Mersin’in Yerindeki Antik Kent
ZEPHYRIUM
Yumuktepe Höyüğündeki arkeolojik kazılardan anlaşıldığına göre, Mersin 9000 yıllık bir yerleşimi barındırıyor. Tarihin yazılı sayfalarına gelindiğinde ise Mersin’in yerinde ilginç bir yerleşimin izlerine rastlanıyor. Uzun ve sessiz bir yaşamı olmuş Zephyrium kentinin. Bu kayıp kentin izlerine üç başlıkta bakabiliriz:
1- 19. yüzyıldan itibaren yöremizi gören gezginlerin anlattıkları.
2- Bina inşaatlarının temel kazılarından (rastlantı sonucu) çıkan eserler (Arkeolojik kazı yapılmadı).
3- Tarihsel veriler.
1– Gezgin yazarlar, Rum Ortodoks Kilisesi ile kent arasında rastlanan buluntulardan hareketle yeni Mersin kentinin antik bir yerleşim merkezi üzerinde kurulu olduğundan bahsetmektedirler.
1833-1837 yıllarında Anadolu’yu gezen Fransız Mimar-Arkeolog Charles Texier, 1836 yılında Silifke’den sonra geldiği Mersin Köyü’nün eski Zephyrium kentinin yerinde kurulmuş olduğunu, çevresinde yapılacak kazılarda pek çok eski eser bulunacağını yazmıştır.
1836 yılında bölgeyi gezen Charles Texier, daha sonra yayınladığı “Küçük Asya” kitabında, “Tarsus’a 22 km olan Zephyrium, günümüzde Mersin. Çevresinde antik dönem harabeleri bulunmaktadır. Yarım yüzyıl önce gemiler Kazanlı’ya yanaşırlardı” diyerek Kazanlı’nın Mersin’in iskelesi olduğunu yazmıştır.
W. M. Leake, 1824 tarihli haritasında Mersin’i, Mersin nehrinin denize döküldüğü yerde, antik Zephyrium kenti olarak gösterir. Mersin’in bulunduğu körfez ile yerleşim yerinin aynı antik adı taşıdığını yazar.
Doğu bilimci Victor Langlois “Kilikia’da Bir Gezi” isimli eserinde, “Osmanlı Köprüsünden geçince Mersin şehrine varılır. Deniz kenarında güzel evler vardır. Bu evlerin olduğu yerde eski bir şehir harabesi vardır ki; burası eski Zephyrium şehridir.” diyerek o zamanki Mersin’in batısında, yaklaşık bir kilometre boyunca uzanan antik bir yerleşim bölgesi bulunduğunu belirtmektedir.
2– 1836’lardan itibaren bölgeye yerleşen Levanten Avrupalı tüccarlar, bu antik yapı kalıntıları, taş ve tuğla örenler üzerine yeni bir yerleşim merkezi kurmuşlardır.
Zephyrium kentinden görülen izler; Vali Konağı, Milli Eğitim Müdürlüğü, Kız Enstitüsü, Halkevi (Mersin Kültür Merkezi), ve eski Çavuşlu Mahallesi çevresindeki bazı binaların temel kazıları sırasında birçok tarihsel buluntu ele geçmiştir. Eski garajların bulunduğu yerdeki antik bir değirmenin taşları şimdi “Botanik Restaurant”ın bahçesinde görülebilir.
Eski Vilayet Konağı binasının antik taş temel duvarlarına oturtulduğu biliniyor.
“Vilayet konağının yapımı sırasında harçlı duvar kalıntıları sütun ve sütun başlığı gibi mermerden yapılmış parçalar ele geçmişti. Bunların arasında Halkevi’nin temel hafriyatı sırasında kuzey duvarının yaklaşık 3.50 m derinliğinde mermer bir heykel bulunmuştu. MÖ 500’lere tarihlenen Pers İmparatoru Kyros’un heykeli o tarihlerde Mersin’de müze olmadığından Adana Müzesi’ne kaldırılmıştı.
