,

KARALAMADAN YIRTIK RESİMLERE 11/18

Doğan-Akça-11.jpg

KİTABIN BAŞINA DÖNMEK İÇİN BURAYI TIKLAYINIZ.

Doğan Akça’nın Altamira Sanat Galerisi’nde açacağı sezon sergisi için, Celâl Soycan bir andaç kitap hazırlar. Fotoğraflar, fotoğraf sanatçısı Mustafa Eser tarafından çekilmiş; katalog bölümünde de sergide yer alacak bazı resimlerin öykülerine yer verilmiştir.
Celâl Soycan’ın giriş yazısı ise sanatsal eleştiri özelliğinin yanı sıra “Doğan Akça resimleri”ni anlamak için, didaktik açıdan da anlamlı bir çalışmadır:

DOĞAN AKÇA RESMİ İÇİN BİR OKUMA DENEMESİ
Doğan Akça’da naif anlatım, bir başına duyusal düzeyde anlaşılamaz; çünkü en baştan beri bu resim, geleneksel naif resim ölçütlerinden taşma eğilimindedir. Renk ve biçim arayışları, perspektif kaygısı, figürlü çalışmalardaki üstgerçekçi mizah kurgusu, sanatını dönemler halinde gözlememize neden olan keskin dönüşümler ve bütün bunların toplamı sayılan anlatımcı biçem, onu Türk naifleri arasındaki özgün yerine taşır.
Ciddi yanlış çıkarımlara yol açan ve bir anlamda biçimsel tıkanmalara neden olan “Geleneksel Naif Resim” tanımı, neredeyse resimsel arayışları ve düşünselliği daha baştan yok saymıştır. Çocuksu duyarlılık kavramının gerisindeki anlam düzeyi yeterince açıklanmamış ve naif ressamın yalın görme biçimiyle dönüştürdüğü yeryüzü, geçmişe özlem sığlığıyla algılanmış, oradan konuşulmuştur. Ressama öyle görmeyi dayatan düşünsel süreç ve bunun resim diliyle yaratıya dönüşmesi, elbette hayata ilişkin bir tavrı ve bunun sanatsal dönüşümünü ön gerektirir.
Bununsa daha en baştan bir itirazı içerdiği ve bir bilgi düzeyi gerektirdiği açıktır.
Naif resmin ağırlıklı olarak duyusal düzeyde örgütlenmesi ve düz aklın ıskaladığı insanî sezgileri ve algıları işaret etmesi, sonuçta akademik resmin de çağdaş yorumunda öne çıkar. Akademi, verili bilgiyi sistematik kılar ve oradan kopmadan çalışır. Biliyoruz ki çağdaş resmin kurucu adlarından önemlice bir çoğunluğu, akademik resmin bu kıskacına diklenen ressamlardır ve resimlerinde naif giriş çıkışlar hep olmuştur. Gauguin’den Picasso’ya batıda, Bedri Rahmi’den Ahmet Yeşil’e bizde, bunu örneklemede zorlanmayız.
Doğan Akça’nın sanatını izlerken, algıyı yer yer zora sokan zaman/mekân sorgulaması aslında naif resmin Görme Biçimi düzeyinde nesneye bir etkimedir, onu duyusallıkta dönüştürmedir. Eşyayı, varlığı kendi Görme Biçimine alan, bunun için süregiden hayatı da hep gözleyen bir plastik bilinç söz konusudur. Bu bilinç, özellikle doğa betimlerine dönük doksanlı yıllar resimlerinde, yeryüzüyle barışık bir zihinseli vurgularken, yine aynı dönemdeki Mersin kent resimlerinde içten içe değişimi gözleyen, eleştiren ama bu arada hayatı ıskalamayan bir sıcaklık vardır. Sabah Keyfi (1995), Antik Kentin Lircisi (1998), Kanlıdivane’de Konser (1994) çalışmaları bu dinamik yaşam sevincine tanıklık eder. Ötesinde, Yansıma (1998), Mehtapta Aşk (1999) gibi çalışmalarda üstgerçekçi mizah efektleriyle naif resme tartışmasız yeni açılımlar getirir. Doksanlı yıllar sona ererken, Doğan Akça resminde anlamlandırmayı plastik olgunluğun ileri düzeye taşıyan başyapıtlardan Mevsimler Gelir Geçer (1999) ortaya çıkmıştır. Bütün bu imge sağanağında Bellek, ısrarla notlar düşer ve insana/doğaya ait yenilgiyi bakışta onarmak üzere kendi dünyasını kurar. Bu yenilgiye dikkat çekmek üzere insana sevecen fısıltılarla yaklaşır ve son dönem resimlerindeki kırgın doz henüz mayalanmaktadır: “Yırtık Resimler” içten içe yığılmaktadır.
