İçel’in yeni ilçesi Bozyazı, Gürlevik, Beyreli, Narince, Çopurlu ve Tekeli aşiretlerinden oluşur.
Bu aşiretler ayrı ayrı zamanlarda gelip yerleşmişler ve içlerinden özellikle Tekeli Yörükleri padişahların güvenine mazhar olmuşlardır. Bu aşiretler Orta Asya’dan kalkıp, Karadeniz’den dolaşıp, Ege’den dolanarak Teke yarım adasından Bozyazı yöresine inmişlerdir.
İlk bakışta Yörüklerin çok meşakkatli ve monoton bir hayatı olduğu sanılır. Öyledir de. Fakat onlar bu zorluklardan adeta zevk alır, kolay bir hayatın kendilerine göre olmadığını düşünürler. Yörükler develeriyle, atlarıyla, davarlarıyla ve yaylalarıyla bir bütündürler. Yörüklere göre bütün yaylalar Yörükleri bekler, Yörükler de yaylaları özler.
Yörükler geçimlerini hayvancılıkla sağlarlar. Bu yüzden de hayatlarında olan her şeyde, her adette hayvanların da rolü, payı vardır. Kısacası hayatlarını ona göre düzenlerler. Her şeylerini onlara borçlu olduklarını bilirler ve bu yüzden hiç yakınmazlar. Şimdilerde artık eskisi gibi herkesin bir davar sürüsü, birkaç devesi, bir atı birkaç eşeği yok. Ancak kendilerine yetecek kadar, kendi ihtiyaçlarına yetecek kadar bulunduruyorlar. Ve artık geçimlerini sadece hayvancılıktan değil, biraz tarımdan, biraz turizmden, ve daha başka çeşitli şeylerden sağlıyorlar. Normalde bunlar gelişmeden, kalkınmadan sayılır. Ama bir ihtiyar yörüğün, fikri sorulsa olaya böyle bakmayacağı kesindir.
Yörükler kıl çadırlarda ve ağaç dallarından yapılmış kulübelerde yaşarlar. Evlerinin yakınlarına da hayvanlar için bir “ağıl” yaparlar. Çadırlarını kendileri dokurlar. Bunun yanında, çul çuval, kilim, heybe, seccade gibi kalın dokumaların yanında elbise için daha ince kumaşlar dokunur. Bunları dokumak için ıstar ve çulfalık tezgahından faydalanılır. Her Yörük kadını bunları dokumayı ve kurmayı bilmek zorundadır.
ÇULFALIK : Milli kültür değerlerimizden olan çulfalığın tarihi Orta Asya Türklerine kadar dayanır. Giyecek kumaş, battaniye, havlu, kilim, yolluk vb. kumaşların dokunmasında kullanılan bir tezgahtır.Bugünkü kumaş fabrikalarının ilkel halidir. 32 ağaç parçadan oluşur. Dört ayakta durur. Dizeriyi baş kazık ortalar. Dokunan kumaşı sarmaya yarayan “selvin” denilen bir silindir vardır. Selvini sabit tutan gevşemesini ve gerginleşmesini sağlayan kol kazığı vardır. İçinde arasında iplerin geçtiği tarak ve tarağı tutan tefe bölümü birleşiktir. İpleri (direziyi) birbirine makas şeklinde geçiren kücü denilen iki parçası vardır. Bu parçalara ayaklarlar dikilir. Ayak basılan yere “ayakcak” denir. Kücülerin askıda durmasını ve hareketini sağlayan “cırmakan” denilen iki sabit makara vardır. Kücüler makaralara asılı, durur.
Dokuma ipliğinin sarıldığı kamış parçalara “masır” denir. Masırlar ağaçtan yapılmış mekik denilen bir parça, içine yerleştirilerek kullanılır. Kumaş genişliği, “cumbar” denilen şiş ile ayarlanır.
ÇARK : Dokuma tezgahlarının vazgeçilmez bir parçası olan çark yöremizde uzun yıllardır kullanılmaktadır. İp dokumadan önce çarktan geçirilerek inceliği kalınlığı ayarlanır. Sabit bir zemin üzerinde olan dört ayaktan oluşur. Uzun olan ikisine döner bir silindir şeklinde, ortasından sabit bir çubukla bağlanmıştır. Karşısındaki iki ayakta “iğ” denilen ve eğirilen ipin sarıldığı demir çubuk bağlanır. Urgan denilen bir ip ile silindir ve iğ bağlanır. Silindirin dönmesi ile iğ daha fazla döner. Böylece ipin eğirilmesi sağlanmış olur.
