SOLİ’NİN ÜNLÜLERİ 2 :KHRYSİPPOS – REMZİ YAĞCI (1)
Strabon’un Soli’nin ünlü yerlileri arasında saydığı ve Tarsos’tan göç ettiğini belirttiği (XIV V. 8) Khrysippos Stoacı bir filozoftur. Khrysippos, Solili Appollonios’un oğludur. İ.Ö. 260′ larda Atina’ya gitmiş ve orada ilk olarak Platon’un Akademia’ sının başına geçen Arkesilaos’un (İ.Ö. 315-240) konferanslarını izlemiştir. Arkesilaos’tan ve Lakydes’ ten aldığı mantık ve diyalektik dersleri sonradan onun Kuşkuculuk (Scepticism) Felsefe Akımına ve Orta Akademia’ya karşı savaşımında etkili olmuştur. Khrysippos daha sonra Zenon ve Kleanthes’in Stoacı felsefesine yönelmiş ve bütün yaşamını bu düşünce dizgesinin oluşumuna ve gelişimine adamıştır. Stoa Poikile Akademi’sinin (1) kurucusu Kıbrıslı Zenon’dan sonra okulun başına geçenikinci adam Assoslu Kleanthes’in hem öğrencisi hem de ardılı olmuştur. (İ.Ö. 232) ve ölene değin bu Akademi’nin yöneticiliğini sürdürmüştür. Öğrencileri arasında, Tarsuslu Zenon, Babilli Diogenes, Tarsuslu Antiapter bulunmaktadır. Stoa okulunun başına geçtikten sonra kendisini konferanslara ve yazmaya vermiştir. Bir Solili olarak Khrysippos’un Grekçe’sinin bozuk (soloikizein) (2) olması hoş görülebilir. Bağlı olduğu Stoacı felsefeye ilişkin sayısız eserler vermiş ve Platon’un Akademia’sının saldırılarına karşı okulunu başarıyla savunmuştur. Bu başarısı nedeniyle Stoacılık onun adıyla adeta bütünleşmiştir. Laerteli Diogenes (D.L.7.183); Khrysippos’suz bir Stoa düşünülemeyeceğini belirtmektedir. Khrysippos, hiçbir zaman politikaya girmemiş ve Hellen krallarıyla ilişki kurmaktan da özellikle kaçınmıştır. Bir filozof olarak, her zaman yoksul bir yaşam sürmeyi yeğlemiştir. Yazım konusunda olağanüstü yetenekli ve üretkendir. Bu konuda o denli verimlidir ki, 500 satırdan az yazdığı günler enderdir. Diogenes’e göre; toplam 705 kitabı ve ek olarak bunların bölüm başlıklarına ilişkin bir katalogu vardır.
Khrysippos, özellikle mantık, bilgi kuramı ve fizik üzerine yazmıştır. Yalnız mantıkla ilgili olan 300 kitabının yaklaşık 119 bölüm başlığı vardır. Etikle ilgili olanlar 42 bölüm sonra kesintiye uğramış; fizikle ilgili olanlar ise yok olmuştur. İlk iki yüz yıl boyunca tezleri okunmuş, tartışılmış ve üzerinde yorumlar getirilmiştir. Stoacılığın duayeni olarak Khrysippos, bu statüsü nedeniyle Plutarch ve Galen gibi polemisistlerin başlıca hedefi olmuştur. Onlar eleştirilerine kanıt göstermek üzere Khrysippos’un yazdığı yüzlerce pasajı alıntı yapmışlardır. Ancak bütünü oluşturan kaynak birkaç parça dışında ne yazık ki korunamamıştır (DL. 189-202) ve çoğunluğu ikinci eldendir. Cicero, Plutarch, Seneca, Galen ve Aulus Gellius’un eserlerinde Khrysippos’tan alıntılar vardır.(3)