Yine kıyı boyunca toprak kaplar, sırlı seramik parçalar, küpler, değirmen taşları ve işlenmiş mimari mermer parçaları bulunuyordu. Merkez Bankası’nın yerinde dört gözlü bir kemer kalıntısı vardı.” (Zeki Teoman. (Modern Türkiye Mecmuası İçel Özel Sayısı. 1984. s. 34)
Günümüzün Mersin kent yerleşiminin, antik Zephyrium üzerinde yapılanmış olduğunu anlıyoruz. Kazılarda çıkan eserlerden bazıları Mersin Müzesi’nde görülebilir. Ancak ilk dönemde Mersin’de müze bulunmadığından çıkan eserler Adana Müzesi’ne götürülmüş, pek çoğu da kaybolmuştur. 2000 yılında Cumhuriyet Alanı düzenlenmesi sırasında da Atatürk Caddesi’nin asfaltı kaldırıldığında, genişçe bir alana yayılan antik testi altlıkları, amfora kırıkları görülmüştü. Mersin Müzesi’nin önünde yaşanan bu tablo ile hiçbir kurum ciddi olarak ilgilenmedi. Geçmişin izlerini taşıyan eski kent kalıntıları ne yazık ki korunamamış, bugün tamamen yok olmuştur.
3– Zephyrium’dan ilk kez Amasyalı Strabon söz etmiştir: “…Lamos’tan sonra nemli bir kent olan Soli’ye (Viranşehir) gelinir. Sonra Zephyron’a (Mersin) ve denizden biraz yukarıda bulunan ve Aristobulos’a göre Sardanapallos tarafından kurulmuş olan Ankhiale’ye (Karaduvar) gelinir.”
“Zephyr’in Yeri” anlamındaki Zephyrion kentinin tarihte Selefkos krallığı ile eşzamanlı olarak yaşadığını anlıyoruz. Bu savı güçlendiren bulgulardan birisi, kentin özgür sikke basan kentlerden birisi olmasıdır. MÖ 175 tarihinde, Selefkos kralı IV. Antiokhos döneminde, Kilikia sınır kentlerinden sayılan Zephyrion’da ilk sikke basımı başlamıştı. Zephyrion’un kurucusu sayılan Antiokhos daha sonra Apollo ile özdeşleştirilmişti.
Romalılar döneminde, Cicero, Prokonsül sıfatıyla Kilikia’ya vali olarak atanmıştır. Julius Caesar Tarsus’a gelmiş ve MÖ 58 yılında Kıbrıs’ı Kilikia bölgesine bağlamıştır. J. Caesar’dan sonra, doğu bölgesinin yönetimini üstlenen Marcus Antonius, Tarsus’ta Mısır Kraliçesi Kleopatra ile buluşmuştur. Kleopatra’nın gemisiyle Tarsus’a gelişi ve burada Antonius’ la yaşadığı beraberlik Antik Çağ tarihinin en çok ilgi çeken olaylarından biri olmuştur.
Tarihçiler Zephyrion şehrinin resmi tarihini MÖ 68 olarak kabul ediyorlar. Bu da gösteriyor ki Pompeus’un bölgedeki egemenliği ile Zephyrion adı yeniden gündeme geliyor ve yeni sikke bastırılabiliyordu.
İmparator Hadrianus zamanında (Publius Aelius Traianus Hadrianus, 24.01.76 – 10.07.138) ise yeni yollar inşa edilmiş, yöredeki şehirler birbirine bağlanmış ve yeni mimari eserler yapılmıştır. Bundan sonra da bölgeye Cilicia, Isauria et Lycaonia ismi verilmiştir. Bu dönemde Kilikia ve Mersin’in ekonomisi çok daha canlanmış vergilerde önemli indirimler yapılmıştır.
Roma döneminde İmparator Hadrianus’un 117 – 138 yılları arasında bölgeye yaptığı ziyareti onuruna Zephyrium adı değiştirilerek, “Hadrianopolis” (Hadrian’ın Şehri) unvanını almıştı. Nitekim Antalya’da da, Hadrian’ın MS 130’daki kenti ziyaret etmesi onuruna üçlü bir onur kapısı yapılmıştı. Zephyrion, Hadrianopolis ya da Araplar tarafından “Kalamya” şeklinde anılan kent, Küçük Ermeni Krallığı zamanında ise bir liman şehri idi. “Zabari” veya “Zarfa” olarak anılıyordu.
