İşin Gerçekleri (Önemli Açıklamalar) İSK Bülteni 158. Sayı
… Atatürk’ün müzik reformu içerisinde ilk başı çeken “Türk Beşleri”nin hepsinin yanında oldum, aynı tarihlerde ben de eserler verdim ve birçok gerçeklere bizzat tanık oldum. Başta Cemal Reşit Rey olmak üzere Ferit Alnar’a, Ulvi Cemal Erkin’e, Adnan Saygun’a ve Hocam Necil Kazım Akses’e saygım büyüktür ve hiçbirinin birini diğerinin üzerlerine çıkartıp diğerlerini aşağılayamam. Bu sanatçıların müzik tarihimizde yerleri ve hizmetleri çok yüksektir. Adnan Saygun’u diğerlerinden ayırırım, çünkü kendi kendini yetiştirmiş (otodidakt) bir sanatçıdır da ondan.
…Saygun ilk Türk operasının bestecisi değildir, “Özsoy” ile (ki ben bunlara ilk opera denemeleri derim) yanında Necil Kazım Akses’in “Bayönder” adli opera denemesi birlikte İran Şahı’na sunulmuştur. Özsoy ve Bayönder operalarının livresini Münir Hayri Egeli hazırlamıştır. Atatürk livreler üzerinde bizzat bazı müdahalelerde bulunmuştur.
1971’de ihdas olunan Devlet Sanatçılarının ilki Adnan Saygun değildir. Ankara Devlet Konservatuvar Müdürlüğü’nün, Milli Eğitim Bakanlığı’na kendileri tarafından sunulan Necil Kazım Akses, Ulvi Cemal Erkin, Adnan Saygun, İlhan Usmanbaş, Mithat Fenmen, Gülay Uğurata ve Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’na teklif edilen İdil Biret, Suna Kan, Verda Erman ve daha birkaç sanatçıyla Adnan Saygun ilk değil; hepsiyle birlikte Devlet Sanatçısı unvanını almıştır.
…Saygun bir rahatsızlığı dolayısıyla değil, Musiki Muallim Mektebi’nde konturpuan hocalığı yaparken (Bana bizzat kendisi hikâyeyi anlatmıştı) 1930’lu yıllarda Musiki Muallim Mektebi’nin Müdürü İstiklal Marşı’nın bestecisi Zeki Ün ile birbirlerine ters düşmüşler (Saygun Hoca biraz ters, ‘dediğim dedik’ biriydi). Bunun üzerine Zeki Bey, Saygun’un okuldaki konturpuan derslerini kaldırmış ve böylece Saygun, okuldan uzaklaştırılmıştır.
Bundan sonra Saygun, Halkevleri bünyesinde iyi bir maaşla yıllarca müfettişlik ve vb. olarak çalıştı. Kendisi, uydurulduğu üzere hakkı yenmiş, martirize gadre uğramış biri hiçbir zaman olmamıştır.
Ankara Devlet Konservatuvarı’nda kuruluşundan bu yana iki kompozisyon hocası vardı. Necil Kazım Akses ve Ferit Alnar… Benim mezun olduğum 1947 senesinde Ferit Alnar Hoca, kendisini CSO’da sırf orkestra şefliğine vermek için kompozisyon hocalığını bıraktı. Yerine Adnan Saygun atandı. Nasıl atandığını bilemiyorum, çünkü elinde hoca olabilecek bir diploması yoktu. 1970’li yıllarda ADK’dan ayrıldı ve kurulmuş olan İstanbul Devlet Konservatuvarı’na geçti…
Ankara Devlet Konservatuvarı Nasıl Kuruldu?
Atatürk Musiki Muallim Mektebi’nden (1924) sonra (“Bayönder” ve “Özsoy’un temsilleri sırasında, gerekli orkestrayı kurabilmek için çekilen sıkıntıları gördükten sonra), Müzik Devrimi’ni tamamlamak için operalara, senfoni orkestralarına, tiyatrolara ve ulusal-evrensel Türk müziğini yaratacak kompozitörler için sanatçı yetiştirecek bir okulun açılmasını eskiden beri düşünüyordu. O, her zaman o işin en yetkilisini araştırır, getirtirdi. Bu iş için o zamanlar Berlin’de Kültür Ataşemiz ve Öğrenci Müfettişi olan Cevat Dursunoğlu’nu zamanın en ünlü sanatçısı orkestra şefi W. Furtwängler’i davet etmesi için görevlendirmiş.
