2. ZİYARET
KURTULUŞTAN SONRA
17. 3. 1923 CUMARTESİ
Atatürk’ün ilk memleket gezisi
Kurtuluş Savaşını zaferle noktalayıp güzel yurdumuzu istilacılardan temizleyen Gazi Mustafa Kemal Paşa. Lozan müzakereleri sürerken Cumhuriyeti kurma hazırlıklarını da tamamlamaktaydı. Cumhuriyetin sağlam temeller üzerinde kurulması gerektiğine inanan Atatürk. “Milli İktisat Kongresi”ni gerçekleştirmiştir.
İl ve ilçelerden seçilen 1355 delegenin katılmasıyla 17 Şubat – 4 Mart 1923 arasında İzmir’de toplanan ve sonunda 12 maddelik “Misak-ı İktisadi” bildirisi kabul edilen Kongre’nin ana temalarından biri (ki Mersin’imiz için çok önemlidir) “ekonomik hayatı, az sayıda oldukları halde azınlıkların elinde bulunan” bazı önemli kentlerimiz halkının uyarılması ve bu durumun düzeltilmesidir.
İşte Atatürk’ün. Milli İktisat Kongresi’nin üzerinden henüz iki hafta geçmeden ilk yurt gezisini Adana ve Mersin’e yapmasının gerektiği kadar üzerinde durulmayan önemi buradadır. Kongrenin Mersin’le ilgili bir özel anısı vardır. Kongre dolayısıyla 10 Şubat -10 Mart 1923 arasında İzmir’in çeşitli yerlerinde (Kongre Binasında, Sanayi-i Nefise Mektebinde ve Bornova Ziraat Mektebinde) hazırlanan ‘Yerli Mallar Sergisine katılan 136 işyeri arasında Mersin’den bir bölüm yer almıştır. Kongre binasının üst katındaki sergide ‘Mersin Lisesi öğrencilerinin kurduğu Çocuk Bankası Müdürlüğü Ticaret Evinin yaptığı üzüm reçeli, limon reçeli. lokum, şekerlemeler’ büyük ilgi çekmiştir.
Birinci Büyük Millet Meclisinde muhalefet cephesi “İkinci Grup” hareketini yürüten ve liderlerinden Mersin Milletvekili Çolak Selahattin (Köseoğlu) Bey’in muhalif girişimlerine Mersin ve İçel (Silifke) milletvekillerinden bazıları destek vermekteydiler. Gazi’nin milletvekili (muhalifleri Gazi hitabını ısrarla kullanmıyorlar, sadece Paşa diyorlardı) seçilmesini önlemek için “doğum yeri ve bir de sürekli ikameti” bahanesiyle verdikleri önergeye bu milletvekilleri imza koymuşlardı. Gazi Mustafa Kemal, halkın görüşünü öğrenmek için Mersin Mebusu Çolak Selahattin’in seçim bölgesine gidecek, soracak ve halkın cevabını öğrenecekti. ( Birinci Büyük Millet Meclisinde muhalefet cephesi ‘İkinci Grup’. Saltanatın kaldırılması konusunun tartışıldığı 1 Kasım 1922 toplantısındaki karşı çabalarını sürdürerek Meclis Başkanlığına verdikleri bir önergede “BMM’ye seçilebilmek için şimdiki hudutlar içindeki yerler ahalisinden olmak, göçmen olarak gelenlerin aynı yerde beş yıl oturmuş olmak şartı aranması, bu şarta uygun olmayanların seçimde oy kullanıp seçilemeyecekleri” hükmü koymuşlardı. Hedef Mustafa Kemal’di. Gazi Paşa, bu duruma çok sinirlendi ve kürsüden şöyle seslendi:
– Efendiler. Mersin mebusu Selahattin, Samsun Mebusu Emin ve Erzurum Mebusu Süleyman Necati tarafından imzalanan bu kanun teklifi kasıtlıdır. Doğrudan şahsıma yöneldiği için müsaade öderseniz birkaç kelime ile fikirlerimi arz edeceğim.
Doğum yerim, maalesef bugünkü sınırlar dışında kalıyor. Sonra herhangi bir seçim dairesinde beş yıl yerleşmiş bir insan değilim. Bunda benim katiyen bir kastım yoktur. Eğer düşmanlar saldırılarında tamamen başarılı olsalardı, buraya imza koyan efendilerin memleketleri de hudut dışında kalabilirdi. Hiçbir yerde beş sene kalamayacak kadar çaba sarfetmiş bir askerim. Ben, zannediyorum ki belirttiğim hizmetlerimden dolayı milletimin beğenisine ve sevgisine kavuştum.
