Kızkardeşimiz Avrupa
KİLİKS ve KİLİKİA’NIN ÖYKÜSÜ
Mersin ve Adana’nın üzerinde yayıldığı toprakların antik adı Kilikia’dır. Bu klasik adının kaynağı nedir, nereden geliyor?
Asur yönetiminde olduğu sıralarda Asurlular bölgeye Hilakku adını vermişlerdi. Heredot ise Hypakkiler ülkesi der. Bilge Umar’a göre, adının kaynağı Luviceden geliyor.
Yüzyıllar boyunca Akdeniz’in doğu kesimindeki topraklarda gelişen çeşitli uygarlıklar batıya doğru uzanarak, adalara atlamış, orada özellikle Girit’te çağının en ileri uygarlıklarından birine temel olmuştur. Bu olgu mitolojide Beyaz bir boğa kıyafetine bürünen Baştanrı Zeus’un Fenikeli Agenor’un güzel kızını Girit’e kaçırması olarak anlatılmıştır.
Poseidon’dan olma ve Libya’den doğma Agenor, Mısır Kralı Belos’un kardeşi ve Fenike Kralı’dır. Sur ve Sayda’da hüküm süren Agenor, Telephassa ile evlenir. Bu evlilikten dört oğlu, Phine, Kadmos, Phoeniks, Kiliks ile bir kızı, Europa olur.
Zeus ile Europa
Agenor’un kızı Europa dünya güzelidir. Beline kadar inen dalgalı uzun sarı saçlı, ipeksi beyaz ve kadife tenlidir. Ay gibi güzel Europa bir gün arkadaşlarıyla deniz kenarında oynayıp eğlenirken tanrıların yüce yöneticisi Zeus, Fenike’nin Sidon kıyılarında kendi soyundan olduğunu varsaydığı bu kızı görmüş ve hemen aşık olmuştu.
Şair Moskhos’tan Ülkü Tamer’in temiz Türkçesiyle:
“Avrupa bir boğa sırtında denizler aşıvermenin yarattığı bir kaç saniyelik şaşkınlık ve korku bir yana bırakılırsa, hiç üzülmemiştir denebilir. Avrupa’nın Zeus’la seviştiği sıralarda Hera nerelerdeydi, bilinmiyor. Bilinen bir şey var: Tanrılar tanrısı, gamsız, tasasız, gönlü ne dilerse onu yapıyordu.
Zeus bir ilkbahar sabahı gökteki sarayında oturmuş, tembel tembel yeryüzünü gözetliyordu. Gözleri, ansızın kendisi için çok çekici bir yaratığa ilişti. Güzel Avrupa uykudan uyanmış, gördüğü düşü yorumlamaya çalışıyordu.
İki kıta, kadın kılığında kendisini paylaşmak istemişlerdi düşünde. Avrupa’yı doğurduğunu söyleyen Asya, onu kendisi almak istemişti. Öteki kıta ise Zeus’un Avrupa’yı kendisine verdiğini söylemişti. Gördüğü bu garip düşü yorumlayamadı ‘Europa’. Kendi yaşında kız arkadaşlarını topladı, deniz kıyısındaki çiçek tarlasına gittiler. Orada oyunlar oynarlar, sepetlerini çiçeklerle doldururlardı. Hepsi de bilirdi ki en güzel sepet Avrupa’nın sepetidir.
Europa’nın sepeti sanatkâr tanrı Hephaistos’un usta ellerinden çıkmış bir sepettir. Üzerine, büyük-büyük annesi İo’nun başından geçen olaylar nakşedilmiştir. İo’nun inek haline gelişi, çoban Argos’un öldürülüşü, Zeus’un İo’yu yeniden kadın kılığına sokması… Çok usta bir şekilde anlatılmıştır.
Yalnız sepeti mi, içlerini dolduran çiçekler de ne güzeldi. Nergisler, sümbüller, menekşeler, kırmızı yaban gülleri… Aşk tanrıçası, Kharitler’in arasında nasıl ışıldıyorsa, Europa da yaşıtları arasında öyle ışıldıyordu.
Zeus onu görünce dayanamadı. Zaten aşk tanrıçası Afrodit, oğlu Eros’a söylemiş, o da oklarından birini Zeus’un kalbine saplamıştı. Hera uzaklardaydı o sırada. Ama Zeus yine de ne olur ne olmaz diye korktu. Bir beyaz boğa kılığına girdi. Kaşları yerinde gümüş yaylar çizili, boynuzları yeni ayın görünüşüne benzeyen, güzel, çekici bir boğa olup çıktı.
