KİTABIN BAŞINA DÖNMEK İÇİN BURAYI TIKLAYINIZ.
1993 yılındaki ilk kişisel sergisi Adana’da açılır. Bu serginin açılıştan on gün önce basında yer alması heyecan vericidir. “Son yıllarda yaptığı tablolarla ilgi topluyor” başlığı ile Ekspres Gazetesi’nde verilen haber şöyledir:
RESSAM DOĞAN AKÇA 29 MART 1993 DE ADANA’DA
Son yılların popüler sanatçısı haline gelen ve yaptığı tablolarla büyük ilgi toplayan Ressam Doğan Akça, 2. kişisel resim sergisini 29 Mart’tan itibaren Adanalı sanatseverlerin beğenisine sunacak.
“Çukurova Güzellemesi” adlı sergi, Adana’da, 29 Mart tarihinde Adana Devlet Güzel Sanatlar Galerisinde açılacak ve sergi 9 Nisan’a kadar açık kalacak. Çukurova’nın güzelliklerini yağlı boyaya yansıtmaya çalışan başarılı sanatçının tablolarının büyük ilgi görmesi bekleniyor.
29 Mart- 9 Nisan 1993
Doğan Akça Resim Sergisi
“Çukurova Güzellemesi”
Devlet Güzel Sanatlar Galerisi – Adana
Serginin açılışına naiflerin koruyucu şövalyesi Fahir Aksoy İstanbul’dan gelir ve sergide sanatseverlere hitap eder. Ertesi gün de Fahir Aksoy’la Mersin’de, MTSO galerisinde bir sohbet toplantısı yapılır.
Birçok kişinin ne olduğunu bilmediği “Naif Resim”, Doğan Akça’nın resimleriyle biliniyor olmuştur artık. Yetkin bir kişi olarak Ressam Fahir Aksoy şöyle anlatır “naif” sanatı:
Naif sanatın genellikle “yitirilmemiş çocuksu duyar¬lığın egemen olduğu, sezgisel, yani kuralların, ilkelerin, akımların, ekollerin, kısacası elitizmin dışında, aracısız, yapmacıksız ve birdenbire ortaya çıkan saf, içgüdüsel bir yaratı” biçiminde tanımlanması, sanırım gerçeğe hayli yaklaşmakta ve böylece otantik bir sanat olduğu da gözlenmektedir.
Naiflerle ilgili çokça sözü edilen bir konuya da burada değinmek isterim: naif sanatçıların sanat eğitiminden geçmiş olup olmamaları, yapıtları biraz önce değindiğim tanımlamanın sınırları içindeyse, önem taşımaz, sonucu etkilemez. Eğitim sorunu, ilkeler ve halk sanatçıları ile otodidaktlar ve amatörler için kökten değişmeler söz konusu olabilir; naif sanat ise bir tür karakter sanatıdır. Onun için değişmez. Ancak doğaldır ki, naif ressamlar arasında eğitimden geçenlerle geçmeyenlerin yapıtlarında bir farklılık vardır, ama her iki kategorideki sanatçıların, aynı anlayışın, aynı duyarlığın, aynı karakter yapısının yapıtlarına yansıması, aynı konumda yer almalarına kesinlikle engel değildir; teknik benzersizlikleri nedeniyle temel nitelikleri değişmez. Zaten teknik olarak birbirine benzemezler… Aslolan, tayin edici olan naif duyarlıklarıdır.
Sanırım bu sanattaki, estetiğin “canı” demek olan “içtenlik” öğesi ile 16’ıncı yüzyıldan beri egemenliğini sürdüren gerçekçiliğe, yer yer gerçeküstücülüğe sınırdaş olması ve kısaca tanımlamağa çalıştığım özellikleri nedeniyle olacak, değerli sanat tarihçisi Herbert Read “Modern Sanat” adlı kitabında “..Naifler 20’inci yüzyıl modern sanatının öncüleridir..” demek gereksemesini duymuş ve hiç kuşkusuz gene bu ve yarınlara kalıcılığı nedeniyle olsa gerek, yüzyılımızda, Batıda büyük bir ilgiyle karşılanmış, başta Paris’te ve Bratislava’da olmak üzere öteki ülkelerde de peş peşe “naifler müzesi” kurulmağa başlanmış ve dünya sanat tarihindeki yerini almış bulunmaktadır.
