,

DOĞAN AKÇA ARDINDAN 13/18

Doğan-Akça-16.jpg

KİTABIN BAŞINA DÖNMEK İÇİN BURAYI TIKLAYINIZ.

Aşk Olsun Ölüm!

Aşk olsun Ölüm !
Yıldızlardan bakarken yerde ne var ne yok, hepsinin resmini yapardı.
Yukardan nasıl görünürse öyle işte;
Her şey tepeden!

Turuncu ve yeşilin baskınında portakal bahçeleri,
Yağmura açılmış şemsiyeler, denizler, tekneler…
Renkler dalga dalga, büyüleyici ve çocuksu…

Naif ressam Doğan Akça!
Bir Mersin sevdalısı,
Bir usta, bir dost, bir ağabey,
Güzel İnsan.
Bir bayram günü
Fırçasına, tuvaline ve renklere veda ederek aramızdan ayrıldı.

Aşk olsun ölüm!
Kabul “zamanıdır” diyorsan, gel
Dilersen koşar adımlarla gel!
Lakin Bayram’a beş kala olmaz ki!

Şaşkınım a dostlar!
Bakar mısınız aşağıdaki şiire.
Doğan Akça için Özdemir İnce yazmış,
Hem de iki yıl önce…
“….Buradan bir resim ısmarlıyorum Doğan’a,
“Kapının bir yanında tabut
-Raif ustanın yaptığı-
Öteki tarafında kendisi,
Mersinli ve ünlü
Naif Ressam
Doğan Akça!
Allah uzun ömürler versin Doğan’a !
Ama bir bayram kartpostalı tavında
Müftü deresi de akmalı, akacak,
Doğan ile tabut arasında”
Yahu Özdemir Abi!
İki yıl önceden, bir bayram günü
Doğan Abi’yi tabutla nasıl buluşturdun
Cihangir’inden İstanbul’un

(Faik Burakgazi, Ekim 2007, Mersin)

Doğan Akça 89

KUŞBAKIŞI MERSİN RESSAMI DOĞAN UÇTU GİTTİ – Semihi Vural
13 Ekimde Mustafa Ercan İnternette şu haberi geçmişti:
Türkiye’nin önde gelen naif ressamlarından, Doğan Akça (71) Mersin’de tedavi gördüğü hastanede yaşamını yitirdi. Akça, yüksek tansiyon nedeniyle geçirdiği kısmi felç nedeniyle 2 aydır Mersin Üniversitesi Hastanesi’nde tedavi görüyordu. İki çocuk babası Akça, geçen yıl Mersin Toros Rotary Kulübü tarafından Meslek Hizmet Ödülü’ne değer görülmüştü. Ressamın cenazesi, bugün İçel Sanat Kulübü’nde yapılacak törenin ardından Şehir Mezarlığı’nda toprağa verilecek.—
Emeklilik yaşamından sonra özgün bir naif ressam olan Doğan Akça, üstün çalışma azmi ile kısa sürede Türkiye’de tanındı. Tablolarında Mersin’in güzelliklerini farklı bir gözle yansıtan Akça’nın resimleri olumlu eleştiriler aldı. Oysa ilk resimleri iyi anlaşılamamış, ilk kez Mersin’de sergilenememişti. Nuri Abaç’ın önerisiyle Sergi Ankara’da açıldı. Yoğun bir tempo ile çalışan Doğan Akça 20 yılda 40 sergi açtı. Pek kolay başarılacak bir durum değil.
Resim çalışmalarının yanında Mersin için oluşan her projede çalıştı. Şiir yorumu ve şiirsel konuşmalarıyla da resmi kadar iz bıraktı.