Khrysippos, antik çağda dahi bir mantıkçı olarak görülmektedir. Aristoteles’in (İ.Ö.384-322) kategoriyel tasım (Syllogismos)’ına karşı çıkarak Stoacı mantığın temellerini oluşturmuştur. Böylece Stoacı mantık, büyük ölçüde Khrysippos’a mal olmuştur. Mantık kavramı başlıca ikiye ayrılır: Diyalektik ve retorik. Diyalektik karmaşık bir alandır. Platoncu ve Aristotelesci geleneksel izler taşır ancak aynı zamanda biçimsel mantığı da kapsamaktadır. Khrysippos’ un, diyalektik kavramı, Aristoteles’ten ayrılıp Platon’a yaklaşırken bir bilim ve şeylerin gerçek doğasını konu alan bir disiplin olarak görülen diyalektiğin karşısına pratik bir disiplin olarak dil ve akıl yürütmenin görünümü olan retoriği geçirmiştir. Stoacılara göre: İnsan zihni doğuşta bir tabula tasadır, yani doldurulmaya hazır boş bir sayfa (levha) gibidir. Bu sayfaya yazılan ilk işaret, bir duyu-algısıdır. O halde doğuştan oluşturma kapasitesi olan zihnin gerçekleşmesi için dış dünyaya gereksinimi vardır. İzlenimlerinden hareketle genel fikirler kavramlar ve tümel yargılarla dış dünyayı algılayabilen zihin evrensel akıl (logos) ile özdeştir, ve böylece dünyayı deneysel olarak kavrayabilmektedir. Ancak akılla anlaşılabilir gerçeklik, ayrı bir idealar dünyasında değil maddesel bir dünyanın içindedir.
Stoacılar genelde dünyanın Tanrının kendisi ya da onun ruhunun bir görüntüsü olduğunu öne sürmüşlerdir. Bu ruhun en üstün taraflarını akıl ve mantık oluşturmaktadır. Bunlar şeylerin ortak doğasında vardır ve bir bütünün ya da bu bütünün her parçasının oluşumunda salt yer almaktadırlar. Bu ögeler, Tanrıdan doğarlar ve yine ona dönerler. Khrysippos, Tanrıdan kimi zaman kaderin ve gerekli olaylar zincirinin gücü olarak; kimi zaman da ateş olarak söz etmektedir. Bazen, örneğin su ve hava gibi doğanın akıcı şeyleri ya da güneş, ay, yıldızlar ve bir bütün olarak evreni Tanrı kimliğiyle özdeşleştirip kutsallaştırmıştır.
Laerteli Diogenes; okulun kurucusu Zenon ve ondan sonra gelen Kleanthes ve Khrysippos’un evrensel akıl (logos) ile ilgili düşüncelerini şöyle aktarmaktadır:
Zenon’un “İnsan Doğası Üzerine” adlı denemesinde ve de tıpkı Poseidonos’la, “Amaçlar Üzerine” başlıklı eserinde Hekato’nun yaptığı gibi, “Haz Üzerine” adlı denemesinde Kleanthes’in, insan yaşamının nihai amacını, erdemin doğanın bizi kendisine doğru yönelttiği hedef olduğu yerde, erdemli bir hayatla aynı şey olan “doğaya uygun yaşam” diye gösteren ilk kimseler olmasının nedeni budur. Yine, erdemli bir biçimde yaşamak, Khrysippos’un “De Finibus” adlı eserinin birinci kitabında söylediği gibi, erdemli yaşama doğanın fiili akışına ilişkin deneyimine uygun yaşamaya eşdeğerdir; çünkü bireysel doğalarımız bütün evrenin doğasının parçalarıdır. Amacın, doğaya ya da başka bir deyişle, evrenin doğasına olduğu kadar kendi doğamıza uygun yaşam; yani her şeye ortak olan yasa, varolan her şeye yayılmış doğru akıl tarafından yasaklanan her eylemden sakındığımız bir hayat olarak tanımlanabilmesinin nedeni budur.