Şimdi anlamak istiyorum, bu efendiler seçim daireleri halkının fikir ve duygularına, ciddi olarak tanık oluyorlar mı? Millet bu efendilerle fikir birliği içinde midir? Beni vatandaşlık hakkından düşürme yetkisi bu efendilere nereden verilmiştir? Bulunduğum yüce kürsüden, resmen yüksek heyetinize ve efendilerin seçim dairesi halkına ve bütün millete soruyorum ve cevap istiyorum.”)
Gazi, 29 Ocak 1923’te Latife Hanım’la evlenmişti. Evlilikten bir buçuk ay sonra bu ilk yurt gezisinde Çukurova halkının kahramanlığını m takdir ve tebrik etmek; halka, çağdaş bir eş ve aile nasıl olur onu da göstermek istiyordu.
Gazi ve eşi Adana’da
ADANA GEZİSİ VE MERSİN’E DAVET
Gazi Mustafa Kemal Paşa, 12 Mart 1923 günü Ankara’dan özel bir trenle Adana gezisine çıkmıştır.
Heyette eşi Latife Hanım, Adana Mebusu Zamir (Damar Arıkoğlu), Konya Mebusu Refik (Koraltan), Siirt Mebusu Mahmud (Saydam), Antep Mebusu Kılıç Ali, Recep Zühdü, Şebinkarahisar Mebusu şair Mehmet Emin (Yurdakul), Cebelibereket Mebusu Avni Paşa, Başyaver Salih (Bozok), yaver Muzaffer (Kılıç), Muhafız Birliği Kumandanı İsmail Hakkı (Tekçe), Dr. Yüzbaşı Asım, gazeteci ve A.A. Muhabiri İsmail Habib (Sevük) Beyler ve birkaç kişi daha vardı.
15 Mart günü, saat 10 00’da, Zafer taklarıyla süslenmiş Yenice İstasyonunda coşkun gösterilerle karşılandılar. Adana Valisi Rafet, Belediye Başkanı Ali Münif (Yeğena), Adana Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti üyeleri, Bölge Komutanı Albay Kenan Beyler, Gazi’nin Trablustan beri yakın dostu Şeyh Sünusi bekliyorlardı. (Şeyh Sünusi, Peygamber soyundan, Kuzey Afrika’nın milli savaşçılanndan, İslam ve Türk dostudur. Sünusi tarikati şeyhi olan Sünusi’nin Mustafa Kemal’la Trablusgarp’ta başlayan dostluğu İstiklal Savaşında da sürmüştür.) Misafir olarak Türkiye’de uzun süre kalmış, Mersin ve Tarsus’ta oturmuştur.
Gazi, Mersinlilerin saygılarını sunan ve Mersin’i şereflendirmesini rica eden heyete olumlu cevap verdi.
“İkinci Grup”tan yani Gazi’nin muhaliflerinden Mersin Mebusu Ziya (Eraydın), Mersin ve Tarsus heyetlerini takdim etmek isterken Gazi, çatık bir çehreyle “Sizin tanıtmanıza hacet yok. Ben onları tanırım” dedi. Heyetler ayrılınca Gazi, yanındakilere “Bu adam yanıma sokulup durmasın, sonra fena yaparım” dedi.
Yarım saatlik duraklamadan sonra Adana’ya hareket eden trende kızgınlığı süren Gazi, “Bana muhalif olanlara bir şey diyemem. Olsunlar fakat muhalifim oldukları halde beni seven halka karşı kendilerini benimle beraber gibi göstermeye kalkmaları, hayır böyle ikiyüzlülüğe tahammül edemem” demiştir.
ATATÜRK’ÜN 2. KEZ MERSİN’E GELİŞİ
Mersin ve Tarsus’u ziyaret etmek üzere Gazi ve yanındakiler, 17 Mart 1923 Cumartesi sabahı 9.45’te Adana’dan trenle hareket etmişlerdir. Yenice İstasyonunda Mersin ve Tarsus’tan gelen heyetlerin karşıladığı tren, (dönüşte kalınacağı için) Tarsus’tan halkın coşkun sevgi gösterileri ve alkışları arasında yavaşça geçerken Gazi, pencereden Tarsusluları selamlıyordu.
