Eski Kilikia’nın Merkezi
TARSUS
Yabancı ülkelerde kentimizin yerini anlatırken, “Tarsuslu Sen Pol’ün (St. Paulus – Aziz Pavlus) kentinin yakınında” dediğimizde, dünyanın öbür ucundaki insanlar bile Mersin’in coğrafyadaki yerini anlayabiliyorlar.
“Ben… Kilikia’da doğdum” diyen Aziz Pavlus, MS 3 yılında Tarsus’ta doğmuş ve Paulus adı verilmiş. Aslında Musevi bir Roma
vatandaşıdır. Önceleri babasının yanında çadır bezi dokumacılığını öğrenmiş, ilköğrenimini Tarsus’ta, yüksek öğrenimini ise Kudüs’te tamamlamıştır. Hristiyanlığın yayılması için Anadolu ve Anadolu’dan Avrupa’ya yaptığı dört yolculuğu önemlidir.
Tarsus Anadolu’nun kültür ve inanç merkezlerinden biridir. Bu noktaya gelmeden önce kültürel inanç evrelerinin ilginç yanlarından söz etmeliyiz. Tarsus için efsaneler kenti demek yanlış olmaz. Ama Tarsus efsanelerine geçmeden önce yakın çevreden söz etmek uygun olur.
Anchiale Antik Kentinden Bir İz
Dikilitaş / Bekirde
Dikilitaş olarak anılan anıt dikit bugün Dikilitaş (Bekirde) köyü sınırları içindedir. Köy 1990’lı yıllarda bu antik dikilitaşı kendine isim olarak almış ve Bekirde adı, Dikilitaş olarak değiştirilmiştir.
Victor Langlois Kilikia’da Bir Gezi kitabında Dikilitaş’a yer vermiştir: “Pompeipolis’ten Tarsus’a giden eski yol üstünde bir taş direk vardır. Yüksekliği 15 m genişliği 4 m kalınlığı 2 metredir. İşlenmiş bir kayadır. Tevrat’ın birçok yerinde yazılıdır ki, İbraniler önemli olayların olduğu yerlerde, böyle anıtlar dikerlerdi. Bazen böyle taşlar iki ülke sınırını veya bir mezarı gösterirdi”.
Bu taş eskiden Soli’den Tarsus’a giden Roma yolu üzerindeydi. Mersin-Tarsus yolu yapılırken güzergâhı değiştirilmiştir.
Günümüzde çevresi portakal bahçesiyle sarılı olan Dikilitaş, 6 m’den yüksek, 4 m genişliğinde ve 2 m derinliğindedir. Kaba bir görüntü sergileyen Dikilitaş’ın gerçekten bir dikilitaş mı, (bir obelisk mi) yoksa yakınındaki Tarsus’ta bulunan gizemli yapı Donuktaş gibi bir dökme taş mı olduğu araştırılmalıdır. Defineciler tarafından sıkça ziyaret edildiği anlaşılan yapının yere yakın kısmında oldukça yıkıcı darbeler görülmektedir. Taban yine say, doğal kaya yapıya oturmuştur.
Ayrıca taşın say tabanında da derin çukurlar açılmıştır. Taşın üzerinde yazı ya da resim yoktur. Köy merkezinden oldukça uzakta kaldığından, bileni ve yanına gideni de yoktur. Eski yöresel yazarlardan Bekir Uluğ, bu taştan söz ederek, sebepsiz dikilmiş olamayacağını ve mutlaka bir kitabenin de bulunması gerektiğini belirtir.
Anchiale
Antik çağ yazarı Strabon, Coğrafya adlı eserinde Aristobulos’u kaynak göstererek, Kilikia kıyı kentleri arasında saydığı, Zephyrium yakınındaki Anchiale kentini şöyle anlatılıyor:
“Sonra Kalykadnos yakınındaki yerle aynı adı taşıyan Zephyrion’a ve denizden biraz yukarıda bulunan ve Aristobulos’ göre Sardanapallos tarafından kurulmuş olan Anchiale’ye gelinir. Sardanapallos’un mezarının burada olduğunu ve elinin parmaklarını şaklatır durumda bir taş heykelinin bulunduğunu ve Asur dilinde yazılmış yazıttaki: “Anakyndarakses oğlu Sardanapallos Anchiale’yi bir günde kurdu. Ye iç, neşelen, çünkü diğer şeyler bunun kadar değmez.”