20’inci yüzyılın bu döneminde, ülkelerin sanatsal etkinlikleri, olumlu yönde gelişmeleri bir yana korsak, önemli sayılacak bir bölümüyle dekadansa (gerilemeye) yönelmiş olduğu, içeriksiz, rastgele, oyunbaz şekilciliğin ala¬bildiğine boy gösterdiği ve “kerameti kendinden menkul” olmak üzere çeşitli adlar altında durmadan çıkıp battığı ve sözüm ona avangard (öncü) haykırışlar içinde, halklardan kopuk, yapay bir ortama doğru itildiği görülüyor.
Türkiye’de Batı öykünmeciliğinin peynir ekmek yer gibi kolayca yenip yutulduğu ve yutturulduğu, bir sinema şeridi gibi her gün gözlerimizin önünde oynaşmaktadır. Batıya kuyruk olmanın çağdaşlık sanıldığı ve bu yafta altında ülke değerlerinin, ülke insanlarının, kültürel ve siyasal çalkanışların hiç düşünülmeden salt paraya ve yapay ünlere yönelik bir hırs içinde gerçekleştirilen bu yapmacık sanatların yapımcılarına artık kamuoyunun tepki göstermesinin zamanının iyice yaklaştığını seziyorum.
Batıyla (taklit değil) etkileşimden kaçmayan, korkma¬yan, ama gerçekçiliği kendilerine temel alan, geleneksel kültür birikimlerinden araştırmalar sonucu elde edilecek verilerden özümlemeler sonucu dinamik öğeleri görsel tadılmamışlıklar içinde yapıtlarında sunan, hümanist, yararcı, ulusal sanatı özgünlüğün ve evrensele varmanın bir kademesi, bir aşaması gibi algılayan, cesur ve bilinçli sanatçılar bu genel değişimin “nasıl” olacağının yanıtlarını da gene sanatsal eylemleriyle onlar vermektedir.
Yıllarca önce yitirdiğimiz şair ve ressam dostum Metin Eloğlu’nun iki dizesiyle sözümü noktalamak istiyorum: Bir şeyler yanıyor/ Kokusunu da ısısını da duyuyorum.
(Fahir Aksoy, Naif Sanatla İlgili eleştirel bir Açıklama)
Mersin sergisinin ardından yazdığı yazıyla Doğan Akça’yı destekleyen eski resim öğretmeni Ethem Aydın, bu kez de birkaç mektup yazar. Bunlardan biri teşekkür niteliğinde olup, Nuri Abaç’a yazılmıştır. Mektup, dönemin Mozaik Dergisi’nde yayımlanır:
“29 Mart 1993 tarihinde Adana Güzel Sanatlar Galerisi’nde bahar kadar coşkulu, ifadeli, hareketli bir sergi izledi Adanalılar.
Mersin’de öteden beri sanat hayatını canlı tutmak için ‘soyca’ verdiğimiz çabalar unutulacak gibi değil. Yakın örneklerinden dolu dolu ikisi, Ahmet Yeşil ve Doğan Akça oldu. Sanat elçiliğinizin yanında bu gençlerin hayat çizgisini de etkilediniz.
Ressam Doğan Akça için yazdığınız ‘özgeçmiş’i çok beğendim. Diyordunuz ki: Eğer zamanı geri almak mümkün olsaydı, Doğan’a tavsiyelerde bulunmaz, etkilemezdim. Ben de öteden beri böyle düşünüyorum. Zira şimdi Doğan Akça kendini naif sayıyor. Naif olmaya çaba veriyor.
Aslında Doğan naif değil. Işık, gölge, valörler, pentürün klasik kurallarıyla, renk bilgisi, hele hele empresyon… Hareket, Doğan’ın empresyonist olduğunu vurgular. Ama kendine özgü bir ifadeci.
İşin daha enteresan tarafı, Doğan bu sözcüğü gök kuşağı gibi kullanıyor peyzajlarında, enteriörlerinde veya valörlerde. Eğer bir tenkitle karşılaşırsa, ‘Ben naif sanatçıyım’ deyip kurtuluyor.
Benim kanıma ve inancıma göre amatör sanatçı bol bol ürün vermeli, yaratma cesaretini ortaya koymalı. Topluma vefa borcunu ödemeli. Elbette zaman sanatçıyı kendine yakışır bir ekole yerleştirir. Doğaldır ki her sanatçının kendi maratonunda etapları, evreleri olacaktır. Yollardan barikatlar kaldırılmalı.