İSTASYONDA KARŞILAMA
Muzaffer kumandan ve büyük kurtarıcının Mersin’e gelecekleri iki gün önceden duyulduğu için şehir, köylerden gelenlerle hıncahınç dolmuştu. Caddelerde, resmi kurumların önlerinde kurulan tak’lar ve evler, okullar, ticarethaneler murt dalları ve Türk bayraklarıyla süslenmişti. İstasyon ve çevresi sabahın erken saatlerinde dolmuş, askeri birlik ve öğrenciler güçlükle yerleştirilmişti.
Saat 11.30’da murt dallarıyla süslenmiş tren, istasyona girerken heyecan artmıştı. Gazi, Mareşal üniformalıydı. Eşi Latife Hanım açık renk uzun etek tayyörlü, eldivenli ve yüzünü açık bırakan çizgili yemeniliydi. Güleç bir yüzle trenden inerlerken alkışlar ve “yaşa, varol” sesleriyle karşılandılar. Mutasarrıf Vekili Haşan Bey (Adanalı Ateş Haşan), ön saftakileri takdim etti. Bu sırada kurban kesiliyordu. Gazi’nin Suriye’deki görevi sırasında tanıştığı Salih Fansa’nın çocukları Adil (Fansa) ve Münibe (Yenisey) adında iki öğrenci Gazi’ye ve eşine birer buket çiçek verdiler.
Kalabalık arasından güçlükle geçen Gazi ve eşi, İstasyon binası önündeki merasim kıtasını teftiş ettiler. Yöneticilerin ricasına uyarak ve yanında eşiyle İstasyon Caddesinde yaya olarak yürüyorlardı. Hava açık ve güneşliydi. Evlerin pencere ve balkonlarından kolonya serpiliyor; çiçekler ve konfeti atılıyordu. ((İ. Habip Sevük’ten sık sık dinlediğimize göre Atatürk, 1923 Mart’ında Çukurova’ya yaptığı gezisi sırasında Mersin’de gördüğü manzaralardan hoşlanmamış. Uzun süre ekonomisi yabancıların elinde olan Mersin için “Çok frenk kokusu olan bir yer” demiş. Hıristiyan asıllıların da coşku ile karşıladıkları Mustafa Kemal’in üzerine Mersin konaklarından -İsmail Habip’in deyimiyle- madamalar kolonya serpmişler. Aynı gün Tarsus’a gelince Mustafa Kemal’in üzerine gülsuyu dökmüşler. Mustafa Kemal’de belirgin bir ferahlık ve sevinç görülmüş. Bunu sezen İsmail Habip Atatürk’e “Paşam, Mersin’de üzerinize dökülen kolonya frenkti. Tarsus’ta dökülen gülsuyu Türk” demiş. Atatürk İsmail Habip’in bu sözünü pek beğenmiş ve öyledir anlamına gelen başını sallamış. (Taha Toros: Mazi Cenneti, sf. 202))
Katolik Kilisesi önünde Fransız Kız Koleji öğrencileri sıralanmıştı. Öğretmenleri Madam Meha, kırmızı beyaz eldiven ve çoraplar giymiş öğrencileri takdim etmek istedi. Yanındakiler Gazi’ye bir şey söyleyince Gazi yoluna devam etti. (Madam Meha, işgal sırasında Fransız General Gouraud’yu, Fransız bayrağı renklerindeki kıyafet, eldiven ve çoraplar giydirdiği öğrencilerle karşılamıştı.)
Az ilerde bir grup toplanmıştı. Bir genç kız Gazi’ye buket sundu. Önlerinde bulunan Ajans Muhabiri Aşki Naili (Eren) (Ziraat Bankası Genel Müdürü Rodoslu Şükrü Bey’in kardeşi), “Paşam, bunlar gayrimüslim Arap Ortodoks ekalliyet (azınlık) cemaatidir” diyerek takdim etmek isteyince Gazi “Türk yurdunda ekalliyet yoktur, Türk vatandaşı vardır. Siz ne yüzle beni bu suretle karşılamaya çıkıyorsunuz” cevabını verdi.
Hükümet Konağında karşılanan Gazi ve yanındaki heyet, üst kattaki makam odasında Mutasarrıf Vekili Hasan Bey’den ve kendilerine takdim edilen resmi görevlilerden, meslek ve müessese temsilcilerinden bilgi aldılar.
Mersin Mebusu Yusuf Ziya (Eraydın) etrafındakileri Paşa’ya takdim etmeye başlayınca sinirlenen Gazi. “Sen teşrifat memuru musun, çekil aradan be adam” diyerek onu susturdu.