13 Ekim Cumartesi saat 00.00 da yaşama veda etti.
14 Ekim Pazar
Saat 10.30’da Doğan Akça, Sanat Sokağı’na getirildi. Tabuta İçel Sanat Kulübü bayrağı örtüldü. Sanatseverler ve Doğan Akça dostları tabutu başında toplanmışlardı. Fazıl Tütüner, Turgay Oktar, Turgut Gür kısa konuşmalar yaptılar. Ayşe Vural Mersin Liseliler Derneği’nden Meriç Alkan’ın mesajını okudu. Sühendan Şimşek zor konuştu. Vahap Kokulu, Necla Akbulut, Mustafa Örünk, Selma Yağcı şiir okuyup, anekdotlar aktardılar. Ailesi adına oğlu Ozan Akça teşekkür etti. Emek verdiği sokaktan kara arabaya konulan Doğan Akça alkışlarla uğurlandı.
Saat 13.00’te Müftü Camii’nin bahçesinde saygılı bir kalabalık toplanmıştı. Uzun zamandan beri birbirini göremeyen gerçek Mersinlileri buluşturan Doğan Akça cenaze namazından sonra çiçeklerle çelenklerle birlikte camiden ayrıldı.
Saat 14.00’te son istirahatgâhında çok özel bir tören yapıldı. Mersin’in çokkültürlülüğünü simgeleyen Rahip ve din görevlisi Hoca, İncil’den ve Kuran’dan sureler okuyup Türkçe dualar ettiler. Sevenleri üçer kürek toprak attılar. Mezar üstü çiçekler ve çelenklerle yükseldi.
Mersin seni unutmayacak Doğan Akça…
(İçel Sanat Kulübü Bülteni, Ekim 2007)

DOĞAN AKÇA DOSTUM – İlyas Halil
Düne kadar Doğan Akça’yı anınca içimde yedi cücelerin yaşadığı oyuncak köy belirirdi. Bir elin cüceler masalını kukla oynattığını görürdüm. Doğan fırçasından Mersin’i bir çocuk gözü ile tekrar yaşardım.
Doğan’la konuşurken dünyamız gençlik dünyası idi, Gençtik genç Mersin’deydim.
Aydınlık yıllarım uyanırdı. Doğan’ın naif desenlerinde çocuklaşmış bir kent, solmuş renklerinde Mersin’in geçmiş bayram havasını hayal meyal hissederdim.
Doğan’ın Mersin’i, güzel bir yanımdı içimde. Gece yorgunluğunu alan. Uyutan beni.
Yazılarını okuyunca. Doğan’da bulduğum Mersin değil bir çocuk parkı. Doğan’ın fırçasından çıkmış.
Hani o günlerin Mersin’i az insanın farkına vardığı aşk dolu bir aşk kenti idi. Âşıklar parkıydı. Âşık değilsen belediye zabıta memurları kolundan bacağından tutar seni karga tulumba şehir dışına atarlardı.
Fizan’a sürerlerdi seni.
…….Sevecektin:
…….Nedenini nasılını bilmeden
…….Kimi ne zaman olduğunu öğrenmeden
…….Sabahları, sabah koparılmış cikriz incirlerini
…….Öğlenleri dut ağacının serin gölgesini.
Akşam üstü, göğüs akı, ak yasemin kokularını. Gecelerini şiir dinler gibi kadınlarını. Sevecektin rüzgar esince, Güneş Sinemasının önünde bir etek üfürünce. Dizinden kim olduğunu bilecektin. Fesleğeni kokusundan tanıdığın gibi.
Sevgili Doğan’ın göç haberini alınca içimde üzgün bir aydınlık. Yedi cüceler masal günlerimizden gençlik yaşantısı, Gençliğimin doyumsuz hafifliği.
Sevgili Doğan Akça bildiğimiz Mersin’e ak köpüklerin kıyısında Akkahve’sine gitti dedim.
Güzel çocuk Doğan dost bize Akkahve’de bir masa ayır. Celal Çumralı’yı, Haşmet Akal’ı görürsen selam söyle. Birazdan saat beş olacak teker teker dostlar ağır ağır ayaklarını sürçerek Nuri Abaç’ın yazıhanesinde toplanacağız. Osman Özeren geç kalır belki, hızlı yürüyemiyorum diyor, bu sıra. Nuri’yi belki yazıhanede bulamayız dedim. Dün eşi Suna hanımla konuşunca yorgun demişti.
Uray caddesini yirmi dakikada yürürdük, şimdi çok uzun sürecek yürüyüşümüz.
Beklemekten usanma. Eski dostların yakında Akkahve’deyiz yanındayız. Saat beş olunca şiir okuyacağız.
Mersin’i küçük kahve fincanında yudum yudum içtiğim, kokusunu içime sindirdiğim gençlik yıllarımdayım şimdi. Sevmek kolay şeydi o günler.
Doğan dost bu kez Mersin’i bize sen süsle renklerinle. Bir Mersin boya. Mersin’de bir yaz gecesi bul. Beyaz olsun. Yasemin kokusundan. Rüzgârlı Kasım sabahı olsun. Denizin bittiği yerde pamuk balyası yırtılmış olsun. Kopuk kopuk pamuk. bir sevgilin olsun Eşinin adını alsın. Yazdığın şiirleri martılar duysun.
Mersin güzel mavi. Denizin mavisi Doğan’ın gök mavisi. Sabaha gökyüzüne başka mavi sürersin biliyorum.
Doğan. Başka bir mavi bulursun sevdiğin kente. Haberi duyduğum gün Mersin’in göğü kır menekşe mavisiydi. Son boyadığın renk olmalı sevgili dost.
Mersin’deyiz. Yıl 1954 ile 1957 arası bir yıl. O günler gün değildi sanki, mangalda yakılan portakal kabuk kokusu idi, duman yükseliyor. Sonra söken güneşle gece yok olmuyor anılara yerleşiyordu.
Şimdi çok uzak bir ülkede aynı koku içimde. Bir dostu. Aydın yaşantımızı anımsıyorum.

