Halk edebiyatı ile ilgili araştırmalarda, sözlü örneğin dışında kaynak, yok denecek kadar azdır.
Yazılı kaynak olarak başvurulacak belgelerin kaynağı da, yine sözlü gelenekten aktarılanlardır.
Özellikle biyografik araştırmalarda ortaya konan birbiriyle bağdaşmaz yazılar doğru sonuca ulaşmayı zorlaştıran bir başka bir sorunu oluşturuyor.
Rivayetlerin efsaneye yaklaşan abartıları, zaman ve mekan unsurunu göz ardı eden özelliği, sözlü örneğin en önemli zaafını oluşturuyor.
Bu eksikliği; başka kaynaklardaki sağlam verilerle bir dereceye kadar gidermek mümkün    olabiliyor.
Rivayetlerin özündeki müşterek çizgilerle, bu kaynakların doğrularını çakıştırabildiğimiz ölçüde doğru sonuca yaklaşabiliyoruz.
Bu yardımcı kaynaklar;
a) Zaman içinde en az değişime uğrayan folklorik unsur olarak gelenekler.
b) Tarihi ve sosyolojik oluÅŸumlar.
c) Şairin eserlerinde geçen maddi unsurlar,
olarak özetlemek mümkün .
Kendisini:
Kozan dağından neslimiz
Arı Türkmendir aslımız
Varsaktır durak yerimiz
Gurbette yar eÄŸler bizi,
şeklinde tanıtan Karacaoğlan, önemli ipuçları veriyor.
Rivayetlerin verdiÄŸi bilgiler ise; ÅŸairin Feke ilçesinin Gökçe, Bahçe ilçesinin Varsak, Kilis’in Zobular köyünde doÄŸduÄŸu noktasında. Yani birbirine oldukça yakın köylerde, küçük bir bölgede yoÄŸunlaşıyor rivayetlerin anlattıkları.
Gerçi aşiret yaşantısında insanların nerede doğduğunu kestirmek çoğu zaman mümkün olmaz.
Ama, rivayetlerin müşterek noktası, ÅŸairin kendi aÄŸzından verdiÄŸi ipuçlarıyla birleÅŸtirilince, KaracaoÄŸlan’ın; DoÄŸu Çukurova’daki Kozan-Gavur daÄŸlarının eteklerinde kışlayan aÅŸiretlerden birine mensup olduÄŸu, oralarda doÄŸduÄŸu; çocukluk ve ilk gençlik yıllarını orada geçirdiÄŸi geniÅŸ kabul görmüş bir tahmin olarak söylenebilir.
Bu tespit, 17.yüzyılda yaÅŸadığına inandığımız, Güneyli veya Büyük olarak nitelendirilen KaracaoÄŸlan’ a aittir.
Başka yüzyıllarda ve başka bölgelerde yaşamış, Karacaoğlan mahlasını kullanmış şairler, bildirimizin konusu dışındadır.
Bir seminer bildirisinde, Karacaoğlan coğrafyasını işlemiş, şairin verdiği ipuçlarıyla oluşturulan münhaniler sonucunda, özlemle andığı coğrafi unsurların Adana-Gaziantep- Maraş üçgen içinde yoğunlaştığını görmüştüm.
Çukur köyündeki mezar konusu da bu çalışmanın içinde daha belirgin hale gelmişti.
Biraz önce, aktardığım, şairin aslını, neslini, eğlendiği yeri bildiren dörtlük, dikkatlice tahlil edildiğinde de bu gerçek açık biçimde görünüyor.
ilk dörtlüğü yukarıda verdiğimiz şekilde başlıyan ve tamamı beş dörtlükten oluşan bu şiir, İbrahim Aczi Kendi tarafından 1942 yılında yayınlanmıştı.(1)
Nedense ÅŸiirin tamamı toplu metinlere girmemiÅŸ. Ve bir çok araÅŸtırmacı tarafından sadece bu ilk dörtlük iÅŸlenmiÅŸ; Varsak’ta tıpkı AkÅŸehirli Ahmet
Hamdi Efendinin anılarında değindiği gibi algılanmış, Bahçe kazasının Varsak kariyesi şairin hem doğup büyüdüğü yer hem de bir yar yüzünden eğlenip kaldığı yer olarak değerlendirilmiş.