Eşi ve yanındaki heyetle yaya olarak Belediye binasına giderlerken 100 m. kadar ilerde Mersin Palas Oteli (daha sonra Güzel Palas Oteli, Deniz Pavyonu) yakınında kurulmuş tak’ın önünde bir grupla karşılaştılar. Kendi yaptırdığı ve üzerinde “Suriyeli hemşirenizi de kurtarınız Paşam” yazılı bir levha bulunan tak’ın önünde Halepli Abdurrahman Carudi, Gazi’nin ellerine sarılarak “Hoşgeldiniz” dedikten sonra yanında bulunan ve elindeki buketi sunan güzel bir kızı göstererek heyecanlı bir sesle ve Arap şivesiyle “Paşam Suriye’yi kurtarınız, sizi bekliyorlar” deyince Gazi, “Milletler mukadderatını kendileri tayin ve hürriyetlerini kendileri istihsal etmelidir” diye cevap verdi. Gazi Suriye’nin Birinci Dünya Harbinde düşmanlarla işbirliği yaptığını, ordumuzu arkadan vurduğunu unutmamıştı.
MERSİN BELEDİYESİNDE
Belediye Binası Gümrük Meydanındaydı. (Sonra Elektrik İdaresi binası, Saray Palas Oteli olmuş ve yıkılmıştır.) Belediye Başkanı Erkiletli Hocazade Ahmet Efendi (Ergelen), Gaziyi, eşini ve heyeti kapıda karşıladı. Üst kattaki Başkanlık odasında Belediye Başkanından halkın yaşayışı ve belediye hizmetleri; Ticaret Odası Başkanından ticaret durumu hakkında bilgi aldı. Burada gazetecileri kabul eden Gazi, AA muhabirinin sunduğu bilgileri dinledi.
Belediyenin şereflerine verdiği ziyafete katılmak üzere hep birlikte Mersin Palas Oteline (sonra Güzelpalas Oteli, Deniz Pavyonu) gidildi. Salonda daha önce gelmiş davetliler bekliyorlardı. Belediye Başkanı konsolosları ve yabancı kişileri de çağırmış ve sofrada Gazi’nin karşısına oturtmuştu. Gazi, “Belediye azasından ve halktan kimseler yok mu?” sorusuna “Hepsi var ama yandaki odada bekliyorlar, Paşa ile nasıl bir sofrada oturabilirler” yanıtına çok üzülmüş, “Yazık, ben kendimi bir aile sofrasında bulacağımı sanmıştım” sözleriyle hoşnutsuzluğunu belirtmiştir. Misafirlerini ağırlamak endişesiyle dolaşan sarıklı Belediye Başkanını eteğinden çekerek “Reis Bey, lütfen yerinize buyurun, hizmet edenler bulunur” demiştir. Mersin mebusu İsmail Safa Bey, Belediye heyetinin bu tür merasimleri bilmediğini, mazur görülmelerini diledi. Yemek faslı kısa ve neşesiz geçti.
MÜDAFAA-İ HUKUK CEMİYETİ VE GENÇLER YURDUNDA
Gazi ve yanındakiler Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ni ziyaret etmek üzere Pazarlar Caddesine (şimdi Mücahitler Caddesi) doğru yürüdüler.
Köşedeki iki katlı binanın (sonra Vali Konağı oldu, şimdi özel mülk Gökler evi) kapısında Cemiyet Başkanı Hacı Bey (Ömer Lütfü Eraydın) tarafından karşılanan Gazi ve yanındakiler, üst kattaki Başkanlık odasına çıktılar. Cemiyet ileri gelenleriyle hasbıhal eden Gazi, bir ara Hacı Bey’e “Bu bina kime aittir?” diye sordu. Hacı Bey, bir Rum’a ait olduğunu söyleyince Paşa, sinirlice
– Arkadaşlar, istasyondan Hükümete gelinceye kadar yolun iki tarafındaki binaların kimlere ait olduğunu sordum. Ermeni, Musevi ve Rumlara ait olduğunu söylediniz. Bu adamlar bu binaları yaparken sizler ne yapıyordunuz?
Odadakiler suskun önlerine bakarken karşılarında ayakta duran Mezitlili Hafız Emin Hoca yüksek sesle
– Paşam bizler Yemende, Balkanlarda askerlik yapıyor ve nöbet bekliyorduk, dedi.
