Akdeniz kıyılarının tarihi haritalarını araştırmakta olan dostum Nihat Taner İngiltere’de bulunan bir dizi haritayı Deniz Ticaret Odası’nın yardımıyla sanal ortamda Türkiye’ye getirdi. Haritaları sergilenmek üzere bastırttı. Bu 43 harita İngiliz kaptan (sonradan tümamiral) Sir Francis Beaufort tarafından 181 1-1812 döneminde çizilmiş. Beaufort bu bölgede görevli olduğu sırada bir yandan görevi gereği titizlikle harita çizerken, bir yandan da Türkiye’nin Akdeniz kıyıları hakkında çok önemli notlar tutmuş. Beaufort’un bu notları 1817 yılında Londra’da “Karamanya: Küçük Asya’nın Güney Kıyıları ve Antik Kalıntıların Kısa Bir Tanıtımı” adıyla yayınlanmış. Eser 2002 yılında Ali Neyzi ve Doğan Türker tarafından dilimize kazandırılarak, Suna-İnan Kıraç Akdeniz Medeniyetleri Araştırma Enstitüsü tarafından bastırıldı. Nihat Taner’in önerisiyle okuma fırsatı bulduğum bu kitap deyim yerindeyse, bize bizi anlatıyor. Kitabın orijinali internette (googlebook) aşağıdaki adreste görülebilir: http://books.google.com.tr/books?id=6c4GAAAAQAAJ&printsec=frontcover&hl=tr#v=onepage&g&f=false
Mezhep savaşları sırasında Fransa’dan İrlanda’ya göçen bir ailenin çocuğu olan Beaufort (1 774-1857) İngiliz denizcilik tarihinde iyi tanınan bir isim. Rüzgar şiddeti için kullanılan Beaufort ölçeğinin de isim babası. 181 1 yılında İngiliz Donanma Bakanlığı Beaufort’a Anadolu’nun güney kıyılarının haritasını çizme görevini vermiş. Frederikssteen gemisi ile İzmirle gelip gerekli izinleri alan Beaufort da 181 1-12 döneminde Anadolu’nun Akdeniz kıyıları üzerinde ayrıntılı bir çalışma yapmış. Hem haritalar çizmiş hem de bölgenin o güne kadar yapılmış en önemli arkeolojik taramasını gerçekleştirmiş. Beaufort l un notlarından o dönem siyasi ve sosyal yaşamı hakkında da bilgi alabiliyoruz. Mesela, Beaufort Antalya isyanını, bölgedeki korsanlık olaylarını ve son günlerini yaşayan miri sistemi hayli ayrıntılı biçimde anlatıyor.
Beaufort’un notları batıda Muğla ilinin en doğu noktası olan Yediburun (Antik dönem Cragus dağı) ve Eşen çayından başlayıp, doğuda Adana ilinin Yumurtalık ilçesinde (Ayaş, Aegeae) biten bir yolculuğa ait. Bu bölge (Hatay ili hariç), ülkemizin Akdeniz kıyılarının tamama yakın bölümünü kapsıyor. Yaklaşık olarak aynı enlem üzerinde yer alan araştırma bölgesinin batı ve doğu uçları arasındaki boylam farkı 6 derece 43 dakika dolaylarında. Beaufort ayrıca görev bölgesinin batısında kalan Bodrum ve çevresini de incelemiş.