A. Cevizci, İlkçağ Felsefesi Tarihi, Bursa, Asa yay. (2000): 235 vd.
Buna göre; Stoacılar insanın beden ve ruhtan oluştuğunu, beden öldüğünde ruhun da onunla birlikte yok olup gittiğini ya da ana kaynağına geri döndüğünü öne sürerler. Ruh, bedende ateşten bir kıvılcım gibidir. İnsan, evrensel akıl-/ogos (=Tanrı) dan bir pay almıştır. Kavramsal düşünme gücüyle, rasyonel bir varlık haline gelir ve evreni bilme düzeyi artar. Böylece anlayıp, bildiği doğada eğer onun değişmez yasalarına bağlı kalırsa hem bilgeliği hem de özgürlüğünü kazanabilir. Bu nedenle insan kendisinden pay aldığı logosa uygun yaşamalıdır. Bu durumda Stoacı etiğe göre mutlak iyi ve gerekli olan tek bir şey vardır: Erdem. Erdemsizlik ise tek kötü şeydir. Bu ikisi arasındaki istek ve nefret konusu olabilecek, haz-acı; sağlık-hastalık; güzellik-çirkinlik; varsıllık-yoksulluk vb. ahlaken kayıtsız (apathia) kalınmalıdır.
Khrysippos’ un erdemin birliği öğretisi, diğer Stoacılar arasında ona özgüdür. Erdem, insanoğlunda doğal olarak bulunmamaktadır. Khrysippos’a göre erdem sonradan yaşam deneyimi ve eğitim aracılığıyla kazanılmaktadır ve yalnızca olgun bir kişi tarafından elde edilmektedir. Bu insan iyi ile kötüyü ayırt edebilecek ve böylece hatalı düşünce ve yanlış yargılamadan kaçınacaktır. Çünkü bilinçsizce davranmak ve bilgisiz olmak erdem değildir. Bu durumda erdem tektir. Kişi ya erdemlidir ya da değildir. Ortası yoktur. İnsanları yalnızca erdem mutluluğa ulaştırır. Kişinin erdemli yaşaması kendisini gerçekleştirmesi anlamına gelmektedir. Bunu yapabilmesi ancak kendisini düzene sokmasına bağlıdır.
Russell; Khrysippos’un beşeriyetin hemfikir olduğu bazı ilke ve düşünceleri kullanmasına karşın başlıca deneysel ve algılamaya dayalı titiz bir bilgi kuramı oluşturduğu belirtmektedir.
Khrysippos, yaşamının önemli bir kısmını felsefe ile ilgili tartışmalarda cüretkarlığa dayanan bir öz güven sergilemiştir. En sık sarf ettiği önerme: “Bana öğretilerini söyle, sana onları destekleyen savlar bulayım” dır. Önemli bir kişinin oğlunun eğitimi için kimi salık vereceği sorulduğunda: “Kendimi; eğer benden üstün bir filozof varsa onun öğrencisi olurum” diye yanıt vermiştir. Khrysippos mevki ve unvanları her zaman küçümsemiştir. Diğer filozofların yaptığının tersine, eserlerini hiçbir zaman prenslere ya da önemli kişilere adamamıştır. Hoşgörülü olması yüzünden özellikle Akademililer ve Epikuroscular arasında birçok düşman edinmiştir. Hatta Stoacı okuldaki arkadaşları bile onun tartışmaların hiddetiyle öne sürdüğü sıradan ve pek akılcı sayılmayan karşı görüşlerinden rahatsız olmuşlardır. Ona hep avantaj sağlayan bu karşı görüşler, gerilimli anlarda aleyhine dönmüştür.
Khrysippos’ un matematiğe önemli bir katkısı vardır: Bir sayısı. Birin daha önce bir sayı olarak düşünülmemesi tuhaf gelebilir ancak gerçekte tek bir nesne tanımlanırken sayısal olarak belirtilmesi gerekmemiştir. Buna karşı n nesneler ölçülürken bir, sayı olarak gereklidir. Khrysippos, birin çoklu sayı olduğunu, bu nedenle de sayı olarak benimsenmesi gerektiğini sürmüştür.
Örgütlü olarak yaklaşık beş yüz yıl sürecek bu felsefe akımı, diğerlerinden daha üst düzeyde bir uluslararası üne kavuşmuştur. Stoacı l düşünce okulunun kurucusu Kıbrıs-Kitionlu Zenon’dur. Solili Aratos’un da hocası olan Zenon, İ.Ö. 314 yılında zamanının sanat ve felsefe başkenti olan Atina’ya gelmiş; İ.Ö. 294 yılında, Stoa Poikile Akademisin i kurmuştur. Kurucusu olması nedeniyle, bu okulun öğretileri artık onun adıyla anılacaktır.