CAN DOST AKÇA – Şefik Kahramankaptan
Bayram sabahı bir telefon…Mersin’den Altamira Sanat Galerisi’nin yöneticisi Sühendan… Sağ olsun her bayram arar ama bu kez sesi bir tuhaf, bir dokunaklı… “Eyvah… Yoksa kötü haber mi?” dedim.“Maalesef, evet…” yanıtını alınca donup kalıverdim. Can dostlarımdan, ressam Doğan Akça’yı kaybetmiştik… Mersin’de özel atölyesi olan iki ressamdan biriydi Doğan Akça. Diğeri de sevgili Ahmet Yeşil… Aradım hemen, baktım henüz şoku atlatamamıştı. Bu iki isim, Mersin’i büyük kentlerde ve yurtdışında tanıtan isimlerdi. Sonraki yıllarda atölyesini Mersin’e taşıyan Gencay Kasapçı’yla birlikte bu tanıtım cephesini genişletmişlerdi.
Doğan Akça’nın, emeklilikle birlikte yaşamını dolduran resim tutkusu, tuvalde portakal bahçelerine, tarlada çalışanlara, dikenli incir toplayanlara, muz bahçelerine, kısacası yöredeki doğa ve yaşamın yansımasına dönüşüyordu. Son zamanlarda “kuşbakışı” çalışmalarına ağırlık vermiş, sebzeci-meyveci tezgâhları başta olmak üzere sokağı ve yaşamı kuşbakışı resmetmişti.
Tipik bir naif olan Akça, aynı zamanda güçlü bir kültür insanıydı. İçel Sanat Kulübü’nün kurucularından, eski başkanı ve aktif üyesiydi. Mersin’deki, kendi atölyesinin de bulunduğu “Sanat Sokağı’nın fikir babası ve en sevilen simasıydı. Ankara’da ÇAĞSAV’ın düzenlediği ANKART- Ankara Sanat Buluşması etkinliğine yedi yıl aksatmadan katılmıştı, hastaneye yatıncaya kadar da önümüzdeki Nisan’da yapılacak sekizinci buluşmaya hazırlanıyordu.
Yıllar önce Akça’nın Ankara’ya tanıtımını da, özendiricilerinden, ünlü ressamımız Nuri Abaç yapmıştı. Son iki yıldır sağlık sorunları yoklamaya başlamıştı. Önce bir felç geçirdi, kalple ilgili sorunları tedaviye çalışıldı, ama bu arada sinsi biçimde başlamış kanser atlanmış olmalıydı. Arife gecesi 71 yaşında kaybettik Doğan Ağabeyi… Nur içinde yatsın… İnanıyorum ki Mersin sanat camiası anısını gereği gibi yaşatacaktır.
(Şefik Kahramankaptan’ın internet sitesindeki taziye yazısı)