Akça’da geleneksel naif resmin kimi düzeyleri elbette korunmuştur: Algıyı zora sokmayan bir biçimleme ve boyama, renk sürüşlerinde ve konturlarda sıcak geçişler, nesne ilişkilerindeki yalın kurgu, boyayı temsilî değeriyle kullanma… Ancak Naif resmin genellikle kaçındığı figürlü çalışma ve buna bağlı öykülemeler, gerektiğinde alışıldık Naif resim kurallarına diklenmekten çekinmez. Hızla anımsayalım: Doğan Akça resmi, ifadenin dayattığı yerde naif duyarlılığı tehlikeli alanlara sürebilecek renk tercihlerine yönelir. Kahverengi, gri, siyah, beyaz gibi renksiz renkler yanında karanlık lacivert tonları çekingesiz kullanır. Bütün bir Tek Ağaç serisi yanında Doğan Akça resminde ayrıksı plastik başarısıyla Mehtapta Aşk (1999) hemen anımsanabilir. Bu renk tercihleriyle yüzleşmeyi çoğunlukla bir Dönem Resmi düzeyinde çoğaltmıştır. Naif resim için sık rastlanmayan bir atakla resimsel kopmalar yaşayarak, izleyicisini provoke etmekten kaçınmayan Akça, kendi iç hesaplaşmasını öne çıkararak, Türk naiflerinden ayrıksı yanına not düşmemize neden olur. Sürrealist (üstgerçekçi) kurgularla, Ekspresyonist (dışavurumcu) ifadeler kurarak, naif resmin yaygın tanımından taşar. Sıkça kullandığı mizah öğesi, insan/doğa ilişkisindeki yırtılmaya karşı belleğin bir direnişidir. Mizah yoluyla altını çizdiği gerçeklik, korunması gerekli olanı belleğe geri göndermek üzere plastik dile teslim edilmiştir. Bakışı rahatsız etme pahasına renk tercihleri, bir tarih sökümü olarak kentsel dönüşüme getirilen eleştiri ve sonunda düşünülebilecek en tehlikeli resimsel kopma sayılması gereken Tepe Perspektifi…
Doğan Akça nesneyi gözlerken geleneksel naif çizgiyi özgün bir alana sürükler: Tuvale taşınan görsel imge, toplumsal tarihteki hikâyesiyle ete kemiğe bürünmüştür. Alışıldık naif görme, nesneyi ortalama algı içinde zora sokmaz, görülen kendi basitliğiyle oradadır. Akça’da ise tuvale alınan her nesne, bir hikâyeyi omuzlar ve geriye- ileriye bir düşünsele aracılık eder; geçmiş zaman resimleri gibi bakamayız onlara; dil yaşanılan güne doğru bir eleştiriyi de yüklenmiştir. Resim, düşünsel bir yükle yorulmadan, geniş zamana dönüşen bir hayatı, nesneler üzerinden askıya almıştır. Ressamın bakışı nesneyi dünden yarına yeniden konumlandırırken, usulca geriye/yukarıya çekilmiştir. (Tam burada bir izlenimin altı çizilmelidir: Doğan Akça, resimle hesaplaşmasında daha başlangıçta bir Soyut çekim alanındadır. Soyutlamaya karşı hep ilgi duymuştur ve bunu anlatımcı çalışmalarda bile bir efekt halinde korumuştur. Somutu kendi biçiminde zora sokarak, en azından nesne ilişkileri düzeyinde Dışavurumcu giriş çıkışları denemekten kaçınmaz. Zaten Tepe Perspektifi ve Yırtık Resimler dönemleri de bu yönelimin kendince Naif çözümleridir.)
Algı üzerinde belirgin bir yabancılaşma etkisi yaratan “Tepe Perspektifi”, akademik resmin hep çekindiği bir biçimdir, neredeyse hiç denenmemiştir; hem ressamı peşinen tuvalden dışlamaktadır hem de nesne ilişkilerindeki alışıldık mekân algısı zora sokulmuştur. Buysa naif resmin görselde başlayıp tükenen hikayesini düşünsele taşır. Doğan Akça bunun resmine yüklediği riskin daha ilk günden farkındadır ve peş peşe gelen Tepe Perspektifi çalışmalarıyla bu riskleri omuzlayarak ve kendine özgü naif alanı koruyarak ilerler. Bu noktada yeniden kentsel temalara döner: Bir simge-figür olarak Kuş-Bakışı’yla kentin üstünde gezinmekte, orada süregidene tanıklık etmektedir.
Plastik dilin olanakları içinden Doğa sorunlaştırılmış ve toplumsala itirazın altı daha belirgin çizilmiştir. Uzaktan/tepeden sunulanlar, artık bir olanaksıza dönüşen imgeler toplamıdır: Yazlık sinemalar, şimdi bir bellek yıkımını duyumsatan sanat yapıları, gündelik hayata sokularak neredeyse kentin içinde çırpınan deniz: diğer nesneler, araçlar, levhalar, adlar ve kokular…