Gazi’nin yüz hatları değişti ve konuyu değiştirdiler. (Atatürk, tüm Anadolu insanının ortak kaderini dile getiren bu beklenmedik cevabı, yakın arkadaşlarına aktarırken “hayatta karşılığını bulamadığım sözlerden biri de bu olmuştu” demiştir. Bu cevap cümlesinde sık sık baş kaldıran Yemen İmamının isyanlarını bastırmak için Anadolu’dan toplanan askerlerin hemen tümünün geri dönmediğinin acı gerçeği vardır. )
Konuyu değiştiren Gazi, Mersin Mebuslarının kimler olduğunu sordu. Çolak Selahattin’in, İngilizlerden ve Yunanlılardan kötü olduğunu söyledi, “yakında yapılacak seçimlerde memlekete hizmet edecekleri seçiniz” dedi.
Eşi ve yanındakilerle oradan ayrılırken, İsmail Habip Bey’in ikazı üzerine, ilk kata inildi. Cemiyet binasının alt katındaki Gençler Yurdu’nda gençler sabırsızlık ve heyecanla Gazi’yi bekliyorlardı. (İstasyon Caddesindeki uygunsuz davranışı nedeniyle yönetim kurulu üyesi Aşki Naili, öteki üyeler tarafından binaya alınmadı.) Alkış ve coşkun tezahüratla karşılayan gençlerin yanına geçtiler. Geçen yıl mektupla müracaatları üzerine Gençler Yurdu Başkanlığını kabul ettiğini hatırlatan Gazi , çok çalışmalarını tavsiye ederek genel merkezi olan bir cemiyete mesela Türk Ocağı’na katılmalarını önerdi. Gençler “derhal” cevabını verdiler. Odadaki eşyanın şuradan buradan getirildiğini farkeden Gazi, yaverine “söyleyin, benim hesabımdan buraya bin lira versinler” dedi. (Gençler bu para ile kütüphane kurmuşlardır. Aynı gün toplanan gençler, Türk Ocağı Mersin Şubesini kurdular ve başkanlığına Dr. Reşit Galip’i seçtiler.) (Yumuktepe.com: Bu sitede Dr. Reşit Galip ile ilgili ayrıntılı bilgi bulabilirsiniz.)
ASKERİ BÖLGE KOMUTANLIĞI VE TİCARET OKULUNDA
Yine yaya olarak Askeri Mıntıka Kumandanlığına gidildi. (Sonra okul olarak kullanıldı, yandığı için yeri Yanık Mektep olarak anılır, şimdi Özgür Çocuk Parkı.)
Askeri törenle karşılanan Gazi ve yanındakiler bir süre dinlendiler.
Binanın bir bölümünde öğretim yapılan Mersin Ticaret İdadisi’ne geçildi.
Girdikleri sınıfta Din dersini dinleyen Gazi ve yanındakiler alkışlar arasında okuldan ayrıldılar. ( Girdikleri sınıfta Din dersini bir süre dinleyen, öğrencilere ve öğretmen Hadimli Hoca Ahmet Efendiye sorular yönelten Gazi ile Hoca arasında şöyle bir konuşma geçer:
– Hoca Efendi bu bina kime aittir?
– Mavromati adında bir Rum zenginin oğluna aittir.
– Senin de böyle bir evin var mı?
– Yok Paşam. Biz ahret için çalışırız, onlar dünya için çalışırlar.
Bu cevaba canı sıkılan Gazi sınıfı terk ederken “Türk gençliğini bu cahillerin elinden kurtarmak lazımdır” dedi. (Fikri Mutlu. Kuvayı Milliye, sayı 128)
MİLLET BAHÇESİ’NDE
Yaya olarak Millet Bahçesi’ne gidildi. Millet Bahçesi’nde duvarların ve ağaçların üstü, her yer insanla doluydu. Murt dalları, çiçeklerle süslenmiş ve bayraklar asılmış, birkaç basamakla çıkılan yüksekçe bir yer hazırlanmış; yaldızlı, büyük iki koltuk konulmuştu. Gazi, bahçeye girip manzarayı görünce “bu ne rezalet” dedi; iki tahta sandalye çekti, eşiyle oturdular. Sinirlendiği belli oluyordu, istasyonda karşılanışından beri canını sıkan olaylara bir de bu eklenmişti.
Çaylar içildi. Nutkun okunması için müsaade istemeye kimse cesaret edemiyordu. İsmail Habib Bey’in ricasını eşi, Gazi’ye aktarınca Gazi “nutka filan ne lüzum var” dedi.
