Günümüzden beş yüz yıl önce Bulgar (Bolkar) dağı üstünde Yörük obaları yaşardı.Her obanın bir beyi olurdu.Oba beyleri güçlü kişilerdi.Çevrelerinde sayılır sevilirlerdi.
Çevrede birçok sorun oba beyleri tarafından çözülürdü.Ad koyma,düğün gibi törenlerde hep en başta en önde olurlardı.Varlıklı kişilerdi.
O yılların yaşam biçimini de gözden geçirelim istiyorum:Dağlar üstünde yaşaya halkın tümü de Türkmen göçerleriydi. Geçim kaynakları hayvancılıktı.Otlu koyaklarda dolaştırır dururlardı keçilerini.
Bu günkü anlamda okulları yoktu. Kemalettin Kamu’nun dediği gibi Yılların geçtiğini onlara kuzular haber verirdi.Ama kendilerine özgü, özgün bir halk kültürleri vardı.Masallar,türküler,bilmeceler,ağıtlar gibi kültür denizinin içinde yaşayıp giderlerdi.Bu yaşantıdan koskoca bir edebiyat biçimi doğmuştur:Halk edebiyatı.Bu edebiyatı hiç de hafife almamak gerek.
“Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.” Bu halkın hayat damarlarında kopukluk yoktu.Hiç eskimeyen yaman bir sanata sahiptiler:Halk ozanları,halk türküleri.Halkın tek eğlencesiydi onları dinlemek.Ozanlar saz çalıp türkü söylemeye başladılar mı halk kendinden geçer,büyülenmiş gibi dinlerlerdi ozanları;Oba beyleri her zaman kollar ve korurdu.
Bir gün oba beylerinden biri bir şölen düzenledi.Çevrede ne kadar eli sazlı,dili sözlü ozan var ise haber salındı.Tümü de sazlarını aldıkları gibi katıldılar toplantıya.
Görkemli bir toplantı oldu.Halk da yoğun ilgi gösterdi toplantıya.İğne atsan yere düşmezdi.Seyrine doyulmayan bir toplantı gerçekleşti.Türküler,atışmalar,gönülleri okşayan saz sesleri…Çiçekler bile kaldırmıştı başlarını dinlemek için.
Herkesin tanıdığı usta,ünlü bir ozan da vardı toplantıda.Sıra ona geldiğinde kendini beğenmişçesine bir anlatım sergiledi.Diğer ozanlara hava atıyordu.”Beni iyi dinleyin,benden bir şeyler öğrenin,benden yararlanın” der gibiydi.
Ozanlar arasında biri daha vardı ki onu kimse tanımıyordu.Kara yağız,genç,elinde saz sessizce oturuyordu yerinde.Elinde saz olduğuna göre o da ozandı.İzleyenlerden biri dayanamadı laf attı:”Ozan seni de dinleyelim.Haydi seni de bir tanıyalım.Şu anda bizlere söylemek istediğin neler var?”
Delikanlı yavaşça doğruldu.Sazını alıp ortaya kuruldu.Sözlerinin yönünü az önce çalım satan ozana doğrulttu.Çaldı,söyledi:
DİNLE SANA BİR NASİHAT EDEYİM
Dinle sana bir nasihat edeyim
Hatırdan, gönülden geçici olma
Yiğidin başına bir iş gelince
Anı yad ellere açıcı olma
Mecliste ârif ol kelâmı dinle
El iki söylerse, sen birin söyle
Elinden geldikçe sen eylik eyle
Hatıra dokunup yıkıcı olma
Dokunur hatıra kendisin bilmez
Asilzadelerden hiç kemlik gelmez
Sen eyilik et de o zayi olmaz
Darılıp da başa kakıcı olma
El âriftir, yoklar senin bendini
Dağıdırlar duzağını, fendini
Alçaklarda otur, gözet kendini
Katı yükseklerden uçucu olma
Muradım nasihat bunda söylemek
Size lâyık olan onu dinlemek
Sev seni seveni, zay etme emek
Sevenin sözünden geçici olma
Karacaoğlan söyler sözün, başarır
Aşkın deryasını boydan aşırır
Seni bir mecliste hacil düşürür
Kötülerle konup göçücü olma
Kimsenin tanımadığı bu genç delikanlı Türk Halkının gönlündeki tahta oturacak ve bir daha oradan inmeyecek olan Karacaoğlan’dı.İzleyenler dondu kaldı.Öylesine yanık bir ezgi,gönüllerin derinliklerine işleyen bir ses.
Ozanlara öğütler yağdıran ünlü ozan sazını bırakıp delikanlının yanına gelip alnından öptü:”Bundan geri benim ustamsın.Senin sazının üstüne saz,sesinin üstüne ses tanımam gayri” diyerek övgüler yağdırdı.
O günden sonra Türkmen elinde herkesin tanıdığı,sevdiği,beklediği bir Karacaoğlan olacak. Ali UYSAL