ISTAR : Çulfalık tezgahı ile benzer özellikler gösterir. En büyük farkı, ıstarın dikine asılmış olmasıdır ve sabit tefe yerine seyyar tarakların kullanılmasıdır. Başka değişen bir yerleri yoktur.
Dokumalar genellikler desenlidir. Bu desenlerin her birinin kendilerine ait isimleri vardır ve aşiretten aşirete pek az farklılık gösterirler. Bunlardan bazıları eğirkaşı, karagöz, karataş, koçboynuzu, sındıgulpu ve köpen yanışıdır.
YEMEKLER
Yörük yemeklerinin temelini hayvansal gıdalar oluşturur. Süt, yoğurt, peynir, tereyağı, çökelek en çok kullanılan malzemelerdir. Yöreye has pek çok özel yemek çeşidi de vardır. Bunlardan bazıları şunlardır :
DÜĞÜN KEŞKEĞİ : Dövülmüş, yıkanmış darı yarmasının haşlanmasıyla elde edilir. Üzerine yoğurt veya yahni konularak yenir.
AŞURE : Yarma buğday; nohut, fasulye ve yarma mısırın ayrı ayrı haşlanmasıyla hazırlanır. Hazırlanan bu haşlamalar suları dökülmeden birbirine karıştırılır ve içine üzüm, fıstık, fındık ve ceviz ezmesi ilave edilerek pişirilir. Üzerine tarçın ve ceviz ezmesi serpilerek sıcak olarak servis yapılır.
TARHANA : Yarma buğdayın sütle pişirilip kurutularak dövülmesinden elde edilir. İsteğe göre ayranla da yapılabilir.
GÖLEVEZ : Kökeni Kıbrıstan gelmiştir. Sadece Bozyazı ve Anamurda yetişir. Çiğ olarak yenmez. Diğer sebzeler gibi pişer, ayrıca kızartması ve haşlaması da yapılır. Tohumuna ”fili” denir.
BATIRlK : Düğürcük (bulgurun daha incesi) sıcak suyla haşlanır. Dövülmüş fıstık, ceviz, susam ilave edilir. Üzerine soğan, marul, maydanoz, nane, salatalık, domates doğranarak servis yapılır.
GÖCE : Keçi boynuzu, fıstık, şeker ve gevretilmiş yufka ekmeği ayrı ayrı dövülerek hazırlanan bir tür katıktır.
DOLAZ : Kaynatılan peynire kaynama esnasında azar azar un ilave edilmesiyle elde edilir.
GİYİM KUŞAM
Yörüklerin giyimi çok renklidir. Sade şeylerden hoşlanmazlar, daha çok canlı renklere heveslenirler. Artık şalvar veya kıldan dokunmuş potur giyen erkek sayısı parmakla gösterilecek kadar azaldı. Ama genede bir fantazi olması açısından eski elbiselerden bahsetmek yerinde olur.
Erkekler şalvar veya “kılçar pontul” adı verilen şalvarı andıran bir pantolon giyerlerdi. Üstte gömlek ve onun üstüne de kollu kısa cepkenler giyerlerdi. Ayakta iri bir deriden çarık ve koyun yününden örülmüş desenli çoraplar kullanırlardı. Başta bir keçe külah veya yünden örülmüş bereler vardı. Kadınlar “peşli” denilen üç etekler giyerler ve çoğu zaman öndeki iki peşi bellerindeki kuşağa sokulmuş olarak tutarlardı. Peşlinin altında topuğa kadar uzanan bir tulum vardı. Başta bir fes, fesin alın kısmında “alınlık” denilen bir sıra altın (bu ailelerin maddi durumuna göre değişir), fesin üzerine de kenarları oyalı bir tülbent örtülürdü. Günümüzde bu giysiler sadece ninelerimizin sandıklarında kaldı. Kimse bunları kullanmıyor. Herkes elinden geldiğince başkalarından geri kalmamak arzusuyla çağa ayak uydurmaya çalışıyor. Her şeyde olduğu gibi bu alanda da geleneklerimizi yaşattığımızı söyleyemeyiz.
HALK TABABETİ
Yörükler pek kolay hastalanmaz. Hastalandıkları zaman kendi yaptıkları ilaçlarla tedavi olmaya çalışırlar. Doktor her zaman en son çaredir. Yüzyıllardır kullanıla gelen ilaçların bazıları şunlardır : (“yumuktepe.com” bunların hiç birisini asla önermez)
PILNAR PÜSESİ : Pılnar kökü kaynatılarak püse elde edilir. Elde edilen püse gece yanıklarına ve normal yanıklara sürülerek sulanması önlenir. Eğer sulanmış ise kurutulması sağlanır.