Sizi öper, şimdiye kadar güzel Mersinimize yaptıklarınız ve bundan sonra yapacağınızı umduğumuz değerli hizmetleriniz için minnet ve şükranlar sunarım.” (23 Mart 1993)
Yaşadığı kentin tarihine ve kültürel mirasına saygı ile yapılan resimler, modern kent insanlarına yeni bir bakış açısı ve ilgi odağı yaratacak ve bu sergi ses getirecektir. Mersin resimlerinden oluşan bu sergiyle Adana, Mersinli bir Ressamı bağrına basmıştır.
Adı “Çukurova Güzellemesi” olsa da bu sergide yer alan eserlerde betimlenen, Doğan Akça’nın gençliğinin Mersin Evleri, Mersin’deki eski yapılardır.
Bu sergiden birkaç yıl öncesine gidildiğinde, uzun bir aradan sonra, sanatçıların ve sanata duyarlı kişilerin özverili çalışmaları sonucu Mersin’in kültür ve sanat yaşamında bir canlanmanın başladığı gözlenir. Bu canlanma, “Mersinli olma” bilincini de güçlendirmiştir. Sonuç olarak da 1988 yılının Haziran ayında, İç Mimar Semihi Vural, Fotoğraf Sanatçısı Fevzi Eryılmaz, Ressam Mehmet Ali Meriç ve Vali Yardımcısı Fahir Işıksız’dan oluşan bir grup tarafından bir “Eski Mersin Yapıları Haftası” düzenlenir. Genç ressam Ahmet Yeşil, Mersin evlerini konu alan on beş tablosuyla katılır bu etkinliğe. Bir hafta süren etkinliklerde kentte çeşitli sergiler açılır; salon etkinlikleri, fotoğraf ve resim yarışmaları düzenlenir. Amaç, Mersinlinin kentine daha dikkatli bakmasını sağlamaktır.
Bu etkinlikle oluşan sinerji sanata duyarlı kişileri bir araya getirmiştir. Öyle ki, İstanbul’da yaşamakta olan Mersin Liselileri Derneği Başkanı Gazanfer Uğural telefonla konu ve hazırlayanlar hakkında bilgi alır ve arkadaşları Doğan Akça ve Tuncay Özgenel’in komite üyeleri ile iletişim kurmasını ister.
Mersin’deki eski yapılara yeni bir bakış açısı getirecek olan bu etkinliğe Tuncay Özgenel birkaç resmiyle katılmış, ama Doğan Akça “yapı desenleri yapmıyorum, benimkiler sadece karalamalar” demiştir.
Belki de bu etkinlik onda bir ivme yaratacak, resme başladığında “Eski Mersin Yapıları” onun gündemini oluşturacaktır.
Yöneticisi olduğu dönemde, 3 Haziran – 13 Haziran 1991 tarihleri arasında, MTSO Galeri kendisinin de desteklediği, İçel Sanat Kulübü ve Mimarlar Odası tarafından ortaklaşa düzenlenen Eski Mersin Yapıları Haftası nedeniyle, bir fotoğraf sergisi açılmıştır.
Şaşırtıcı bir çalışma temposuna giren Doğan Akça peş peşe karma sergilere davet ediliyordur:
21 Mayıs 1993
Naifler’den bir Kesit Karma Resim Sergisi
Selçuk / Efes Müzesi Hikmet Gürçay Sanat Galerisi – İzmir
Eylül 1993
Adana Belediyesi 7. Altın Koza Film Festivali nedeniyle Karma Resim Sergisi
Adana Devlet Güzel Sanatlar Galerisi
……………
22 Ekim – 15 Kasım 1993
İçel Sanat Kulübü Üyesi 12 Ressam ve Heykeltıraş Karma Sergisi
İSK Teoman Ünüsan Galerisi – Mersin
…………………
14 Ekim – 2 Kasım 1993
Naiflerden bir kesit – Karma resim sergisi
Galeri Selvin – Kavaklıdere – Ankara
14 Kasım 1993 tarihli Milliyet Sanat Dergisi’nde çıkan bir yazı, içinde Doğan Akça’nın adı geçmese de önemlidir, çünkü o da katılmıştır bu sergiye:
“Selvin’de Fahir Aksoy’un patronajı altında düzenlenen ‘Nahiflerden Bir Kesit’ sergisi, Türkiye’de bu dalın son yıllardaki yaygınlaşan görüntüsü için, güzel bir vesile oluşturmaktadır. Fahir Aksoy’un koruyucu ve özendirici kanatları altında sergilenen bir grup naif ressamın yapıtları gözden geçirildiğinde, Türkiye’de her şeye karşın yıpranmadan varlığını sürdüren safyürekliliğin yoğun bir potansiyel oluşturduğu görülebilir.