BOŞ PENCERE – Fazıl Tütüner
Karşı pencerenin ardı, sabahları gün ağarırken boş artık. Önce mi kalkardı, bilmiyorum; ben kalkıp kahvemi yapıp, salondan meydanı, parkı ve onun üçüncü katında oturduğu binayı seyrederek, büyük bir fincandan kahvemi içerken, el sallaşırdık. Onun ufak bir fincanı dudaklarına götürdüğünü ve bir şeyler okuduğunu görürdüm. Ben birinci katta olduğum için ellerini göremiyordum. Dergilerde yayınlanan yazılarını da yazıyor olabilirdi veya yapacağı konuşmaları. Konuşmalarını kağıttan okumazdı fakat. Resimlerini her sabah yürüyerek gittiği, akşam üstleri yürüyerek döndüğü, kentin kültür mekânlarından birine dönüşmüş atölyesinde yapardı. Onu o pencerede göremediğim son zamanlarda, onun arkadaki odalardan birinde yatmakta olduğunu biliyordum, sonra da hastanede. O artık arkadaki odalardan birinde de değil, hastanede de değil.
Eşimle yürüyüş giysilerimizi giyip, sokağa çıktığımızda, başımızı kaldırıp, yine onunla el sallaşırdık. Belki yıllar geçecek, ben artık ev değiştirmeyeceğim biliyorum, kaç yıl bakacağım, ardında son zamanlarda beyaz saçlarını uzatmış, uzun boylu, çocuksu resimler yapan, çocuk ruhlu ressamın olmadığı üçüncü katın, meydana değil yan caddeye bakan penceresine.
Yürüyüşümüzden dönüp evimizde meyve suyu içerken, onun meydana indiğini, omzundan sarkan bir çanta ile, yürüyerek atölyesine doğru yol aldığını görürdük. Köyde, kasabada veya küçücük şehirlerde yaşayan ressamlar hariç, büyük şehirde yaşayıp, araçlara kapatılmış meydanlardan ve sokaklardan yürüyerek, aksatmadan her gün, atölyesine giden belki de tek ressamdı.
Çalışkandı, resimlerinin kırk sergisini gerçekleştirdi ülkenin kentlerinin galerilerinde. Yetmiş yılını geçirdiği kentin sokaklarında yürürken, boyamakta olduğu resmi, resimlerine aktardığı ağaçları, balık kestane, çiçek satıcılarını, kentin son yetmiş yılını düşünüyor; öncülük edip, sanat havarisi birkaç dostuyla kurduğu galeriye uğruyor, başkanlığını da yapmış olduğu ve çok değer kattığı sanat kurumunun binalarının arasından geçerek, kurumun o günkü, kendisinin de katıldığı etkinliklerini düşünerek, her gün görmekte olduğu insanlarla ve dostlarıyla selamlaşarak, kendi hayal âlemini resimlerine aktardığı, sanat sokağında ki atölyesine çekiliyordu.
Bir kentte doğmak, orda yetmiş yıl yaşamak ve orda ölmek nasıl bir şey. Kentine tutkundu, çocukluğunun kentinin neye dönüştüğünü, nasıl değiştiğini, kenti gibi o da yaralar alarak izlemişti. En fazla otuz-kırk bin kişinin yaşadığı, sokakta yürüyenlerin ismen tanındığı, komşuların birbirine yemek yolladığı, ezan ve çan seslerinin birbirine karıştığı, denizin dalgalarının evlerin duvarlarına vurup köpürdüğü, insanların tek veya en fazla çift katlı evlerde, portakal ağaçlarının çiçeklerinin koktuğu bahçelerin arasında yaşadığı ufacık bir deniz kentinde doğmuş, hangi çiçeğin koktuğu ayırt edilemeyen sokaklarda koşuşturmuştu. O sokaklarda, o bahçelerde, belki marangoz ustası babasının atölyesinde de arkadaşlarıyla – bugün artık öyle vukuatlar yok kentinde- ezbere şiirler okumuştu.