Ben bu hikâyeyi bizzat Cevat Dursunoğlu’nun ağzından dinledim. Dursunoğlu bir randevu almak için Furtwängler’in sekreterine başvurmuş. Birçok kereler gidip gelmiş, olanak bulamamış. Bu arada araştırmış, sekreter hanımın çikolatayı çok sevdiğini öğrenmiş. Artık her gidişinde bir kutu çikolatayı yanına almaya başlamış. Sonunda sekreter hanım bir randevu alabilmiş. Dursunoğlu randevuya gitmiş, üstada Atatürk adına geldiğini söyleyince Furtwängler derhal saygıyla ayağa kalkmış. Atatürk’ün düşüncesini öğrenince, “Bu benim için çok büyük bir şeref olurdu, ne yazık ki benim 5 yıllık programın dolu, ama ben size bu işi çok iyi yapabilecek genç bir kompozitör ve aynı zamanda pedagog olan Paul Hindemith’i öneririm.” demiş ve Hindemith böylece 1935 yılında Türkiye’ye gelmiş. Ankara, İstanbul ve İzmir’de incelemeler yaparak “Mavi Dosya” diye anılan raporunu Bakanlığa vermiş ve iyi Almanca bilen, okulda hoca olan Necil Kâzım Akses’le birlikte uzun uzun çalışarak Ankara Devlet Konservatuvarı’nın kuruluş, eğitim ve benzeri konularını saptamışlardır. Ankara Devlet Konservatuvarı ertesi yıl Musiki Muallim Mektebi’nden seçilen öğrencilerle ve yapılan kabul sınavlarıyla dışarıdan kazanan öğrencilerle “Müzik” ve “Sahne Sanatları” adı altında iki bölümde öğrenime başlamışken; ben 1939 yılında Ankara Devlet Konservatuvarı Kompozisyon bölümüne girdim. Benimle birlikte bu okul sayesinde şimdiye değin pek çok müzik, opera, tiyatro sanatçıları yetişmiş, yurdumuzda Senfoni Orkestraları, Devlet Opera ve Baleleri, Devlet Tiyatroları, diğer Devlet Konservatuvarları açılmıştır. Bunlar, Atatürk’ün doğru görüşünü, kuruluşu saptayan kişilerin doğruluğunu gözler önüne seren en büyük ispatlardır. “Bela Bartok” da aynı yöntemlerle araştırılarak en önemli folklor bilimcisi olarak Türkiye’ye Halk Müziğimizin saptanması, araştırma yöntemleri için getirtilmiştir. Bartok çalışmalarını yalnız Adnan Saygun’la değil, aynı zamanda Necil Kâzım Akses, Ulvi Cemal Erkin’le beraber Anadolu’yu gezerek yaptılar. Bu sayede arşivlerimizde toplanan binlerce halk türküleri, oyun havaları ve benzeri, unutularak yok olmaktan kurtarılmıştır.
Hindemith’in Bartok’u küçümseyerek halk müziğinin modası geçtiğini iddia ettiği ise yalanların en adisidir. Hindemith, tersine 1935’te Milli Eğitim Bakanlığı’na sunduğu “Mavi Kitap” diye anılan “Türk Müziğinin Kalkınması İçin Önerilerinin 99. sayfasında; “Türk Kompozitörü aradığını ülkesinin eski köy müziğinde bulacaktır. Tonal düzümsel ve biçimsel yapısı ile bu müzik pek çok yordamda kullanılabilecek kertede yalınçtır. Duygusal içeriği çok çeşitli esinler sunar. Taze ve tükenmemiş olup, ezgileri henüz aşırı bozulmuş değildir ve çok sesli işlemeye gönüllüce başeğer” der ve 107. sayfasında (ise) kompozitörler için: “Onları taşraya göndermeli, ülkesinin kırsal müziğini dinlemeleri ve köylülerle aylarca birlikte yaşamaları sağlanmalıdır.” (demektedir). Belki de Hindemith’in bu raporu Bartok’un Türkiye’ye gelmesine etken olmuştur.
Peygamberimizin “Yalan günahların anasıdır.” demesi boş değil.
Yazıma bir şey daha ekleyeyim. Ben konservatuvara girdiğimden beri duyduğum bir şey var, Bartok sonra Türkiye’ye yerleşmek için gelmek istediğinde, buna Adnan Saygun engel olmuş. Günahı boynuna. Fakat bunu doğrulayan Bartok’un elde bir yazısı da varmış…
Ben, “Beşler” dediğimiz hocaların hepsini eşit olarak rahmetle ve saygıyla anıyorum.
Gelecek yıl 2008, Necil Kâzım Akses’in 100. Doğum Yili. Acaba Saygun gibi anılacak mı? Yoksa 2004, Cemal Reşit Rey’in; 2005, Ferit Alnar’ın; 2006, Ulvi Cemal Erkin’in 100. Doğum Yılları gibi, 200. doğum yıllarına mı kalacak?
(yumuktepe.com notu: İSK Bültenindeki bir yazıya cevaben yazılmış olan bu yazı tarafımızca kısaltılmıştır)
100. Doğum Yılında Hocam Necil Kazım Akses (Ustalara Saygı) – İSK Bülteni 156. Sayı
6 Mayıs 1908 yılında doğan, hocaların hocası, hatta onların da hocası Necil Kazım Akses’in 100. doğum günüdür. Kat kat kuşaklara, kompozisyon hocalığı yapmış, yetiştirmiş, çağdaş müziğimizde ölümüne kadar hep genç kalabilmiş, Türk Müziği literatürüne dolu dolu eserler vermiş, 1935 yılında, ileride Türk Devlet Senfoni Orkestralarını, Devlet Opera ve Balelerini, Devlet Tiyatrolarını oluşturacak sanatçılarını, geleceğin genç Türk kompozitörlerini yetiştirme ocağı olacak Ankara Devlet konservatuvarı’nın kuruluşunda Paul Hindemith ile birlikte çalışmış, ileride Konservatuvarda Müdürlük, Milli Eğitim Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü, iki kez Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü, İsviçre’de, Almanya’da Kültür Ataşeliği ve Öğrenci Müfettişliği yapmış, Ankara Radyosu’nda uzun yıllar görev alarak hizmet vermiş, yurdumuzun bir ulu çınarıdır.
