…Kendisine bu çalışmalardan söz etmiş olduğum Prof. Dr. İnci Enginün bir süre önce, Dr. Reşit Galip (*1) tarafından 1921 yılında Mersin”den Halide Edip’e yazılmış bir mektuba rastladığını ve mektubu yeni yazıya çevirip “Araştırmalar ve Belgeler” adlı kitabında yayımlayacağını söylemişti. (*2) Hatta çevrilmiş olan bir bölümünü de okumuştu. Adana’nın kurtuluşundan sonra hükümet tabibi olarak Mersin’e atanmış olan Dr. Reşit Galip bu mektupta Mersin’in durumunu ve kendisinin nasıl yoğun bir çalışma içinde olduğunu anlatıyordu. Mektubu Mersinli okuyuculara aktarmak için heyecanla kitabın yayımlanmasını bekledim.
Çok sayıda öğrenci yetiştirmiş bir öğretim üyesi ve hiç yorulmayan bir araştırmacı olan Prof Dr. İnci Enginün’e (*3) Mersin’in Yerel Tarihi Araştırmaları’na bir katkı niteliğindeki bu mektubu kazandırdığı için teşekkür ederim. Sayın Enginün kitabın önsözünde “Mektuplar ve belgelerin ele geçmesinde tesadüflerin payı büyük” diyor ve devam ediyor: “Bütün bunlara baktığımızda belki her evin eski belgeleri arasında umulmadık tarihi ve edebi belgelerle karşılaşabileceğimizi tahmin edebiliriz”. Bu saptama, eski Mersin ailelerinin evleri için de geçerli olsa gerek; yeter ki, titizlikle araştırılsın.
Dr. Reşit Galip’in yazdığı bu mektup bir yandan Mersinimizin 20.yüzyılın başlarında; özellikle savaş yıllarında çok önemli bir kent olduğunu ilk ağızdan vurgulayan, bir yandan da Mersin’de kurulan ilk Türk Ocağı’nın öncesini ve Dr. Reşit Galip’in hatipliğini kendi kaleminden anlatan bir belge olma niteliği taşımakta.
Bu mektubu dergideki sayfa sayısını zorlamamak için Mersin’i ilgilendirmeyen bölümlerini çıkarıp yalnızca anlaşılamayacak kadar eski sözcükleri sadeleştirerek ve kitaptaki şekline sadık kalarak Mersinli okuyuculara aktarmak istedim.
“Pek muhterem Halide Hanımefendi,
Bahir Bey arkadaşım iltifatlarınızı tebliğ buyurdu. Şükranlarımı sunarım. Mektup yazmaktaki, saygılarımı dile getirmemdeki kusurum savunulamayacak derecede bendenizi mahkum etmeğe yettiğini itiraf ederim. Bununla birlikte, hürmet duygularımın ve tazimimin daima teyide gerek bırakmayan bir yükseklikte bulunması düşüncesiyle teselli bulmaktayım.
Buraya geldiğim günden beri bendenizi geceli gündüzlü meşgul eden, bir an bile boş vakit vermeyen işlerle karşılaştım, Sağlık Bakanlığı Mersin’i mülki teşkilat itibariyle mesela Çemişgezek’ten farklı tutmadığı için yalnız kaldım. Merkez hekimliği, hükümet hekimliği, hapishane hekimliği, gümrük kimyagerliği, seksen kadar polis, yüzeli jandarma, ikiyüz bekçinin muayeneleri gerektiğinde tedavileri, salgın hastalıklar ile mücadele, sağlık vakalarını takip, istatistik tanzimi ve bunlar dışında şimdi, elhamdülillah askeri hastane heyetine devredilen bölge sağlık kurulu görevleri, hapishane komisyonu, göçmenler komisyonu, zührevi hastalıklar komisyonu işleri arasında boğulup kalmamaya çalışmaktayım.
Bu defa karantina hekimliklerini kaldırma ile o işi de bize verdiklerinden ayda buraya gelen ortalama otuz vapurun sağlık teftişi için her birine gidip gelme ve muayene iki saat hesabıyla ayda altmış saatim daha kaynamıştır.
Bunların dışında olarak milli eğitim yararına müsamereler düzenleme, hiç eksik olmayan devlet büyüklerinin karşılama ve uğurlama görevleri, yukarıda unuttuğum görülen adli vakaların ve genel zabıta olaylarının incelenmesi ve başka bir sürü iş ki Mersin’de biraz istirahat ve tebdili-hava gibi masum isteklerle gelmiş olan benim gibi bir ahmak için pekala pek münasiptir.
