
Anamur üstünü yar yar yar aman
Duman da bürümüş edalım bir tanem aman
Benim sevdiceğim yar yar yar aman
Bu diyarda bir imiş sürmelim aman
İRFANİ
İrfani Anamur’lu bir halk ozanıdır. 18. asrın 2. yarısında yaşadığı bilinmektedir. İrfani için 1844 (?) – 1894 (?) yılları arasında yaşadığı söylenir. Fakat bu doğum ve ölüm rakamlarına kesin gözü ile bakmak mümkün değildir. Ancak bir 18. asır halk ozanı olduğu halk tespitlerine ve cönklere göre açıktır. Silifkeli aşık Natüvani ile aynı dönemde yaşadığı halk arasında bilinmektedir. Ayrıca İrfani’nin Anamur’un Gölgeli Köyü’nden olduğu da varsayımlar arasındadır. Varsayım diyoruz çünkü bu konuda somut bilgiler elimizde yok. Zamanın beyliğinin hizmetinde yaşadığı şiirlerini sazı eşliğinde söylediği için aşık edebiyatının saz aşıkları arasında yer alır. Kendisi Taşeli yörüklerindendir. 18. asrın göçebe ya da yarı göçebe ortamının ozanlarından olan İrfani için bir düzenleme ozanı diyebiliriz. Bu tür şiirler sevginin ve bir güzelin övgüsünü işler. Kısacası ana konusu sevgidir. İrfani’nin bugün elimizde bir güzellemesi bir de türküsü bulunmaktadır.
Ozanın aşk hikayesi ise dillerde şöyle anlatılır. Eskiden Anamur’un Gölgeli Köyü’nde güzel bir kız varmış. Bir ağa kızıymış. İrfani ise bir halk aşığı. Bu kıza tutulmuş. Ona yakın yerlerde gezmiş. Neticede ateş bacayı sarmış. Fakat yörük ağası olayı öğrenince kızı bırakmaz, aşağıköy yakınına sokmaz olmuş. Bir gün ayrılık acısının verdiği ateşle köye gelen İrfani bir tepecikten yavuklusuna şöyle seslenmiş :
Varın söleyin İrfani’ye
Yarin övmesin
Tarasın sülfünü
Yere değmesin a kuzum
Düz bas kunduranı
Yere incinmesin
Uzak yoldan geldim
Gayet yorgunum
Yorgun değil de
Saçlarına vurgunu m a kuzum
Bende bu yaylanın
Bülbülüyüm
GÜZELLEME
Sen bir bezirgansın konar göçersin
Konduğun pınarın suyunu içersin
Cura şahin gibi yüksek uçarsın
Ben senin ceyrini çekemem gönül
Kara bulut göğe ağarsm
Sulu sepen gibi yere yağarsın
Nerde güzel görsen boyun eğersin
Ben senin cevrini çekemem gönül
İrfani der ki bu böyle olmaz
Sabrını zincirle bağlasan tutmaz
Güzelin ettiğin düşmanlar etmez
Akibet sözüme geldin mi gönül?
GASAVET
Gasavet, sıkıntı anlamını taşır. Kızlı erkekli oynanan bir oyundur. Yine ellerde kaşıklar vardır: Halka şeklinde oynanır. Eskiden Anamur’da yörükler göçebe hayatı yaşarlardı. Şimdi bile aynı hayat az da olsa sürüyor. Kışı sahilde, yazı Taşeli yaylalarında geçiren bu yörüklerin hayatları gibi düğünleri başkadır. Düğün hazırlıkları aylarca önce başlar ve düğün bir hafta sürer. Düğünün esas yemeği keşkektir. (Bekarlara halk arasında düğünün ne zaman yerine keşkeği ne zaman yiyeceğiz diye sorulur.) Alım yeşillim tüm yörük kızları dibek taşlarında keşkeklik mısır döverler. Aynı yerler yavuklular için söylenen türkülerin, manilerin sergi yeridir. Buralarda ergen genç kızlar yarınlarını görürler ve kendi düğünlerini düşlerler.