Bu metinde anılan heykelde görülen kişinin; sağ elinin parmaklarının oyun oynarken yapılan “şıklatma” hareketi önemle belirtiliyor. Khoirilos ise bu yazıttan şöyle söz etmektedir:
“Gerçekten aşağıdaki dizeler her yerde bilinir: Bütün yediklerim, başıboş düşkünlüklerim ve aşktan aldığım zevkler hepsi benimdir; fakat bu sayısız nimetler geride kaldı.”
“Anchiale’nin yukarısında bir zamanlar Makedonialılar (Büyük İskender’in komutanları) tarafından bir hazinenin saklandığı yer olarak kullanılmış olan Kyinda (Gözne?) kalesi bulunur. Fakat hazine, Eumenes Antigonos’a başkaldırdığı sırada onun tarafından alıp götürülmüştür.”
Karaduvar veya Kazanlı yerleşimlerindeki antik izler araştırmacıları buralara da yönlendirmiştir. Bir başka görüşe göre Anchiale, Dikilitaş (Bekirde) Beldesi’nin kuzeyindeki Çukurkeşlik ile Kerimler arasında olmalıdır.
Anchiale, MÖ 333 tarihinde Pers Kralı lll. Darius ile yapmış olduğu ünlü Issos Savaşı’ndan hemen önce Büyük İskender tarafından alınmıştır. Bu antik
kentten günümüzde su kemerleri, yapı kalıntıları ve bir höyük görülebilir. Yakın döneme kadar varlığı bilinen mozaikli Roma hamam kalıntısı ise yok edilmiştir.
Şimdiki Karaduvar’ın yerinde, Anchiale şehri bulunmakta imiş. Ancak bu şehrin Karaduvar değil, Kazanlı’nın yerinde olduğu, Bizanslı Etien tarafından Anchiale şehrinin Tarsus yakınında olduğu da iddia edilmiştir.
V. Langlois bu konuda; Karaduvar köyünde Bizanslılara ait mozaikli bir hamam harabesinin bulunduğunu, Karaduvar’dan bir saat mesafede deniz kenarında eski Semaenda harabeleri üzerinde Kazanlı Köyü’nün bulunduğunu, Mısırlılar zamanında Kazanlı’nın, Tarsus’un iskelesi olduğunu, burada bir direk başlığı üzerinde Latince bir yazıda, Hükümdar Julyos Valeryos’un Kilikia valisi olduğunun yazılı olduğunu belirtmiştir.
Kazanlı Beldesi
Mersine bağlı Kazanlı Beldesi ile Tarsus kıyıları arasındaki Tuzla olarak anılan kıyılar, 1950 yıllarına kadar bataklıklarla kaplı vahşi bir bölge idi. Burası doğal yaşamı olanca çeşitliliğiyle inatla sürdüren olağanüstü bir sulak alanlar sistemini barındırıyor.
Deniz kıyısı boyunca uzanan kumsal, çok sayıda lagün, göl, tuzlu bataklıklar, sazlıklar, okaliptüs ve çam ormanları ile kaplı 600 km2 genişliğinde, yaban hayatı ve özellikle kuşlar açısından taşıdığı uluslararası (A sınıfı) önemle eşsiz bir doğal yaşam mücevheri. Akdeniz’in kuzeydoğu köşesinden geçen, Avrupa-Afrika arasındaki ana göç yollarından birinin üzerinde olması, deltayı önemli kılmaktadır. Mersin-Yumurtalık arasındaki 110 kilometrelik kıyı şeridini oluşturur.