YUMURTA SARISI: Kuru yaralarda kullanılır. Yumurta sarısı bir kapta ısıtılarak iyice yanması beklenir. Yumurta sansı iyice yanınca siyah bir kıvama gelir. Bu kıvam yağlı bir merhem görevindedir.
SOĞAN : Yumurta sarısında olduğu gibi soğan da yaraların çatlamaması için merhem olarak kullanılır. Soğan bir kapta ısıtılarak ondan yağlı bir sıvı elde edilir.
ARDIÇ PÜRÜ : Soğuk algınlıklarında ve bronşit, bademcik şişmesi gibi durumlarda kullanılır. Ardıç pürü saç üzerinde ateş almayacak derecede ısıtılır. Hastanın giyeceğinin içerisine iyice yerleştirilir. Isıtılan ardıç pürü hastanın terlemesini sağlar. Onların deyimiyle alınan soğuk dışarı atılır. Bu işleme halk arasında “ardıca katma” denir.
MUMURAN : Ladin sakızı ve balmumunun tereyağı ile karıştırılması ile elde edilir. Üçü aynı kapta ısıtılıp soğumaya bırakılır. Soğuyan karışım yumuşak bir melhem haline dönüşür. Mumuran adını verdikleri bu merhem çıban başta olmak üzere çeşitli yaralarda kullanılır.
KATRAN : Kökünde çıra denilen öz bulunan katran ağacından elde edilir. Katran kökü küçük parçalara ayrılıp bir çukur içine doldurulur. Çukurun dibi cilalanır. Ve küçük bir kanal yapılır. Katran ateşlenince bir müddet sonra üzeri kapatılıp onun üzerine daha büyük bir ateş yakılır. Üstteki ateşin etkisiyle alttaki parçaların terlemesiyle katran denilen sıvı elde edilir. Daha sonra bu sıvı biraz koyulaşarak kullanıma hazır hale gelir. Katran özellikle öksürük kesme ilacı olarak kullanılsa da diğer soğuk algınlıklarını da kullanılır. Aynı işlemi çam ağacının özüne yapılması ile püse elde edilir. Püse yara tedavilerinde kullanılır.
DAĞ KARANFİLİ : Dağlarda özellikle yüksek yerlerdeki ardıç ağaçlarının dibinde bulunan bir çeşit tüylü yapraklı bitkidir. Kökü kurutularak çay olarak içilir. Ayrıca kökü kuru olarak da ağızda çiğnenir. Dağ karanfili baharat derecesi yüksek bir bitki olduğundan solunum yolları enfeksiyonlarında, mide gazlarının giderilmesinde ve mide ağrılarında kullanılır.
GELENEKLER – GÖRENEKLER
Doğumlarda eskiden kalma adetler hala geçerlidir. Mesela oğlan çocuğu doğuran Yörük anası başına al bir tülbent bağlar. Ayrıca evin kapısına babanın arkadaşları tarafından kütük atılır. Ailenin yakınları çeşitli hediyelerle ziyarete gelirler. Onlara “göbedek” denilen şeker, üzüm, fıstık karışımı çerez ikram edilir, çocuklara da göbedek dağıtılır.
Evlenme olaylarında eski adetler yok. Yapılan bir hafta düğünler, kazanlar dolusu pişirilen aşlar, kızın çeyizine katılan ala çuvallar, kilimler, çullar yerlerini daha yeni şeylere bıraktılar. Artık bir günde yapılan köy düğünüyle veya bir akşam yapılan baloyla evleniyor gençlerimiz. Buna rağmen köylerimizde hala yaşatılan geleneklerimiz, hala söylenen kına türkülerimiz var. Evlenme olayının ilk aşaması kızın fikrinin alınması aşamasıdır. Gün belirlenip babasından istenmeye gidildiğinde “Allah’ın emri Peygamber Efendimiz’in kavliyle hısımlık ummağa geldik” denilir. Kız babasının vermeye niyeti varsa iş fazla uzatılmaz. Söz kesilirken tatlı yenir. Kıza takılacak altın, kızın götüreceği çeyiz konusunda anlaşıldıktan sonra sıra düğüne gelir. Yakın zamana kadar davetiye yerine bardak veya bir paket kibritle düğüne davet edilirdik ama şimdi yaldızlı bir davetiye, hiç olmazsa el yazısı ile yazılmış davetiyeler alıyoruz.
DÜĞÜN
Düğün “kesene” adı verilen gelinin çeyizini evine götürme merasimi ile başlar. O gün oğlan evine bir bayrak dikilir. Sonra bayrak çeyizin yükleneceği arabaya taşınır. Geline takılacak altın ve kız evine verilecek hediyeler de o gün kız evine getirilir. Getirilen sandık ortaya konulur. Gelinin kız kardeşi veya çok yakınlarından biri çağrılır ve sandığı açması söylenir. Kız sandığı açar ve üstündeki sandığı açacak olan kimse için hazırlanmış olan paketi alır. Ondan sonra da güzel konuşan bir kadın sandıktaki eşyaları teker teker sayar. Getirilen altınlar geline takılır. Sonra gelinin çeyizi arabaya taşınır. Gelin ve arkadaşlarından oluşan bir grup gelin evine sermeye giderler.