Nüfusu milyonu geçmiş bir kentti, sokaklarında yürüdüğü. Sonra deniz uzaklaştırılmıştı. Eski evler, sokaklar, meydanlar, parklar, açık hava sinemaları, millet bahçeleri yerine hep başka şeyler yapılmıştı. Evlerin küçük kızları portakal ağaçlarının altından, konsolos çiçeklerinin arasından geçerek, evde pişen yemekten komşuya götürmüyordu bir kap artık. İnsanlar akşamları birbiriyle konuşmak yerine balkonlarda, bahçelerde, televizyon seyrediyorlardı. Komşunun da kim olduğu pek bilinmiyordu. O olumsuz dönüşümlerin, değişimlerin acısını dostlarıyla güneşin sofrasında paylaşıyor, onlara unutulmuş geçmişin unutulmuş şiirlerini okuyor, okuduğu şiirden etkileniyor, sesi titriyor, gözleri doluyordu. Sonra birleştirdiği, değiştirdiği, kültürel bir gösteriye dönüştürdüğü fıkralarını anlatıyor; kentin süratini, hengâmesini, çirkinleşen yönlerini, kentin ve insanların bazı güzelliklerini ve değerlerini yitirişini, bir süreliğine unutturuyor; duyarsızlıklardan kurtarılmış bir sanat adasında, sanatın ara sokaklarında onlarla dolaşıyor, sonra atölyesine çıkıyor, kurtarılmış veya unutulmuş bir dünyayı resmediyordu..
Kentin gittiği yoldan gitmemişti, başka bir yola çark etmişti. Bir büyük şehirde değil, küçücük bir sahil şehrinde yaşıyor gibi yaşıyor, arabasına binmediği haftalar oluyor, gideceği yere yürüyerek gidiyor, zeytin yağını üç nesildir zeytin sıkan aileden alıyor, dostlarına kalem tutarak eliyle mektup yazıyor, atölyesinin penceresinden sanat sokağından geçenlere laf atıyor, pazar günü öğleden sonra eşiyle sinemaya gidiyor, insanlara zaman ayırabiliyor, bayramlarda tatile çıkmayıp dostlarını ziyaret ediyordu.
Yazdı, resmetti, anlattı; yeni oluşumları, etkinlikleri, insanları destekledi; galeriler kurdu, genel kurullar yönetti, isteyenlere ülkenin sanat ve kültür adamları ile ilişkiler sağladı. Başkanlık yaptı. Gelenlere kentin sıcak, heyecanlı, istekli, gönüllü, özverili, üretken ve yaratıcı kültür şövalyelerini tanıştırdı. Onlarla birlikte kentin, onun çocukluğundan ve öncesinden kalan, farklı, uygar, barışık, dünyaya açık, bağnaz olmayan, çağdaş yüzünü anlattı ve kentin sanat, edebiyat, kültür konukları bilmedikleri, duymadıkları bu kenti ve farklı yüzünü tanıdılar.
Çocukluğunda ve gençliğinde, kentin o zamanlar bir üniversite ve bir aydınlanma ocağı gibi hizmet veren lisesinin ve ünlü hocalarının sanat, kültür, uygarlık tedrisinden geçmişti ve birçok zamandaşının aksine onları unutmamış, kendini o doğrultuda geliştirmişti. Aydınlanmacı, özgür düşünceli bir kültür adamı, bir sanatçı olmuştu. Hocalarının, ressamların, şairlerin , yazarların buluştuğu, kentin bir zamanların önemli kültür mekânı olan kahvehanesinin havasını solumuştu. O hava onunla birlikte az sayıda kültür insanına miras kalmıştı. Bugün de var