Kıvrım kıvrım gerdanıyla, bakanı hayran bırakan görkemli görünüşü vardı. Tüyleri, üzerine el ayak değmemiş, erimeye başlamamış karlar kadar beyaz olan bu boğa, çok heybetli bir görünüşe sahipti. Usta bir sanatçının elinden çıkmışçasına cilalı olan, mücevherlerden daha parlak bir görünüme sahip olan boynuzlarıyla son derece göz alıcıydı. Bembeyaz vücuduyla sapsarı kumların üzerine uzanmıştı. (Muhteşem Toros Dağları’nın yüzlerce kilometrelik parlak kumsallı plajlarını anımsatıyor.)
Birden çiçek toplayan kızların arasına girdi. Yaşıtları gibi Europa da boğayı görünce dayanamayıp yanına geldi. Hemen eğildi boğa. Sanki Europa’nın sırtına binmesini ister gibiydi. ‘Sırtına bindirip gezdirecek bizi. Öyle tatlı, öyle güzel bir boğa ki bu.
Hiç boğaya benzemiyor, bir, bir insan gibi, yalnız konuşamıyor.’
Europa gülümseyerek, boğanın sırtına oturdu. Ama Zeus diğerlerinin binmesine fırsat vermedi. Fırlattığı yıldırımların hızıyla denize daldı. O ilerledikçe dalgalar iki yana açılıyordu. Titian’ın tablosunda olduğu gibi, yanlarında, önlerinde, arkalarında, garip deniz tanrıları Nereidler borularını öttürerek, Tritonlar ve Zeus’un kardeşi Poseidon gidiyordu. Efsanevi rüzgâr Zephyros’un tatlı yeli Europa’nın elbisesini uçuşturuyordu. Zaten Zephyros her şeyi görüp anlatıyordu. Sulardan ve gördüğü yaratıklardan korkan Europa, düşmemek için bir eliyle boğanın kocaman boynuzunu tutarken, öteki eliyle de, ıslanmasın diye mor eteğini topluyordu. Düğün alayının en arkasından bir istiridye kabuğunda uzanmış olan Afrodit, Botiçelli’nin tablosundaki gibi en arkadan onları izliyordu…
Böylece uzaklarda kayboldular. Önce Girit Adası’na giderler. Adada mevsimler karşılar onları. Burada, iki aşığın kavuşmasının onuruna yaprağını hiç dökmeyen çınarlar biter. Europa üç çocuk dünyaya getirir. Bunlara Minos, Rhadamanthe, Sarpedon ismi verilir. Zeus bu üç çocuğun aşkına Europa’ya üç önemli armağan verir. Talos; düşmanın denizden karaya çıkmasını engelleyen bir çeşit köle. Becerikli, çevik, avını hiç kaçırmayacak bir üstün köpek. Bir de hedefini hiç şaşmaz bir kargı.”(Hamilton Edith – Mitologya. Çev. Ülkü Tamer. 1983:53)
Öykü burada bitmez! Çılgına dönen Kral Agenor, oğullarına buyruk verir: “Gidin kız kardeşinizi bulup getirin!” Agenor, biricik kızı Europa’yı geri getirtmek için kardeşlerini görevlendirir. Kardeşleri kendi yönlerinde, vardıkları yerlerde koloniler kurarlar, gittikleri coğrafyalarda kendi adlarıyla bütünleşen ülkeler oluştururlar. Yollara düşen Feniks, Kiliks ve Kadmos; bacılarını arar da bulamazlar.
Antik dönemlerde Çukurova topraklarında kızkardeşi Europa’yı arayıp da bulamayan Kiliks beraberinde olan arkadaşları ve ahfadıyla buralara yerleşip, Çukurova’yı yurt edinir. Adana ve Mersin yöreleri Kiliks’in adı ile anılır olur. Böylece Kilikia’nın efsanevi kurucusu ve atası olur.
Mersin Kabuğundan Hayat Bulan Yasak Aşk ve Meyvesi
MİRNA – ADONİS
Kuruluşundan bu yana pek çok insana yurt olan, bir Mersin şarkısında sözü geçen, ‘Evlerinin önü Mersin’ dalı neydi ve adını kente nasıl verdi?
