(Adakale/İç Kale) KIZKALESİ
Mersin’e simge olan; Korykos kentinin Akdeniz’den gelebilecek tehlikelere karşı karakol görevini üstlenen ve bugünkü beldeye adını veren “Kız” Kalesi bir deniz kalesidir. Adakale (Deniz Kalesi) kıyıya yerine göre ortalama 400 m uzaklıktaki küçük bir adanın üzerinde yer alır. Burada bulunan bir yazıttan kalenin 1199 yılında I. Leon tarafından yaptırılmış olduğu anlaşılır. Denizin altında, hâlâ izi görülebilen blok taş örme setler eski çağlarda Kara ve deniz kalelerinin birbirine bağlanmış olduğunu göstermektedir.
Antik Çağ yazarlarından Strabon’un sözünü ettiği ve Romalılar Dönemi’nde de korsanların kullandığı Krambusa (Suluada), burasıdır. Adakale’nin ilk yapımı MÖ 52 yılına uzansa da, bugünkü durumu XII.yüzyıl ortalarını yansıtır. KIZKALESİNİN MİMARİSİ konusunda Yaşar Ünlü’nün bir yazısına göz atalım; Kızkalesi’nin yapımında üzerinde yer aldığı adanın ölçüleri ve topografyası (Arazi yüzeyinin ayrıntılı şekli) kalenin mimari şeklini almasında önemli bir faktör oluşturmaktadır.
Sekiz kule ile donatılmış, yüksek sur duvarları ile çokgen bir plana sahip olan kalenin kuzey duvarlarının kıyı sınır çizgisinde, doğu duvarlarının kıyı sınır çizgisinin çok yakın paralelinde olduğu açıkça görülür. Güney ve batı duvarlarının dışında ise daha fazla kayalık alanların bırakıldığı görülmektedir. Doğu, batı ve güney duvarlarında birer kapı mevcut ise de ana giriş kapısı kuzeydeki, karaya bakan yarım daire planlı kule içerisindedir. Kuzey ve batı yönde yer alan kuleler yarım daire veya yuvarlak planlı olup, Akdeniz’e bakan güney yöndeki kuleler kare planlıdır. Doğu sur duvarı üzerinde ise payanda görevi yapmakta olan üçgen bir kule bulunmaktadır.
75 metre uzunluğundaki çokgen planlı kale yapısı Bizans Dönemi’nden kalmadır. Ok yarıkları bulunan 192 metre uzunluğundaki kale bedeni üzerinde sekiz tane, üçgen, dörtgen ve yuvarlak biçimlerde burçlar sıralanır.
Üç katlı ana burç (Bastion) adacığın doğu ucunda yer alır. Güneydoğu köşede yer alan E kulesi çok işlevli bir kule olup, önünde bazı yapılar mevcuttur. Batıdaki sur boyunca uzanan iyi korunmuş bir galeri ile buradan denize açılan bir kapı bulunmaktadır.
Kale içinde su gereksinimi karşılayabilmek için anakaya içerisine oyularak yapılmış altı adet sarnıç bulunmaktadır. Sur duvarlarında yer alan dört yapıdan kuzeyde olan ana giriş kapısıdır. Burada devşirme malzeme kullanılmıştır. Yine zaman zaman moloz taşların kullanıldığı yerler büyük bir olasılıkla Lüzinyanlar Dönemi’ne ait olmalıdır.
Mersin Müzesi tarafından 2001 yılı içerisinde kale içinde yapılan temizlik kazısı sırasında kalenin orta alanında bir yapı kompleksi ortaya çıkarılmıştır. Bu yapı kompleksi içerisinde bir şapel bulunmaktadır. Yapı topluluğu ile ortak plan veren bu şapelin, kalenin avlusunda bulunan diğer şapelden daha eski olduğu anlaşılmıştır. Ayrıca tabanda mozaiklerin yanı sıra opus sectile zemin döşemesi de uygulanmıştır. Çevresindeki odalar orta mekandaki salona açılmaktadır ve kare planlı odaların zemini kuzeye doğru yükselmektedir.
Taban mozaiği üzerinde yuvarlak saç örgüsü içinde beş satır yazı ve alanın batı köşesindeki revak üzerinde de başka bir yazıt bulunmaktadır. Ancak yazıtların sayısı daha fazladır. Kale avlusu içerisinde sarnıçlar ve işlikler de yer almaktadır.