Varılan yer, yalnızca Türk resminde değil, bütün bir geleneksel Naif plastik kavrayışta bir kopmayı temsil eder. Akademik resmin düzeyleri içinden konuşulacak her şey, işte bir naif bakışın biçimsel öğeleri halinde işlemektedir. Duyarlılık, eksiksiz etkisiyle tuvaldedir ve dün/bugün/yarın hattında sürüp giden bir hayata sorular sormaktadır. Düşünsellik resmi yormadan bir nabız gibi atmaktadır. Bunlar, sıradan çevre duyarlılığının çok ötesinde, Türk modernitesinin kentleşme projesine yüklediği yıkarak yapma olgusunu sahneye çıkarır. İnsana, eşyaya, doğaya ilişkin bir dramatik süreç, Doğan Akça resminin son döneminde, usulca bir başka plastik çözüme evrilir: Kaybolan ve yerine sunulan, aynı tuvalde iç içe planlar halinde ve Yırtık bir imgenin iki ucundadır.
“Yırtık Resimler” dönemi, artık bütün bir resim macerasının bileşkesidir. Yırtılarak açığa çıkan, kendi gerçekliğiyle bakışa teslim edilmiştir. Ressamın görme’sinde kırgın bir şiddeti gizleyen yırtma fiili, aslında seyreden göze yönelen imgesel bir çığlık’tır: Süreç, kendi acımasız doğasını dayatmıştır, dayatmaktadır. Sanat, belki bu süreçte iptal edilmiş olanı, hükümsüz kılınmış bir başka gerçeklik alanını uyarmak için kesik kesik kanamaktadır. Orada, burada ve şimdiki hayatımızda, daha dün sayılan günlerde, korunması gerekli onca şeyin üzeri örtülmüştür. Bu örtüyü kıyısından katlayarak, yitene ışık düşürmek yetmez olmuştur ve içerden-dışardan bir el belleğin perdesini yırtmış, av ve avcı iç içe resmedilmiştir.
Burada, naif resmin belki en dinamik yaratıcı öğesi olan zaman, dün/bugün girdabında ressamın belleğidir. Bellek, geri çağırdığı imgelerle geçmişi yeniden kurmaktadır. Sürüp gidene itiraz, yıkılanı anımsatarak, daha iyi bir gelecek için söz almaktadır. İnsanı insana yakın tutan mekânlar, dokular, ilişkiler, kent duvarları, açıklıklar, adlar, renkler Yırtık Resmin bir planı mıdır yalnızca? Akça’nın bütn bir resim diline yerleşen Mersin, tarihinin en yoğun, hızlı, şiddetli ve akıl dışı dönüşümüne maruzdur ve hemen şimdi başka bir yeryüzü tasarımı için yeni bir gerçeklik düşünmelidir: Anımsamak, yalnızca anımsamak bile geleceği önemli ölçüde kurtarabilir, sanat bunun için ayaktadır ve Akça’yı mitolojik bir Kuş-Bakışı halinde yaralı kentin üzerine salan bellek, resmine de yepyeni bir olanak kazandırmıştır.
Şimdi Tepe Perspektifi hep korunarak, ama resimsel ifade daha da keskinleşerek, yırtık imgelere yoğunlaşmıştır. Varılan yerde bunun sonrasını görmek zor değil: Doğan Akça resmi, kendi görme biçiminin peşinde ve başlangıçtaki yüzleşme arzusunu koruyarak ama bunun için zorunlu biçimsel dönüşümleri de yakalayarak özgün naif kurgusunu sürdürüyor. Resmin her aşamasında yeni bir biçimsel yüzleşmeye oturmak, özellikle naif resmin alışıldık durağan biçimselliği açısından ciddi riskler taşır. Doğan Akça, bunu açıkça görerek ama kendi resim inancının hep altını çizerek yeniliğe açık olmuştur. İzleyicisini şaşırtmak pahasına yeni plastik çözümlere yönelmiş ve böylece piyasa koşullarının baskısıyla kendini yineleme kolaycılığına düşmemiştir. Onun resmi her dönemde, izleyiciden katılmayı, birlikte duymayı, düşünmeyi ve birlikte üretmeyi bekler.
Karalamalardan yırtık resimlere bunca dönüşüm, kendi dilini, izleyicisini ve gerçekliğini olanca canlılığıyla sürdürüyorsa, bu beklentinin karşılandığı ortadadır. Hayata dair bir imge sağanağı, işte acı veren yıkımlarla, renklerle, cıvıltılarla, ışıklarla unutuşlarla ve bütün inançların ortak çağrısıyla bir resimsel senfonidir ve diyelim Mersin’in gövdesini ve aklını onarmak için belleği ayaklandırmaktadır.
