KARACAOĞLAN SÖZLÜĞÜ VE METİN BOZUKLUKLARI ÜZERİNE DÜŞÜNCELER
*Karacaoğlan Sözlüğü için ayrıca bu satırı tıklayınız.
Halk şairi, bir bakıma içinden yetiştiği kültürün ve üzerinde yaşadığı coğrafyanın ürünüdür.
Bu nedenle ve özellikle din dışı şiirde; açıklamayı gerektiren dil ve ifade yapısının kaynağı şairin yaşadığı yörelerde aranmalıdır.
Karacaoğlan’ın belirgin özelliklerinden birisi ve başlıcası, yaşamı boyunca süren gezginciliğin getirdiği birikimle zenginleşen dil dağarcığıdır.
Bu zengin dil yapısı İshak Refet’i bir sözlük ihtiyacına götürmüş, Saadettin Nüzhet dip not açıklamaları ile bunu sürdürmüş ve böylece Karacaoğlan metinlerine bir sözlük eklenmesi geleneği oluşmuştur.
Ancak bu sözlük çalışmaları; Karacaoğlan’ın yaşadığı bölgede yaygın bir çalışmaya dayanmadığı için eksiklikler ve yanlışlıklar kaçınılmaz olmuştur.
Torosların doğusundan batısına ayağının basmadığı oba, diz çöküp oturmadığı çadır kalmayan Karacaoğlan’ın dil yapısını bütün coğrafi unsurlar ve folklorik değerler araştırıp değerlendirilmedikçe de bu eksiklik sürecek, yanlışlıklar giderilemeyecektir:
Konuya girerken birkaç örnekle işin inceliğini belirtmek isterim.
Yemeni Torosların bir ucunda başa örtülen kadın aksesuarı, bir diğer ucunda ise köşker işi ayakkabının adıdır.
Keleş, bir kesimde eşkiya; bir başka kesimde kel; bir başka kesimde çirkin; bir başka kesimde güzel anlamında kullanılır.
İşte Karacaoğlan’ın şiirlerinin neş’esini tam tadabilmek, mesajlarını tam yakalayabilmek için bu zengin aşiret – yörük dil yapısının iyi bilinmesine ihtiyaç vardır.
Bize ayrılan süre sınırlan içinde; Karacaoğlan sözlüğünün gerekliliğini bir daha vurgulamaya, eksiklik ve yanlışlıklardan da bazı örnekler vermeye çalışacağım.
Şairimizin yaşlılık yıllarında söylediği anlaşılan; «Bir kız bana emmi dedi neyleyim» bağlamalı türkünün son dörtlüğünde (MAKKAP) sözcüğü geçer.
Karacaoğlan der ki nolup nolayım
Akan sular ilen bende dolayım
Sakal seni MAKKABINAN yolayım
Bir kız bana emmi dedi neyleyim.
Bazı metinlerde makkap için karşılık verilmemiş, bazılarında ise delik delmek için kullanılan burgu anlamına geldiği belirtilmiştir.
Bazı metinlerde ise, MAKKAP ile sakalın oyulmasının mümkün olamayacağı düşünülerek ve yolmak için cımbız kullanılabileceği noktasından hareket edilerek metin;
Sakal seni cımbız ilen yolayım,
şeklinde değiştirilmiştir.
Şayet Karacaoğlan makkap ile sakalın yolunmayıp ta ancak oyulacağım düşünseydi;
Sakal seni makkap ilen oyayım;
der işi bitirirdi.
Böyle yapmadığına göre yanlışlık bizde demektir.
Yaptığımız araştırmada; Malatya, Adıyaman ve Kahramanmaraş’ın bazı bölgelerinde Cımbız yerine Makkap sözcüğünün kullanıldığını tesbit ettik.
Şimdi vereceğim bir örnekle de hem bir yanlışlığı belirtecek hem de folklorik değer taşıyan bir deyimi açıklamaya çalışacağım.
Karacaoğlan’ın yalnızlığını, kimsesizliğini, yoksulluğunu dile getiren (YOK BENİM) döner ayaklı
şiirin tapşırma dörtlüğü şöyle:
Karacaoğlan der ki bre erenler
Ben gidiyom mamur olsun örenler
Gavim gardaş konuştuğum yarenler
SÖĞÜNDÜRME çırağım yok benim.
Metnin aslı budur.
Ancak SÖĞÜNDÜRME deyiminin anlamı bilinmediği veya iyice araştırılmadığı için metin üzerinde oynanmış.
Sevindirip çırağım yak benim
veya
Söğündürme çırağım yak benim, biçiminde değiştirilmiştir.
Halk dilinde «Çıranın yakılması» veya Çırasının yakılması deyimleri, metnin değişik biçimindeki mesaj – vasiyet anlamından tamamen farklı olarak olumsuzluk kasdında kullanılır. Bu kasıd aşağı yukarı «Yuvasının yapılması» kavramına yakındır.