Kanatlı At Pegasus’un Kahraman Süvarisi
PERSEUS
Klasik mitolojide yarı tanrı benzersiz bir kahraman vardır. Perseus adı birçok öyküde yerini alır. Bizi ilgilendiren tarafı adının Kilikia söylencelerindeki bölümü olmalıdır. Sadece efsanelere dayalı değil, arkeolojik bulgulara göre de, Kilikia’da en önemli kültlerden birisi mitoloji kahramanı, Perseus tapkısıydı. Yani pagan dönemi dini inanışlarında Perseus da yer almıştı.
Perseus, Yunan mitolojisinde Herakles’in ataları arasında yer alan Argos’lu bir kahramandır. Babası Zeus, annesi ise Akrisios’un kızı Danae’dir. Perseus, Okean’ın kaynağında Medusa’nın kafasını kestiği zaman; Medusa’nın kanından kanatlı at Pegasus doğmuştu. Pegasus, önceleri Perseus’a hizmet ederek Andromeda’yı kurtarmıştı.
Roma İmparatorluğu döneminde darbettirilen Anemurion, İotape, Karallia, Koropissos gibi Kilikia kentlerinin paralarının üzerinde Pegasus’un kabartma resmi yer almıştır.
Yunanlılar Kilikia’ya (Tarsus’a) gelince, bölgenin yerli tanrısı olan Sandan ile Perseus’u özdeşleştirmişlerdir. Sandan, Perseus’tan sonra Apollon ve Mitras’la da özdeşleştirilmiştir.
Tarsus’un kuruluşuna dair birçok efsane varsa da, Perseus’un da Tarsus’un efsanevi kurucuları arasında adı geçer. Joseph Fontenrose’a göre: Perseus, Tarsos’un kurucusu kabul edilir. Tarsos’u kurması, değişik versiyonlarda Medusa’yı öldürmesinden hem önce, hem de sonra olarak anlatılır.
Öykülerin birinde, Perseus’un, attan inerken ayak tabanını kaybetmiş olduğu ve bu mevkiye bir şehir inşa ettiği bildiriliyordu. Bu şehir büyük olasılıkla Tarsus’tur.
Uçan At Pegasus, binicisi Perseus ile Libya’ya uçuşuna Kilikia’nın Ailon ovasından başlamıştır.
Bu serüveninde uçan at Pegasus, Kilikia’dan geçerken rahatsızlanarak yere konmuştu. Tarsus yakınındaki bir tepeden tekrar uçmaya başladığı sırada Pegasus’un kanat tüylerinden birisinin düştüğü yerde kurulan kente Tarsus adı verilmişti. Antik dönemdeki adının “Andrasos” olan köyün yerinde Tarsus kentinin böyle yapılandığı anlatılır.
Ayrıca bu adı kullanan Tarsuslu matematikçi bir bilim adamından da söz edilir. Bilim adamı Perseus’un MÖ II. yüzyılda Tarsus’ta yaşadığı tahmin edilmektedir.
Klasik mitoloji’de Baştanrı Zeus, Uçan at Pegasus’u gökyüzünde kendi adıyla anılan takımyıldızına dönüştürür.
2005 yılında ABD Purdune Üniversitesi’nden Prof.Dr. Nicholas Rauh başkanlığında bir ekip Gazipaşa’da yüzey araştırmaları yapmıştı. Deniz yolu ile ulaşılan “Antioch of Cragum” antik kenti kıyısında denize giren ekip, deniz dibinde bir karış boyunda inanılmaz güzellikte iyi korunmuş bronz bir kanatlı at heykeli buldular. İsa’dan çok öncelere tarihlenen Kanatlı at Pegasus heykeli şimdi Alanya Müzesinde görülebilir
Gizemli Bir İnanç
MİTRAS
Bu tanrının adına rastlanan en eski belge Anadolu’da Boğazköy kazılarında bulunmuştur. Mitra adı, MÖ XIV. yüzyılda Hititlerle Mittaniler arasında yapılan bir barış antlaşmasında geçmektedir.
Tarsus, MÖ II. binyılda Hitit İmparatorluğu’nun önemli bir kentiydi. Roma döneminde bile Hitit tanrısı Sandan tapımının devam etmesi, yerel geleneklerin birbirini izleyen yabancı egemenlik dönemlerine rağmen yaşamaya devam ettiğini gösterir.