Mersin Akdeniz’in bir kentidir. Akdeniz’i en iyi övenlerden birisi de Halikarnas Balıkçısı’dır. Türkçeyi Anadolu tadında kullanarak okuyanları öyle bir coşkuya götürür ki şaşırtır insanı: “İsa’dan 4000 yıl önce Sümerler, Akdeniz kıyıları için ‘Deniz kıyısındaki güneş bahçesi’ demişler. Sümerler yazıyı, tarım yöntemlerinin çoğunu, arabalar için tekerleği bulmuşlardı. Bu nedenle “Ex Orient’e Lux” yani “Işık Doğu’dan gelir”
Okyanus derinliğini andıran gök mavisini, Akdeniz’in sıcak berrak sularında da bulursunuz. Denizlerin en mavisi Akdeniz’e Homeros, “Şarap renginde deniz” der. Akdeniz’in büyülü, tuzlu sularının köpüğünden aşk, sevgi ve sevinç tanrıçası Afrodit doğmuş ve Akdeniz insanlarına sevecenliği, sıcaklığı ve sevgiyi vermiştir.
Akşam olduğunda Afrodit, Akşam Yıldızı olmuş, sabah olunca da Şafak Yıldızı denilen Çoban Yıldızı olarak, sevginin ve sevincin yitip gitmediğini muştulayacaktır Akdeniz insanlarına. Bahar tanrısı Adonis’in doğduğu topraklara.
Mersin adının kaynaklarından birisi de Kıbrıs’tan Mersin’e sığınan Mirna’nın öyküsüdür. Ancak Mirna’dan doğan Adonis daha ünlü olmuştur.
Vakti zamanında Kıbrıs Kralı Kinyras’ın bir kızı olmuş. Mirna adı verilen çocuk büyümüş ve genç bir kız olduğunda kendi güzelliğini fark etmiş. Apollondoros’a göre, Mirna (o dönemdeki yaygın olan Afrodit tapımına karşı çıkmıştı) aşk ve güzellik tanrıçası Afrodit’e yeterince saygı göstermeyip,
onun güzelliğiyle, “Ben senden daha güzelim” diye haykırıp alay edince, tanrıların hışmına uğramış. Ona iyi bir ceza vermeyi kafasına koyan Afrodit tanrılarla anlaşıp, düşündüğünü uygulamış. Bu belki de cezaların en ağırıdır. Affedilemez.
Tanrıça Afrodit, Mirna’nın gönlüne, önüne geçilemez bir baba arzusu koymuş. Onu babasına âşık etmiş. Dadısını da oyununa alet eden Mirna, onun yardımıyla kurduğu bir düzenle babasının yatağına girmiş; on iki gün on iki gece sevişmişler. On ikinci gece Mirna, babasından hamile kalmış. Ne var ki büyü bozulup olayın farkına varan baba Kral Kinyras, farkında olmadan işlediği bu günahtan kurtulmak için kılıcını çekip kızının peşine düşmüş. Onu öldürüp bu lanetten kurtulmak istemiş. Mirna Akdeniz’e doğru çılgınca koşarken tanrılara yalvararak, kendisini görünmez kılmalarını istemiş. Sonunda kıza acıyan tanrılar, onu babasının kılıcından kurtarmışlar. Kurtarmışlar ama Mirna’yı bir ‘Mersin’ dalına çevirmişler.
Güzeller güzeli Mirna, Akdeniz’in ılık sularından çıkıp, günümüzde yörede “murt” ismiyle anılan, Arapların ise “hambeles” dediği, hoş kokulu mersin bitkisine dönüşmüş.
Öykü şöyle sürer:
Mersin dalı çiçeğe durur. On ay sonra da kabuğu çatlar ve bundan dünya güzeli bir oğlan ortaya çıkar. Mirna’nın oğlu Adonis biraz büyüdüğünde güzelliği, çevresindekileri hayran bırakır. Herkes âşık olur Adonis’e.
Adonis daha çocuk olduğu halde Afrodit’i de büyülemiş. Tanrıça onu özel bir sandığa saklamış. “Kimselere gösterme” diyerek yeraltının ecesi Persephone’ye vermiş. Ama bu kez de Persophone vurulmuş çocuğa.
Adonis’i Afrodite’e geri vermek istememiş. Olay baş tanrı Zeus’a iletilmiş. Tanrılar tanrısı, Musa’lardan Kalliope’yi yargıç yapmış. Kalliope’nin kararı şöyle olmuş:
Bir türlü paylaşılamayan genç Adonis, yılın yarısını Afrodit ile öteki yarısını da Persephone ile geçirecektir. Delikanlı böylece ilkbahar ve yazı Aşk ve Güzellik Tanrıçası’nın, güzü ve kışı da Ölüler Kraliçesi’nin yanında geçirecektir.