Müzik eğitimi için 1926 yılında Avrupa’ya giderek, Viyana Yüksek Müzik Akademisi’nin kompozisyon bölümünde Joseph Marx ile çalışarak yüksek lisans diplomasını almıştı. Prag Konservatuvarı’nda Joseph Suk ve Alois Haba ile çeyrek ton sistemi üzerinde çalışmalar yaparak, ayrıca bir yüksek diploma daha alarak 1934 yılında yurda dönmüş. Musiki Muallim Mektebi’nde hocalığa başlamış; 1936 yılında yeni kurulan Ankara Devlet Konservatuvarı’nda neredeyse ölümüne kadar kompozisyon hocalığını sürdürmüş, gerçek anlamda eser veren birçok değerli öğrenci yetiştirmiştir ki; bunlardan biri de benim.
Necil Hoca’nın hocalığı her zaman çok yüksek düzeydeydi; çünkü Avrupa’da sağlam ve çağdaş bir kompozisyon eğitimi, kültürü almıştı. Bilgin kişiliği ile bizleri de iyi donatmış, gerçek birer kompozitör olmamızı sağlamıştı. Öğrencilerine hiç baskı yapmaz, fakat kurallara gelince hiç affetmezdi. Hepimize aynı özeni gösterir, yakından izler, yardımlarını hiçbirimizden esirgemezdi. Bilgisiyle, görgüsüyle, yaratıcılığıyla Cumhuriyet tarihimizin müzik dağarına sayısız büyük eserler vermiş bu yüze, son zamanlarda, yalan yanlış bazı haddini bilmezlerin kitaplarda, dergilerde kasıtlı olarak saldırılarını esefle görmekteyiz. Türk müzik âlemine bunca hizmetler vermiş hoca yalan yazılarla gözden düşürülmeye çalışılmaktadır. Benimle de ilgili olduğu için bir sahtekârlık örneği vererek yazıma devam edeceğim:
Filiz Ali, sınıf arkadaşım Bülent Arel üzerine bir kitap yazmış. Bana okudular! Yazarın orada (yazdığı) Necil Hoca’ya isnat edilen aslı astarı olmayan bir hikâye şu: 1947 yılında bizler Konservatuvarı bitirmiştik. O yıl Milli Eğitim Bakanlığı bir Avrupa konkuru açmıştı. İşte bu konkurun kompozisyon dalındaki sınavda “Necil Hoca, Bülent Arel’e haksızlık etmiştir, Sınavda Bülent Arel’i kazandırtmamıştır, hatta doğru dürüst bir sınav bile yapılmamıştır.” Vs. denilmektedir.
İşin doğrusu şudur: Açılan bu sınava komposizyon dalında Necil Hoca’nın öğrencileri olarak ben, Bülent Arel (ki çok yakın arkadaşımdı), Mithat Akaltan, ayrıca Sabahattin Kalender’le birlikte dört kişi olarak Cebeci’deki Ankara Devlet Konservatuvarı binasında katıldık. Şartnameye göre, o zamana kadar yazmış olduğumuz bütün skolastik çalışmalarımız, piyano, oda müziği, şan ve senfonik eserlerimizin notaları Konservatuvar’ın yabancı ve Türk hocalarından oluşan bir jüriye teslim edildi.
Benim sunduğum eserler: Piyano için skolastik envansionlar, fügler, piyano parçaları; Yaylılar orkestrası için Passacaglia ve dubl füg: Yaylılar sexteti; Büyük orkestra için 4 bölümlü büyük süit. Yıl 1946. Necil Hoca, bu eserimin partisyonunu 1947 yılındaki Prag Müzik Festivali’ne giderken birlikte götürmüş, eser Prag Radyosu’nca incelenerek kabul edilmiş, 1948’de Karel Ancert idaresinde ilk icrası yapılmıştı. Piyano ve şan için 7 poem (1946) icrası özel bir konserde A.D.K.da, aynı yıl İsviçreli soprano tarafından İsviçre’de icra edilmiş; Yaylı Çalgılar için Kuartet ilk kez 1949’da Darmstadt’da genç kuşak bestecileri programında Tibor Varga Kuarteti tarafından icra edilmiş ve Senfoni in do’nun I. ve II. muvmanlarının partisyonlarından ibaretti.
Şartnameye göre sınavın ilk günü herkes piyanosuz bir odada sekiz saat içinde bir füg yazacaktı. Ertesi gün, 12 saatlik bir sürede gene ayrı odalarda – hatırımda kaldığına göre Yunus’un bir şiiri üzerine a capella bir koro parçası yazacaktı.
Sınav 1947 yılı Eylül ayında yapıldı. Her birimiz ayrı odalarda olmak üzere, ilk günün sınavına ben Konservatuvar’ın döner odalar denilen binasının üst katında, 55 no’lu piyanosuz, içinde sadece bir masa bulunan odasına alındım ve 8 saat süreli fügü yazmaya başladım. Bu arada traji-komik bir olay oldu. Odadan çıkmak ve odaya başkasının girmesi yasaktı. Öğle saati oldu, karnım acıktı. Kapıdaki nöbetçi muavin bırakmaz. Vakit ilerledi bu arada, sıkıştım, muavin Mehmet Korkmaz bırakmaz. Bunun üzerine zorunlu olarak pencereyi açtım, aşağıdaki gezinen arkadaşlardan oralardan çekilmelerini rica ettim ve pencereden işimi gördüm.