Kına gecesi düğünden bir önceki gecedir. O gece kız evinden bir grup oğlan evine kına yakmaya gelirler. Bu sırada gelinin arkadaşları kına türküsü söylerler, gelin ağlatılır.
Geldi gelin kınası
Ağlasın kız anası
Oğlan bizim kız bizim
Çatlasın kaynanası .
Ak helkelerimi susuz koyan
Koca evlerimi ıssız koyan
Anasının boynunu buruk koyan .
Çattılar çatı taşını
Kurdular düğün aşını
Çağırın kız anasını;
Yaksın kızın kınasını
Arkamı verdiğim dutlar
Silip süpürdüğüm yurtlar
İşte geldim gidiyorum
A dostlar
Düğün sabahı erken saatlerinde davul sesiyle başlar. Genç İhtiyar herkes oynatılır. Düğünler yemekli olur. Yemekler düğün çorbası, keşkek, kuru fasulye, pilav, yahni, nohut ve tatlıdan oluşur. Davetliler yemek yedikten sonra gelin süslenir, oynanır, mani söylenir.
Erkek tarafı öğleden sonra gelir. Geleceklerini bir el silah sesiyle ilan ederler. Babası kızın beline kırmızı kuşak bağlar ve evden çıkararak damada verir. Gelinle damat geniş bir yere oturtulur ve önlerine kına tepsisi konur. Kınadan alan para atar. Atılan paralar ilan edilir. Arabaya bindirilen gelinle damadın arkasından su dökülür veya kabak kırılır.
Kaynana gelini evde bekler. Araba gelince gelin arabadan hemen inmez. Kaynana ve kayınpederden “indirmelik” istenir. Kaynananın “bir tosun verdim, daha ne ister” demesi adettendir. Gelin bunu kabul etmez ve kaynana başka şeyler teklif eder. Anlaşıldıktan sonra gelin arabadan iner. Kapıya bağlanmış kıl ipi, su doldurularak konmuş helkeyi teperek yağ ve bal sürülmüş kapıdan, içeri girer ve böylece düğün sona ermiş olur, davetliler dağılır.
ÖLÜM
Ölüm olaylarındaki adetler hemen hemen devam etmektedir. Ölüm, yerleşim yerlerinden uzak olmuşsa, mesele göç esnasında olmuşsa öldüğü yere makam yapılır ve cenaze obanın toplu olduğu yere götürülür. Ölü evinde üç gün Kur’an-ı Kerim okunur ve gelen misafire yemek ikram edilir. 40. ve 52. gecelerde de Kur’an-ı Kerim okunur. Mevlid-i Şerif te okunur ancak onun günü belli değildir. Ne zaman müsait olunursa o zaman okunur.
HALK EDEBİYATI
Yöremizde pek çok masal ve efsane vardır. Masal ve efsanelerden birer örnek verelim.
Efsane
Eski zamanların birinde Narince Beyi ava çıkmış….l
AĞIZ
Her yörenin olduğu gibi Bozyazının da kendine has bir konuşma tarzı vardır. Özellikle dağ köylerimizde anlaşılır olmakla birlikte bahsetmeye değecek kadar değişik kelimeler, hitaplar vardır. Mesela genellikle kadınların kullandığı ‘yuu çekme” denilen çağırma şekli başka yörelerde görülmez. Ayrıca erkekler birbirlerine “oyn be, loynn” gibi değişik hitaplarla seslenirler. Bunlar bir hitap olabildiği gibi uzaktaki birini çağırmak amacıyla da kullanılabilir. Yörükler, şimdiki zaman eki olan – yor ekini kullanmayı tercih etmezler. Bunun yerine çoğu zaman geniş zaman kullanmayı yeğlerler. Bunu yaparken, de sondaki şahıs eski -m harfini -n olarak değiştirirler.
* Bu yazı, Bozyazı Halk Eğitimi Merkezi Müdürü Hasan Çetin, Md. Yrd. Hasan Navgasın, Erdal Ballı ve Nadire Yılmaz tarafından derlenmiştir.
*Bu yazı “Mersin Halk Eğitimi Merkezi ve Akşam Sanat Okulu Müdürlüğü Yayın Organı” olan “İÇEL KÜLTÜRÜ” Mayıs 1991 – 15. Sayısından alınmıştır.