olan, fakat başka amaçla kullanılan o mekân, onun hayalini kurduğu gibi yeniden bir kültür mekânına dönüştürülecek, orada diğerlerinin arasında onun büstü de yer alacaktır bir gün. Erken yaşlarında uluslararası taşımacılık yapmış, işbirliği yaptığı yabancı firma piyasadan çekilince, o da çekilmiştir. O çekiliş onun kurtuluşu ve sanatsal üretiminin başlangıcı olmuş ve topluma ileri yaştan sonra bir ressam, bir kültür adamı kazandıracak yolu açmıştır. Bazı insanlar çekilmeli bir şeylerden, kendilerini kazanacaklardır ve toplum onları. Suyun akışının hızından ve yönünden şikâyet edenler bir kıyıya çıkmalı ve suyu seyretmeliler. Ancak o zaman söyleyebilirler, suyun nereye aktığını. Su yanlış akmaz. Su doğru yere gider, fakat sürüklenenler için her zaman bu söylenemez. Sudan kıyıya çıkanlara bazen kahraman denir.
Sakin sakin yürüyordu, her sabah ve her akşam üstü evinden atölyesine, atölyesinden evine. Balkonundan dışını seyrettiği kentin kültür mabedinin temsil akşamları eşiyle birlikte içine giriyor, geniş ailesiyle orda buluşuyordu. O bir yıldızdı, sadece boyadığı ünlü safyürek resimlerinden ötürü değil, bir buluşma noktası olduğundan; bir kültür adamı olduğundan, kentin birçok kültür meclisinin yıllardır değişmez, dik duran özgür düşünceli bir bireyi olduğundan; kentin konserlerinin, sergilerinin, kültür zirvelerinin duyarlı izleyicisi olduğundan; beyefendi olabilmenin, beyefendi kalabilmenin sırrını yakalayabilmiş olduğundan; bütün bunların maddesel zenginlikle doğru orantılı olmadığını kişiliğinde kanıtlayabilmiş bir laboratuar örneği olduğundan.
Kavga etmedi bir insanla hiç. Onun kavgası başka yerdeydi. Bir insanla kavga etmektense sesi titrer, gözleri buğulanır, karşısındaki insan kendine gelirdi. Doğa ona öyle bir lütufta bulunmuştu. O bir yıldızdı: küsmediğinden, kollarını açtığından, yol gösterdiğinden, buluşturduğundan, davet ettiğinden. Birikimini, ilişkilerini ve hayallerini kendisine başvuranlara aktardığından.
Belki bir sabah, gün ağarmadan, cisimlerin tam da ayırt edilemediği bir sabah öncesi, erken kalkarsam eğer, bana el sallayacak yine penceresinden. Meydana bakacağım, penceresinden ve balkonundan görünen. Resmettiği palmiyelerin, resimlerindeki gibi dallarının dallarla ve köklerinin köklerle kucaklaştığını göreceğim.
Son gününde sabah, insanlar onu uzun yıllardır her gün gittiği ve yürüdüğü sanat sokağına götürdüler, bu kez omuzlarında. Galerilerin, konser ve konferans salonlarının arasında, atölyesine çıkan merdivenlerin önünde, sanat bahçesinin az ilerisinde, çiçeklerle süslenmiş fotoğrafının konduğu şövalenin yanında, ona saygılarını sundular. Onun önemini ve değerini dile getirdiler. Yaşamlarına güzellikler ve eserler kattığı için ona teşekkür ettiler. Mücadele arkadaşları ve kentliler Doğan Akça’yı alkışlarla uğurladılar sonra, son yolculuğuna.
(Mersin, Kasım 2007, Anma Toplantısı; İçel Sanat Kulübü Bülteni, Kasım 2007)