Daha yüksek bir kişiliğe sahip olmak için uğraşan, ahlaka uygun yaşayan ve sade bir yaşam süren Zenon düşüncelerini yaşam biçimine yansıtmıştır. Bu yüzden Atinalı Timon tarafından alaya alınmıştır. Timon, yarı çıplak, hırpani insanlarla çevresi sarılan Zenon için: “İnsanların en aşağılıklarından oluşan bir sefiller yığınını sürükleyip götürürdü” demiştir. Atinalıların Zenon’ a olan saygıları öylesine büyüktür ki, ona kentin anahtarını sunmuşlar, altın bir taç vermişler ve bronzdan bir heykelini dikmişlerdir. Zenon Ölmeden hemen önce okuldan çıkarken düşüp parmağını kırmış ve kerametini anında eliyle toprağa vurarak bir tepki ile göstermiştir: “Geliyorum beni neden çağırıyorsun ki?” Bu sözlerinin ardından soluğu kesilip yaşama veda etmiştir. Zenon, hümanizmi ve kozmopolitizmi ilk öne süren düşünürdür.
Stoacıılık , Fenike-Hellen paganizmi ile Hristiyanlık arasında bir köprü olmuştur. Hristiyanlık ilk düşünsel savunmalarını Stoacılığa karşı yapmış, ancak birçok düşünsel ilkesini de onunla bağdaştırmıştır. Bu anlamda, Stoacılıktaki doğaya boyun eğiş Hristiyanlıkta yerini doğanın yaratıcısı tanrıya boyun eğişe bırakmıştır. Doğaya uygun yaşamak ve bir bütünün parçası olarak insan ruhunun ‘lagos’a uygun yaşaması, insan iradesinin Tanrı’nın iradesine uygun düşmesiyle oluşmaktadır.
Hellenistik-Roma döneminin en uzun süreli okulu olan Stoacılık , tarihsel olarak üç evrede incelenmektedir: Erken (Zenan, Kleanthes, Khrysippos). Orta (Panaetios, Poseidonos) ve Geç Stoa (Seneca, Epiktetus, Marcus Aurellus). Orta Stoa döneminde ahlak felsefesi ağırlık kazanırken: Stoacı görüşlerle Platoncu ve Aristotelescii görüşlerin sentezi yapılmıştır. Geç Stoacı evrede ise Romalı düşünürler ahlak, siyaset felsefesi ile öğretilerin yaşama geçirilmesi ile ilgilenmişlerdir. Geç Stoacı evrede ayrıca. Stoacı öğretileri emperyaiıst Roma düzenine uyarlama dönemidir. Evrensel devlet yerine monarşi ön plana çıkmıştır. Aşağıda Geç Stoacı- Romalı ünlülerin görüşlerinden örnekler verilmiştir:
GEÇ STOACILARIN ROMALI ÜNLÜLERİ: MARCUS AURELIUS ve DİĞERLERİ
Marcus Aurelius (121-180) daha 12 yaşındayken Stoacılığın ilkelerini benimsemiş ve bu ilkelere yaşamı boyunca bağlı kalmıştır. Yüreklilik , serinkanlılık ve sorumluluğu imparator kişiliğinde erdeme dönüştürmüştü. Bu erdemlerini çoğunlukla ordusunun başında ya da lejyonlarının arasında sade bir asker giysisi içinde günlerce konaklayarak birçok kez kanıtlamıştı. Aurelius, imparator kişiliğini Stoacı filozofluğuyl a taçlandırmıştı, XII ciltlik Düşünceler adlı kitabı bunun en büyük kan ıtıdır. (bkz. aşağıdaki pasajlar). Bu kitabını bir Roma İmparatoru olarak ağır sorumluluklar altındayken, dinlenme anlarında yazmıştır. Onun stoacı imparator filozof görünümünü güncel olarak; yönetmenliğini Ridley Scott’un yaptığı Gladiator filminde (Richard Harris), oğlu Commodus’a (Joaquine Phoenix) karşı ordu komutanı Maximus’u (Russel Crowe) veliaht tayin edecekken, bunun bedelini yaşamıyla ödediği sahnede izledik. (4) Aurelius gibi Stoacı Romalılar, insanların uyum ve huzur içinde yaşayabilmesi için, sorumluluklarını bilmesi ve görevlerini yerine getirmesi gerektiği ve bunu erişilmeye değer yüce bir amaç olduğunu her zaman savunmuşlar ve gerektiğinde bunun karşılığını ödemişlerdir.