MÖ IX. yüzyılda Salmanassar III yönetimindeki Asurlular tarafından alınan Tarsus, MÖ VI. yüzyılda Perslerin eline geçer. Bölgenin Pers egemenliği döneminde Güneş-Kral tanrısı Mitra’dır. Güneşi temsil eden Mitra, ölümün ötesinde ruhları bekleyen ve hüküm veren yargıçtır. Persler’in Büyük İskender’e yenilmesinden sonra bütün Yunan dünyasına sıçrayan Mitra Roma döneminde de gizemini korumuştur.
Roma dünyasında Pisagor Okulu bir inanç eğitimi vermekteydi. İtalya’da okul yakılıp, sistemin
çökmesiyle öğretmenleri Anadolu kentlerine dağıldı. Bu okul üyeleri Mitra kültünün yeniden ortaya çıkmasına neden oldular. Yaşanan olumsuz deneyimler sonucu Mitra inancı bundan sonra çok sıkı bir disiplin içinde gelişmesini sürdürdü. Cumont’un Mitra Kültü’nün doğu kökenli olduğu tezini destekleyen önemli bir unsur, Plutarkhos’un Büyük Pompei’in MÖ 67 yılında Akdeniz’de korsanlarla mücadelesini anlatan bir metninde yer almaktadır.
Küçük Asya’da Kilikia korsanlarının “garip kurbanlar getirdikleri ve Mitra Kültü’nde hâlâ varolan gizli ayinler yaptıkları” bildirilmektedir. Bu metin MÖ I. yüzyıl ortalarında Doğu Akdeniz’de Mitra ayinlerinin varlığının kanıtı olarak kabul edilmiş ve Kilikialı korsanların Mitra Kültü’nü batıya taşıyan aracılar oldukları iddia edilmiştir.
Mitra dini liderlerinden külte ait hiç yazılı belge bırakılmamıştır. Mitra inancı ile ilgili bilgiler tapınaklardaki kabartma ve mozaiklerden sağlanmıştır. Mezarlarda görülen kabartmalardaki gönye, cetvel, pergel gibi semboller daha sonraları masonlukta benimsenen semboller olmuştur.
Tapınaklardaki kabartmalarda, tanrı Mitra’nın elindeki bıçakla bir boğayı öldürdüğü simgesine çok rastlanır. “Tauroktoni” töreni adı verilen bu sahne üzerinde yer alan dairede 12 burç ve zodiyak yeralır. Hava, su, ateş ve toprak ile güneşle hilal biçimli ay betimlenir. Bazen Pisagor öğretilerindeki yedi gezegeni tasvir eden Müzlerin büstleri sıralanır.
Mitra inancı “sol Invictus” olarak anılırdı. Bu inanca uygun Bizans sikkelerinde Mitra “M” harfi ile belirtilmişti. Mitra’nın başındaki başlık Frigya külahı olup tipik bir Anadolu takkesidir.
Tarsus’ta Perseus’la başlayan inanç, Mitra olarak doruğa ulaşır ve yer yer Apollon kimliği ile özdeşleşir. Mitra gökyüzünün semavi ışığının tanrısı olarak bilinirdi. Her zaman dünyayı izlediği için herşeyi bilir, kendisine inananları savaşlarda darbelerden korurdu. Mitra dini yedi derecelidir. Her derece sonunda sınav vardır. Tapınakları yeraltındadır. Bugüne kadar yüzlercesi bulunmuştur. Gizli bir girişten sonra merdivenle inilen gök biçiminde yapılmış bir salona girilir. Salonda uzun taş sıralar yeralır. Dine yeni girenler bu tapınakta kurban edilen bir boğanın kanına bulanırlar.
Bu dinin gizliliği ve gizemselliği yanında bir başka ilginç özelliği de eski Anadolu inançlarının ünlü boğasını Mitra’nın yanına koymasıdır.