4 Sesli Fügü bitirerek idareye teslim ettim. Ertesi sabah, Müdür Tevfik Ararat Bey’e dünkü Sıkışma hikâyemi anlattım. Çok kızdı, muavini çağırarak bir hayli azarladı. Bu sefer “on odalar” dediğimiz kısımda, piyanolu bir odada ikinci sınava girdim, ama yanıma öğleyin yiyecek bir şeyler de almıştım. Gene sıkıştığımda Mehmet Korkmaz’ın eskortunda ve nezaretinde işimi gördüm. Verilen süre içerisinde ben akşamüzeri, şiir üzerine istenen a capella parçayı bitirdim ve idareye teslim ettim.
Kurulan yasal jüri, teslim ettiğimiz eserlerimizi ve sınavdaki yazdıklarımızı inceledikten sonra sonuçlar ilan edildi. Komposizyon dalında ben ve Sabahattin Kalender kazanmıştık.
Ayrıca viyolonsel olarak Nusret Kayar, piyano olarak Renan Türkarman ve şanda bir bayan kazanmışlardı. İsteyen hayatta olan Nusret Kayar’a (İstanbul), Sabahattin Kalender’e (Bodrum) nasıl bir sınav yapıldığını sorarak araştırabilirler ve utanabilirler.
Sınav sonuçlarından sonra bakanlığa, birisi, benim komünist olduğum; Türk değil Nasturi olduğum yolunda bir ihbarda bulunmuş (sonradan bunu yapanın, Mithat Akaltan olduğunu öğrendim). Aklanarak, Sabahattin Kalender, Nusret Kayar, Renan Türkarman’dan sonra ikinci vapurla Marsilya üzerinden Paris’e varmıştım.
Hocamın 100. doğum gününde bu olayı hatırlayarak – 70. yılında yazdığım yazıyı “Sağol Hocam!” diye bitirmiştim – kendisine böyle seslenemem, ama hiçbir zaman güneşin balçıkla sıvanamayacağına inanarak, hatırası önünde saygıyla eğilir, yerinin ışıklar içerisinde cennet olmasını dilerim.
Bir Taş Attık – Mersin Polifonik Sanat Dergisi 9.
Bir göle, bir havuza bir taş atarsanız, çıkan dalgaların genişleye genişleye halkalar halinde su yüzeyine yayılacağını bilirsiniz, bunun için bilerek o taşı suya atarsınız. Biz de bu bilinçle daha 1960’lı yılların sonundan bu yana önce TRT’de çocuk korolarını, sonra gençlik korolarını; operalarımızda çocuk korolarını, çocuk bale kurslarını kurduk. Bu sayede yurt düzeyinde çokseslilik eğitiminde, bale kültürünü vermekte bir hayli yol aldık.
İlk olarak Ankara’da bir taş attık ve önce başkanlığını yaptığım, halen onursal başkanı olduğum Polifonik Korolar Derneği’ni kurduk. Bu derneğin şimdiki adı Türkiye Polifonik Korolar Derneği’dir. Sayılan nerdeyse on ayrı koroyu bulan bu Dernek, ilk kez yurt düzeyinde “Korolar Şenliği” geleneğini yaratmıştır ve her yıl başarıyla ve sayıları artarak yinelenmekte, çoksesli koro kültürünün dalga dalga yayılmasına yardımcı olmaktadır.
İkinci taş olarak Mersin’de Polifonik Korolar Derneği’ni kurduk ve halen bu derneğin de ben onursal başkanıyım. Önce yetişkinlerden oluşan bir karo ile işe başladık. Tıpkı Ankara’daki gibi Minnoşlar, Çocuk Koroları, Gençlik Korosu, Umut Işığı Korosu olmak üzere taşımızın yarattığı dalgalar ilimizin içinde ve dışında semerelerini verdi.
Üçüncü olarak Adana Polifonik Korolar Derneği’ni kurduk, orada da koro eğitimi ve alışkanlığı, attığımız taşla her gün biraz daha artan halkalarla başarı alanlarını genişletmektedir. Ayrıca Tarsus’umuzda da koro hareketleri başlamış ve hızlanmaktadır. Ama ne yazık ki bütün çabalarımıza rağmen Anamur’da ve Gülnar’da bu taşı atamadık. Gene de umudumuzu yitirmiş değiliz.
Bu yıl Mersin Polifonik Korolar Derneği’nin başlattığı Korolar Şenliği geleneğinin 5. Yılıdır. Kutlar, daha nice yıllara sürekliliklerle, başarılarla erişmesini diler, mutluluğumu ifade etmek isterim. Tá başından beri benim emelim, bütün polifonik korolarımızın, derneklerimizin birleşerek Türkiye Polifonik Korolar Federasyonu’nun kurulmasıdır. Bu emelimin de gerçekleştiğini görmek benim için mutlulukların en büyüğü olacaktır.
Kim bilir?..
İnsan Sesi – Akdeniz Opera ve Bale Kültür ve Sanat Dergisi 9. Sayı – Mersin Polifonik Sanat Dergisi 2. Sayı
Dünyada üç güzel ses vardır derler. Bunlardan ilki, “su sesi” -ki aslında yaşamı, temizliği, berraklığı simgeler ve kişioğlu için temel gereksinimdir. Bir küçük derenin yanında oturup şırıltısını dinlemek kadar insanı dinginliğe kavuşturan ne var ki?