Haftanın Perşembe günü gelin indirme günüdür. Çünkü Cuma akşamı dine olan saygıyı ve bunun yanında evliliğin mutlu süreceği inancını simgeler. Pazartesi çalgılı nişan gider. Çarşamba gelinin çeyizi yüklenir, böğrü çanlı develere ala kilimlerle örtülü develer, çalgı eşliğinde gelin evine yollanır. Akşamları ise düğün evinin cümbüş zamanıdır. Kazan kazan pişen aşlar, salçalı, yoğurtlu, ayranlı, sütlü keşkekler konuklara yedirilir. Çifte davullar öter evde…
Kızlar bir tarafta oynarlar da oynarlar… Yörenin bu yiğit havaları gençlerin yüreklerine bir kor gibi iner. Bu karlar yeni bir gönül oyununun kamçısıdır.
Böyle bir düğünde, belikleri belini döven kara gözlü, alma yanaklı, kiraz dudaklı bir gan ayaklıya gönül düşüren yiğit o güzelden yakınlık göremez. İçine öyle bir gasavet çöker ki alır başını ayrılır, abasından. Iraklara düşer bu delikanlının içinin ağısını Gasavet türküsünde biz de duyar ve onun aşkını biz de yaşarız, gönüllerede.
Anonim bir türkü olan Gasavet’in sözleri şöyledir :
Yatamadım gasavetten ay abam of
Meraktan vay
Aşk ateşi çıkmaz oldu ay abam of
Yürekten vay
***
Bittim ola bizim elin ay abam of
Söğüdü vay
Ben giderken yapracığı ay abam of
Göğüdü vay
……
GÖKÇUKUR
Gökçukura giderken
Düğün de bayram ederken
Bir güzele vuruldum
Koyun da kuzu giderken
Gökçukuru gatıranı
Çoltumunda oturanı
Beş yüz altın vereceğim
Durducuğu getirene
Gökçukurun gedikleri
Şeker lokum yedikleri
Hiç aklımdan gitmiyor
Durducuğun dedikleri
Gökçukurda dut bitmiş
Yapracığı gıt bitmiş
O çavurun gızcağızı
Beni de nasıl unutmuş
GERALİ
Gır eşşeğe biner kaş oluktan aşarım.
Canımı sıkmayın avratlar ikinizi birden boşarım
Gerali hey hey avradın kötüsü kötüden kötü
Dolapta kokutur yüz dirhem eti
Başına toplamış sirke ile biti
Kurtulamadım kötü avradın elinden
Geralim hey hey
……..
SARI KIZ
….. Sazın sözün, çiçeğin balın kaynağıymış sarı kız. Ceylanlar gibi seker, yiğitlerin akıllarını alır, yüreklerini yerinden oynatırmış. Sarı Kız için türküler yakılmış, oyunlar düzülmüş, gelmiş bu günlere değin bizlere ulaşmış.
Şu avludan şu avluya yol gider
Hanımlara deste deste gül gider
Geliver geliver
Aslan yarim gel
Sarı kızın sarı saçı sallansın
Öptük sıra şeker dudak ballansın
Geliver geliver
Gostak yarim gel
……
KOYUN OKŞAMASI
Koyunumu güddüm güddüm de eğriğine yatırdım
Abılası sağdı da ben südünü getirdim
Meleme mor goyunum ben guzunu getirdim
Yol ver başı dumanlı dağlar bizde geçelim
Evlerinin önü gatıran torusu dibinde
Dibinde yayılır keklik sürüsü
On beş kızın içinde yoktur sağan birisi
Meleme mor goyunum ağlattın sen bizi
…..
ÇEŞİDİM
Gullar olsam seni de doğuran anaya
Süt verirler beşikteki sunaya aman
Ah aman aman
Çeşidimsin aman
Ben dayanamam
Yağmur yağar şemsiyeler ıslanır
Birgün olur deli gönül uslanır aman
Ah aman aman
Çeşidimsin aman
Sen küçüksün
Ben güvenemem aman
SANDIM SUNDUM
Şu yamaçtan bir atlı çıktı
Ah ne bileyim ben
Emmim de oğlunu
Sandım sundum ben
Bindirdiler ata
Ah ne bileyim ben
Gendi atımızı
Sandım sundum ben
Diktiler de direği
Ah ne bileyim ben
Çadırda kuracak
Sandım sundum ben
DANIŞMAN (ÖYKÜSÜ)
Danışman, Anamur’un 7 -8 km. batısında ovadan birazca yüksekte denize bakan bir düzlüktür. Selçuklulardan yakın zamana değin bir eğlence yeriymiş burası. Yayla göçünün başlayacağl Nisan ayının ortalarında bu ıssız yer insanlarla dolup taşar, davulların, gırnataların sesi Toroslara vurur, yankılanırmış.