DOĞAN AKÇA ANMA TOPLANTISI – ANMA SERGİSİ

Düzenleyen: Mersin Ticaret ve Sanayi Odası

13 Kasım 2007
Doğan Akça’yı Anma Sergisi
MTSO Sanat Galerisi

Sergiyi Hazırlayan: Seda Şahbaz
Toplantıyı hazırlayan: Semihi Vural
Yöneten : Fazıl Tütüner
Konuşmacılar: Faik Burakgazi,
Özdemir İnce
Celâl Soycan
Semihi Vural
Selma Yağcı
Lina Nasif
Meriç Alkan
Barkovizyon gösterisini hazırlayan: Eren Kaplancık
Barkovizyon gösterisini seslendiren : Evrim Şahinkaya Kaplancık
Barkovizyon gösterisi için biyografi metni: Meriç Alkan

BİR HAS MERSİNLİDİR DOĞAN AKÇA
1936 yılında Mersin’de doğmuş, burada büyümüş; askerlik süresi dışında hep burada yaşamıştır.
Ve Mersin’den dünyaya bir pencere açarak kendini yetiştirmiş, zamanı geldiğinde de o, birçok şey vermiştir Mersin’e.
Daha, çok iyi bir eğitim kurumu olan Mersin Lisesi’nde öğrenciyken resim ve edebiyat ilgisini çeker. Güzel resim yapar, güzel şiir okur. Sanatçıların mekânı olan Akkahve’ye o da gider ve bir kenardan konuşulanları, tartışılanları izler.
İyi resim yapan bir öğrenci olarak iç mimarlık ya da resim öğrenimi yapmak geçer içinden; bunu gerçekleştiremez, ama resimden düşüncede de olsa hiç kopmadığını yıllar sonra şöyle dile getirir:
“Cahit Külebi’nin dediği gibi, ‘Sonra âlem değişiverdi.’ Evlendik, çocuklar oldu. İş, güç, ekmek parası, yaşam telaşı derken hepimizin içindeki ateş küllendi. Belki hepimiz yazdık, çizdik, boyadık zaman buldukça. Ama kendi kendimize, ama sessizce.”
Doğan Akça, liseyi bitirdikten sonra hemen çalışmaya başlamış, 1962 yılında Ayfer Hanımla evlenmiş, 1963’te ilk çocuğu Anıl, 1964’te de Ozan doğmuştur.
İstediği uğraş olmasa da on yıl muhasebeci, sonra fabrika ve şirket yöneticisi olarak çalıştığı iş yaşamında çok başarılı olur. Sanat sevgisini de, okuyarak tiyatro, sinema, konserlere giderek ve sergiler izleyerek tatmin etmeye çalışır.
Ama resim yapma tutkusunun hiç peşini bırakmadığı, her zamanki alçakgönüllüğüyle söylediği şu sözlerinden anlaşılmaktadır:
“Büromda, evde, telefonla konuşurken bilinçsizce yaptığım karalamaları 1980’li yıllarda boyamaya kalkmasam, bunları gören dostlar alıp evlerine asmaya kalkışmasalar belki de ciddi biçimde resim yapmayı hiç düşünmeyecektim.”
1989’da açtığı ilk serginin ardından resim yapmaya daha çok zaman ayırmaya başlar ve kendi deyişiyle “deliler gibi” çalışır. Emekli olup düşünü gerçekleştirecektir artık, hem de profesyonel olarak. Böylece, 1994 yılında Sanat Sokağı’ndaki atölyesini açar.
Sonrası çağlayan gibi gelir. Adı, Türk Resim Sanatı’nın naifleri arasında anılan bir ressam olarak 2007’ye kadar Mersin, Adana, Ankara, Bodrum ve İstanbul’da 41 kişisel sergi açmış ve en az da 50 karma sergiye katılmıştır. İstanbul ve Ankara kentlerinin dışında yaşamakta olup da kendini sanat dünyasına kabul ettirebilmiş az sayıdaki sanatçıdan biridir o artık.
Doğan Akça, 1980’li yılların ortalarından itibaren Mersin’deki kültür ve Sanat yaşamı yeniden canlanmaya başladığında bu kez de birikimleriyle bu ortama katkıda bulunmaya başlamıştır. İçel Sanat Kulübü üyesi olur ve 1997, 1998 yıllarında iki dönem başkanlık yapar. Lokalin restorasyonu ve ikinci galerinin açılması bu dönemde gerçekleştirilir.
İyi bir izleyici olarak müzikle de ilgili olan Doğan Akça, Mersin Uluslararası Müzik Festivali Yürütme Kurulunda da görev almıştır.
Çalışmalarına katkıda bulunduğu sivil toplum örgütleri arasında İstanbul’daki Mersin Liselileri Derneği de vardır.
Yazmayı da seviyordur Doğan Akça. Çalışma hayatının başlarındayken, edebiyata meraklı birkaç lise öğrencisi ile birlikte bir dergi çıkarmıştır.
Doksanlı yıllara gelindiğinde başta, İçel Sanat Kulübü dergisi olmak üzere Mersin’de yayımlanan bazı dergilerde yazmaya başlar. Yazılarının hepsi zevkle okunan ve okuyanı düşündüren yazılardır.Resimlerindeki saf yüreklilik, yazılarında açık yüreklilik ve içtenlik olarak çıkar okuyucunun karşısına.
Doğan Akça, bütün bunların ötesinde, ailesini her şeyin üstünde tutan bir eş, özenle yetiştirdiği oğullarının başarılarıyla kıvanç duyan bir baba, üç torununu taparcasına seven bir dede ve dostlarına kalbini açan, dostluklara cömertçe yer veren bir insandı.
Evet, artık onu göremeyeceğiz.. Ama hep sevgiyle anacağız.
Işık içinde yatsın.
(Meriç Alkan, Mersin, 13 Kasım 2007)