Marcus Aurelius’tan:
” Dünyada nelerin var olduğunu öğrenmeyi beceremeyen kişi dünyaya yabancıysa orada neler olup bittiğini öğrenmeyi beceremeyen de en az onun kadar yabancıdır. Toplumsal mantıktan kaçan, sürgündür; aklın gözünü kapalı tutan, kördür; başkalarına gereksinim duyan ve yaşam için yararlı her şeyi kendinde taşımayan zavallıdır. Başına gelenlerden ötürü duyduğu öfkeyle ortak yaradılışın mantığını reddeden ve kendini onun dışında tutan kişi, dünya için bir çıbandır; çünkü başına gelen olayı da seni de dünyaya getiren aynı yaradılıştır. Düşünen varlıkların ruhundan kendisininkini ayrı tutan kişi, site için kesilmiş bir kol-bacak gibidir, çünkü 0 ruh tektir. ” IV,29
Yurdum Dünyadır
Tanrılar benim hakkımda ve başıma gelecekler hakkında konuşup hüküm verdilerse iyi etmişler; çünkü hüküm vermeyen Tanrıyı düşünmek bile kolay değil. Peki neden bana kötülük etmeye kapılmış Olsunlar ki? Hem kendileri için hem de baş uğraşıları olan evren için bundan ne gibi bir çıkar sağlayabilirlerdi ki? Özellikle benim hakkımda tartışıp hükme varmadılarsa, her halükarda kamu çıkarı konusunda tartışıp hükme varmışlardır; ve benim başıma gelenler de bunun bir sonucu olduğuna göre, güzel güzel kabullenip hoşnutluğumu belirtmem gerek.
Eğer arlık hiçbir konuda konuşup hüküm vermiyorlarsa-hem de böyle düşünmek kutsal şeylere saygısızlık demek-madem öyle, kurban törenlerini, dualarını, vaazları, bütün o ayinleri, her birimizin, var olan ve yaşamımıza karışmış olan Tanrılara düşüncesinde seslendiğini sandığı o törenleri kaldıralım gitsin- eğer, diyorum ben, bize ilişkin hiçbir konuda konuşup hüküm vermiyorlarsa, benim kendim için düşünüp taşınıp karar vermeye pekala hakkım vardır, kendi çıkarımın ne olduğunu ölçüp biçebilirim. İmdi her kişinin çıkarı kendi yaradılışının, kendi naturasının bir sonucudur; benim kendi doğam da usa uygun ve toplumcudur.
Sitem ve yurdum, bir Antoninus (5) olarak, Roma’dır, insan olarak, dünyadır. Dolayısıyla, sitelerin çıkarı, tek servettir benim için. VI, 44 -Pensees (Düşünceler) Fransızcadan çeviren: Elif Gökteke -cogito 23 Yaz 2000: 106-107
Lucius Anneus Seneca da, Roma’nın ünlü Stoacılarından birisidir. Roma’nın en verimli ve yaratıcı yazarlarından biri ve acımasız imparator Nero’nun hocası olan Seneca tanınmış Stoacıların çoğu gibi intihar ederek yaşamına son vermiştir. Stoacılar egemen düzen tarafından cezalandırılacaklarına intihar etmeyi “hayattan makul bir çıkış olarak” görmüşlerdir. Seneca, İ.S. 65 yılında İmparator Nero’nun buyruğu üzerine damarlarını keserek canına kıymıştır. Spartaküs ayaklanmasının savunucusu Romalı senatör Marcus Porcius Cato Uticensis (İ.Ö. 95-46) de düzene boyun eğmektense canına kıymayı seçenlerdendir.