İsmail Habib Bey “Doktor, Türk Ocağı Reisidir, nutuk söylemesine müsaade buyurulursa buradaki Türk gençliği kuvvetlendirilmiş olur,” dedi.
Dr. Reşit Galip Bey, söz alarak şu konuşmayı yaptı:
Muhterem Büyük Gazi,
Sizin karşınızda büyük zaferlerinizden bahsetmeğe lüzum var mı? Onları Grönland’dakı Eskimolardan, Afrika’nın yanık ve kızgın çöller ortasında sam yellerinden haber uman zencilere kadar herkes öğrendi. Yeni ve eski dünyalar, beyaz, kızıl, sarı, siyah insanlar hepsi öğrendi. Biz bugün yalnız sizi aramızda, sizi bu kadar yakın olarak içimizde gördüğümüz için ne kadar büyük saadetler duyduğumuzu anlatmak, bu büyük saadeti daima tekrar ederek daha ziyade mesut olmak isteriz.
Paşam, şu karşınızda gördüğünüz ve her birinin özünde sevinç ve şetaret lem’aları parlayan millet, bir ayı mütecaviz zamandan beri bugünü bekliyordu. Bütün Mersin ve mülhakatı sem görmek ve senin teneffüs ettiğin hava içinde bir lahza yaşamak için buğunu, nihayet helecanlara inkılâp eden sevinç heyecanları içinde bekliyordu. Çocuklar babalarından, analar oğullarından, şakirtler hocalarından, askerler zabitlerinden, memurlar amirlerinden ve tacirler müşterilerinden hep aynı haberi soruyorlardı. Paşa ne vakit gelecek?” Ve siyasi hadiselerin şevkiyle seyahatiniz teehhür ettikçe ıstırap artıyor, ruhlar mükedder oluyor, boyunlar bükülüyordu. Fakat bugün bütün şüpheler, bütün tereddütler zail oldu. İşte artık içimizdesiniz. Sizi böyle bu kadar yakından aramızda görmek ne saadet. Sevinç ve iftiharla kabaran kalpler için insanlardaki şu göğüs çatısı ne kadar darmış. Bugün kalplerimiz bir türlü göğüslerimizin içine sığamıyor.
Paşa, Muhterem Gazi, sen bu milletin yalnız kurtarıcısı, yalnız bir halaskarı ve yalnız bir kahramanı değilsin; sen bunlardan daha çok büyüksün, sen bu milletin bir ferdisin. (Alkışlar) Senin birinci büyüklüğün, bu milletin bir ferdi olmakla iktifa ve iftihar etmekliğindir. (Alkışlar) Zira bu millet uzak ve yakın mazilerinde de hakikaten kahramanlar, halâskarlar görmüştür. Bu millet de bütün büyük milletler gibi tarihinde büyük badireler, meddücezirler, ak ve kara günler gördü. Böyle günlerde kahramanlar çıktılar, hezimetleri galebelere tahvil ettiler. Milli hudutları iklimler aşırı yerlere kadar zafer içinde genişlettiler. Dahiler çıktılar, bozulan devlet nizamını düzelttiler; hükümet ve milleti vukuatsız inkıraz ve izmihlallerden kurtardılar. Fakat onların, o sultan ve vezirlerin hepsi, gördükleri işlerle o kadar mağrur oldular ki artık kendilerini efrad-ı milletten saymağı, nefisleri için bir zül, bir hakaret addettiler. Hizmetlerinin mükâfatı olarak milletin kemikleriyle kurulmuş, kanlarıyla sıvanmış saraylarda, konaklarda, kâşanelerde yerleşmeyi tercih ettiler. Bu kanlı kemik yığınları üzerinden milletlerine hakaretle baktılar. (Kahrolsun sesleri) Milleti bir hayvan sürüsü ve kemiklerini gökten bu sürüyü istedikleri gibi sürüp götürmek için inmiş semavi vücutlar
sandılar. Yani artık bu milletin bir ferdi olmağa tenezzül etmediler. Hâlbuki sen, işte bu kadar cihanşümul şanların, şereflerin ve layık olduğun bu kadar yüksek mevkiinle beraber yine içimizdesin. Yine “Ben bu milletin bir ferdiyim” diyorsun ve dertleşmek için gelip bizi buluyorsun. (Alkışlar) İşte bundan dolayı daha ziyade yükseliyorsun ve her büyükten daha büyük, çok büyük oluyorsun. Bu milletin bir ferdi olmakla iftihar eden Mustafa Kemal Paşa, Paşa, bin yaşa! (Şiddetli alkışlar)
Sen bu millete mensubiyetinle iftihar ediyorsun, fakat biliyor musun ki bu millet de seninle ne kadar müftehirdir. Gel elini, şu etrafında gördüğün halkın kalbine koy. Bak o kalpler nasıl çırpınıyor, seni görmek sevincinin verdiği heyecanla ne kadar süratli atıyor.