Biraz daha açmak gerekirse Varsak; hem sıla, hem de gurbet olarak gösterilmiş. Bu tezat gözlerden kaçmış.
Dikkat edilirse dörtlük hem vatanı, hem de gurbeti açık şekilde işlemiş.
Bize göre Varsak, ÅŸairin bir yar peÅŸinden eÄŸlenip kaldığı Gurbettir. Varsak’ı dar anlamda, bir çoÄŸrafi unsur olarak alırsak, yani burdaki kasdı Bahçe’nin. Varsak köyüne indirgersek, karşımıza bir baÅŸka alternatif çıkar.
Antalya merkez ilçeye bağlı Varsak beldesi var. Hem de bu belde Bey dağlarının doğu yönündeki Kozan dağının eteklerine yakın yerde kurulmuştur.
2. Beyazıt döneminde bazı vergi ihtilafı yüzünden İçel’den Antalya ya göç eden Farsak halkı da Salur boyuna mensup Türkmenlerdir. Yani Türkmen, Kozan ve Farsak üçlüsü, bu bölgçde de geçerlidir.
Ama olayı daha geniÅŸ açıdan alır, sosyolojik olarak deÄŸerlendirirsek önümüze Cebelibereketten, BinboÄŸalardan, Hadim’in AladaÄŸ bölgesine kadar uzanan geniÅŸ bir coÄŸrafya çıkar.
Onun için Varsak’ı küçük bir coÄŸrafi unsur olarak deÄŸil, Varsak yurdu, Varsak topluluÄŸu ÅŸeklinde algılamak daha saÄŸlıklı sonuç verebilir.
KaracaoÄŸlan gibi tüm Anadolu’yu harmanlamış bir gezginci ÅŸairin, ayak izlerini de ancak böylesine geniÅŸ bir coÄŸrafyada bulmak mümkün olabilir. KaracaoÄŸlan’da en çok geçen DaÄŸ, Bulgar dağıdır.
Bulgar dağıyla Ä°lgili ÅŸiirlerde bir yar peÅŸinden gidiÅŸin öyküsü, isterliÄŸi çok açıktır. Keza Bulgar’ın güney uzantısındaki EÄŸri Dağında da yitirdiÄŸi hilal kaÅŸlı yari arar.
Şimdi Bulgar, Varsak ve Karacaoğlan ilişkisini, bir de tarihi olguların yardımıyla gözden geçirelim.
Åžikari’nin Karaman tarihinde, Bulgar’da eÄŸleÅŸen Varsaklar önemli bir askeri güç olarak vurgulanır. Ve Karamanlılar ile birlikte savaÅŸan bu insanlarda Bulgar askeri diye söz edilir. Åžikari’nin Senkendaz diye de nitelendirdiÄŸi bu Bulgar Varsakları sapan taşı atarak özel bir savaÅŸ tekniÄŸi geliÅŸtirmiÅŸlerdir.(2)
Hoca Sadettin; Tacüttevarih’te; Rum Mehmet PaÅŸanın Larendeyi yaÄŸmaladıktan sonra Bulgar Varsaklarına yöneldiÄŸini, ancak daÄŸlık bölgede bu Varsaklar tarafından bozulduÄŸunu, aldığı ganimetlerini de bırakıp gittiÄŸini uzun uzun anlatır. (3)
NeÅŸri tarihi; KaramanoÄŸlu’nun Kara TimurtaÅŸ PaÅŸaya saldırmasını vesile sayarak Karaman’a yürümesi üzerine KaramanoÄŸ’lu’nun “Ä°klim-i Kadimi Yunan leÅŸkerini, Varsağını ve Turgut’un ve SumaÄŸar’ın, Tatarın beylerini toplayarak” Osmanlıya karşı çıktığını haber verir.(4)
Osmanlı maliye defterlerinde Silifke’nin doÄŸusundan baÅŸlayan daÄŸlık bölge Varsak yurdu, Varsak dağı ÅŸeklinde geçer.(5)
Yine Şikari tarihinde ilginç bilgiler var ve bu bilgilerdeki isimler hala köy-kasaba ismi olarak yaşar.