İkincisi, “para sesi”. Bunun için öyle şairane şeyler söylenmez ama hani Bektaşi Babası’nın elindeki paraya bakarak “Allah değilsin ama O’nun kadar hükmün var” dediği gibi, kişioğlunun aç kalmaması için gerekliliği tartışılmaz. Yeter ki insanı ona tutsak etmeye, kötülüklere sürüklemeye…
Üçüncüsü ise aslında “kadın sesi” dir denir ama ben bunu genel anlamda alırım ve cins ayrımı yapmam. “İnsan sesi” dir derim. Bu bir anne sesi de olabilir, çocuk sesi de olabilir, baba, sevgili, dost sesi de olabilir.
Bunlarsız yaşamın sevinci, anlamı olabilir mi? Hele bu ses bir şarkı söylüyorsa, camide, kilisede, havrada, tapınaklarda binlerce yıldır insanı Tanrı’sına yaklaştırıyorsa, insanı insanlığın erdemine ulaştırıyorsa, insan sesinin etki gücünü diğerlerinin çok daha üstünde buluruz.
İnsanlık tarihinde, insanoğlu binlerce yıldır teksesli olarak şarkı söylemiştir. Zamanla birlikte söyleyerek ilk monodik koroları oluşturmuşlar, gene zamanla yavaş yavaş ilkel tekseslilikten kurtularak çoksesliliğe erişmişler ve çoksesliliğin inanılmaz çok boyutlu derinliğine varmışlardır. Bu çok boyutlu derinlik insan ruhunu ve benliğini sonsuz yüceltir. Bir polifonik koro içerisinde, kendi sesine uygun bir kümede şarkı söyleyenler bu söylediklerimi daha iyi anlarlar. Bu sayede onlar, yalnız yüce müzik tadını almanın dışında, insanlık sevgisini, birbirine saygıyı, dostluğu, sorumluluğun değerini de öğrenmişlerdir. Bu sayılanlar yüksek düzeyde yurttaş olmanın özellikleri değil midir? Bunun bilincine erişmiş toplumlar, daima uygarlıkta yükselmiş toplumlardır. Yıllar önce bunun önemini gören ve “müzik reformu” nu başlatan Atatürk’ün yolunda biz de tüm yurtta “Polifonik Korolar” dedik ve diyoruz. Yurdumuzda yayılması için çaba gösteriyoruz.
Ütopya 21 (Polifonik Korolar) – Mersin Polifonik Sanat Dergisi 6. Sayı
Yıllardır söylemişimdir, yazmışımdır, “Bir polifonik koro içinde şarkı söylemek, evrenin derinliklerine ulaşmak, oranın muhteşem tınısını duymak, o ihtişamı kendinde bulmak, insanlığın erdemine, yüceliğine erişmek demektir. İnsan sesinden oluşan bir polifonik koroyu dinlemek de aynı duyguları yaşamak, paylaşmaktır” diye. Ve buna inandığım için bütün ömrüm boyunca bunu savunmuş, çocuk korolarından başlayıp her kademede her türlü çok sesli koroların yurdumuzda oluşup, yayılması için çalışmışımdır.
Biz Türkiye Korolar Derneği’ni kurduğumuz ve Ankara’da ilk “Korolar Şenliği’ni yaptığımız yılda bütün yurt düzeyinden şenliğe katılan koro sayısı parmakla sayılacak kadar azdı. Geçen yılki şenlikte koroların sayısı 70’in üzerindeydi, bu yıl bu sayının 100’ü bulacağını sanıyorum. Mersin Polifonik Korolar Derneği’nin dört yıl önce başlattığı Mersin Korolar Şenliğinde, ilk zamanlar katılım az idiyse de, yapılacak 4. Mersin Korolar Şenliği’ne katılacak koro sayısı daha şimdiden 30’u bulmaktadır. Yurt insanımızın bu düzeye erişmesinden ve çalışmalarımızın semeresini almaktan mutluyuz ve bu sayıların çok daha artacağından kuşkumuz yok. Yeni yeni büyük karma polifonik koroların kurulması tabii ki en büyük emelimiz. Ama bunun yanında daha küçük kadrolu yeni küçük koroların da devreye girerek çok geniş bir koro yelpazesine erişmemizi yürekten dileriz.
Size böyle bir koronun hikâyesini anlatayım:
1942-1945 yılları arası… Ankara Devlet Konservatuvarı’nda birbirinden hiç ayrılmayan dört öğrenciden oluşan bir sacayağı vardı. Bunlar yan yana geldiklerinde en küçük koro örneğini kurarlardı. Üyeleri falset sesle söyleyen Soprano Nevit Kodallı, yine falset sesle söyleyen Alto Bülent Arel, dışarıdan bir arkadaşımız Orhan, tenor ve bas olarak ilhan Usmanbaş’tan ibaretti. Konservatuvar kütüphanemiz çok zengindi. Oradan aldığımız notalarla bütün Rönesans devrinin koro müziklerini dört sesli olmak kaydı ile (Çünkü bazı eserler 6 sesliydi, oysa biz 4 kişiydik) söylerdik ve bu yolla da ilk koro müziği kültürümüzün temellerini atıyorduk. Orlando Lasso’lari, Josquin des Pres’leri, Palestrina’ları, Praetorius’ları yakından tanımış oluyorduk. Nasıl mı söylerdik? E… Vallahi çok da müzikaldik, bu da yetiyordu, çünkü o tür eserlerde çok fazla ses güçlüğü yoktur.