Ben burada siyasetten bahsetmek için çıkmadım. Yalnız bu halkın bugün duyduğu heyecanı ve heyecanımı anlatmak için çıktım. Daha ziyade söylemeye muktedir değilim. Yalnız bir kelime ilave edeyim. Sizin teşrifiniz Mersin için mesut bir rüya hatırası bırakacaktır. Bu da bütün mesut rüyalar gibi pek kısa sürüyor. Eğer vaktinizin milletin hayat ve istikbali için ne kadar kıymettar olduğuna ve daha başka yerlerde de ne kadar sabırsızlıkla beklenildiğinize vakıf olmasaydık, biz bütün Mersin halkı bugün buradan bırakmamak için Misak-ı Milli akdedecektik. (Şiddetli alkışlar) Fakat biliyoruz ki milletin istiklal-i tamamına ve istikbalini temine matuf mesainize ve sizi bizim beklediğimiz gibi bekleyenlere kavuşmak için gitmek istiyorsunuz. Şu halde gidiniz ve daima biliniz ki millet şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da bütün imanı, bütün mevcudiyetiyle sizinle beraberdir. Sizin yeriniz daima, daima milletin kalbindedir ve orada kalacaktır. Yaşasın Gazi Paşa! (Alkışlar, yaşasın sedaları)
(Doğru Öz, 27 Mart 1339/ 1923)
Reşit Galip Bey’in heyecanlı bir ses tonuyla söylediği, anlamlı ve samimi hitabını dinlerken ve özellikle “Senin büyüklüğün, bu milletin bir ferdi olmakla iktifa ve iftihar etmendir” sözlerinden Gazi çok duygulandı. Sonra kürsü olarak hazırlanan masanın üzerine çıkarak “Aziz Arkadaşlar” diye başladığı ve “Bu memleketin hakiki sahibi olunuz” sözleriyle bitirdiği tarihi hitabesini söyledi.
ATATÜRK’ÜN MERSİNLİLERE HİTABI (17 Mart 1923)
Aziz Arkadaşlar;
Genç ve çok kıymetli doktorumuz Reşit Bey’in söylediği sözler, bence iki noktai nazardan kabili mütalaadır. Birincisi, doğrudan doğruya kalbinin, vicdanının ve muhterem Mersin halkının vicdanının, benim kalbimdeki hissiyata tercüman olan hissiyatıdır. Ben, beyanı teşekküratla iktifa edeceğim. Hakikaten muhterem doktorun dediği gibi, benim için dünyada en büyük mevki ve mükâfat, milletin bir ferdi olarak yaşamaktır.
Eğer Cenabı Hak beni muvaffak etmiş ise teşekkür ve hamd ederim. Bugün olduğu gibi ömrümün nihayetine kadar milletin hadimi olmakla iftihar edeceğim.
Muhterem Mersin Halkı,
Bugün hakkımda gösterdiğiniz samimi, ruhi, heyecanlı tezahürattan size ayrıca teşekkür ederim. Yine itiraf etmek mecburiyetindeyim ki geldiğim saatten bu ana teşekkür ederim. Yine itiraf etmek mecburiyetindeyim ki geldiğim saatten bu ana kadar hissiyatımın, memnuniyetimin derecesini bilemiyorum. Fakat mutmain ve emin bulunuyorum ki her taraftaki kardeşlerimiz gibi burada da bana muhabbet ve itimat eden kardeşler var. Bana itimat ve muhabbetiniz baki kaldıkça sizin refah ve saadetiniz baki ve müemmen kalacaktır.
Mersinliler,
Memleketiniz, beldeniz Türkiye’nin çok mühim bir noktasında bulunuyor ve çok mühim ticaret noktasıdır. Memleketiniz, bütün dünya ile Türkiye’nin irtibatı noktasının en mühim bir yeridir. Bunu sizler benden iyi biliyorsunuz. Fakat bilmelisiniz ki -açık söyleyeyim- memleketinize hakim bulunmuyorsunuz.