Metnin bütününde kahır, sitem ve terk-i sılanın duygusallığı hakimdir.
SÖĞÜNDÜRME ÇIRA ile de, çok değersiz bir mal varlığı kasdedilir.
Bu deyime açıklık getirelim.
Yörük göçünde eşyalar ayrı, hayvanlar ayrı götürülür. Önceden hareket eden eşya ve yüke AĞRIK denir.
Belli menzillerde ve uygun yerlerde ağrık yıkılarak çadır geçici olarak açılır, Bu çadırlar genellikle alaçık tipi çadır veya çatmalardır.
Çadırın kurulduğu yerde veya göç yolu üzerinde her zaman yakacak odun bulunmadığı için evin kadını biraz tedbirli olmak, biraz da geleneksel tutumluluk yapısından kaynaklanan alışkanlıklarla ocakta iş bittikten sonra yanan odunların ucunu toprağa veya küle gömerek söndürür. Yanan ocağın su ile söndürülmesinin uğursuzluk getireceği inancı yaygın olduğu için söndürme böyle yapılır. İşte bu yolla söndürülmüş odunlara yani çıraya SÖĞÜNDÜRME denir.
Yani söğündürme tıpkı diğer etnoğrafik eşyalar gibi çadırın, daha doğrusu çadır hayatının değersiz bir parçasıdır.
Şiirin bir diğer dörtlüğünde
Anam atam bir ağlarım yok benim, diye nasipsizliklerden yakınan Karacaoğlan,
SÖĞÜNDÜRME çıram bile yok benim anlamında, bir başka yokluğunu ifade etmektedir.
Sözlükler hazırlanırken gözden kaçtığına inandığımız bir başka yanlışlıkta; TEREVİ sözcüğüne Teravih namazı anlamı verilmesidir.
Oturmuş pınara kız ilen gelin
Onlar birbirine arzeder halin
Boğum boğum kınalamış ak elin
Gelin hiç söylemez kız nazlı güzel,
diye başlayan türkünün ikinci dörtlüğü şöyle:
Tereviyi yuyup kodular taşa
Daha ne gelecek sağ olan başa
Tülbent yağlık vurmuş şol hilal kaşa
Gelin hiç söylemez kız nazlı güzel
Terevi’ye teravih namazı anlamı verilince, metni de düzeltme ihtiyacı doğmuş olacak ki, dörtlüğün
ilk dizesi :
Teraviyi kılıp kodular taşa, şeklinde değiştirilmiştir. Teravih namazı ne çeşmede yunur ne de yunduktan sonra da suyunu çeksin diye taşın üstüne konur .
Ne de, elleri boğum boğum kınalı, başına yağlık vurunmuş gelinin çeşme başında kız arkadaşıyla evlilik üstüne giriştiği sohbetin konusu arasına teravih namazı girer.
Biraz daha açalım. Karacaoğlan, genç kıza gelin olan arkadaşının neler anlattığını, başına neler gelebileceğini kendine özgü muzip bir sezgiyle ifade etmektedir.
Burada yunup taş üstüne konan bildiğimiz TERE’ dir. Halk dilinde dere kenarında kendiliğinden yetişen tere otunun adı TEREVİ dir.
Karacaoğlan şiirlerinde hayli sık geçen sözcüklerden birisi de TAY dır.
Bu sözcük Yunus Emre’ de ve Dedem Korkut’ta da geçer. Yani en azından 8 asırlık bir geçmişi olan Türkçe bir sözcüktür .
Amana da deli gönül amana
Eyi gün kalmadı devri zamana
Cevheride denk ettiler samana
Yük masnıtın bulmaz TAY olmayınca.
Tay sözcüğünün açıklanmasına yardımcı olması bakımından MASNIT’ın da açıklanmasına gerek vardır.
Masnıt, Mesnet – İstinat’tan gelir. Destek anlamınadır ve halk dilinde bu şekle dönüşmüştür.
Yayınlanan metin sözlüklerinde TAY, hayvan yükünün iki tarafındaki denklerden her biri anlamına açıklanmıştır.
Gerçi bu anlamda da kullanılabilmektedir. Ama denklerin her birinden çok denge anlamına kullanılır.
Taylann denklerin ipi sarıldı, dizesinde açıkça görülür ki Karacaoğlan dengi ayrı, Tayı ayrı kullanmıştır.
Sözcüğün aslı olan TAY’dan; tayak ,dayak, dayanak sözcükleri üretildiği gibi yürüme hazırlığı içindeki çocukların TAY durması, aynı yaşıt olanlar için TAYDAŞ deyiminin kullanılması da aynı kökten kaynaklanır.
Taşeli ve Konya yöresinde Tayamaz, Tayama; Teyemez, Teyeme ve hatta (E) ler de (İ) haline dönüşerek Tiyeme, Tiyemez biçiminde kullanılır.