Åžikari de aynen şöyle der “Mehmet Bey Engürü ile Konya arasındaki sahrayı ikiye bölüp yansın Turgut’a yarısın da Bayburt’a verdi. Tarsus’u iki nahiye idüp birin Kosun’a, birin Elvan’a virdi.”
Varsak’ların ünlü beylerinden Elvan’ın ismi Elvanlı olarak, Sömek Beyin ismi de aynen Silifke’nin bir köyünde, Silifke Mersin Güzergahında yaÅŸamaktadır.
Gedik Ahmet PaÅŸa ile Pir Ahmet’ Bey arasındaki savaÅŸta da Varsak vurgulanır.
Pir Ahmet Bey Ermenek’te Mennan kalesinde sıkışır. BeklediÄŸi yardım gelmeyince teslim olmayı da kendine yediremediÄŸi için kaleden atlayarak intiharı tercih eder.
Karaman BeyliÄŸinin sonunu belirleyen bu savaÅŸla ilgili olarak söylenmiÅŸ, yaÅŸamı hakkında fazla bilgimiz olmayan Aşık Muslu’nun destanında, Pir Ahmet Beyin aÄŸzından yardıma gelmeyen beylere de sitem vardır.
Kanı noldu Karaman’ın beyleri
Kanı Varsak, Turgutoğlu, Candarı
N’oldu acep yayaları seymeni
Gedik PaÅŸa etme elden say bizi
Konuya; KaracaoÄŸlan’ın yar yüzünden eÄŸlenip kaldığı gurbetin, bu Bulgar Dağı, yani, Varsak yurdu olduÄŸunu vurgulamak istiyorum, bu açıdan bakıyorum.
Bir destan konusu yaptığı EÄŸri Dağı da biraz önce belirttiÄŸim gibi Bulgar’ın güney uzantısıdır.
EÄŸri Dağı’nın KaracaoÄŸlan tepesi ve Karacakız tepesi ile arasında ise sadece bir vadi bulunmaktadır.
Hemen bu noktada Eğri Dağı ile ilgili bir açıklamaya da gerek olduğu kanısındayım.
Bu destanı ilk olarak Ä°brahim Aczi Kendi cönklerden aktararak yayınlamıştır. Destan daha önce yayınlanan Sadettin Nüzhet’in toplu metin halindeki kitabında yoktur.
Ä°brahim Aczi, Bulgar’ın güney eteÄŸindeki EÄŸri Dağından haberdar olmadığı için, bir paragrafla, EÄŸri’nin AÄŸrı olması gerektiÄŸine dair not düşmüş.
Bu ihtimal Cahit Öztelli’ye de, hayli makul gelmiÅŸ olacak ki, Milliyet Yayınları arasında çıkan kitabında metni aynen almış, bir dip notla EÄŸri’nin AÄŸn olması ihtimaline deÄŸinmiÅŸ.(6)
Müjgan Cumbur ise, Cahit Öztelli’nin bu bilgi notunu deÄŸerlendirmiÅŸ ve metni, AÄŸrı olarak deÄŸiÅŸtirmiÅŸ.(7)
İlhan Başgöz, destanın içeriği ile Ağrı Dağı arasında bağlantı kuramadığı için, bu dağın güney nde bir dağ olabileceği ihtimalini not etmiş.(8)
Biz, 1975 yılında yayınlanan bir yazımızda Eğri Dağı hakkında geniş bilgi vermiş, Dağın 200.000 ve daha düşük ölçekli paftalarda görülebileceğini belirtmiştik.(9)
Şimdi Karacaoğlan ve Karakız tepelerine bakıyorum.
Bu iki tepe, oldukça yumuşak bir vadinin iki yanındadır.