Beaufort’un kitabında bölgeye verdiği isim olan Karamanya anlaşıldığı kadarıyla, o dönemde Batılı denizcilerin Anadolu’nun Akdeniz kıyıları için kullandığı isimmiş. Ancak Beaufort bu ismin yöre halkı tarafından kullanılmadığının da altını çiziyor. İsmin nasıl olup da Batılı denizciler tarafından yaygın olarak kullanıldığına dair bir kaynak bulamadım. Ama bu ismin Karamanoğlu Beyliğinden kalan bir yadigar olduğuna hiç şüphe yok. Aslında Karaman, Mut ve Ermenek yöresinde kurulmuş olan Karamanoğlu Beyliği 14. yüzyıl içinde güneydeki toprakları eline geçirerek deniz kıyısına kadar inmiş ve yaklaşık olarak Dağlık Klikya (Cilicia Trachera) bölgesine hakim olmuştu. Ancak Akdeniz kıyılarının tek hakimi değildi. Bu bölgede batı komşusu Teke Beyliği, doğu komşusu ise Ramazanoğlu Beyliğiydi. Buna rağmen en güçlü beylikti ve daha da önemlisi Batılılar’la, özellikle de Osmanlılarla karşı ittifak antlaşması yaptığı Venediklilerle, yoğun ilişkilere sahipti. Karamanoğlu Beyliği’ne Fatih Sultan Mehmet’in vezirlerinden Gedik Ahmet Paşa son verdi. Gerçi son bey olan Kasım Bey Cem Sultan ile iş birliği yaparak Silifke civarında bir dönem daha ayakta kalmayı başardıysa da, Cem Sultan’ın kaçışından sonra, 1483’te Osmanlı İmparatorluğu’na bağlanmağa razı oldu.
Beaufort araştırmalarına 1811 yılı Temmuz’unda Yediburun’da başlamış. Notlarını da batıdan doğuya doğru yolculuk ederken, 13 ana bölüm halinde derlemiş. Bölümler kronolojik bir sıra izliyor. Ancak 1811 sonlarında gemi kısa süreliğine Antalya Körfezi’nden Malta’ya döndüğünden, dördüncü ve beşinci bölümler coğrafi bir sıra izlemiyor. Bölümler (orijinal metindeki başlıklarla) kısaca şöyle:
Birinci bölüm “Patara-Kastelorizo” başlığını taşıyor. Kaşı Kalkan ve Meis Adası’ndaki çalışmaların anlatıldığı bölümde en büyük ağırlık Patara’ya verilmiş durumda. Beaufort ayrıca, köylülerden başka ören yerleri olduğunu da öğrenmiş ve bu örenlerin Ksantos’a ait olabileceğini tahmin etmiş.
“Kakova-Myra-Phineka’l başlığını taşıyan ikinci bölümde Finike, Demre ve Aziz Nikola hakkında verilen bilgiler dikkati çekmekte; Fakat Noel Baba’dan bahis yok. “Cape and Island of Khelidonia-Deliktash” başlıklı üçüncü bölüm ise Antalya Körfezinin güney batı ucuna ait. Beaufort antik çağın Olimpos (Çıralı) Daği ile ilgilenmiş ve bir kılavuz eşliğinde “Yanar” adı verilen ve sürekli ateş yanan küçük bir krater bacasını da inceleme fırsatı bulmuş. Bu bacada çobanların yemek pişirdiklerini anlatıyor.
“Phaselis-Makry-Cnidus” başlıklı dördüncü bölüm yolculuğun aksadığı döneme ait. Fazelis örenlerini gezip, bir Ay tutulmasını izlemeğe hazırlanan Beaufort sahilde Antalya Paşası (vali olmalı) ile karşıtları arasında küçük çaplı bir savaş izlemiş. Önce tarafsız kalmağa çalışmış. Ancak daha sonra Antalya Paşası’nın isyancıları öldürmek üzere olduğunu görüp, isyancıları kurtarmış ve geri dönüp isyancıları karaya çıkarmış. Bu bölümde Beaufort Fethiye (Makri) Limanı’nın canlı bir liman olduğunu, Mısır’a gidenlerin de bu limanı kullandıklarını anlatıyor. “Kos-Boodroom” başlıklı beşinci bölüm dönüş yolculuğunda uğranılan Bodrum ve Kos (İstanköy) Adası’na ait. Tahmin edileceği gibi yolculuğun bu bölümünde, antik Halikarnas arayışı önemli damgasını vurmuş. Ne var ki Halilkarnas’tan bir iz bulamamak düş kırıklığına yol açmış. Beaufort daha sonra kış geçirmek için Malta’ya gitmiş.