Bir gün konservatuvarın yılsonu kompozisyon sınavlarındayız, sınava alınmak için konservatuvarın konser salonuna yakın, ön tarafta sıramızı bekliyoruz. Mademki yanyana geldik hemen “Kuartet Koro”muzu kurduk, elimizde notalar, anımsadığım kadarıyla Praetorius’un bir parçasını söylemeye başladık. Bir ara konser salonunun kapısı hızla açıldı ve telaşla rahmetli Ferid Alnar hoca dışarı çıktı. Söyleyenlerin bizler olduğunu görünce hiç unutamam, “işte müzikalite örneği böyle olur!” dedi ve içeri girdi.
Kuartetimizin dışında biz yan yana gelince ilhan Usmanbaş bas, ben gene soprano, önceden saptadığımız bir çağ stilinde iki sesli Emprovize Motet’ler yapardık. Bizim de dileğimiz ve umudumuz, İsmet İnönü’nün Köy Enstitülerinden birini gezerken, bir kız öğrencinin yiyecek torbasından peynir – ekmeğinin yanında kendisinin başlattığı dünya edebiyatından biri olan Antigone çıkınca söylediği gibi; “Her mimarımızın, her mühendisimizin, her yurttaşımızın çantasından bir Antigone çıktığı gün, biz birçok sorunumuzu çözmüş olacağız”. Gençlerden, yaşlılardan, çocuklardan oluşan büyük koroların sayılarının artması yanında, bizim öğrenciliğimizde yaptığımız gibi küçük küçük koroların da oluşması; iki yurttaşımızın yanyana geldiğinde çok sesli şarkılar söyleyebildiklerinde, uygarlık ve insanlık yolunda çok daha yükselebileceğimizin bilincine varmamızdır.
Bu belki bir ütopyadır. Olsun… İnsanoğlu ve özellikle bizim ulusumuz nice ütopyayı (gerçeğe) çevirebilmiştir.
NEVİT KODALLI’NIN MÜZİK YAPITLARI DİZİNİ
1. “Piyano için Ballad” (Destan) Bittiği Yıl: 1942- ilk Seslendirilişi: ADK – 03.05.1942, Piyanist: Bülent Arel
2. “Piyano Parçaları” Bittiği Yıl: 1945 – İlk seslendirilişi: ADK – 12.06.1945, Piyanist: Bülent Arel
3. “Yaylı Çalgılar Orkestrası için Passacaglia ve Füg” -Bi ttiği Yıl: 1945 (Seslendirilmedi)
4. “Yaylı Çalgılar için Altılı” (Sextet) – Bittiği Yıl: 1945 – Ankara Radyosu – 1946
5. “Çocuklar için 5 Piyano Parçası” (Ostinato) – Bittiği Yıl: 1946 – ADK-1946, Piyanist: Besteci
6. “Orkestra için Büyük Süit” – Bittiği Yıl: 1946 – Prag Radyo Ork. (Çekoslovakya) 27.07.1948, Şef: Karel Ancerl
7. “Şan ve Piyano için 7 Poem” – Bittiği Yıl: 1946 – Ankara Devlet Konser Salonu 30.04.1947, Mezzosoprano: Nevin Örge – Piyanist: Bülent Arel
8. “1. Yaylı Çalgılar Kuvarteti” – Bittiği Yıl: 1947 – Darmstadt (Almanya)-1949, Tibor Varga Dörtlüsü
9. “Senfoni in Do” – Bittiği Yıl: 1948 – RFO-Ankara-20.05.1950, Şef: Hans Rosbaud
10. “Benzetmeler – Pastiches” – Bilgi Yıl: 1949 – Paris Radyosu (Fransa) 1951, Tenor: Aydın Gün
11. “Sinfonietta” – Bittiği Yıl: 1949 – Darmstadt Opera Orkestrası (Almanya)-1950, Şef: Hermann Scherchen
12. “Piyano Sonatı” – Bittiği Yıl: 1950 – Paris (Fransa) – 1950, Piyanist: Besteci, Ankara -16.11. 1950 Piyanist: Ferhunde Erkin
13. “Atatürk Oratoryosu” – Bittiği Yıl: 1952 – Ankara – 9 Kasım 1953, Orkestra: RFO (Dr. Hans Hörner), Koro: Opera Korosu, ADK Öğrenci Korosu (Adolfo Camozzo), Solistler: Belkis Aran (Soprano), Necdet Demir, (Mezzo Soprano), Aydın Gün (Tenor), Fikret Kutnay (Bariton)
14. “Güzel Helena” Sahne Müziği – Bittiği Yıl: 1954 – Selahattin Batu’nun oyunu için sahne müziği
15. “Tanrılar ve İnsanlar” – Bittiği Yıl: 1954 – Sahne Müziği
16.”2 Lied” – Bittiği Yıl: 1954 – Cemil Sökmen (Tenor) – 1954