Doğudaki Karacakız, batıdaki ise Karacaoğlan adını taşırlar.
Karacaoğlan tepesinin eteklerinde ise Çukur Köyü bulunur. Eski Çukur diye bilinen ve halen ören şeklindeki köy, Karacakız tepesinin doğu eteğindeki su kaynağı nedeniyle şimdiki yerine taşınmıştır.
Her iki tepe de Mut merkezine 60 kilometre uzakta ve kuzey-doğu yönündedir.
Tepelerin bulunduğu bölge; Akdeniz üzerinde kışlayan Susanoğlu, Boynuinceli, Bolacalı, Kocahasanlı, Sömekli, Erdemlioğlu, Arpaç Bahşişi, Elvanlı gibi Yörüklerin Bulgar yaylağına göç yolları üzerindedir.
Ayrıca Göksu vadisinde kışlayan Karakayalı, Tosmurlu, Melemenci yörüklerinin yayla yolu üzerinde bulunmakta olup, tepenin etekleri de güzleleridir.
Åžairin
Kargıcakta bir güzele rastladım
Ala gözler ispir gibi bakıyor
Görmesinden görmemesi yeğimiş
Aşkı düştü yüreğimi yakıyor,
Dörtlüğündeki Kargıcak halen Erdemli’nin mahallesi, eski bir kışlaktır. Buradan geçen dere de Kargıcak deresi ismini alır.
Şimdi bir başka maddi unsuru açıklıyorum. İki unsur şimdiye kadar hiç işlenmemiştir. Bu tespiti ilk defa açıklamış bulunuyorum.
Silifke-Mersin yolu üzerinde, Kargıpınar da denize dökülen derelerden birinin adı Karacaoğlan Deresi, diğerinin adı Karacakız Deresidir.
Bu dere isimleri de küçük mikyaslı paftalarda işlenebildiği için araştırıcıların dikkatinden kaçmıştır.
Kültür Bakanlığı da konuyla yeterince ilgilenip Karayollarına bilgi vermediği için derelerin ismi plakalara geçirilememiştir.
Şair bir dörtlüğünde:
Aşamadım Karamanın belini
Köprüsü yok geçemedim selini
Kervan yaylasın Perçem belini
Lale sümbül bürüsün de gidelim, diyor.
Gülnar Ermenek arasında bir Kervan Yaylası yar.
Perçem Beli ise, Bulgarın güney uzantısında, Perçem dağını dolanarak Susama deresine katılan Perçem deresinin oyduğu, bir yayla geçeğidir.
Ve bu bel, yani yayla geçeÄŸi, Akdeniz’den Karaman yönüne giden yayla göç yolunun, Bulgar üzerindeki en “uygun ve önemli bir geçittir. Varsak ve Bulgar kavramları üzerinde yeterince durduÄŸumu sanarak ÅŸimdi mezarla ilgili bilgilere geçiyorum.
Åžairle ilgili rivayetlerin, sebepte çeÅŸitlilik olmakla birlikte müşterek bir yönü var. O da, KaracaoÄŸlan’ın bu sebeplerden herhangi birine baÄŸlı olarak başını alıp gurbete gittiÄŸidir.
Rivayetlerin birleÅŸtiÄŸi bir baÅŸka nokta ise, KaracaoÄŸlan’ın sılayı terkederken Batıya doÄŸru yöneldiÄŸidir.
Ä°hsak Refet’in Gaziantep dolaylarından derlediÄŸi bir rivayete göre “Åžairin menkıbeleri arasında Karacakız adında sevdiÄŸi birisi vardır, fakat ölünceye kadar birbirine kavuÅŸmıyan bu ikili sevgili öldükleri zaman birisi bir tepeye, diÄŸeri de karşıki tepeye gömülmüşler ve bu tepeler Çukur-Ova da imiÅŸ.(10)
Tabii dar anlamda Çukurova’da karşı karşıya KaracaoÄŸlan – Karacakız tepesi yok. Çukur adı ise rivayetin özünde var.