“Adalia” başlıklı altıncı bölümde Antalya’nın (Adalia) yeni paşası ile ilişkiler ve karşılıklı hediyeler konusundan bahseden Beaufort, Antalya sur içini de gezmek istemiş. Ama yerel yetkililer bu isteği soğuk karşılamışlar. Beaufort ve arkadaşları da uzaktan kenti izlemekle yetinmişler. Beaufort aralarında Yivli Minare’nin de bulunduğu beş cami minaresi saydıklarından söz ediyor. Yedinci bölüm “Laara-Sidell başlığını taşıyor. Beaufort özellikle Side hakkında geniş bir inceleme yapmış. Ayrıca mesleki ilgi ile önce Perslerin ondan 280 yıl sonra da Anibal’in bu yörede yenildiği deniz savaşlarından da söz ediyor.
“Alaya” başlıklı sekizinci bölüm Alanya ile ilgili. Beaufort yerel yöneticilerin teşviki ile bir subay grubunu kaleye gönderdiğini, fakat şehirden geçen subay grubuna sataşmalar olduğunu anlatıyor. Sonunda kaleye çıkan subay grubunun biraz düş kırıklığı yaşadığı anlaşılıyor. Tek ilginç bulgu Selçuklu Sultanı Alaattin Keykubat’a ait bir kitabesinin okunuşu olmuş. Ancak ilginçtir, antik tarih ve özellikle Strabon hakında çok derin bilgisi olan Beaufort’un Keykubat hakkında hiçbir bilgi sahibi olmadığı anlaşılıyor.
“Selinty-Anamour” başlıklı dokuzuncu bölümde daha çok Gaziapaşa-Anamur arasına ilişkin jeolojik bilgiler var. Bu arada sahilden 65 mil uzaktaki Kıbrıs’ın görüldüğü de belirtiliyor. Gazipaşa’daki (Selinti) bazı örenlerden söz eden Beaufort daha sonra o sırada Karadran adıyla anılan bugünkü Anıtlı (Kaledran) köyüne gelerek ilimize girmiş. Beaufort Anamoryum Kalesi’nden de kısaca söz ediyor.
Onuncu bölüm “Anamour CastIe-Chelindreh-Provençal Island” başlığını taşıyor. Ama anlatılanlara göre burada söz konusu edilen Anamur Kalesi gerçekte sahildeki Mamure Kalesi’dir. Bozyazı (Nagidos ve Arsinoe) ve Softa Kalesi’ne yapılan kısa gezilerden sonra Aydıncık Limanı’na (Kilindere) gelen Beaufort bu belde için “küçük ama rahat” tanımlamasını yapıyor. Aydıncık o dönemde İstanbul’dan Kıbrıs’a giden postanın gemiye bindiği yermiş. Ancak Beaufort Aydıncık antik tarihini atlamış gibi görünüyor. Provençal Adası ismiyle kastedilen ise bugünkü Dana Adası (Pithyussa). Adadaki kalıntılar hakkında hayli bilgi veren Beaufort, çok aradığı halde Tisan’daki Afrodisias kalıntılarını bulamamış. Hatta Taşucu (Holmi) beldesinin yerini de iyi saptayamadığı anlaşılıyor.
“Aghaliman-Selefkeh-Korghos” başlıklı onbirinci bölümde Silifke ve çevresi anlatılıyor. Silifke Kalesi tarihi de özetleniyor. Bu bölümde ayrıca bölgede büyük sorun olan Mora korsanları ile yapılan bir karşılaşmadan da söz ediliyor. Mora korsanları ellerine geçirdikleri insanlara çok kötü muammele eder, ancak esirleri Türk ise mutlaka öldürürlermiş. Bu bölümde en şaşırtıcı olan şey Kızkalesi’ni (Korghos) gezen ve bir hayli ayrıntılı bilgi veren Beaufort’un çok aradığı ve köylülere de sorduğu halde, Strabon’un tarif ettiği Cennet ve Cehennem Obruklarını bulamamış olması. Anlaşılan yetersiz çevirmeninin kurbanı olmuş.