Çevredeki beyler gelip en önce yerleşirlermiş. Kıldan çadırlarını kurarlar, sonradan Toroslardaki yörük beyleri birer birer inerlermiş düze. Kılcal giysili görkemli çobanlar yağ, kaymak getirirlermiş katırlada, develerle. Sürmeli koçlar keserler orta yerde yanan meşe odunlarının közünde külleme edilir, yavşan kokulu kınalı keklikler kızartırlarmış. Canlı kekik kafeste, yamaçlarda öterken. Saz ustaları, kaval ustaları yörenin, Karacaoğlan’ın türkülerini çalar, söylerlermiş. Kıbrıs’tan getirilen Rum dilberleri dökülüp saçılırlar, bel kırarlarmış. Al yanaklı, tokucak beIikli, kara gözlü yörük güzelleri ateş düşürmüş genç beylerin, yüreğine. Bir hafta süren yemeli, içmeli, davullu, zeybekli eğlenceler bütün bir yaz yaylalarda dilden dile dolaşıp masal olurmuş. Sonunda da Danışman eğlenceleri türkü olmuş, dudaklarda, oyun olmuş ayaklarda. Gelmiş bugünlere değin.
TÜRKÜSÜ
İndim geldim danışmanın düzüne
Nalet olsun çirkinlerin yüzüne haydi
Haydi haydi atamaz oldum
Anamurun sineğinden yatamaz oldum
Eğri büğrü Danışmanın yolları
Kardan beyaz o güzelin kolları
Haydi haydi atamaz oldum
Danışmanın cümbüşünden yatamaz oldum
Evlerine varamadım köpekten
Al uçkuru çözemedim göbekten haydi
Haydi haydi atamaz oldum
Danışmanın cümbüşünden yatamaz oldum
Gün görünmez menenğicin dalından
Kimse bilmez ben garibin halından haydi
Haydi haydi atlı da geliyor
Şu kızın nameleri datlı da geliyor
D- YÖREYE HAS MANİLER
İlk ağşamdan doğar Ülker ile terezi
Al mendile koydum elma ile kirezi
El oğlunun yilzünden
Çokça yapmışım kendime garezi
* * *
Beli eğrikten eğriIdi goyunun sesi
Kulağıma gitti goca çanın sesi
Tosun oğlu çıkmadı mı sana
Sana söylerim dokuz oluk yaylası
* * *
Göğer bostanım göğer
Su gelir bendin döğer
Benim yavrum öğsüz kalmış
Her gelen geçen onu döğer
* * *
Al koyun kara koyun
Gabrimi derin oyun
Ben bu dertten ölürsem
Adımı dertli koyun
* * *
İnanma zemheri ayazına
Gün var iken kar yağar
Güvenme avrat sözüne
Eri var iken er arar
* * *
Bir daş attım alıca
Bir kuş vurdum delice
Yenile bir yar sevdim
Gözleri sürmelice
* * *
Çıralığa koydum bezir
Yağmur yağar körezir
İki gönül bir olunca
Ne ağa dinler ne vezir
* * *
Ortaköylü azgın olur
Sarıcağı düzgün olur
Nasradından gız alan
Canından bezgin olur
* * *
Akıyor boz ilan
Gözüm dolu toz ilen
Ali Bey’im geliyor
Terkisinde gız ilem
* * *
Ala kilimin yüzüyüm
Buğday ununun özüyüm
Aslımı sorarsanız
Ben bir Yörük kızıyım
* * *
Anamur’un darısı
Datlı olur sarısı
Yiyen bilir dadını
Bulunursa irisi
* * *
Çocuklar sürer sığırı
Götürürler çığırı çığırı
Çeker devesini yar geçti mi
Yıkılası gara diken seğiri
(x)Anamur Halk Eğitimi Merkezi adına gönderilen bu yazı Cazibe ÇEVİK, Aybel ÇEVİK ve Zehra ASLAN tarafından hazırlanmıştır.
*Bu yazı “Mersin Halk Eğitimi Merkezi ve Akşam Sanat Okulu Müdürlüğü Yayın Organı” olan “İÇEL KÜLTÜRÜ” Nisan 1991 – 15. Sayısından alınmıştır.