Yaşamın iniş çıkışlarına çoğu zaman sızlanmadan, serinkanlılıkla katlanmayı savunan Stoacılar, düşkünlüğe yol açan, onur kırıcı, amansız hastalıklar ile kişisel yıkım ve utanç karşısında garip bir biçimde acısız bir ölümü yeğlemişlerdir.
Geç Stoacı etiğin, Roma dünyasında İmparator Marcus Aurelius’un, İmparator Nero’ nun hocası Senaca’nın yanı sıra toplumsal hiyerarşinin her katından başka yandaşları da vardır.
Geç Stoacıların önemli bir temsilcisi de Phrygia-Hierapolisli Epiktetos’tur. Epiktetos Stoacı bir köledir ve bilge kişi olarak kendisine Sokrates ve Diogenes’i örnek almıştır ve tıpkı onlar gibi düşünceleriyle yaşam biçimini örtüştürmüştür. Bir köle için bu etiği yaşama geçirmek hiç de kolay değildir. Epiktetos’ un başına gelenler gerçekten ibret vericidir. Köle Epiktetos, zalim efendisi Epaphrodites ona kızıp kolunu bükmeye başlayınca onu: “Böyle bükmeyi sürdürürseniz kolumu kıracaksınız” diye uyarmış. İyice sinirlenen adam bu kez daha da kuvvetli sıkınca, sonunda Epiktetos’un kolu kırılmış. Bunun üzerine Epiktetos Stoacılığa özgü büyük bir irade gücü ve kayıtsızlıkla efendisine dönerek: “Size kolumun kırılacağını söylememiş miydim” diye sormuş. Bu olguda, insan gücü içerisinde olmayan şeyler doğrudan doğruya iradeye bırakılmış ve o şeylere karşı elden bir şey gelmediği için hiç karşı konulmaksızın bilinçli bir biçimde boyun eğilmiştir. Bu durumdaki insan hayatta yalnızca dramatik bir aktöre benzetilebilir. O aktör, sahnede oynayacağı role, ışığa, dekora etkide bulunamaz. Öyleyse etkide bulunamayacağı şeylere asla karşı koymamalı, sahip olamayacağı şeylere karşı da hırs, kıskançlık gibi duygulardan kendisini arındırmalıdır. Bu olumsuz duyguları ancak iradesiyle aşabilir. Aşamazsa mutsuz olur. Bu duyguların tutsağı olursa bağımsızlığını yitirebilir. Bir anlamda kaderci olan bu düşünce dizgesine göre; bağımsızlığa giden yol bilgelikten geçmektedir. İnsan kendisini iradesiyle bu olumsuz duygulardan kurtulup isteksizliğe (apathia)’a ulaşabilirse bilge insana özgü huzura ve mutluluğa kavuşabilir. Epiktetos bilgeliği şu sözlerle özetlemektedir: “Kendini sakın ve dayan”. Ancak Geç Stoacılıkta istenmeğe değer amaçlar da vardır ve bunlar için özel çaba harcanmalıdır. Örneğin evlilik, devlet ve toplum. Oysa Stoacılığın temellerini atan Zenon ile Khyrsippos, devletlerin, ailelerin, tapınakların ve paranın bulunmadığı ; evrensel kardeşliği ilke edinen bir toplum düzeni tasarlamışlardı. Onlara göre, dünya toplumu eşitlik ve evrensel kardeşlik ilkesine dayanmalıydı.