… Bu sergide Fahir Aksoy da bir ‘Baba Naif’ olarak onların üzerinde kanat çırpmakla özendirici ve toparlayıcı görüntüsünü hissettirmektedir.”
(Kaya Özsezgin, Resimde Kimlik Arayışları, Milliyet Sanat Dergisi, s.324, 1993
Bir başka heyecanlı gün gelmiştir… İstanbul’daki ilk kişisel sergisini açacaktır:
5 – 17 Kasım 1993
Doğan Akça, Kişisel Resim Sergisi –
“Palmiyelerin Türküsü”
Vakıfbank Taksim Sanat Galerisi – İstanbul
Sergi davetiyesinin arkasındaki, öz yaşamını özetleyen yazısını Doğan Akça şu satırlarla bitirmiştir:
“…Hocalarıma ve bütün çabalara destek veren Mersin Liselileri Derneği’nin başta başkanı Gazanfer Uğural olmak üzere tüm üyelerine sonsuz teşekkürler”…
Davetiyenin arkasında Nuri Abaç, Hasan Kavruk ve Kaya Özsezgin’in daha önce değinilen yazılarından alıntılar ve Fahir Aksoy’un bir yazısı var:
“Naif sanat, çağdaş sanat dünyasında belirgin ve önemli bir fenomendir.
Naif sanatçıların sihirli, ender rastlanan imgelerini tam bir safiyet ve içtenlikle, sanatsal formlara aktarmadaki duyarlılık ve yetenekleri, kurdukları kişiliklerin temel harcıdır. Eğer somut bir örnek isterseniz bunu Doğan Akça’da bütün unsurlarıyla bulabilirsiniz.
Onun, gözlediğimiz şiirsel ve belgesel nitelikteki yapıtlarının önemli bir yanı da bizi sonsuz bir hızla çağın bir teknoloji çarkında gürültüyle ilerlerken yitirdiğimizi sandığımız huzur dolu gerçek yuvamıza, yani çocukluğumuzun hayal ve rüyalarına çekip götürdüğünü hissederiz… Tekrar dönüp bakarız bu gerilerde, anılarda kalan dünyamıza…” (Fahir Aksoy)
Serginin ertesi günü Meriç Alkan, İçel Sanat Kulübü Bülteni dergisine bir yazı gönderir ve yazı basım aşamasındaki dergide hemen yayımlanır:
“Vakıfbank Taksim Sanat Galerisi 5 Kasım 1993 Cuma günü alışıldığın dışında bir sergi açılışına tanık oldu. Doğan Akça’nın uzun zamandır İstanbul’a beklenen resimlerinin yanı sıra dostluğun, içtenliğin ve geçmişle kucaklaşmanın verdiği coşkunun da sergilendiği bir akşam yaşandı. Türk naif resminin öncü ustası Ressam Fahir Aksoy, Ressam Nuri Abaç, Yazar İlyas Halil, İçel Eski Valisi Çetin Birmek, ressamlar, şairler, yazarlar, dostlar, Mersinli ve İstanbullu sanatseverler oradaydılar. Güzel bir sergi mekânı olan salona Doğan Akça’nın resimleri daha da bir sıcaklık ve ışık katmıştı sanki.
Bir sanat yapıtını izlerken yapıt ile yaratıcısı arasında bir özdeşlik ararım hep. Doğan Akça ile resimleri arasında da doğallık ve dostluğun birlikteliğini vurgulayan bir özdeşlik var.
Resimler öylesine duygu yüklüler ki dönüp dönüp yeniden seyretmek istiyor insan ve her defasında bir başka öğenin farkına varıyor. Bir bakıyorsunuz, uçurtma uçuran bir çocuk olmuşsunuz ve hemen sonra denizde yüzenleri seyreden boynu bükük bir bahçıvan kız… Yeşil doğada kaybolurken birdenbire kendinizi Mersin’in Kasaplar Çarşısında buluyorsunuz.