Gök haritalarında Boğa burcu üzerindeki Perseus takımyıldızı yeralır. MÖ 4.yüzyılda ilkbahar ekinoksu kaymış, gök ekvatorunun
üzerindeki Boğa burcunun yerini Koç burcu almıştı. Bu olay dönemin sikkelerinde de bir arslan tarafından boynundan dişlenen boğanın öldürülmesi şeklinde betimlenmiştir.
Mitra törenlerinde bu olay simgelenir (Tauroktoni=Boğanın kurbanı). İlginçtir, sebebi bilinmeden bu kült Müslümanlıkta da sürdürülür. (Koç kurban edilmesi)
12 zodyak işareti 12 ayı simgeler. Mitra’nın elinde tuttuğu anahtar gökyüzünün anahtarıdır. Yılan güneşin eklipteki yolunu, 4 kanadı, mevsimleri simgeler.
Mitra Kültünün Yayıldığı Yerler
Mitra inancı Anadolu’da bazı kültlerle karışır. Yukarıda değinildiği gibi, Mitra’nın başlığı Frigya külahıdır. Frigya’da Kybele-Attis ikilisiyle özdeşleşir ve Attis olduğu düşünülür. Bazı yerlerde ise Güneş tanrısı Helios ile bir tutulur. Ege kıyılarındaki Yunanlılar ise eski düşmanları Persleri hatırlattığından asla bu dini kabul etmemişlerdir. Romalılar ise Asya ve Afrika’ya yayıldıklarında, oradaki kavimlerin dinlerinin etkisi altında kalırlar. Neron bile bu yeni dini kabul eder. Roma dünyasında “Magna Mater” ile Mitras dini benzer özelliklerinden dolayı birleştirilir.
Nemrut Dağı’nın tepesindeki Kommagene krallarının merkezi Arsameia’nın, krallar hisarından, “Eski Kale”nin yükseklerinden aşağılara bakarak, kendisini ziyarete gelenleri selamlayan Tanrı Mitra, bir süre sonra kafasındaki Frigya başlığı ile Roma lejyonlarının tanrısı oluverir. Daha sonra ise, genç Hıristiyan dini için bir düşman, fakat aynı zamanda ona ilhamlar verici bir unsur olur. Kült doruk noktasındayken İmparatorluğun her tarafında Mitra tapınakları yapılanır. Mitra inancı Karadeniz kıyılarından İskoçya dağlarına ve Büyük Sahra çölünün sınırlarına kadar uzanır. Hristiyanlık beş yüzyıl bu dinle ölüm kalım savaşı yapmıştır. Mitra’yı ezebilmek için ödünler de verilmiştir. Mitra’nın bazı karakterleri Hıristiyanlığa aktarılmıştır.Vaftiz töreni, Mitra’nın yeryüzündeki son akşam yemeği, Mitra’nın vücudu olan ekmek ve kanı olan şarapla kutsama, 24 Aralık “ışığın kurtuluşu” hep Mitra dininden devşirilmiş kavramlardır. Fransız düşünürü Ernest Renan, Mitra dini için; “Eğer Hıristiyanlığın gelişmesi herhangi bir nedenle dursaydı bütün dünya Mitra dinini benimseyecekti” demiştir.
Yedi Uyurlar
ASHABI KEHF
Tarsus’taki Yedi Uyurlar Mağarası, Kuran-ı Kerim’de Kehf Suresi’nde anlatılanların; Anadolu’nun aynı adla anılan “yedi” yerinden en ünlüsüdür. Doğal ve kutsal mağaraya on basamaklı bir merdivenle inilir. Bugün İslam âlemince olduğu gibi Hıristiyanlar tarafından da kutsal sayılır.
Hükümdarın danışmanları olarak görev yaparlarken, saraydan kaçarak bir mağaraya sığınan altı genç erkek ve köpeklerinin öyküsüdür anlatılan. Yemliha, Mekselina ve Mislina’ya “Ashab-ı yemin”, Mernuş, Debernuş ve Şazenuş’a da “Ashab-ı yesar” denirmiş.
Roma döneminin putperest İmparatoru Takyanus (Dakyus, Dakyanus, Dioclitianus veya Decitus) putperestliği kabul etmeyenleri yakalatıp öldürtmek için ferman çıkartmıştı.