Ve elbet bundan ötesinde sessizdir tuval.
Doğan Akça’nın gerektiğinde naif resme diklenerek süren serüveninin sonunda resmini taşıdığı yer, belki de naif resmin ölümcül durgunluğunu çözecektir. Duygusal bir tutunma yerine, duyusal örüntülerle sunulmuş bir düşünsel (semantik) katman, naif resmin önünü açacak ve izleyiciyle daha dinamik, güncel, yaratıcı bağlar kuracaktır. Sezgiyi, düşseli, çocuksu olanı, yalınlığı ve saflığı aklın sularında boğmayan bir gündelik hayat çağrısıdır önümüzde duran. Zamanın kimi kez yıkıcı gücüne ve hızına karşı, insanı, onun varlık nedenlerini, doğayla/kentle/toplumla diyalogunu anımsatan Bellek ayaktadır ve hayatı onarmaya çağırmaktadır.
Doğan Akça’nın izleyicisine armağan ettiği resimsel imgeler toplamı, bu anlamda estetik bir olanaktır.
(Celâl Soycan, Doğan Akça-Karalamalardan Yırtık Resimlere, Altamira Yayını, 2005)
29 Eylül – 30 Ekim 2005
Doğan Akça Resim Sergisi
Karalamalardan Yırtık Resimlere “Retrospektif Bir Bakış”
Altamira Sanat Galerisi – Mersin
Bu kitap ve sergi için Hürriyet Gazetesi’nin Çukurova ekinde Sinan Tanyıldız imzalı bir yazı yayımlanır:
“Kendi atölyesinde gülümseyerek objektife bakan ve etrafında sayısız tablonun bulunduğu ak saçlı, zarif bir sanatçıyı oturup yaz¬mak ancak Celâl Soycan’a yakışır. Değerli dost Soycan’ın kaleminden dökülen her kelimenin sanatsal bir güzelliği vardır çünkü. Doğan Akça’nın 29 Eylül’de Altamira Sanat Galerisi’nde açacağı 35. kişisel sergi bana bir şiiri de anımsattı. Hani bilir¬siniz, 35 yaş yolun yarısı eder/ Dante gibi ortasındayız ömrün dizeleri var ya, ben de hocamla ilgili satırları okurken, bu şiiri anımsadım. Dilerim değerli sanatçımız 35 yıl daha eserleriyle sanatseverlerle birlikte olur.
…”
Sinan Tanyıldız, Celâl Soycan’ın yazısından yaptığı alıntıların ardından şöyle devam etmiş :
“Yazar Soycan’ın bu satırlarını okur¬ken kendimi Doğan Akça ile karşı karşıya buldum. Yazının içine girdim ve sanki o satırları ben düşünüyor¬muşum gibi oldum. Soycan’ın kaleminden dökülen kelimelerin gücü bununla da yetinmedi ve değerli hocam Doğan Akça’nın tablolarındaki hikâyenin içine soktu beni.
…Resim yapmak Doğan Akça’ya göre bir serüven. Bu serüven sanatçımızı bugünlere taşıdı. Hem de öyle taşıdı ki, 29 Eylül’de 35. kişisel sergisini açacak olan Doğan Akça, Mersinlilere ‘Retros¬pektif’ sergi hazırladı. İşte hocaya güzel bir soru dedim, aslında yanıtı davetiyede var ama yine de sorayım:
– Hocam sanat yaşamında 15 yıl uzun süre değil. Buna ne dersiniz?
Şimdi yanıtı naklediyorum:
– Evet, sanat hayatında 15 yıl, uzun bir süre değil belki ama bu 15 yıl hayatınızın 54 yaşından 70 yaşına kadar süren dönemi kapsıyorsa in¬sana çok uzun geliyor.
Bu yanıtı aldıktan sonra 29 Eylül’de saat 17.30’da Altamira Sanat Galerisi’nde bir usta ile buluşmak hepimiz için keyifli olacak.” (Sinan Tanyıldız, Celâl Soycan’ın Kaleminden Doğan Akça, Hürriyet Mersin, Dostça, 22 Eylül 2005)
30 Eylül 2005 tarihli yerel gazete köşesinde “Buz üstünde yazılar” yazan Ressam Rafet Van “Doğan Akça ve Hedefe Yürümek” başlıklı yazısında, onun resim serüvenini özetler. Makalenin son bölümü ise ilgiye değer bir yorumdur:
“Akça, bir Mersin âşığıdır. Resimleri naif resim dünyasının yepyeni bir ekolü, bir tarzıdır. Başlangıçtan bugüne resimlerini sergilemekle kalmamış, onları bir kitapta toplamış. Kitaba yorumlar C. Soycan’a, fotoğraflar ise M. Eser’e ait. Böylece, devrinin iki güçlü imzasını da alarak onları da kendisiyle birlikte geleceğe taşımış.
Ne mutlu Akça’ya, başarıya ulaştı. Kendi oldu.Yolun açık olsun Doğan”…
Dostu Ressam Doğan Akça için Şair ve Yazar Özdemir İnce de bir yazı yazar:

“DOĞAN AKÇA’YA MAAŞALLAH”
1987-1990 yılları arasında kendi kendine resim çalışan Doğan Akça’ya, bir yakını 15 yılda 35 sergi açacağını ve 2005 yılında Türkiye’nin en önemli naif ressamlarından biri kabul edileceğini söyleseydi, ona “De kak lan, beni maytaba mı alıyon!” derdi.
Ama benim hayali falcım doğru ve gerçeği görmüş, Doğan Akça 29 Eylül 2005 Salı günü, Mersin’de Altamira Galerisi’nde (Camişerif Mah. Sanat Sokağı No:4) 35’inci sergisini açıyor. İşte bu nedenle “Doğan Akça’ya Maşallah” diyorum.
Doğan Akça 1936 yılında Mersin’de doğdu. Okulların “okul gibi okul”, öğretmenlerin “adam gibi öğretmen” olduğu mutlu dönemde “Mersin Lisesi”nde okudu. Okul dışında, babasının Hastane Caddesi’ndeki marangoz dükkânının önünde durdu, dünyayı seyretti, caddeden geçen arkadaşlarına laf attı.
Ben 1956 yılında Mersin’den ayrıldım. Yıllar sonra Doğan’ın taşımacılık işine girdiğini hatta “zengin” olduğunu duydum. Memnun oldum. Derken resim yapmaya başladığını duydum. “Herife bak, paraları üst üste yığdı, şimdi de boş zamanlarında resim yapmaya başladı. Burjuvalaşma yolunda iyi bir işaret!” diye düşündüm. Meğer düşündüğüm gibi değilmiş, kendi söyledi ve anlattı, bizimki iflas ettikten sonra belki de kahrından resme başlamış.
İsteyen sorabilir 2005 yılında, seçmek elinde olsaydı serveti mi yoksa resmi mi seçerdi? 54 yaşında resme başlayacaksın ve 70 yaşında 35’inci resim sergini açacaksın.
Doğan’ın ressamlığı konusunda “mavra kesmek” istemem. İyi ressam olmasa, kimseye 15 yılda 35 sergi açmazlar, açtırmazlar. Neden iyi ressam? İyi ressam olduğu için iyi ressam! Aldınız böyle!
Ben Doğan’ı ancak överim! Hayata yenilmediği, hayatını değiştirdiği ve güzelleştirdiği için överim onu. Hayata ve ölüme sanat aracılığıyla meydan okuduğu için överim onu.
54 yaşında silahşör ustası, kılıç ustası olmaya karar vermekten daha cesurca onun yaptığı. Büyük Sahra çölüne haritasız, pusulasız, susuz ve azıksız havadan inmeye benzer onun yaptığı iş. Kolay değil, saygı duymak gerekir!
Celâl Soycan’ın hazırladığı sergi kitabını da övmek istiyorum. Sadece sanatsal ve
entelektüel açılarından değil, kitabın maddesi dolayısıyla da övmek istiyorum.
Tasarım ve baskıyı Avcı Ofset yapmış. Renk ayrımıyla, renk kalitesiyle müthiş bir baskı. Sergi kitabında ilk resimlerden günümüze kadar geçirdiği dönemlerden örnekler var. Özellikle havadan kuşbakışı yaptığı resimlerden bir iki örneğin bulunmasına çok sevindim. Bildiğiniz gibi ressamlar genellikle konularını karşıdan yaparlar. Doğan Akça artık yukardan aşağı bakarak yapıyor. Sanki tek motorlu bir pırpıra binmiş, Çukurova’yı yukardan geziyor.
Son gördüğümde ”Yukardan aşağı yapmak ne ki!” demiştim “Erkeksen aşağıdan yukarı
doğru bir bakışla resim yap” “Yaparım valla!” demişti.
İnanırım, bunu da yapar!
( Özdemir İnce, Hürriyet Mersin, 24 Eylül 200)
Özdemir İnce bir ay sonra da bir şiir yazar Doğan Akça için.
“Doğan Akça, bu şiiri aldığında öylesine bir sevince kapılmıştı ki… Telefonda sevincini paylaşırken bunu ve Özdemir İnce’nin göndermiş olduğu diğer şiirlerden ‘Ziya Paşa Kahvesi’ni okudu. Çok etkilenmişti. ‘Ziya Paşa Kahvesi’ şiirindeki ‘Makamlarında yorgun Cumhuriyet yatırları!’ dizesini birkaç kez yineleyerek ‘Bak yahu, nasıl da yazmış!’ diye heyecanlandığını anımsıyorum. Şiirleri ertesi gün de bana gönderdi.” (Meriç Alkan)
Özdemir İnce’nin bu şiiri bir yıl sonra çıkaracağı “Keskindoreke Fındınfalava” adlı şiir kitabında yer alacaktı.