Meyvesi çok olan dallar için:
“Bu dal bu meyveyi teyemez”
Kalın toprak yığılmış damlar için
“Bu direk bu toprağı tiyemez”
gibi değişik biçimde kullanılır.
Özellikle saman ve odun yüklenirken, sapan ipine, ucu çatal ve hayvan boyunda bir ağaç tutturulur. Bunun adı da Tayak veya Dayak’dır.
Bu “dayak” vurulmaz ise hayvanın yüklenmesi mümkün olmaz.
Malatya yöresinde; dağa bu tür odun veya saman yüklemek için gidenlere,
– Tayın kim ?
diye sorulduğunu tespit ettik.
Annenin erkek kardeşi için kullandığımız Dayı sözcüğü de, mecazi anlamda böyle bir dayanak veya destek kasdında kullanılır.
Karacaoğlan’ ın
Yığitte neylesin day’olmayınca dizesindeki kasıtta bu olmalıdır.
Karacaoğlan’ daki doğa tutkusuna bağlı olarak en çok kullandığı sözcüklerden, daha doğrusu deyimlerden birisi de BEŞ AYLARI’ dır.
Yayınlanan metin sözlüklerinde bunun karşılığı olarak, Bahar-yaz aylan gibi pek açık olmayan bir ifade kullanılmıştır.
Bu sözcük için karşılık arama gayreti, bizi ister istemez Aşiret takvimi üzerinde araştırmaya yani bir folklorik çalışmaya götürmelidir.
Ama uzun bir konudur. Onun için mümkün olabildiğince özetleyerek değinmek istiyorum.
Yani BEŞ AYLARI deyimini aşiret takvimi içinde açıklığa kavuşturmaya çalışacağım.
Açık doğada yaşamak zorunda olan yörükler, davranışlarını programlarken, yüzyılların gerisinden gelmiş, deneyimlerle kesin zamanlamaları saptanmış bir takvim kullanır.
Bu takvimden kaynaklanan biraz da kendi sezgilerinden gelen değerlendirmelerle bir aşiret obasının hava tahmininde bir haftalık veya birkaç günlük süre için yüzde yüz isabet olduğu görülmüştür.
Yıl Kasım ve Hızır diye iki bölümde geniş olarak değerlendirilir.
Göç öncesi ve göç sırası için, bu takvimde belirlenen belli dönemler beklenir,
Kışın sonu sayılan 40 günlük Erbain ile baharın başlangıcı olan Hamsin bu bölümler içinde en önemli olanlardır.
Erbain, Rumi takvimle 18, Miladi takvimle 31 Ocakta biter.
Ve 1 Şubatta Hamsin girer. Elli anlamındaki Hamsin, aşiret arasında aynı zamanda Hams karşılığı olan Beş için de kullanılır; Yani Hamsin ile hem Elli hem de Beş kasdedilir.
Hamsin’in içinde 20 Şubattaki birinci, 27 Şubattaki ikinci, 7 Marttaki üçüncü cemre ile; 13 Marttaki eksi Mart’ın girişi vardır.
22 Mart’ta ise Mart dokuzu diye bilinen, artık kışın gerilerde kaldığını müjdeleyen dönem başlar. Bu tarih aynı zamanda Hamsin’in sonudur.
Hamsin’in girişi olan 1 Şubat ile Mart dokuzu diye bilinen 22 Mart arasındaki Hamsin dönemi, Karacaoğlan’ın kasdettiği Beş Ayları’dır.
Çukurova bayramlığın giyerken
Şubat ayı kış yelini kovarken; diyerek bu başlangıcı belirler.
Açılır laleler gülden ziyade
………………
Akar boz bulanık selinden sakın
………………
Lale sümbül bürünsün de gidelim, gibi ifadelerle zaten beş aylarının belirtilerini işaretlemektedir.
Karacaoğlan bu tespitte ve tanımda yalnız da sayılmaz. Deli Boran:
Yağız atlann sekişi
Benli dilberler bakışı
Fıratın coşkun akışı
Benzer beşay sellerine, diyerek bu belirtiyi vurgular. İşte bu dönemde katlar eriyerek kuru dereler selle dolar, kardelenin hemen ardından çıkan yaban laleleri bayırları renklendirir, sümbüller kıpırdanır.
Konuşmamı bağlarken bir daha vurgulamak istiyorum.
Çok geniş bir alanda, yani Karacaoğlan coğrafyası diyebileceğimiz geniş bir bölgede; genişliğine ve derinliğine bir sözlük taraması yapılmasına, yanlışlıklardan doğan metin bozukluklarının düzeltilmesine ihtiyaç vardır.
Böylece yeni kuşaklara, arızalardan, bozukluklardan, yanlışlıklardan arındırılmış sağlıklı bir metin verilmiş olur.
*Bu yazı “Mersin Halk Eğitimi Merkezi ve Akşam Sanat Okulu Müdürlüğü Yayın Organı” olan “İÇEL KÜLTÜRÜ” Kasım 1991 – 18. Sayısından alınmıştır.