Ne var ki bu rivayeti nakledenler Mut’un Çukur köyünün varlığından haberdar olmadıkları için bir çaÄŸrışımla Çukur, Çukur-Ova olur.
Ve bu rivayetteki Çukurova deyimi ile, Çukurova da böyle anılan tepelerin bulunmaması Sadettin Nüzhet’in de dikkatini çekmiÅŸ olmalı ki, Çukurova’yı bitiÅŸik yazmamış, Çukur ile Ova arasına bir tire koymuÅŸ.
Aslında Çukurova deyimi, Cebelibereket’ten Mersin batılarına kadar uzanan çok geniÅŸ, 250 kilometre uzunluÄŸunda bir alanı kapsar.
Ve bu coÄŸrafya içinde de ne Mut’taki Çukur’dan baÅŸka Çukur Köyü, ne de Çukur Köyü yakınında KaracaoÄŸlan, Karacakız tepesi bulunmuyor.
Bilindiği gibi Türkiye’de Harita çalışmalarını İbrahim Müteferrikaya kadar götürmek mümkün. 18. Yüzyılın sonlarına doğru küçük ölçekli pafta ve harita çalışmaları yoğunlaşır.
Paftaların ölçeğine göre, işlenebilecek coğrafi unsurların isimleri, o yörede tanınan yaygın ismiyle işlenir.
Demek ki ilk pafta çalışmaları sırasında da bu iki tepenin ismi böyle idi ve öylece işlenmiştir. Mezarın belgeye dayalı birinci kanıtı budur.
İkincisi, uzun uzun açıklamaya çalıştığım Bulgar dağı ve Varsak gerçeği.
Üçüncüsü, Karacaoğlan tepesine giden çığır üzerinde ve kısmen eteğe yakın yerde, doğal haliyle yüzlerce yıldır duran Makam ve Yörükler arasında hala yaşayan Makam geleneğidir.
Makam geleneği, halen yaşayan şekliyle, yüzlerce yıldır asla değişikliğe uğramayan gelenekler arasındadır.
Aşiret göç yolları üzerinde bazen tek, bazen ikili-üçlü mezarlar görünür. Biraz ileride veya gerilerde ise toplu mezarlık vardır. Hemen yakında mezarlık var iken, yol kenarında tek başına bir garip mezarın bulunuşunu bu geleneğin dışında izah etmek mümkün değildir.
Aslında bu tek mezarlar mezar değil, makamdır. Geleneğe göre ölen kişinin son nefesini verdiği yerde sembolik bir mezar yapılır. Bu mezar değil, mezar görüntüsünde bir yığıntıdır.
Bütün unsurlarıyla hareket halindeki aşiret obasının zamanı çok değerlidir. Ölüm vukuunda hemen makam yapılır. Obadan birkaç kişi cenazeyi alıp, en yakın mezarlığa defneder. Cenaze ile ilgili uzun boylu törenler yapılmaz, yapılamaz. Süslü mezarlar, yazılı mezar taşları yapmaya ne zamanlan müsaittir, ne de bunları yapacak elemanları vardır.
Cevdet PaÅŸa’nın çok ilginç bir tespiti var.
Diyorki: “Tecirli aÅŸiretinde ölenlerin cenaze namazı için hoca hazır deÄŸilse, defin yapılır. Daha sonra bir hoca bulunduÄŸunda cenaze namazı kılınır. Hatta evlenmelerde de öyle. Ä°ki genç evlenir. Hoca varsa hemen, yoksa bulunduÄŸunda nikah sonradan kıyılır. (11)
Şehir ve medrese kültürü dışında Yörüklerin bir yaşam gerçeğidir bu. Olayı bugünün değer yargılarıyla değil, 17.yüzyılın değer yargıları içinde görmek gerekir.
Şayet ölü bir ünlü kişi ise, cemaatın değer, verdiği bir kişi ise, cenaze ya uygun yere götürülür ya da bir vasiyeti söz konusu ise veya cemaat böyle bir vasiyet var olmasa bile yaşantısıyla uygun gördükleri senaryoyu uygularlar.