Dükkânın kapısında dururdu
Doğan duvara yaslanmış,
eller kavuşmuş, ayaklar çapraz.

Bir tabut olurdu, boş,
kapının öteki tarafında
ayakta,
duvara yaslanmış.

Alâmet-i fârikası işyerinin-
Sandalye, masa, et tahtası gibi-
çam ağacından yapılmış
standart bir tabut.

Raif Akça’nın marangoz dükkânının önü,
Bozkurt Caddesi de denen Hastane Caddesi.

Bir yakınınız mı öldü,
ölçü vermeye
beklemeye gerek yok

Al git!
Gündoğan Akça, Doğan Akça oldu.
Doğan Akça da bir naif ressam:
Yukardan bakarak dünyaya
eşyanın resmini yapıyor.

Aşağıdan yukarıya doğru da yapar
bu kafayla giderse.

Buradan bir resim ısmarlıyorum Doğan’a
26 Ekim 2005 günü, Cihangir/İstanbul’dan:
Kapının bir yanında bir tabut-
-Raif ustanın yaptığı-
öteki tarafta kendisi,
Mersinli ve ünlü
naif ressam
Doğan Akça!

Allah uzun ömürler versin Doğan’a!
Ama bir bayram kartpostalı tavında,
Müftü deresi de akmalı, akacak,
Doğan ile tabut arasında.

Özdemir İnce (Keskindoreke Fındınfalava, Kırmızı Yayınları, Ekim 2006)