Yaşar Ünlü’nün etraflıca anlattığı bu ŞAPEL (Küçük kilise) 5,80 m x 3,10 m ölçülerindedir. Ana burcun giriş kapısındaki iki kitabeden bugün sadece kapı üstündeki kalmış, diğeri kaybolmuştur. Bu yazıttan kalenin 1199 yılında I. Leon tarafından yaptırılmış olduğu anlaşılır. Mermer kitabeyi J. Barbaro tespit etmişse de 1852 yılında burayı gezen doğu bilimci Viktor Langlois yayınlamıştır. V. Langlois, kalenin eskiden rıhtım olarak da kullanılabilen bir dalgakıranla kıyıya bağlanmış olabileceğini kaydeder. Yine bölgeyi gezenlerden Amiral Beaufort da bu dalgakıranın kıyıdan yaklaşık 100 metre ötesindeki ucunda, eskiden deniz feneri olarak kullanılmış olabilecek, bir kule yıkığından söz eder. Bu silindirik yapı eski BP Mokamp sınır ucunda denizle buluşan noktadadır.
V. ve VI. yüzyıllardan kalma 500’den fazla YAZITtan Korykos’taki iş hayatına ilişkin bir çok öğrenmekteyiz. Bunların arasında şarap ve zeytinyağı ticaretini, tekstil ve giyim atölyeleri, boyahaneler sayılabilir. Yine bu yazıtlarda armatör, liman işçisi, tayfa, yelken tamircisi gibi meslekler de sayılmakta ve yelken yapımında kullanılan keteni satan liman çalışanlarının oluşturduğu bir birlikten bahsedilmektedir.
Yazılı olmayan kültür mirasımız KIZKALESİ PRENSESİ SÖYLENCESİ
Değişik yöresel anlatımları olan, çok bilinen bir öyküdür. Binyıllar önce bölgenin krallarından biri, bir kız çocuğunun olması için tanrıya yalvarır. Sonunda dileği yerine gelir. Sevgili kızı büyüdükçe güzelliği ve iyiliği ile herkesin sevgisini kazanır. Günün birinde kente bir falcı gelir. Saraya kabul edilen falcı istek üzerine kızın geleceğini anlatır: “Kızınızı bir yılan sokacak ve bu yazgıyı kimse değiştiremeyecek”. Bu kehaneti ciddiye alan kral kıyıya yakın adacık üzerine ak taşlardan bir kale yaptırır. Yılan sokması ile öleceği anlatılan kızını korumak için onu buraya adeta hapseder. Aradan günler geçer. Adaya gönderilen yiyecekler arasındaki bir üzüm sepetine gizlenen yılan kızı sokar ve ölümüne neden olur. Yazgı gerçekleşmiştir. Kaderden kaçılamaz…
Söylencenin gerçekle muhtemel ilintisini yöredeki bir lahitte buluyoruz. Kızkalesi’nden Mersin’e yola çıktığınızda birkaç km. sonra yolun deniz tarafında Elaiussa Sebaste antik kentine ulaşılır. Bu antik kentten kitabımızın sonraki bölümlerinde bahsedilecek ama hemen sırası gelmişken buradaki görkemli bir lahitteki yazıların efsane ile örtüştüğünü biraz irdeleyelim.
Anılan anıtmezar yaklaşık altı metre yüksekliğinde bir sur duvarının üzerine oturtulan değişik görünümlü bir lahittir. Talihsiz kız gerçekten yaşamış olmalı ki; geçen zaman içinde adına yaptırılan mezarında da rahat bırakılmamış, lahit kırılarak mezar soyulmuştur.
1960’lı yıllarda Mersin’e gelip Korykos, Elaiussa Sebaste ve çevresindeki nekropolleri araştıran Mahatçek ve ekibi bu mezarın da çizimlerini yapmıştır. Kızkalesi’nin doğu tarafındaki Elaiussa Sebaste antik kentindeki NEKROPOL (Mezarlık) caddesinden söz etmek gerekir. Kentin tepe çizgisi boyunca doğudan batıya uzanan cadde üzerinde muhteşem anıt mezar yapıları sıralanır. Bunların batı ucundaki özellikle dikkat çeker.