7. ULUSLARARASI MERSİN MÜZİK FESTİVALİ’NDE DOĞAN AKÇA

Festival Özel Ödülü ve Doğan Akça’ya Saygı Konseri

Mersin Uluslararası Müzik Festivali kapsamında her yıl “Festival Özel Ödülleri” verilmektedir. Bu yılki festival özel ödülleri, Mersin’in kültür ve sanat yaşamına büyük katkılarda bulunmuş olan Mersin Deniz Ticaret Odası Meclis Başkanı İrfan Solmazer ile Mersin’in adını sanat alanında duyuran Hattat-Ressam Etem Çalışkan, Ressam Doğan Akça ve Tenor Bülent Bezdüz’e verildi.
Yine festival kapsamında, 24 Mayıs Cumartesi günü saat 16.00 da, Kültür Merkezi Salonu’nda, Mersin Devlet Opera ve Balesi Orkestrası sanatçıları Nefise Bayram, Çavlan Gencer, Aslı Utku Engin, Valentin Trafimov ve Sedat Ilgın’dan oluşan Mersin Nefeslileri Orkestrası (MERNOR) tarafından “Bir Konserde Tablolar” üst başlığıyla “Doğan Akça’ya Saygı” konseri verildi.
Bu konseri Sanat Eleştirmeni Celâl Soycan şöyle anlatıyor:

“Bir Konserde Tablolar” – Celâl Soycan
Mersin’de ilk kez, disiplinler arası anlayışla gerçekleştirilen bu konserde, seslendirilen eserlere Doğan Akça resimleri eşlik etti.
MERNOR topluluk üyeleri flüt, obua, klarinet, fagot ve korno ile A. Dvorák, İ. Baran, G. Bizet, F. Danzi, C. Debussy ve Selman Ada bestelerini icra ederken, salondaki geniş perdede, tarihsel süreçte geriye doğru Doğan Akça resimlerinin görüntüleri yansıyordu.
Altay Bayram’ın çabaları ve Faik Burakgazi’nin katkılarıyla ortaya çıkan bu çalışma, şüphesiz, Doğan Akça’yı anmanın ve onun hep aramızda olduğunu belirtmenin en anlamlı yoluydu. Salon, Doğan Akça’nın sevdikleriyle, arkadaşlarıyla doluydu ve onlar müzik/resim işbirliğinin bu düzeyde bir gösteriye dönüşmesinin Mersin’de ilk tanıklarıydılar.
Doğan Akça’nın da bu tanıklığa sevgiyle, huzurla eşlik ettiğini de oradaki herkes, hepimiz biliyorduk.

KİTABIN DEVAMI İÇİN BU SATIRI TIKLAYINIZ

Biyografik Bilgi

scroll to top