Mersin’i hiç tanımayan sanatsever bir dostumun, edindiği Doğan Akça resimlerinden birini her akşam oturduğu koltuğun tam karşısına asmış olması, olayın boyutunun Mersin’i aştığının bir göstergesi değil mi?
Doğan Akça iyi ki yeniden resim yapmaya başlamış. Bu resimler özlemle bekleniyormuş meğerse…”
(Meriç Alkan, Palmiyelerin Türküsü, İçel Sanat Kulübü Bülteni, Kasım 1993)
Mersin’e döndüğünde, dergideki bu yazıyı okuyunca Doğan Akça hemen bir mektup yazacaktır Meriç Alkan’a:
(Doğan Akça, mektup yazma alışkanlığını bırakmayanlardandı.)
İstanbul’daki bu ilk sergiyle ilgili olarak Sanat dünyasından yüreklendirici eleştiriler gelir:
“…Naif resmimiz yeni bir sanatçı kazanıyor. Doğan Akça üç yıldan beri Mersin ve yöresi doğal ve kentsel görünümlerini, yöresel yaşam kesimlerini konu alan resimlerinde naif sanatçılara özgü bir duyarlık, arınmış etkili bir renk beğenisi, ayrıntılı ve titiz bir sanat işçiliğiyle çevresine eğilmektedir. Yöresindeki kentleşmenin getirdiği betonlaşmaya da kimi resimlerinde değinen Akça, Toros Eteklerinde Bahar, Antik Kentin Harnubu, Cennetin Giriş Kapısı gibi, doğa güzelliklerini yansıtan yapıtlarında bir yaşam sevincini, mutluluk erincini duyurmaktan geri kalmıyor. Sünnet Alayı, Kasaplar Çarşısı, Pazar Yeri, Düğün, Çocuklar ve Uçurtmalar gibi, yerel yaşam sahnelerine ilişkin çok figürlü düzenlemelerinde ise resimle iç içe yaşamaktan gelen bir sezgiyle safyürek resmin abartı ve özentiden uzak nitelikleri sürdürülüyor…
(Ahmet Köksal, Kasım Ayının Getirdikleri, Milliyet Sanat Dergisi, Kasım 1993)
Doğan Akça’nın resimleri aslında çok başarılı geçen bu sergisinden daha önce ulaşmıştır İstanbul’a. Onun resimleriyle ilkin Mersin Liselileri Derneği’nin Mersin etkinliklerine katılan üyeleri tanışmışlardır. Onlardan biri olan Meriç Alkan’ın da duvarında bir küçük “Halkevi” resmi vardır. Bir yakınının bu resmi çok beğenmesi üzerine Meriç Alkan, Doğan Akça’dan elindeki resimlerinin fotoğraflarını ister. Gelen albüm öylesine ilgi çeker ki, bir değil, tam on bir resim alıcı bulur: “Kebap ve Ciğercilik A.Ş.”, “Bahar Aşıkları”, “Üç Güzellerin Balıkçıları”, “Terasta Aşk” vb. Fotoğraflarından beğenilen bu resimlerden hiçbiri geri gönderilmez, tersine yenileri istenir, hem de Mersin’i tanımayan kişiler tarafından.
Sonraki yıllarda da sergileri dışında birçok resmi, ya konsinye olarak resim bıraktığı galeriler, ya da dostları elinden sanatseverlere ulaşacaktır.
İstanbul sergisini, Ankara’daki karma sergi izler:
Aralık 1993
Karma Resim Sergisi
Teku Sanat Galerisi – Ankara
O yılın sonunda, İçel Soroptimist Kulübü, kuracağı semt kütüphanesi yararına Doğan Akça’nın resimlerini tebrik kartları olarak bastırır.
“Üç güzellerin Portakal Çiçeği Dansı”, “Üç Güzellerin Mehtap Dansı”, “Denizi Boyayanlar”, “Antik Kentte Gün Batımı Şan Konseri”, “Pozcu’da Bir Portakal Bahçesinden Arta Kalanlar”, “Vilayet Konağı’nın Güzelleri”, “Denizi Boyayanlar”, “Kebap ve Ciğercilik T.A.Ş.”… Her birinin ya şiirsel, ya eleştirel, ya da mizahi birer adı var tabii…