17. “Solo Keman için Poema” – Bittiği Yıl: 1954 – İsviçre-1955, Keman: Licco Amar
18. “Van Gogh’ Operası – Bittiği Yıl: 1956 – ADOB-1956/57 sezonu, Şef: Besteci, Sahneye Koyan: Aydın Gün, Solistler: Sevda Aydan, Ayhan Baran, Neriman Esi, Aydın Gün, Azra Gün, İhsan Şenol, Selim Ünokur, Nuri Türkan
19. “Antigone Bale Müziği” – Bittiği Yıl: 1958 (Seslendirilmedi)
20. “Şan ve Piyano için Garip Şarkılar Albümü” 19″ St – Bittiği Yıl: 1958 – Ankara Radyosu – 1960, Bas Bariton: Selim Ünokur
21. “Koro Parçaları – 5 Türkü – Bittiği Yıl: 1962
22. “Gilgames” Operasi – Bittiği Yıl: 1963 – ADOB-27.01.1964, Şef: Besteci, Sahneye Koyan: Cüneyt Gökçer, Solistler: Belkıs Aran, Sevda Aydan, Ayhan Baran, Süleyman Güler, Müveddet Günbay, Selim Ünokur,” Koro Şefi: Domenico Trizio
23. 2. Yaylı Çalgılar Kuarteti – Bittiği Yıl: 1967 – Ankara-1968, Suna Kan (1. Keman), Ulvi Yücelen (2. Keman), Ruşen Güneş (Viyola) una, Doğan Cangal (Viyolonsel)
24. “Telli Turna Süiti” – Bittiği Yıl: 1967 – CSO-1968, Şef: Hikmet Şimşek
25. “Ebru – Piyanolu Quintet” – Bittiği Yıl: 1971 – istanbul-28.10.1974, Viyana Solistleri
26. “Adagio – Yaylı Çalgılar Orkestrası, için Bale Müziği”
(2. Yaylı Çalgılar Kuvarteti’nin Adagio Bölümü’nün Orkestra Düzenlemesi)
Bittiği Yıl: 1974
Bale Müziği olarak: ADOB-1974, Konserde seslendirilişi: CSO (Ankara) – 20.11.1976
Şef: Hikmet Şimşek
27. “Anıtkabir/Sultanahmet Ses ve Işık Gösterileri için Müzikler”
Bittiği Yıl: 1972
Anıtkabir: CSO – 1973, Şef: Besteci, Sultanahmet: ADOB Ork. 1973, Şef: Besteci
28. “Cumhuriyet Kantatı”
Bittiği Yıl: 1973
CSO-27.10.1973, Şef: Hikmet Şimşek
Solistler: Özgül Tanyeri(Soprano) Cemil Sökmen (Tenor), Koro: ADK Korosu
Koro Şefi: Muammer Sun
29. “Güzelleme – Orkestra için Küçük Süit”
Bittiği Yıl: 1973
Halkevleri Orkestrası -1974, Şef: Giorgio
30. “Hürrem Sultan Bale Müziği”
Bittiği Yıl: 1976
ADOB-1976, Şef: Besteci
31. “Ebru – Piyano, Yaylı Çalgılar ve Vurmalılar Orkestrası için
Bittiği Yıl: 1978
CSO-26.04.1980, Şef: Hikmet Şimşek, Piyanist: Gülay Uğurata
32. “Viyolonsel Konçertosu”
Bittiği Yıl: 1983
CSO-30.11.1985, Şef: Hikmet Şimşek, Solist: Ali Doğan
33. Ahmet Yeşil için iki Lied (Şan ve Piyano İçin)
Bittiği Yıl: 2000 (Notaları kitabın içindedir.)
Sözler: Suna ve Erdoğan Tanaltay. Seslendirme: Mersin Kültür Merkezi Şeref salonu MDOB
sanatçıları, Şef: Prof. Nevit Kodallı, Piyano: Natalia Gribiniç.
Besteci yukarıda sayılan eserleri dışında ayrıca birçok marş ve türkü bestelemiştir.
Kısaltmalar:
ADK: Ankara Devlet Konservatuvarı
RFO: Riyaseticumhur Filarmonu Orkestrası
CSO: Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası
ADOB. Ankara Devlet Opera ve Balesi
MARŞLARI
27 Mayıs Marşı (Söz: Behçet Kemal Çağlar)
Kızılay Marşı
60. Yıl Cumhuriyet Marşı
Atatürk’ün 99. Doğum Yılı için Marş
75. Yıl Cumhuriyet Marşı
Anadolu Üniversitesi Marşı
Çukurova Üniversitesi Marşı
İçel Sanat Kulübü Marşı
Alp-Arslan Marşı-İçel Sanat Kulübü koleksiyonunda yer alan nota kitapçığı (1964)
kitaba eklenmiştir.
TİYATRO İÇİN SAHNE MÜZİKLERİ (En önemlileri)
Deli İbrahim
Kral Oidipus
IV. Murat
Lysistrata
Istanbul Efendisi
Yedekçi
Fadik Kız
Tahta Çanaklar
Bir Yastıkta
Atçalı Kel Mehmet v.b.
FİLM MÜZİKLERİ (En önemlileri)
Murat’ın Türküsü
Pembe Kadın
Kodallı’nın ayrıca çok sayıda Çocuk Şarkıları ile Çocuk ve Gençlik Şarkısı düzenlemeleri vardır.
