Hasan Doğan Tatay her söze espri ile başlayan, sürekli gülümseyen kişiliğiyle karşısındakine yaşam enerjisi verir.
Bütün olumsuzluklardan haberdar, farkında fakat barışıktır. Onunla beraber olduğunuz sürede değişik bakış açılarıyla görmek, yorumlamak konusunda dersler çıkarırsınız.
Alçak gönüllüğü, sıcaklığı ile kendi evinizde gibi hissettiğiniz evindeki duvarlar ünlü, ünsüz bir çok ressamın tablolarıyla doludur. Masalarda, sehpalarda pencere kenarlarında ve sığıp, durabilecekleri her yerde dünyanın her bir yerinden gelmiş, ahşap, boynuz, taş, mermer, alçı ve birçok malzemeden yapılmış irili ufaklı heykeller vardır.
Doğan Abinin kendi yaptığı heykeller ise camlı kütüphanenin gösterişsiz kenarındaki üç rafta üşürcesine birbirlerine sokulmuş, sessizce ilgilenmenizi beklerler. Tamamı ahşap ve Doğan Abinin deyimiyle “Çantaya sığacak boyda” heykellerdir bunlar. Yaklaştığınızda birine odaklanmanız mümkün olmayacak kadar çoktur ve detaylıdır. Avuç içinde saklanacak boyda bir heykelin kaşı gözü, ceketi, kravatı her şeyi tam tekmildir.
H.DoğaN TATAY İlkokul 1.2 sınıfta çok zayıf küçük bir çocuktum. Ayak altında ezilmekten korktuğum için pencere kenarlarına sığınır küçük tebeşir parçalarını toplu iğne oyarak büst yapardım.
Ziya AYKIN Toplu iğne ile ?
H.D.TATAY Evet… Bayağı, bir küçük torba olmuştu. En önde oturuyordum. Öğretmen “Ödevinizi çıkarın” dedi. Çantamı açtığımda torbayı gördü. “Sen hala fasulye ile mi hesap yapıyorsun ?” dedi. Avcuna döktü. “Öğretmenim onlar fasulya değil tebeşir” dedim. “Kim yaptı bunları ?” dedi. Benim yaptığımı duyunca “Bunlarla mı uğraşıyorsun ?” deyip ayağının altında ezdi. İki tane de tokat vurdu. Akşam adliyeye gitmiş babama “ Hakim Bey senin oğlun bir sürü küçük heykel yapmış, yakaladım. İki tane de tokat vurdum.” diyerek şikayet etmiş. Babam “Ödevini yapmış mı ? yapmış. Heykelleri alıp ezmişsin. İki de tokat vurmuşsun. Daha ne istiyorsun ?” Deyip göndermiş. Akşam eve gelince babam sordu. Anlattım. “Oğlum madem öğretmenin istemiyor bir daha yapma” dedi. Ta ki Lise 2. Sınıfta bir öğretmenle kapışıp okuldan ayrılıncaya kadar bir daha heykel yapmadım.
Neden kapıştınız ?
Anlatmayayım.
Keşke anlatsaydınız.
Peki. Öğretmen sözlüye kaldırdı. Üç soru sordu üçünü de cevapladım. “Otur yerine üç” dedi. Sınıftaki bütün arkadaşlarım “yuuuh” çekti.
Öğretmene mi ?
Elbette ona. “Ben ezberciye not vermem” dedi. Sinirlendi. Sözlü sınavı bırakıp tahtaya bir daire çizdi. Sinüs teoremini çözmeye kaklı. Ama iki kirişin birbirini kesmemesi gerekirken kestirince sonuç yanlış çıktı. Oysa ben akşam ders çalışırken bu konuyu da okumuştum. Bu defa bozuntuya vermeyip “Pekala hatanın nerede olduğunu bulun bakalım” dedi. Ben dayanamayıp “İyi ezberlenmemiş hata orada” dedim. Ondan sonra ipler koptu. O şekilde okuldan ayrıldım.
Bir gün dolaşırken çömlek yapılan bir yere vardım. Oradaki adamdan bir parça toprak istedim. Kimsenin görmediği zamanlarda evimizin bodrumuna girdim ve üç tane heykel yaptım. Sonradan öğrendiğime göre babam ben yokken bodruma gidip kontrol etmiş, yaptıklarımı görmüş ve çok beğenmiş. Bu yaptığım heykelleri çömlek yapan amcaya götürdüm gösterdim. Çok beğendi ve “Rafa koy, kurusun pişirelim” dedi. Heykele devam etmem için beni teşvik etti ama bu arada işe girdim ve yine bırakmak zorunda kaldım.
