… Limonlu’dan yolumuz kuzeye dönüp, Taşeli platosunun virajlı yollarından ilerledikçe gezicilerde zaman ve yer kavramı azalmaya başladı. Ardıçlı, fundalıklı tepeciklerin arasında, inişli çıkışlı yollardan epeyi gidildi. Yakınımdakilerin; “Karaman’a vardık, Toros’u geçtik herhalde,” deyişlerinden, yolun tekdüzeliği ve onlara verdiği uzaklık anlaşılıyordu. Halbuki, denizden 700 m. yüksekte ve 40-50 km. uzaktaydık ancak.
Nihayet düzlükte bir köye vardık. Adı yazılı değildi. Kızılgeçit’in bir mahallesiymiş. İlgimi çekti; o gün içinden geçtiğimiz bir düzine köylerin bir tanesinin dışında, hiçbirisinin, adını belirtir bir levha yoktu. Bir köylünün yanlış yol tarif etmesiyle; Dr. Ful Hanımın, “Köylüye yol sorulmaz” prensibine gülüşerekten geriye döndük. Gene de köylülere sorarak Kızılgeçit vadisine indik.
Kızılgeçit köyü, denizden yaklaşık 700 m. yükseklikteki dar bir vadi tabanına kurulmuş. Ortasından Lamas Çayı akıyor. Çayın iki yamacında, iri kavak ve delisöğüt ağaçları var. Yeşil, şirin bir yer. Otobüslerden inen geziciler, köyün kahvehanesinin masa ve sandalyelerini doldurdular. Geriye kalanlar, kıyıdaki büyük ağaçların gölgelerine serildiler. Köyün sakinleri kışın Silifke’de kaldıkları için ve okulların yeni kapanmış olması nedeniyle henüz gelmemişlerdi, köy boştu.
Kulübün gezilerinde şüphesiz birçok sanatçı ve bilim adamı her zaman bulunuyor. Fakat bu kimlikten uzak olup, bu gezilere katılanlara da sanat aşkı bulaşıyor. Bu olumlu davranışı katıldığım her gezide gözlemledim. Ama, küçük bir seramik parçasından bile uygarlık izleri arayan bu sanatseverler, Kızılgeçit köyünde tuvalet bulmakta güçlük çektiler. Neden sonra gereksinimlerini karşılayacak yerleri bulmayı başardılar.
Köyün ortayerindeki, Osmanlı döneminden kalma iki kümbet, ilgiyle izlendi.
Öğleyin, gezicilere alabalık ziyafeti verildi Alı Murat Merzeci ve Ali Aydın arkadaşların pişirdikleri alabalıklar, iştahla yenildi. Yemekten sonra çayın akış yonünde, gidiş-dönüş 6 km den az olmayan bir yürüyüş düzenlendi. Yol üzerindeki, antik Piren-Ura su kanalı ve kaya mezarları görüldü. Bu görkemli vadinin doğal yapısını da, değerli hocamız, jeolog Prof. Dr. Türker Özsayar’dan öğrenme şansını bulduk.
Geriye dönüldüğünde saat 17.00 olmuştu
Yorgunluk çaylarımızı içiyorken, tanıdık bir yüz, sanatsever emekli edebiyat öğretmenimiz Ali Uysal, çıktı geldi. O köyden olduğunu söyleyip, çocukluk anılarını anlattı. Nazım Hikmet’ten şiirler okuttuk, dinledik.
Dönüş yoluna çıkıldı. Kızılgeçit’e, Lamas Çayı’nın batısından gitmiştik. Dönüşü, doğusundan yaptık. Yolda, antik adı bilinmeyen bir kaleyi gezdik. Mersin Üniversitesi öğretim üyesi, Yard. Doç. Dr. Serra Durugönül hocamızdan ve Ali M. Merzeci’den, kalenin erken Roma dönemi yapısı olduğu anlatıldı. Bir de yazıt bulunup, Serra Hocahanım tarafından örneği alındı. Kalede, otobüslere binilmeyip, sandal ormanları içinde güle oynaya düzlüğe inildi.
Otobüslere binilip, Mersin’e yöneldik. Gelirken, bir arabanın lastiklerinin patlaması nedeniyle, kente akşam 21 .00’de gelebildik.
Kızılgeçit, uzaklığına rağmen, görülmeye değer bir yer. Alabalık yemek isteyenlere ve Lamas Çayı’nın görkemli manzarasını görmek isteyenlere, gidip görmelerini öneririm.
KIZILGEÇİT – Turan Ali ÇAĞLAR