KAYNAKÇA
Bu kitap Mersinli Nevit Kodallı’nın Mersin’de yazdığı yazıların bir derlemesidir. Özellikle Onursal Üyesi olduğu içel Sanat Kulübü Bülteni ve kurucusu olduğu Mersin Polifonik Korolar Derneği tarafından çıkartılan Polifonik Sanat Dergisi’nde yayınlanan yazıları içermekte ve her yazı hakkında gerekli referans kitap içinde verilmektedir.
Bestecimiz hakkında daha fazla bilgi edinmek isteyenler için bir genel kaynakça aşağıda verilmiştir.
1. Andak, S., (1988). “Müzikle Çağdaşlaşma”, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, I. Müzik Kongresi Bildiriler, s. 97-99, Ankara.
2. Aracı, E., (1997), “Doğu ve Batı Arasındaki Köprü, Cumhuriyetin İlk Dönem Operaları, Ankara.
3. Eric, D., (1957), “Opera”, Akis Dergisi, Sayı: 147, s.22-24, Ankara,
4. Eryiğit, G. Ü., (1984), D. E. Ü. Eğitim Fak. Müzik Bölümü (Nevit Kodallı), Lisans Bitirme Tezi, İzmir.
5. Fırat, O. E., (1988), “Çağdaş Küğ’ün Çoksesli Duruma Gelmiş Müzik Evrimi” T.C.Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, I. Müzik Kongresi-Bildiriler, s.168-172, Ankara.Yayıncılık, İstanbul
6. İlyasoğlu, E., (2009). “Mersin’den Yükselen Çağdaş Bir Ses: Nevit Kodallı”, Pan
7. Kodallı, N., (1982), “Günümüzde Türk Müziği” T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, I.Kültür Şurası, Bildiriler, s.67-69, İzmir.
8. Kodallı, N., (1988). “Günümüzde Milli Müzik Anlayışımız” I. Müzik Kongresi – Kişisel Bildiriler, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, s. 108-114, Ankara,
9. Mansur, C., (1988), “Türkiye’nin Tanıtımında Müziğin Yeri T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, I. Müzik Kongresi-Bildiriler, s.51-53, Ankara.
10. Okyay, E., (1988) “Türkiye’de Yaşayan Müzik Türlerinin Ulusal ve Evrensel Normlar Açısından Teknik ve Öz Analizi” T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1. Müzik Kongresi Bildiriler s 118-120, Ankara
11. Okyay, E., (1998), “Nevit Kodallı” Sevda Cenap And Vakfı Müzik Yayınları Onur Ödülü Sahipleri Dizisi, No: 10, Ankara.
12. Önal, Ç. H., (2003), Türk Bestecilerinden Nevit Kodallı’nın Piyano Müziğinin incelenmesi, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Ens., Yüksek Lisans Tezi, s.33-50, Adana.
13. Saydam, E., (1988), “Müzik Terminolojisi” T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, I. Müzik Kongresi-Bildiriler, s. 59-63., Ankara.
14. Sirel, S.S., (2005), Nevit Kodallı’nın Türk Operasının Gelişimine ve Ulusumuz Evrensel Şan Repertuvarına Katkıları. Yüksek Lisans Tezi. Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sahne Sanatları Ana Sanat Dalı. Adana..
15. Sun, M., (1987), “Türkiye’nin Kültür, Müzik, Tiyatro Sorunları”, Türkiye’nin Müzik Sorunları, s.6-11, Ankara.
16. Tanrıkulu, O., (1988). “Müzikte Çağdaşlaşmak Uygarlığın Belli Ölçüsüdür” T.C
Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, I. Müzik Kongresi-Bildiriler, s.184-185, Ankara.
Kitabın Arka Kapak yazısı
Bir kentin en büyük zenginliklerinden birisi sahip olduğu sanatçılardır. Dünyada birçok kent sanatçıları ve onların eserleriyle ünlenmiştir. Mersin bu bakımdan ülkemizde en şanslı kentlerin içinde yer alıyor. Ressamları, heykeltıraşları, yazarları, şairleri, müzisyenleri, bestecileri vd. ile bir sanat vahası olarak öne çıkıyor.
Ünü sınırlarımızı aşmış müzik insanı Prof. Nevit Kodallı, doğduğu ve emekliliği sonrasında yaşadığı Mersin’i hep sevmiş ve “iyi ki bu kentte doğmuşum” demiştir.
Kente yerleştikten sonra İçel Sanat Kulübü Bülteni ve Polifonik Korolar dergisinde sürekli yazan Kodallı’nın, dergi koleksiyonları içinde kalacak bu yazılarını derleyen ve bizlere bir kitap formatında değerli okuyucularımızla buluşturma fırsatı veren Semihi Vural’a teşekkür ediyoruz.
“Mersin Yazları” bestecimizin çocukluğundan itibaren günlük yaşam, kentten insan manzaraları, ilk konservatuvar günleri, Paris eğitimi, hocaları, dostlukları, kentin tarihi ören yerleri ve arkeoloji tutkusu ve müzik yaşamından panoramik kesitler içeriyor.
Kitabın keyifle okunacağını ve en önemlisi Nevit Kodallı’nın bir besteci ve Cumhuriyet Aydını olarak daha iyi anlaşılması için bir vesile olacağını düşünüyoruz.
“İyi ki Mersin’de doğmuşsunuz Sevgili Kodallı”. İhsan Toksöz