Mesele bununla da bitmez! Bölgesel Kızılay Yönetim Kurulu üye ve katipliği kurmaya muvaffak olduğumuz “Mersin Gençler Yurdu” başkanlığı, Adanadaki “Yeni Adana” gazetesine haftada bir sağlık veya ilmi konularda sohbet yazıları yetiştirmek” burası bir kapı olmak cihetiyle memleketin bütün sağlık müdürleri, doktorları ile ahbapların dışarısı ile haberleşmesine, aileleriyle temaslarının sağlanması ve devamına çalışmak, İstanbul’dan veya başka bir yerden Anadolu’ya gelen ailelerini vapurdan çıkarıp kasabada istirahatlerini temin ettikten sonra trenle sevkeylemek, Kızılay murahhaslığı namına İstanbul’dan gele gele bitmeyen binlerce, onbinlerce balyanın çıkarılması, gümrük muamelesi, depoya sevki hususunda Kızılay depo memurunun karşılaştığı zorlukları halleylemek, elhasıl daha ziyade saymak zat-ı alinizi bile boşuna işgal eylemek olacak.
Böylece uğraşıp didinip duruyoruz. Mamafih en son zuhur eden birini daha zikredeyim: Bizim Ferit’in acanteliği…
İlk bir mektubunu aldım, basmadan, patiskadan, ipliğe, iplikten yazlık, kışlık kumaşlara su tulumbasından, boyalardan, kunduracı makinası kırık aksamına kadar (sayılamayacak kadar çok) otuz kalem şey üzerine muhtelif örnekler, numuneler, kataloglar, zeytinyağı numuneleri vesaire istiyor. Üç gündür yazıyordu, dün bütün istediklerini gönderdim. Bugün bir mektup daha aldım, yine bir sürü istekte bulunuyor. Bu iş en son çıktı ama anladığıma göre hepsini bastıracak.
Artık burada “Yakın Doğu Yardım Heyetinin” fahri iş adamı oldum gitti. Şu var ki, yetimlerimize benim de bir hayrım dokunacak diye bu işe sıcak kanla koşuyorum ve koşarım.
Burada bir taraftan da köylü hakkında araştırma yapmaya çalışıyorum. Tabii er geç yine bin zorlukla, bin sıkıntı ile derleyip toparlayıp bir yol haline getirebildiğimiz köycülüğe döneceğiz.
Bu görüş açısından yöreyi yabana atmamalıdır. Hele Mersin ile Silifke arasında büyük çoğunluğu devlet arazisinden oluşan yabani zeytinlikten ibaret bir bölge var ki, buraya sahile üç dört tanecik ev veya baraka kurulsa azami üç yıl sonra biraz içerdeki köyler hep sahile akarak bir kasaba meydana gelecektir ve Silifke ile Mersin arasında böyle ara küçük bir kasabaya şiddetle ihtiyaç vardır.
Bendeniz sizi yormak korkusuyla tafsilat veremiyorum. Fakat bunun gayet gerçekleşmesi mümkün bir mesele olduğuna kanaat hasıl ettim. Sahile ineceklerini tahmin ve arzettiğim köylerin ileri gelen belirli sınıf eşrafından ve mendeburundan birkaç açıkgözle de temasa geldim. Alışılmış kurnazlıklarıyla hemen tasvip ettilerse de şimdi ellerinde arazi açıp tarla yapacak ve ev kuracak ve daha doğrusu bütün bölgeye sahip olacak külliyetli para bulunmadığı için büyük ihtimalle hasat ve satım zamanını yahut suihun tesisini bekleyerek teşebbüsü salıncağa koydular.
Diğer taraftan ben de daha fena surette onların vaziyetinde bulunduğum ve fazla olarak bekleyecek hasadım da olmadığı için yine proje faslına döndüm. Pek müsbet hesaplarım var. Bir badem ağacı üç senede yetişip meyve veriyor ve her ağaç asgari beş, azami yirmi lira getiriyor. Biz asgariyi alalım. Bin ağaç diktiğimize göre senede yalnız bir ay çalışmak suretiyle beş bin lira almak ve ondan sonra huzur içinde civar köylerin maarifi, sıhhati vesairesiyle uğraşmak işten bile değildir. Zaten tabiatın orada sonsuz yetiştirdiği yabani zeytinleri aşılayıp beş sene sonra (Ver Allahım bir güzel mahsul!) duasıyla yetinmek ciheti de var.