İki katlı bu anıtmezarın cephesinde şimdi görülmeyen (Büyük olasılıkla çalınmış) Roma Dönemi’ne tarihlenen bir kabartma vardı. Görgü tanıklarının anlattığına göre bu kabartmada; “Ortada kanatlarını açmış bir kartal, ayaklarının altında bir yılan, kartalın sağ ve solunda birer çocuk olup çocukların birer kolları zincirlidir. Aynı zincir üzerinde birbirine bakan iki aslan vardır. ”
Bu lahit mezarın yazıtı: söylencede adı geçen Kızkalesi Prensesi’ne ait olabileceğini düşündürüyor. Artık biliyoruz ki kral baba, kızı için ayrıca nekropolde kızının “sağlığında” bir anıtmezar yaptırmıştır. Yazıtın çevirisi bir dramı yansıtıyor:
“Hijinos’un oğlu Plütinos, sağlığında Sebaste mezarlığında kızı için bir lahit yaptırdı. Öldükten sonra oraya yalnız kızı gömülecektir. Eğer başka bir kişi gömülürse bu kişinin ailesi maliyeye 600, belediyeye 300 dinar kefaret ödeyecektir.”
Yukarıdaki arkeolojik bulgularla gerçekliği desteklenen Kızkalesi Prensesi Efsanesi “İstanbul Kızkulesi” için de anlatılmaktadır. Bu ilginç öykü İstanbul gibi bir dünya kenti ile ilişkilendirilince insanların oldukça ilgisini çekiyor. Bu söylencenin gerçek bir Kilikya efsanesi olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Buradan bir ders çıkarılmalıdır. Mersinliler kültürel miraslarına sahip çıkmalı, yöre değerlerini ulusal ve uluslararası platformlarda tanıtmalıdırlar. Bu sahiplenmenin tohumları aslında 1990 lı yıllarda atılmıştır. Bölgemizin arkeolojik değerlerinin haklımıza ve ulusal bazda tanıtılması için Uzuncaburç, Kanlıdivane gibi ören yerlerinde başlatılan konserler bu konuda atılan çok yararlı adımlar olmuştur. 2009 yılının Mayıs ayında bu ören yerlerine Kızkalesi de eklenmiş bulunmaktadır.
KIZKALESİ’NDE KONSER
8. Mersin Uluslararası Müzik Festivali etkinlikleri kapsamında Erdemli ilçesine bağlı Kızkalesi beldesinde konser veren piyanist ve besteci Fazıl Say bir konser verdi. MÖ 2. Yüzyılda kendi adına para bastıran Korykos kentinin yaklaşık 2400 yıllık geçmişine bir güzelleme olan bu etkinlik sonrasında Fazıl Say, festival bürosu aracılığıyla yaptığı yazılı açıklamada, “Kızkalesi’nin özel ve farklı bir ses yansıması bulunduğunu, burada her türlü müziğin icra edilebileceğini, tarihi kalıntılar arasında müzik yapmanın ayrı bir heyecan ve zevk verdiğini” belirtti. Bu, dünyada halen üzerinde bir iskan bulunmayan antik bir ada-kalede organize edilen, benzeri bulunmayan bir organizasyondu. Mersin halkının kültür ve sanata son derece duyarlı olduğunu ifade eden Say, Mersin’in Uluslararası Müzik Festivali’nde de önemli mesafe kat ettiğine dikkati çekti.
Say, tarihi kalıntılar arasında müzik yapmanın ayrı bir heyecan ve zevk verdiğini belirttiği açıklamasında, ‘‘Ancak, piyano tekneyle kaleye götürülmeye çalışılırken zor anlar yaşanmış. Bu belki ilerleyen süreçte daha kolay bir hale getirilebilir’‘ ifadesini kullandı.
Festival Yürütme Kurulu Başkanı Faik Burakgazi de, yazılı açıklamada, geçmişte Uzuncaburç, Kanlıdivane gibi tarihi mekanlarda konserler organize edildiğini, bu yıl Kızkalesi ile bunlara bir yenisinin eklediklerini bildirdi.
Adadaki kalenin mekan olarak kullanılmasının festivalin bilinirliği ve tanınırlığının artmasına katkı sunacağını vurgulayan Burakgazi, bunun turizm açısından da son derece önemli olduğunu ifade etti.
Kızkalesi yakınındaki PORTO CALAMİE – NARLIKUYU
Mersin’in 67 km batısında, Silifke’nin 18 km. doğusundadır. Luvi dilinde kıyı, iskele anlamındaki “Kala” kelimesinden yararlanarak Cenevizlilerin Porto Calamie adını verdikleri Narlıkuyu Koyu, Kızkalesi’nin yaklaşık 4 km batısında eski bir demirleme yeridir. Pisa deniz haritasında (1300) Kalykadnos ile Korykos (p. Curco) arasında “p. Canam” ve “p. Calamie” gibi iki liman gösterilir. Bunlar Korasion (Susanoğlu) ve Narlıkuyu’dur.