Erkek güzeli Adonis gününü dolanıp avlanarak geçirirmiş. Yine bir gün Kilikia’nın ormanlarında dolaşıp avlanırken Adonis’in karşısına bir yaban domuzu çıkar. Adonis gümüş kakmalı mızrağı ile domuzu yaralar. Canı yanan hayvan dönüp, Adonis’in üzerine saldırarak boynuzunu Adonis’in güzel tenine batırır. Adonis yere yıkılır.
Kasığından derin bir yara alan Adonis’in inlemesini duyan Afrodite, bulutların arasından sevgilisinin yanına yeryüzüne iner. Adonis’in parlak beyaz teni, kızıl kanla kaplanmıştır. Adonis’in kasığından fışkırıp toprağa düşen bir damla kanla toprakta yeşil çayırların üzerinde oluşan kırmızı leke canlanır, bir Akdeniz kır lalesinin, kıpkırmızı anemonların (Anemonia Pavonina veya Anemonia Coronaria – Ege ve Akdeniz kıyılarında bolca bulunmaktadır.) yapraklarında yeni bir hayat bulur.
Afrodit üzerine eğilip onu dudaklarından öper. Adonis bunun farkına varamamıştır. Afrodit ölü gövdenin onu duyamadığını bilir. En sevdiği aşkına bir ağıt yakar…
Ben tanrıçayım ben, arkandan gelemem
Bir kere daha öp beni, uzun öp.
Dudaklarımla çekeyim içindeki canı.
Bütün sevgini içeyim.
Dağların hepsi sesleniyordu, ağaçların hepsi.
Yazıklar, yazıklar oldu, Adonis öldü.
Ekho da seslendi: Yazıklar, yazıklar oldu Adonis’e.
Sevenlerin hepsi, Musa’ların hepsi üzüldü.
Dövündü, yakındı, ağladı bu ölüme.
(Hamilton Edith – Mitologya. Çev. Ülkü Tamer. 1983: 68)
Adonis efsanesi Hitit ve Sümer belgelerinden kaynaklanır. Kışın yeraltında saklanan ve baharla birlikte yeryüzüne dönen ve bir aşk cümbüşü içinde fışkırıp gelişen bitkisel varlığı simgeleyen Adonis’e bazı yerlerde kadınlar tapınırlardı. Yılda bir bahar bayramı yapılır, saksılara, sepetlere tohum dikerler, hızlı büyümeleri için onları sıcak sularla sularlardı.
KIR LALESİ
Bir yağmur akşamından sonraydı
Ve dolunaydı Kıbrıs’ta
Kral kızı Mirina’ydı Afrodit’e saygısızlık eden
Tanrıların dileği
Ve dadısının hileleriyle girdi
Kral Kiniras’ın gecelerine
Tam oniki gün seviştiler
Tam oniki gün
Kadınlar ağlamadaydı Mirina’nın kaderine
Kral babanın
Durumu geç kavradığı gün
Kızını öldürmek için yollara düştüğü gündü
Ey babasının kadını olan
Koş şimdi koş / denize doğru / ve yalvar tanrılara / görünmez ol
Acıdı
Tanrıların en acımasız olanı da / Mirina
Çukurova’da bir mersin ağacı oldu
Yamaçların en güzel yerlerine
Ovaların en güzelinde şafakleyin
Bahar yellerinin en güzeli eser de
Ağaçların en güzeli mersin ağacından
Doğmaz mı dünya güzeli Adonis
Afrodit aşık olur da kıskanmaz mı yeryüzünden
Artık bir delikanlı olan çocuğu
Geriye vermez de ölüler kraliçesi
Tanrıların divanı kurulmaz mı bunun üzerine
Paylaşılır da Adonis’in ömrü her yıl ikiye bölünüp
Yeraltı kraliçesine verilir de yarısı
Yarısı Afrodit’e verilmez mi / Altı ay
Cıvıl cıvıl sevişebilsinler diye
Ey mersin ağacının oğlu
Ey kral babanın soyundan gelen
Kasığından yaralandığı av günü ölen ey
Şimdi her bahar
Senin o bir damla kanından doğan kır laleleri
Şimdi her bahar Çukurova dağlarını
Ve mersin kokan dereleri
Tanrılara adanmış ızdırabınla muştulamada
Asırlardan beri Ey Adonis
Ağlasın Musalar’dan
Kalliope Ağlasın Afrodit’le Persepon ettiklerine
Ağlasın Zeus
Dağlarla ağaçlar ağlasın ölümüne
Şimdi her bahar gönderilmedesin
Kilikyalı ören yerlerin gizeminden
Sevgililerin
Umut kokan ellerine
Berdan Karagöz. 1994
Adonis’in annesi Mirna, Mersin’in efsanevi kurucusu sayılır.