Bir insana ‘paralysle general’ (genel felç) geleceği zaman ondan evvel müthiş bir proje illeti arız olurmuş. Bilmem biz de ‘peralysla generale’e doğru mu gidiyoruz? Fakat sonunda ‘paralysa generale’ değil de ‘mort Foudroyant’ (ani ölüm) dahi gelse bu proje pek kuvvetli şeymiş…
Her ne olursa olsun, sulh teessüs eder etmez, icap ederse gömleğimi satıp arzettiğim bölgede bir barakacık yapacağım. Bir taraftan Mersin Gençler Yurdu’nu da kuvvetlendirmeye çalışıyorum. Etrafımda iyi ve temiz unsurlar var. Bunları da manen ve maddeten köycülüğe geçireceğime inanıyorum,
Her halde günlerimiz boş geçmiyor. Ve çalışmalarımızın geleceği ümit verici görünüyor. Buranın gençleri o kadar çetin ki yurdu teşkil etmek için çalışırken hepsi bir tarafa geçerek yönetim kurulunun her ay başında çalışmasının hesabını vermesini ve kamu oyunda inanç oluşmazsa düşürülmesini ısrarla teklif ettiler. Biz dernek işlerinde kaşarlandığımız için ben de her ay genel görüşme yapılmasını fakat yönetim kurulunun senede yalnız bir defa sorguya çekilmesini öne sürdüm. Israrlar karşılaştı. Nihayet üzüntüyle hepsi bana katıldılar, lâkin bir türlü daha hızlarını alamadılar.
Burası küçük ve Türk’ü mahdut bir yer olmakla beraber daha güzelce üye defteri açmadığımız halde şimdiden otuz olduk. Bunun içinde de yedi sekiz tane işe yarayabilecekler var ki Mersin için bu da bir kuvvet ve mevcud(umuz). Artık sözü ve tasdii uzatmayalım.
………………………
İhtiramat ve ta’zimat-ı mutademle ellerinizi öperek devam-ı sıhhat u afiyetinize dua etmekteyim pek muhterem Halide Hanımefendi, Arzu buyurulan bezden Mersin içinde en elverişli olarak takdim ettiğimiz parçayı bulduk. Bir işe yarayamayacaksa emir buyurun bendeniz gümrükten gidip çıkan şeylere dikkat ederek daha iyisini bulunca göndereyim.
Bahir Bey bilhassa arzetti ki tazimat-ı mahsusasının kabulünü rica ediyor efendim.
Reşit”
(*1) Reşit Galip (1893 Rodos-1934 Ankara). Tıbbiye öğrencisiyken gönüllü olarak Balkan ve 1. Dünya savaşına katıldı. 1917’de Tıbbiyeyi bitirip hekim olarak Anadolu’da dolaşmaya başladı. Adana’nın kurtuluşundan sonra hükümet tabibi olarak Mersin’e tayin edildi. Köycülük faaliyetine katıldı. Türk Ocağı ve daha sonra Halkevi teşkilatında çalıştı. İstiklâl Mahkemesi üyeliği yaptı, Türk Dili ve Türk Tarihi Kurumlarının CHP teşkilatında görev aldı. Milletvekilliği (Aydın, 1925), maarif vekilliği (1923-33) yaptı. Onun döneminde Üniversite Reformu yapıldı, İstanbul Tıp Fakültesi Haydarpaşa’dan Avrupa yakasına taşındı, (İnönü-Türk Ansiklopedisi)
(*2) Prof. Dr. İnci Enginün, Araştırmalar ve Belgeler, s 542 Dergah Yayınları, Kasım 2000
(*3) Prof. Dr. İnci Enginün İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyat Bölümü’nü bitirdi ve aynı bölümde öğretim üyeliği, M.Ü. Fen ve Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü öğretim üyeliği ve Bölüm Başkanlığı. M.Ü. Eğitim Fakültesi Dekanlığı, M.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Müdürlüğü, yurt içinde ve yurt dışındaki muhtelif üniversitelerde konuk öğretim üyeliği, Unesco Türkiye Milli Komisyonu üyeliği yaptı. Yüzlerce bilimsel makale ve elliyi aşkın sayıda kitap yayımladı.
İçel Sanat Kulübü Aylık Bülteni Kasım 2001- 108. Sayısından alınmıştır.
Dr. Reşit Galip Bey Konusunda başka bir yazı için bu satırı tıklayınız……..