Biz diyoruz ki veya tahmin ediyoruz ki, KaracaoÄŸlan’ın bir vasiyeti olmalıydı. DeÄŸilse hemen iki kilometre yakınında toplu aÅŸiret mezarlığı var iken tepeye cenaze götürmenin mantığı olamazdı.
Karacaoğlan ölüm gerçeğini sezdiği andan itibaren tepeye götürülmesini vasiyet etmiş, ancak yolda son nefesini verince hemen orada dinlendirdikleri kayanın üzerine makam yapılmış daha sonra da cenaze alınıp tepeye defnedilmiştir.
Son zamanlarında, ölüm gerçeğinin soğukluğunu bütün benliğin ile, duymaya başladığında söylediğini sandığımız bir türküsünü vermek istiyorum.
Bu türkü de yayınlanmış toplu metinlerde yoktur. Ä°brahim Aczi’nin yayınladığı ÅŸiirler arasındadır.
Bakın dostlar felek beni neyledi
Büktü belim kaddim kemend eyledi
Hasta iken dilim bunu söyledi
Yol ver ecel ben sılama varayım
Duman çöktü bulamadım yolunu
Kim soldurdu benim gonca gülümü
Ne güç olur şu gurbeti ölümü
Yol ver ecel ben sılama varayım
Bülbülleri inmiş viran bağına
Haber olsun Zılgaroğlu beyine
Doyamadım bu gençliğin demine
Yol ver ecel ben sılama varayım
Şu dünyada hakka yarar yok işim
Ecel yatağına koymuşum başım
Hani nerde eşim dostum gardaşım
Yol ver ecel ben sılama varayım
Koraş yaylasının uzun deresin
Sıladaki genç kuzum hani nerdesin
Karacaoğlan derki Murat göresin
Yol ver ecel ben sılama varayım
Duygu yüklü, mesajlar içeren bu ÅŸiirinde KaracaoÄŸlan’ın sıla özlemiyle dolu olduÄŸunu görüyoruz.
Kendi gurbette, selam gönderdiği Zılgaroğlu, yani Dulkadirli beylerinden birisi sılada.
Tabii bulunduÄŸu yeri de isimlendiriyor. BahsettiÄŸi KoraÅŸ yaylası, Bulgar’ın ünlü yaylalarından birisidir.
Åžimdi bu yayla da Küçük KoraÅŸ ve Büyük KoraÅŸ adında iki köy vardır. Bu köyler 1930’lara kadar İçel’e baÄŸlı idi. O tarihten sonra Konya EreÄŸli’sine baÄŸlanmışlardır.
Uzun dere ise iki köy arasındaki ince uzun bir vadidir.
Sanırız KaracaoÄŸlan’ın yaÅŸantısının ve mezarının bulunduÄŸu yer ile ilgili verdiÄŸimiz olaylara baÄŸlı bilgiler ile maddi unsurların böylesine bir yerde birleÅŸmiÅŸ olması herhalde tesadüfün eseri sayılamaz.
Bunlar, rivayetten doğan olgular değil; belki de rivayetleri doğuran gerçeklerdir.
(1) Ä°.Aczi Kendi. KaracaoÄŸlan. Konya Halkevi Dergisi /1942
(2) Mesut Koman, Şikari Tarihi. Konya Halkevi Yayını
(3) Hoca Sadettiin,Tacüttevarih.Kültür B. Yayını C.III
(4) Türkiyenin Ä°ktisadi Ve Içtimai Tarihi. M. AkdaÄŸ – C.I
(5) Sami Göksu, Silifke Tarihi.
(6) Cahit Öztelli. Karacaoğlan. Milliyet Yayınları
(7) Müjgan Cumbur.Karacaoğlan. Kültür Bak. Yayınları
(8) İlhan Başgöz.Karacaoğlan. Cem Yayınları
(9) Sıtkı Soylu.Karacaoğlan.Mut Belediye Yayını
(10)Sadettin Nüzhet, Karacaoğlan.İst Maarif Kitabevi.