Çalışırken liseyi bitirdim yedek subay olarak askere gittim. Taburun hududuna bitişik bir testi ocağına rastladım. Baktım ak sakallı yaşlı bir amca tek başına uğraşıyor. Toprak karıp çamur yapmasına yardım ettim. Bir parça toprağı da kendime aldım. Oturdum bir “El” yaptım. Ondan sonra bir çok heykel yaptım orada. Derken terhis olduk. Bir de baktım ki 40 dan fazla yedek subay arkadaşımın hepsi, evlerine hediye olarak götürmek üzere, benim heykelleri kendi aralarında paylaşmışlar. Bir tek o “El” kalmış. 1960 yılıydı. Hala duruyor. Sonra evimden uzakta, gurbette bir şekilde toprak temin edip akşamları heykeller yapmaya devam ettim. Zaman içinde evlendim, işimin gereğince taşınmam gerekti. Çalışmalarımı pişiremediğim için bir kısmı parçalandı. Bu arada eşim “Ben bunların tozunu almaya korkuyorum, sağlam bir malzemeden yapamaz mısın?” demişti arayış içindeydim. İşyerinde bir arkadaşım evdeki koltuğun ayağını getirmiş tamir ettirmek için masasının üzerine koymuştu. Baktım üç ay olmuş hala duruyor. Aldım onu üç tane heykel yaptım. Ertesi sabah arkadaşım koltuğun ayağını ararken ona heykellerden birisini verdim. O da aradığını bulmuş oldu bende.
Heykelleri nerede yapıyordunuz, nasıl zaman ayırıyordunuz?
Her zaman çantamın içinde bir parça ağaç ve bıçak bulundurdum. Her fırsatta heykel yaptım. Örneğin eşim bankada çalışıyor ve geceleri geç saate kadar çıkamıyordu. Ben de bankanın bitişiğindeki meyhanede oturur heykel yaparak onu beklerdim. Görevim çeşitli tarımsal ürünlerin kontrolü idi bu nedenle ya oturur bekler ya da kontrol edeceğimiz yere seyahat ederdik. Bu yolculuklarda da boş durmaz hep heykel yapardım.
İşiniz ne idi Doğan Abi?
Pamuk, narenciye eksperi idim. Sonra kontrolörü oldum. Sonradan birçok maddenin kontrol yetkisini aldım. Emekliliğimi istediğimden bir ay sonra da devlet denetmeni unvanı verdiler… Emeklilikten sonra ahşap heykeller yapmaya devam ettim. Ama son zamanlarda gözlerim iyi görmediği için, derken ellerim titrediği için yapamaz oldum ve bırakmak zorunda kaldım.
Hep küçük heykeller ve burada görünen o bahsettiğiniz “El” dışındakilerin hepsi ahşap. Öyle değil mi?
Evet. 3-4 tanesi 50 santim civarında geri kalanı hep çantaya sığacak kadar küçük. Çeşitli ağaçlar oydum. Şimşir, gürgen, zeytin. Ancak uygun ağaç bulmak kolay olmuyor. Bir gün arabamın tamiri için sanayi sitesine gitmiştim. Orada Kaliforniya plakalı bir araba gördüm. Dikiz aynasına asılı bir ceviz oyma dikkatimi çekti. Baktım bir ceviz kabuğunda iki tane “Buda”. O zaman cevizin de oyulabileceğini anladım. Gittim yarım kilo ceviz aldım çalışmaya başladım.
Cevizlerin içinde yaklaşık üç cm lik iple bağlanmış küçük bir ahşap heykel var. Ele alınıp bakılmadan ilk anda fark edilmiyor. Sanki gizli birer mesaj saklar gibi.
Cevizlerin birinde “Sevgiyi el üstünde tut, açları unutma” mesajı vardı. Gerisi sex temalı idi. Ahşaplar ise değişik. Analarımız var mesela “Elinde, belinde, dalında, tarla yolunda”, “İnce Memet” var ”Filistinlilerin Acıları” var. 2013 yılında İstanbul’daki son sergimde sergilenen heykellerin öyküleri de broşür olarak basılmıştı.
Bir örnek verebilir misiniz?
“Havan ve Havaneli” isimli bir heykelin öyküsü şöyle: “Bu gün insan, bir yandan insanlığın daha rahat, daha sağlıklı bir hayat yaşaması için yeni buluşlar; yeni teknolojiler için yoğun çaba sarf ediyor. Ancak bu çabaların yanında diğer taraftan da insanlığa en büyük kötülükleri yapmaktan çekinmiyor. Ellerimizle yüceltmeye çalıştığımız insanın kafasını, kendi ürettiğimiz silahlarla ezmeye çalışıyor, insanı yok etme hırsıyla büyük çabalar harcıyoruz.” “Dünyanın Yarısı Aç, Üreme Devam Ediyor” isimli olanın öyküsü : Açlık büyüdükçe dünyanın nüfusu da artıyor. Mevcut çocukları doyuramazken, yeni çocuklar edinmek, kültür düzeyi düşük, eğitim olanakları sınırlı, sanayisi olmayan, ama silaha bulduğu parayı sağlık sorunlarının iyileştirilmesine, halkını doyurmaya bulamayan ülkelerde sıkça görülmekte. Bu üreme herhalde “Çürük ölür, sağlam yaşar” inancından gelmekte.
Doğan Abi bunlar sanki şiir gibi. Ben sizin evinizin gizli köşelerinde yüzlerce şiiriniz olduğunu da biliyorum. Dilerim ki bir gün o şiirleriniz de sergilenir ve bizim yolumuz heykellerinizde olduğu gibi şiirlerinizin ışığıyla da aydınlanır. Her şey için çok teşekkür ediyoruz.