Memleketinize sahip olabilmek için yeni çok mühim çalışma devresine giriyorsunuz. Geçmişte maruz kaldığınız mahrumiyetlerden çektiğiniz elemler, azaplar büyük olmuştur. Bunu sizler iyi takdir etmişsinizdir. Tekerrür etmesin. Buna hakikaten layık olmak lazımdır. Muharebe meydanlarında kıymetli evlatlarımızın süngü ve silahlarının muzafferiyeti kâfi değildir. Bu muzafferiyet ve muvaffakiyet çok büyüktür. Ancak hakiki refah ve saadete malik olabilmek için asıl bundan sonra çalışmak lazımdır. Sizin için zafer ve terakki sahası iktisadiyatta ve ticarettedir.
Bunu takdir ediyorsanız çok çalışmaya mecbursunuz. Aksi takdirde memleketin sahibi hakikisi olduğunuzu söyleseniz bile kimseyi inandıramazsınız.
Bu hakikatle dolu sözlerim acıdır fakat hakikati ifade ediyorum. Gönül arzu ederdi ki burada bir saat, bir gün değil uzun müddet kalayım. Fakat şimdilik buna imkan yoktur. Sözümü kesmek mecburiyetindeyim. Son sözüm olmak üzere,
bu memleketin hakiki sahibi olunuz, diyeceğim.
Burada geçirdiğim saatler benim için pek kıymetli olmuştur. Derin muhabbetlerle cümlenize veda ediyorum. Allaha ısmarladık arkadaşlar.
Hakimiyeti Milliye, 24 Mart 1923 (İsmail Habip tarafından not edilmiştir.)
Doğru Öz, 27 Mart 1923 (Ata Çelebi tarafından not edilmiştir.) – Kuvayi Milliye, Mart 1961, Sayı 36
UĞURLAMA
Gazi, sürekli alkışlar ve övgü sözleri arasında kürsüden indi. Hava açık fakat serinceydi. Yanındakilerle sahili seyrederken gözüne çitteki, odunlardan birkaçının yeşermiş olduğunu gören Gazi, yanındakilere “Efendiler, şuraya bakınız. Neredeyse elimdeki bastonu diksem baston yeşerecek. Bu topraklan hiçbir yerde bulamazsınız, değerini biliniz” demiştir. ( Şu olayı, öteki ziyaretlerden birinde yaşanmış gibi nakledenler vardır. Şefik Maya bir anısında (İçel Sanat Kulübü Bülteni, Ekim 1994) şöyle yazıyor:
Atatürk ün geçeceği yola halılar serilmişti. Büyük kurtarıcıyı görmek için Mersinliler erken saatlerde İstasyon civarına dolmuştu.
Atatürk, trenin kapısında görününce coşkulu kalabalığı asker selamı ile selamı ile selamladı. Vagon basamaklarından dikkatlice indi. Elinde bastonu vardı. Serilen halılara basmadan toprak ve çamur yerden yürümeye özen gösteriyordu. Ansızın sendeledi. Bastonu çamura gömülmüştü. Yardıma koşan yaveri sordu: -Birşeyiniz yok ya Paşam?
Yaverine verdiği cevap ilginçti:
“Hayır, yok. Bastonumu topraktan çekmeseydim yeşerecekti”. Atatürk’ün Mersin’in mümbit toprağı için duyduğu hayranlığı bu sözlerle dile getirmesi ne kadar güzel ve anlamlı.)
Hükümet, Belediye, Demek yetkilileri ve kalabalık halk kitlesi arasında eşi ve yanındaki heyetle yine yaya olarak İstasyona yürüyerek gittiler. Sokaklarda sürekli alkışlar “yine bekleriz Paşam” tezahüratından duygulandığı belli oluyordu.
İstasyonda bekleyen trenle saat 16.30’da Tarsus’a hareket ederlerken pencereden uğurlayanları selamlıyordu. Sabahleyin Yenice’de karşılayan heyet, Tarsus’a kadar refakat etmiştir.
Tarsus’ta iki gece konuk olan Mustafa Kemal, eşi ve heyet, 19 Mart 1923 Pazartesi sabahı coşkun sevgi gösterileriyle Konya’ya uğurlandılar. Atatürk, Konya, Afyon ve Kütahya ziyaretlerinden sonra 25 Mart 1923 günü Ankara’ya dönmüştür.
ATATÜRK MERSİN’DE “Hayali Cihan Değer” kitabının sonraki bölümü için bu satırı tıklayınız.