“Ayash-Pompeipolis-Tersoos” başlıklı onikinci bölümde Beaufort gerek Ayaş (Sabaste) ve gerekse Pompeipolis’teki örenleri anlatıyor. Lamas Çayının Dağlık ve Ovalık Klikya’yı ayıran çay olduğunu belirten Beaufort Ayaş’a su taşıyan su kemerlerden ve sahildeki örenlerden (Akkale olmalı) de söz ediyor; ama iç kısımdaki diğer örenlerden habersiz görünüyor. Pompeipolis’in Türkçe ismini de araştırmış. Kesin olarak öğrenememekle birlikte, Pompeipolis’in Türkçe adının Mezitli olabileceğini belirtiyor.
Beaufort’ıun notlarında Mersin hakkında ezber bozan iki şey gördüm. “Küçük bir ırmağın yakınında kıyıdaki bir kaç kulübeye yerlilerin Mersyn adını verdikleri yere geldik” yazıyor. Bu cümle Mersin’in Adana Vilayet salnamelerine göre çok daha geç dönemde kurulduğu yönündeki bilgi ile çelişiyor. (Gördüğüm kadarıyla Sayın Semihi Vural’ın “Huğ’dan Gökdelene” adlı kitabı Mersin kuruluşu için Karamanya’yı referans alan tek kitap.(*)) Öte yandan Beaufort orjinal metinde “Mersyn” yazmış ki bu da Mersin’in ilk adının Mersina olduğu yönündeki inanış ile çelişmekte. Beaufort Antik dönemde bölgede iki adet Zephyrion kenti olduğunu da belirtiyor. Ama bu kentler için Mersin’i aday göstermiyor.
Karaduvar (Ankhiale) ve Kazanlı’yı da gezen Beaufort Tarsus’a da bir ekip göndermiş, fakat ekip Tarsus’u rahatça gezme imkanı bulamamış. Bununla birlikte bir kapıdan (Kleopatra Kapısı olmalı), Sarpedon’un mezarı saydığı bir höyükten (Gözlükule olmalı), Berdan Irmağından ve saygın görünüşlü bir camiden (Ulucami olmalı) söz ediyor. Berdan ve Seyhan ırmaklarının aynı noktaya dökülmüş oluşuna da şaşırdığını belirtiyor. Yalnız Üçüncü Haçlı seferi sırasında Alman imparatoru Frederich Barbarossa’nın boğulduğu ırmak olarak Göksu’yu değil de Berdan’ı belirtmesi önemli bir bilgi hatası.
“Karatash-Ayas” başlıklı son bölümde tarihi örenlerden ziyade doğadan (kuşlar böcekler vb.) söz ediliyor. Yumurtalık (Ayaş, Aegeae) civarında karaya çıkan ekibe “gavur defol” diye bağıran bir grubun saldırdığı anlatılıyor. Ateş teatisi sonunda Beaufort yaralanırken, asteğmeni Olphert de ölmüş. Böylelikle geminin görevi biterken, bir de kayıp verilmiş. Beaufort da tedavi olmak için Malta’ya götürülmüş.
Kitapta dikkatimi en çok Türk ismi çekti. Bizim tarihçiler Osmanlı demeyi tercih ederken, Beaufort gerek devlet ve gerekse halk için Türk ismini yeğliyor. Beaufort büyük bir sömürge imparatorluğunun mağrur kaptanı olarak, Avrupalı olmayan toplumları küçük görme eğiliminde. Üstelik saldırıya uğrayıp yaralandığı da göz önüne alınırsal bu eğilimini yazılarında görmemek mümkün değil. Yer yer cahil ve ilkel gibi tanımlamalar yapıyor; ama öte yandan, bir iki yerde de Türkler’in cömertliği ve konukseverliğinden övgü ile söz ediyor. O koşullar içinde, oldukça tarafsız bir gözlemci sayılabilir.
İçel Sanat Kulübü Aylık Bülteni Ocak-Şubat 2014 tarihli 201. Sayısından alınmıştır.