Narlıkuyu, Korykion Antron (Cennet Cehennem) ve hinterlandındaki Olba’ya giden yol üzerindeki yerleşimler için küçük ve doğal bir limandır. Limanın kuzeybatısında Geç Roma Dönemi’ne ait, mozaikli bir hamam binası kalıntısı vardır. Bu bina IV. yüzyılda, İstanbul Prens Adaları’nda vali olduğu anlaşılan Korykos’’lu Poimenos tarafından yaptırılan bir hamam ve vaftizhane idi. Günümüze kalan hamamın taban mozaiği üzerinde küçük, modern bir müze yapılandırılmıştır. Hamamın taban mozaik tablosunda el ele tutuşmuş üç güzel kız betimlenmiştir. Klasik mitolojide “Üç Güzeller / Gratia / Musse’ler; Zeus ile Uyum Tanrıçası Eurynome’nin kızları Aglaia, Thalia ve Euphrosyna’dır. Sanatsal değeri yüksek taban mozaiği iyi korunmuş durumdadır.
Siyah, beyaz ve sarı taşlarla oluşturulmuş mozaikte Cennetin üç huri kızı olarak bilinen “Kharitler” (Aglaia, Euphrosyna ve Thalia) çıplak olarak kumru ve keklikler arasında dans ederken görülmektedir. Üç kız kardeş Kharites olarak anılır. Bu isim antik Yunanca’ da parlaklık, ışıltı ve güzellik anlamına gelen kharis sözcüğünden türetilmiştir.
Üç güzeller, Sanatın her dalının koruyucusu ve insanlarla tanrıların esin kaynağıdırlar. Mitolojiye göre, Akdeniz’in köpüklerinden doğan Aphrodite burada Kharitler’in katıldığı bir törenle vaftiz edilmiştir.
Bu hamam Aphrodite Hamamı olarak da bilinir. Hamamın suyu Narlıkuyu’nun 2 km kuzeybatısında, Korykon Antron antik kentinde bulunan Cennet obruğundan gelir. Bina girişindeki küçük kitabede; “Ey konuk dost! Bu mucizeli suyu kimin bulduğunu, saklı kaynağını kimin gün ışığına çıkardığını merak ediyorsan, bil ki o, imparatorların dostu ve Kutsal Adalar’ın dürüst yöneticisi Poimenios’tur” ifadesi yer alır.
Burada kastedilen Roma imparatorları Arcadius (378-408) ile Honorius’tur (384-423). Kitabeden, aynı zamanda her iki imparatorla da dost olmuş Poimenos’un imparatorluk içinde önemli bir konumda olduğu anlaşılmaktadır.
Buranın yukarısında, kuzey yamacındaki Cennet Obruğu içinde, dibinden kaynayan bu yeraltı deresi Narlıkuyu koyunda Akdeniz’e kavuşur. Bu koyda denize giren insan, tuzlu ve ılık deniz suyu ile serin tatlı suyun karışımını, vücudunda bir çember halkası tarzında iğnelenme / karıncalanma olarak hisseder.
Antik yazar Strabon bu suyu “Pikron Hidor” (Acı su) olarak tanımlar. Narlukuyu’da, günümüzde şimdi tulumbalı olan bir kuyu vardır. Antik Çağ’da kutsal sayılan Korykon Antron’daki Korykos Mağaralarına gidebilmek için ulaşım deniz yolu ile yapılırdı. Burada karaya çıkan kişiler, önce kutsanmış bir çeşmeden su içerler, ardından hamamda yıkanıp paklanır, sonra inançlarına göre mabetlere gidip tapınırlardı.
Romalı yazar Varron (MÖ 116–27) bu su kaynağını “Nus Çeşmesi” olarak tanımlar. Sudan söz ederken biraz da abartır ve
“Çeşmenin suyu giz doludur, çünkü bu sudan içen insanlar kendilerini daha güzel ve daha akıllı hissederler” der. Narlıkuyu’nun 400 m. kadar batısında küçük teknelerin girebileceği bir koy daha var ve ilginç şekilde buraya halk tarafından “Kızlar Hamamı” adını verilmiştir. Kumluk kıyının ucunda antik bir tekne bağlama anakayası görülmektedir. Kitabın devamına ulaşmak için bu satırı tıklayınız.