Doğan Akça 70

DOĞAN AKÇA YILIN SANATÇISI 
Doğan Akça, 2006 yılında Mersin Toros Rotary Kulübü tarafından “Yılın Sanatçısı” seçilir ve “Meslek Ödülü” alır. Bu ödül haberi “Hürriyet Mersin”de
verilir:
“Ülkemizin en önemli naif ressamlarından biri olan değerli ağabeyim Doğan Akça’nın çok zarif bir kalem ustası da olduğunu biliyor muydunuz? Özellikle mektuplarını okurken edebî bir roman okur gibi hissediyorum kendimi… Ve değerli ağabeyi¬min en sevdiğim özelliklerinden biri de hâlâ mektup yazmasıdır. Mektuba olan hasretimi gideriyor desem doğrudur… Onun mektuplarını edebî bir belge gibi saklıyorum ve keyifle de okuyorum… Sizlerle bana gönderdiği mektubun bir paragrafını paylaşmak istiyorum… Değerli usta şöyle diyor:
‘16 Şubat’ta Ankara Beyaz Galeri’de, 11 Mart’ta İstanbul Bakraç Galeri’de, 10 Nisan’da Ankara Sanat Fuarı’nda, 2 Haziran’da Konya’da sergi açmak benim gibi detayı çok resim yapan 70 yaşında bir insan için gerçekten zor…’
…Mersin’deki Toros Rotary Kulübü, hocamıza yılın meslek hizmetleri ödülünü verdi… Geçtiğimiz Perşembe günü Hilton Oteli’nde düzenlenen tören hocamızı eminim ki çok duygulandırmıştır… Toros Rotary Kulübü Başkanı Tayfun Yapıcı ve arkadaşlarına yürekten teşekkür ediyorum. Gerçekten mükemmel birini ödüllendirdiniz… Ve eminim ki daha yıllarca Doğan Hocam o güzel eserlerini yapmaya devam edecektir… Çünkü hocamın ruhu çok genç…”
(Sinan Tanyıldız, Doğan Akça’nın Sergileri, Hürriyet Mersin, 4 Şubat 2006)
16 Şubat 2006
Doğan Akça Resim Sergisi
Ankara Beyaz Sanat Galerisi
Bu serginin davetiye arkasında, Özdemir İnce, Ümit Gezgin ve Celâl Soycan’ın yazılarından alıntılar yer alıyor.
Sabah gazetesi de Ankara ekinde “Mersinli Naif Ressamdan Çarpıcı Yapıtlar” adlı yazıyla Beyaz Galeri’deki sergi haberini verirken Doğan Akça’yı şöyle tanıtıyor:
“Sanatçı, naif (safyürek) ressamlar içinde farklı ve özgün yaklaşımı ile tanınıyor. Akça resimlerini, kentin sokaklarında, parklarında, tarlalarında sürekli seyir halinde yapıyor. Anadolu insanının yaşam biçimlerini, usta fırçasıyla tuvale yansıtan Doğan Akça’nın tabloları ilgiyle izleniyor…
Mersinli naif ressam Doğan Akça, son dönem yapıtlarını Ankara, Beyaz Sanat Galerisi’nde sergiliyor.” (Sabah Ankara, 22 Şubat 2006)
Ankara’dan sonra yine İstanbul… Bu sergi, ustası Nuri Abaç’la bir ortak sergidir… Yani, galeri mekânında birliktedirler.
11 – 31 Mart 2006
Doğan Akça Resim Sergisi
Bakraç Sanat Galerisi – Kozyatağı – İstanbul
Ardından da Ankara Sanat Fuarına katılır.
10 – 16 Nisan 2006
ankart – Gültekin Serbest, Doğan Akça, Funda İyce Resim Sergisi
VI. Ankara Sanat Fuarı – Çağdaş Sanatlar Vakfı