M.S. 260 yılında başlayan Pers saldırılarına direnemeyen kent, Sasani Kralı Şapur (Shapur) tarafından fethedildi. Taş taş üstüne kalmamacasına kent ortadan tamamen kaldırıldı. Bu tarihten sonra Zephyrion adına herhangi bir canlanma görülmedi. Ta ki Modern Mersin’in yapılanmasına kadar…
Batı rüzgarı kenti Zephyrion ilk harita örneği sayılan Puttinger levhalarında antik coğrafyada da gösterilir. Bu küçük kentin, çok parlak bir tarihi olmasa bile, 430 yıl yaşamını sürdürdüğünü anlıyoruz. MS 260 yılında başlayan Pers saldırılarında Sasani Kralı Şapur tarafından fethedilen kent ortadan kaldırıldı. 430 yıllık kentin yaşam izlerini Zephyrion sikkelerinde ve müzelerdeki eserlerde görebiliyoruz. O eski kentin adı, antik dizelerde ve öykülerde yaşıyor.
Zephyrion’un Mitolojik Öyküsü
Zephyrion antik kentinin bir de mitolojik öyküsü var: Homeros Destanı’nda dört rüzgârın adı geçer. Notos, Boreas, Euros ve Zephyros. Her birinin eserde önemli rolleri vardır.
Homeros’un mitolojik rüzgârlarını usta yazar Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir şöyle yorumluyor: “Notos, bizde adını Lodos’a, Boreas da Poyraz’a vermiştir. Ama ikisi de 45 derece yer değiştirmiş oluyorlar. Notos’a Kıble ya da Lodos, Boreas’a Yıldız, Euros’a Keşişleme, Zephyros’a Batı Yeli, Meltem ya da sert esene Karayel dememiz doğru olur”.
İlkbaharın ılık ve güzel kokulu nefesi olan Zephyrios, Antik Çağ’da tanrılaştırılmış ‘Batı Rüzgârı’dır. O, gül mevsiminde Eros ile her yere ulaşır. Türkçede Zephyr, “mavi rüzgâr” sayılır. Zephyr yazın “Meltem” sayılsa da, kışın “zehir” gibi eser. Halk arasında kışın esen bu rüzgâra “Zifir” denir. Akdeniz’de Zephyr’in bir başka adı da “Ponant”dır. Levant’ın karşıtı olan Ponant, “ponore” den gelir ve “güneş orada batar” anlamındadır.
Zephyrion antik coğrafyada genellikle denize uzantı yapan burunlara verilen isimdir. “Batı rüzgârı alan yer” anlamındadır. İlk yazılı kaynaklarda okunan, mitolojide tanrılaştırılmış batı rüzgârı anlamında olan Zephyrios’tan gelen kentin adı, “Rüzgârlı burundaki meltemler kenti Zephyrion” işte böyle birçok mitolojik öyküden alır adını.
Günümüze ulaşan antik kaynaklardaki Zephyrium, coğrafyaya geçen Zephyros adına kurulmuş kenttir.
Zephyrios’un adı ilk kez Homeros Destanı’nda karşımıza çıkar. Şafak tanrıçası Eos’la yıldızların ve gezegenlerin tanrısı Astraios’un oğullarından; Boreas, Notos ve Eosphoros’un en büyüğü olan Zephyros’u anlatan Hesiodos’un dizelerini, güzel Türkçesi ile Azra Erhat’tan okuyalım:
Şafak tanrıça Astraios’la birleşip coşku yürekli rüzgârları doğurdu
Gökleri arıtan Zephyros’u, azgın esişli Boreas’ı ve Notos’u
Rüzgârlardan sonra şafak tanrıça, günün müjdecisi
Şafak yıldızını doğurdu ve göklerin çelenk yıldızlarını…
Önceleri Karayel olarak görülen Zephyros, daha sonra Akhilleus’un arabasını rüzgâr gibi koşturan ölümsüz atları olur. Harpya’lar rüzgâr tanrısı Zephyros ile birleşip Akhilleus’un ölümsüz atları Ksanthos’la Balios’u dünyaya getirmişlerdir. Zephyros’un Tanrıça Afrodit’in Akdeniz’den ak köpükler içinde kıyıya çıkışında da rolü vardır. Hesiodos olayı şöyle anlatır:
“Batı yelinin soluğu taşıdı onu
Gürüldeyen denizin üstünde
Sevimli köpüklerden kaldırıp
Dalgalarla çevrili Kıbrıs’ına…
Daha sonraları bu bahar müjdecisi tatlı ve kokulu rüzgâr, uçarak çiçekler taşıyan bir delikanlı oluverir. Yine Azra Erhat’ın güzel çevirisinden;
Ak köpükler rüzgârı Notos’un devşirdiği bulutları
Zephyros ağır bir sağnakla çarpar da hani,
Şişkin dalgalar biner birbirinin sırtına,
Ak köpükler parça parça dağılır gider.