Yanındaki görevli altı genç, bir ihbar sonucunda tutuklanırlar. Takyanus kendilerine zaman tanır. Yeni inançlarını korumak isteyen gençler bir yolunu bulup şehir yakınındaki bir dağdaki yeraltı mağarasının yolunu tutarlar. Yolda kendilerine inanan “Kefiştatayyus” ismindeki bir çoban ile köpeği “Kıtmir” de katılır. Hep birlikte mağaraya girip dua ederek bağışlanmalarını dilerler. (Kuran-ı Kerim’deki Kehf suresinin XIII. Ayetinde bu dua yazılıdır.) Kaçtıkları öğrenildiğinde, sığındıkları mağara ağzı bir duvarla kapatılarak gençler ölüme terk edilir. Mucizevî bir şekilde, bazı yorumlara göre 309 yıl boyunca, mağarada uykuya dalarlar. Uyandıklarında ise ne kadar zamanın geçtiğini anlamamışlardır. Kur’an’da uykudan kalkmaları, birbirleriyle konuşmaları ve şehre içlerinden birini yiyecek almak için göndermeleri anlatılır. Bu konuda değişik versiyonlar vardır:
* Yıllar sonra, (genelde 379-390 (?) yılları) ağıl yapmak isteyen bir çiftçi mağara girişini açar ve Yedi uyurlar ile karşılaşır. Yemliha kılık değiştirerek indiği kentin çok değiştiğini görerek geçen zamanı saptamaya çalışır. Kentte haç sembollü birçok bina görünce hayrete düşer. Tuhaf tavırları ve giysilerinden kuşkulanılan Yemliha, hükumdarın yanına çıkartılır. İnanca göre bu hükümdar gençlerin dinindendir. Başlarından geçenleri hükümdara anlatır. Daha sonra gidip arkadaşlarına haber verir. Tekrar hepsi uykuya dalarlar.
* Başka bir versiyonda ise Yemliha yiyecek almak için verdiği hükmü geçmiş paradan şüphelenilip yakalanmak isterken mağaraya geri dönerek kaybolur.
* Başka bir söylencede, Takyanus zamanından kalan altın sikkeleri bozdurmaya çalıştıkları zaman
Piskopos’un karşısına çıkarılırlar. Hikâyelerini dinleyen piskopos bunun bir mucize olduğunu söyler.
* Bir diğer yoruma göre ise: Hz. Ali’nin, Ashab-ı Kehf’e gittiği ve uykudan uyanan gençleri gördüğü ileri sürülür. Ayrıca bu söylenceye, son peygamber Muhammed’e iman ettikleri ve dua etmek istedikleri de eklenir.
Tüm bu iddiaların veya hikâyede genelde geçen isim, yer, zaman ve bazı olayların gerçek temelleri tartışmalıdır. Kur’an’da ise bu yorumlara dair hiçbir ayrıntı yoktur. Bu efsane Hıristiyanlık’ta “yeniden dirilme” inancının kanıtı olarak gösterilmektedir.
Söylence de geçen isimlerin daha çok yerel bir Anadolu dilinden geçme olabileceği göz önüne alınırsa; özellikle -nuş, -fiş, -yüş gibi son eklerin Luvi ya da Hitit metinleri ışığında incelenmesi uygun olur. Mağara ardında yükselen ve el yapımı gibi görülen gizemli konik tepenin yorumlanması gerekir! Bu tümülüs mü veya bir mezar anıtı mı?
Kutsal alan 2000 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Kültür Bakanlığı tarafından yeniden düzenlenmiştir. 1873 yılında Sultan Abdülaziz döneminde yaptırılan caminin minaresi de yeniden (uyumlu ve estetik olmayan boyutta)
yaptırılmıştır. Bu kutsal alan evrensel bir konuma getirilip “gizem turizmi” için kazandırılabilir.
İnançlar dağ doruklarında veya mağaralarda gelişip yayılıyor. Ünlü “Şahmeran” öyküsü de bu inancı sürdürüyor.