Stoacılar toplum yaşamıyla ilgili olarak iki ilkeyi öne çıkarmışlardır: Adalet ve insan sevgisi. Bu ilkeler, öne sürüldükleri zamana göre köktenci ve ilerici sayılabilir. Çünkü yalnızca özgür insanları değil daha önce barbar sayılan halkları, köleleri de içerisine alıyordu. Stoacılık eşitlikçi ve insanca yaşamayı ön görüyordu. Örneğin Roma’ya başkaldıran Spartakus ve onu savunan Senatör Cato’nun eylemleri, düşünce olarak Roma döneminde Stoacılığın gerçek yaşama yansımalarıydı. Bunlar, o dönemdeki toplum yapısındaki değişiklikler ve siyasi gelişmeleriyle ilişkiliydi. Stoacılar, Roma Devletler Hukukunu da etkilemeyi başarmışlardır. İnsancıllık (humanizm), evrensel kardeşlik, dünya yurttaşlığı ülküsü (kozmopolitism) düşünceleri onların eseridir. Bu düşüncelerini gerçekçi bir biçimde savunmuşlardır.
Khyrsippos’un ölüm nedenine ilişkin çeşitli söylentiler vardır: Kimilerine göre 80 yaşına doğru; aşın şarap içmekten ; kimilerine göre de incir yiyen bir eşeği görüp, kahkahadan katılarak ölmüştür.
Khrysippos’u öven eski deyişlerden örnek vermek gerekirse:
“O başlı başına bir bilgedir. Diğerleri ancak onun gölgesi olabilir. ”
“Eğer Khrysippos olmasaydı, Stoacılık da olmazdı”
“Tanrılar diyalektik yapsaydı, Khyrsippos’unkinden farklı olmazdı.”
Batı kültürünün temeli olan Grek ve Latin edebiyatının okutulduğu okullarda, uygulamada klasik eğitime kök salmış Stoacı etkinin olması olağandır. Oxford College’ların Stoa Poikile Akademi benzeri stoalı mimarisinde, kuşaklar boyu klasik eğitim gören soğukluğuyla ünlü İngilizler erkekler, Stoacı okullarda öğrenim görenlerin günümüze yansıyan tipik karakterleri sayılabilir.
Stoacı okulun sistematik karakterini borçlu olduğu Solili Khrysippos’un düşüncelerinin, yaşam felsefesi açısından, günümüzde örnek alınması gereken önemli ayrıntıları var…
• Yrd. Doç. Dr. Remzi Yağcı, Mersin Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi. (Prof. Remzi Yağcı – Dokuz Eylül Ünv. 2016 itibariyle)
(1) Stoacılık, Yunanca sütunlu giriş (portique) anlamındaki stoa sözcüğünden gelmektedir. Poekile ise boyalı (resimlerle kaplı) anlamındadır. Stoacılığın kurucusu Zenon, derslerini resimlerle kaplı bir sütunlu girişte veriyordu. Bu nedenle okula kurulduğu yerin (Stoa Poikile) adı verildi. Otuzlar tiranlığında bin dört yüz yurttaşın kıyıma uğratıldığı bu sütunlu giriş arındırılmak amacıyla Polygnotes tarafından resimlerle süslenmişti.
(2) Soloikismos— gramere aykırı konuşmak. (Örn: Öne geçmek yerine; ileri doğru ilerlemek) Diogenes Laertios’a (Solon 1, 51) göre: Yasalar’ın yazarı Solon, Kilikia’dayken orada kendi adını verdiği bir kent kurdu (Soloni) Ve buraya birkaç Atinalıyı yerleştirdi. Bunlar (soloikızein) zamanla dili bozdular. Genel olarak yapısal ve sözdizimsel dil yanlışı olarak tanımlanabilecek bir gramer terimi olan “soloikismos”batı dillerine geçerek günümüze ulaşmıştır. Bu terimin kaynağı Yunancayı bozuk-çarpık konuşan Soli halkıdır.
(3) Khrysippos da uzun alıntılar yapmayı sevmekteydi. Örn. yapıtlarından birinde , Euripides’in Medea’ sını neredeyse tümüyle alıntılamıştır.
(4) İ.S.180’de Tuna’da olasılıkla vebadan öldüğü de söylenir.
(5) Antoninuslar: İ. S. 96-192 arasında egemen olan yedi Roma imparatoruna (Nerva, Traianuş, Hadrianus, Antoninus, Marcus Aurelius, Verus, Commodus) verilen ad.
İçel Sanat Kulübü Aylık Bülteni 108. Sayısından alınmıştır.