Fuara Altamira Sanat Galerisi olarak, bir karma sergiyle katılır. Davetiyenin arka sayfasından:
“Doğan Akça bu sergide ‘Sokak Resimleri’ adını verdiği bir dizi resimle size merhaba diyor.”
Yine Mersin’de bir sanatçı konuğu ağırlama ve ardından İstanbul basınında çıkan bir yazı:
Mersin’den iki sanatçı dost: Doğan Akça, Celâl Soycan ve Mersin izlenimleri
Beni Mersin’e davet eden kurum, İçel Sanat Kulübü (Derneği) idi. Dernek, 1989 yılında Mersinli sanatçı ve sanatseverler tarafından Mersin’in sanat yaşamına canlılık getirmek üzere kurulmuş.
…. sevgili dostum Doğan Akça’nın çok değerli bir ‘naif’ ressam olduğunu daha önce söylemiş miydim? Akça, Altamira Sanat Dergisi’nin Nisan 2000 tarihli sayısına yazdığı “Naif Resim Üzerine” başlıklı yazısında, “naif” resim konusunda, benim hem içtenlikli hem de çok anlamlı bulduğum şu sözleri yazmış: “Resim yeteneği olan her insan akademik bilgiler alarak, bu bilgileri özümseyerek ve çok çalışarak sevdiği, istediği ekolde başarılı resimler üretebilir. Hatta düşünce resmi bile yapabilir. Ama yüreğinde o çocuğu taşımıyorsa istediği kadar yetenekli olsun, istediği kadar akademik bilgiyle donansın, istediği kadar sanat tarihi incelesin, bir tek naif resim yapamaz.”
Sevgili dostum şair Celâl Soycan’ın hazırladığı bir de “Doğan Akça” kitabı var. Soycan, Akça’nın resmini kuşatıcı bir duyarlıkla temellendirirken, naif resimde her şeyi “görme biçimi”nin belirlediğini dile getirdikten sonra “Doğan Akça’[nın] naif ressamın nerede durup nasıl gördüğünü hepimize anlat[tığını]” söylüyor. Ne kadar haklı! Gerçekten de Akça’nın o albümdeki “naif” resimlerine baktıkça, ressamın “bakış”ının Dünya’yı görsel olarak yeniden nasıl inşa ettiğini görüyorsunuz. Ve bu “bakış”ın Dünya’yı nasıl safyürek bir incelikle kavradığını da… Açıkça söyleyeyim: Eski dostum, ağabeyim Fahir Aksoy’dan sonra “naif” resim deyince, bundan böyle ilk vereceğim ad, tereddütsüz “Doğan Akça” olacak…
…Ne güzel geçti iki gün…
(Hilmi Yavuz, Zaman gazetesi, 14 Haziran 2006)
Bu arada, galericilik hünerini ilk yola çıktığı yer olan Mersin Ticaret ve Sanayi Odası çatısı altında, kurumun toplantı salonları arasındaki geniş mekânı bir sanat galerisi olarak düzenlemekte yeniden göstermiştir. İlk sergi de kendi sergisidir.
30 Eylül – 20 Ekim 2006
Doğan Akça Resim Sergisi – Uluslararası V. Mersin Müzik Festivali nedeniyle
Mersin Ticaret ve Sanayi Odası Sanat Galerisi
…………………..
16 Aralık 2006 – 4 Ocak 2007
Doğan Akça- Sema Çulam Resim Sergisi,
Palet Sanat Galerisi – Caddebostan – İstanbul

KİTABIN DEVAMI İÇİN BU SATIRI TIKLAYINIZ

Biyografik Bilgi

scroll to top