İnek gözlü Hera’nın bir tehdidi var;
Ben de gidip kopartayım deniz kıyısında
Zephyros’la akpak Notos’un korkunç kasırgasını…
Akhilleus’un yakarışından;
Yığından uzağa çekilip yakardı iki rüzgâra
Boreas’la Zephyros’a güzelim adaklar adadı
Yeller, sert Zephyros’un çevresinde şölendeydi.
Sümbüle Dönüşen Hyakinthos
Poseidon’un oğlu Rüzgârlar Tanrısı Aiolos’un emrindeki, güneş soylu, “meyveleri olgunlaştıran” ılık meltemdir Zephyr. Zephyr, güzel bir “kanatlı delikanlı” şeklinde tasvir edilir.
Zephyrios’un gönlü Hyakinthos’a uçar, bu güzel çiçeğe (sümbül) göz koyar. Öykü bu ya, batı yeli sümbüle aşık olur. Ama Apollon da sümbülü sevmektedir, kıskançlık başlar. Zephyros bir şenlik sırasında Hyakinthos’un ölümüne sebep olur. Apollon’un katıldığı şenliklerde disk atma yarışında öfkelenen Zephyrios hızla eserek tunç diskin yönünü değiştirir; metal spor aleti bir silâha dönüşür.
Sessiz gece boyunca süren Hyakinthos şenliklerinde öldü,
Apollon’la yaptığı yarışmada.
Disk atmada yarışıyorlardı, Tanrının hızla fırlattığı disk
Yolunu şaşırdı…
Öyküde anlatılan, tanrılaştırılan Rüzgâr Zephyr, sümbülün boynunu kırıp ölümüne neden olur. Anlatım tarzı biraz yabancı gelse de; Anadolu ozanı çok güzel betimliyor:
Sümbül der ki boynum uzun,
Yapraklarım düzüm düzüm,
Beni ak gerdana dizin,
Benden ala çiçek var mı?
Araştırmacı yazar Ali Çağlar, 1961 tarihli eski bir kitapçıktan aktarıyor:
Karacoğlan eydür başların tacı,
Ayrılık şerbeti zehirden acı,
Kıvrım kıvrım olmuş zülfünün ucu,
Sümbülün boynunu eğdiği gibi…
Bir başka dörtlükte ise:
Bakmaz mısın Karacoğlan haline,
Garip bülbül konmuş gülün dalına,
Kadrini bilmeyen alır eline,
Onun için boynun eğri menevşe…
Âşık Veysel adını koymuş:
Sümbül der ki ben alâyım,
Yiğit başına belayım…
Karacaoğlan dörtlüklerinde 10-12 yerde, sevdiği başına, yanağına sümbül takar. Sadettin Nüzhet Ergun’un derlediği (1948 basımı) kitabında Eflatun Cem, katkılı koşmalardan birinde, mitolojik öyküyü anımsatır: Rüzgârın esişi sümbülün boynunu kırar:
Sabahleyin seher yeli esince,
Lale verip sümbül boyun eğince,
Yan gelip de beş ayları doğunca,
Çekilir sağmalı yozu dağların.
KİLİKS’in öyküsüne girişte kısaca yer vermiştik. Mersin’in de üzerinde yayıldığı toprakların efsanevi atası sayılan bu kahramanın ayrı bir bölüm olarak işlenmesi, üzerinde yeni araştırmalar yapılabilmesi için yararlı olabilir. O halde bu konuya tekrar dönelim: