NİHAT TANER –
1920 yılının ikinci yarısında Mersin-Tarsus cephesindeki olayları özetleyelim:
Bağlar savaşının ardından işgalci Fransızlar Kuvayı Milliye’nin baskısından korunmak için bir takım yeni önlemler aldılar. Ellerinde bulunan, Mersin’e 13 kilometre mesafedeki Yakaköy sırtlarında ve demiryolu ile şosenin kuzeyindeki Küçük Ziyaret olarak anılan tepeyi tahkim ederek kara ve demiryolunun güvenliğini sağlamaya çalıştılar. Ancak bu konuda başarı sağlayamadılar. Ağustos ayı içinde milli güçler Bağlar’da olduğu gibi bu bölgeye de bir baskın düzenlediler. İlk baskın başarılı olamadı. Kısa süre sonra baskın tekrarlandı ve çetin muharebelerden sonra Küçük Ziyaret tepesi ele geçirildi.
Benzer bir saldırı 10 Ekim’de Fransızların müstahkem bir kale haline getirdiği Eshab-ı Kehf dağına yapılmıştır. Saldırı için Tozkoparan, Demirtaş ve Selçuk müfrezeleri görevlendirilmiştir. Saldırı, tepenin ele geçirilememesine karşın Fransız birliklerini uğraştırmıştır. 22 Ekim 1920 günü Adana’dan hareket eden ve Tarsus’a gelmek isteyen top, makinalı tüfek ve uçakla takviye edilmiş düşman birlikleriyle Kuvayı Milliyeciler Karadirlik mevkiinde çatışmıştır. Çatışmalar Aralık ayında da sürmüştür. Fransız istihkâmlarının bulunduğu Eshab-ı Kehf tepesine Türk birliklerince 15 Aralık 1920 gecesi baskın yapılmıştır. İki gün süren çatışmalar “Üçüncü Eshab-ı Kehf Muharebesi” olarak anılmaktadır.
Üçüncü Eshab-ı Kehf Muharebesi Kurtuluş Savaşında İçel kitabında şöyle anlatılıyor:
Eshab-ı Kehf tepesine yerleşmiş olan düşmanın civar köyleri ve müfrezelerimizi daimi top atışlarıyla taciz etmesin üzerine bu tepeye bir keşif taarruzu yapılması mıntıka komutanlığınca kararlaştırılmış olduğundan aynı gün düşmanın Mersin cephesindeki Emirler istikametine yaptığı taarruzu engellemek maksadıyla müfrezelerimizin 15 Aralık 1920 gecesi bu tepeye bir baskın yapması uygun görülerek Demirtaş, Selçuk, Alsancak ve Çeliktaş müfrezeleri memur edilmişlerdir.
İki gece bir gündüz devam eden bu savaşta müfrezelerimiz tel örgüleri de geçerek düşmanın blokhavzına kadar yanaşmış ve bu arada Alsancak müfrezesinden Korumlu Gök Teslime’nin oğlu Mehmet adındaki kahraman blokhavzı aşmak istemişse de düşman tarafından şehit edilmiştir. İkinci gece, komutanlıkça müfrezelere geri çekilme emri verildiğinden kendi karargâh ve mevzilerine dönmüşlerdir. Bu savaşta 20 kadar şehit ve bir o kadar da yaralı verilmiştir. Bu arada Tozkoparan müfrezesinden “Doktor” diye anılan yedek subay Kilisli Abdullah da şehit olmuştur (1).
Burada belirtilen Korum, Gözne yaylasının bir mahallesidir. Bir diğer belgede, Mersin Halkevi’nin aylık dergisi “İçel”in Mayıs 1939 sayısında Gök Mehmet’in adı verilmeden, kahramanlığı anlatılıyor (2):
Yine Ziyaret dağı cephesinde düşman siperlerine kadar sokulan bir Türk neferini; ayak yalın, başı kabak, belinde bir bağ fişekliği ile sipere tırmanan kahramanı düşman neferleri bileğinden yakalıyorlar. Neferi kurtarmaya gelen arkadaşları ayağından tutuyorlar. İki taraf kendilerine doğru çekiyorlar ve nihayet şehit oluyor. Ertesi gün siper önünde yatan bu kahramanı bu haliyle gören düşman kumandanı “Vatanı için bu haliyle bu şekilde döğüşen bir milletin toprağı istila edilemez” diyerek hayretini ihzardan kendini alamıyor.
Gök Mehmet hakkında detaylı bilgiyi Osman Muzaffer Koçaşoğlu’nun anılarında buluyoruz. Mersin’in Bekirde köyünde doğan Osman Muzaffer Bey Adana Öğretmen Okulunu bitirmiş, Birinci Dünya Savaşına yedek teğmen olarak katılmıştır. Ateşkesi takiben terhis edilmiş ve köyüne dönmüştür. Mersin ve çevresinde düşman işgali başlayınca Milli Mücadeleye katılmıştır.
Osman Muzaffer Beyin Kurtuluş savaşından sonraki yaşamına ilişkin ilginç bir olayı Muammer Tuksavul’dan öğreniyoruz. Muammer Tuksavul Osmanlı’nın son döneminde Avrupa’da yüksek öğrenim görmüş, Cumhuriyet Türkiye’sine kimya mühendisi olarak dönmüştür. 1930-32 yıllarında Pamuk ve Nebati Yağlar A.Ş. Mersin fabrikasının (eski İngiliz çiğit yağı fabrikası) müdürlüğünü yapmıştır. Daha sonra Şeker Şirketine girmiş, Turhal Şeker Fabrikasının kuruluşundaki olağanüstü çabası ve başarısı ile tanınmıştır. Bu nedenle daha sonra fabrikaya adı verilmiştir. Tuksavul’un Mersin ile ilgili anılarında aşağıdaki bölüm yer alıyor (3):
ATATÜRK GELİYOR
Günün birinde, fabrikadan araba ile kente inerken kalabalık işçi grubunun Tarsus – Mersin şosesini, istasyon meydanını süpürdüklerini, kent içindeki bozuk yolları acele kumla doldurup düzeltmeğe çalıştıklarını gördüm. Alışılmamış bu hamaratlığın sebebinin ne olduğu çok geçmeden anlaşıldı: Atatürk Mersin’e geliyormuş.
Bir gün öncesinden kent bayraklarla süslendi. Takı zaferler ku¬ruldu. Ben de fabrikayı donattım. Ertesi gün halk sokaklara döküldü. Atatürk trenle Adana’dan geldi. Alkışlar içinde, «yaşa, var ol» bağırışları arasında hükümet binasına gitti.
Programca geceyi Mersin’de geçirmesi lâzım gelirken, öğleden sonra ansızın trenle Adana’ya döndü… Bütün hazırlıklar boşa gitti. Halk üzüldü. Herkes bu ani değişikliğin neden ileri geldiğini merak ediyordu. Meğer şu olay Atatürk’ün canını sıkmış:
Akşam yemeğine davet edilenlerin listesini sormuş. Vali Beyimiz listeyi vermiş. Bir göz gezdirdikten sonra:
“Bekirde’li Osman ağanın adını görmüyorum. Sağ değil mi o?” diye Valiye çıkışmış. Şaşıran Valiye:
—Hemen adam yollayıp, Bekirde’liyi bulunuz, bana getiriniz, emrini vermiş… “Bekirde” Tarsus’la Mersin arasında, Toros etekle¬rinde bir Türk köyü, halkı yazın yaylada kışın köyde oturuyor.
Bu Bekirde’li Osman Ağa, mütarekeden sonra Fransızların Çukurova ve Mersin’i işgal ettiklerinde, kimseden emir almadan, hiç bir yerden yardım görmeden, Fransızlara kendi ve komşu köylerin uşaklarıyla o yörede ilk kurşunu atıp Kurtuluş Savaşını açan adam. Ben sonraları onunla tanışmıştım. Osman Ağa babayiğit, ağır başlı, tam bir Türk köy ağası idi. Bütün tevazuu içinde asalet, her tutumundan belli oluyordu.
Büyük insan, Atatürk bu! Vatansever bir Türk kahramanını yıllar sonra Mersin’e gelir de, unutur ve onu görmeden hiç eder mi? Ne yapıp yapmışlar, Bekirde’li Osman ağayı süvari jandarmalar çıkararak Mersin’e getirmişlerdi. Atatürk onunla kucaklaşmış, yanına oturtup hatırını sormuş ve gönlünü almıştı. Bundan sonra Valinin elini sıkmadan, Osman ağayı da yanına alarak, istasyona gitmiş, özel trenine binerek Mersin’den uzaklaşmıştı.
Bu, Vali için ağır bir ceza idi! Ancak Mersinliler de, Atatürk’ü ağırlamaktan mahrum kaldıklarından pek üzülmüşlerdi. Çok geçmeden Vali Bey değiştirildi.
***
Osman Muzaffer Bey anılarını küçük defterlere kaydetmiş, vefatından sonra bu belgeler kızı İclal Tan tarafından Başkent Üniversitesi tarih bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Kemal Çelik’e verilmiştir. Sayın Çelik’in derlediği anıların bir bölümü İçel Sanat Kulübü tarafından yayınlanmıştır (4).
Fransız istihkâmlarının bulunduğu Eshab-ı Kehf tepesine Türk birliklerince 15 Aralık 1920 gecesi yapılan hücumu Osman Muzaffer Bey şu şekilde anlatıyor:
Bunun üzerine, müfrezelerin cephesini taarruz mıntıkasını bildirdi. Benim cephe Sucular Köyünün gerisi, Akgedik. Sağımda Veli Haşim, solumda Mulla Kerim’in Müfrezesi. Harekât başladı. Akşam olmadan temas hâsıl oldu. Sabaha kadar oyalama oldu. Sabahtan kat’i taarruz başladı. Düşmanın tel örgüsü kesildi. Fakat dağın tepesine, etrafına iki metre yükseklikte duvar çevirmiş. Hücum emri verdim. Tepenin doğu tarafından, çeteler tırmandı. İlk duvarın üzerine çıkan Gözneli Gök Mehmet. Duvarı çıkar çıkmaz düşman, Mehmed’in kolundan yapışmış. Mehmet geri sıyrılmak istedi ve bağırdı:
-“Arkadaşlar gâvur beni tuttu.”
Bir asker ayağından, düşman kolundan derken Mehmet’in sesi kesildi. Süngülediler ve ölünce ses kesildi. Ama bizi bomba yağmuruna tuttular. Birkaç şehit, yaralı verdik.
Akşam oldu, tepenin her tarafından bir taarruza hazırlanıyorum. Tam ortada bize görünen topun başına gelemiyorlar. Şafakla taarruza geçelim diye hazırlanırken, Veli Haşim’in bölüğünden, Sebilli Duran Çavuş, bir kâğıt getirdi.
-“Nedir?” dedim.
-“Geri çekil emridir” dedi. Kibrit yaktık, okuduk.
-“Sabah olmadan Ulaş’a kadar çekilin.”
Emri alır almaz çekildik. Şehitler oldukları yerde kaldı. Altı şehit verdim. Diğer müfrezelerden de 20’yi geçkin şehit var. Veli Haşim’den bir de subay, Kilisli Abdullah şehit.
Karacadağ’a geldim. Bir gün sonra, Eyüp Çavuş:
-“Gök Teslime geliyor” dedi.
Geldi, selam verdi.
-“Ne düşünüyon Muzaffer Bey, Mehmet şehit oldu ise, vatan sağ olsun” dedi.
-“Siz sağ olun” diyebildim.
-“Mehmet’imin ölüsünü gömdünüz mü, mezarı belli mi?” dedi.
-“Hayır” diyebildik.
Teslime Teyzeyi odaya aldık. Dışarı çıktığım zaman, Teslime Teyze ağlayarak söylüyordu:
-“Öksüz büyüttüm, Şehit Mehmed’im, öksüz yavrularını kime bıraktın?” diye ağıt söylüyordu.
Hemen, bir hayvanla, Teslime Teyze’yi Gözne’ye gönderdim.
***
Biraz sonra, biri arkasında, birinin de elinden tutmuş, genç bir kadın. Sordum:
-“Nerelisin, nereden geliyon, adın ne?”
-“Evrenli’den geliyorum, Akdam’dan Mulla Mahmud’un karısıyım. Adım da Hatice, kocamı sormaya geldim.”
-“Siz sağ olun” dedim. O kadın, bağıra bağıra ağlayarak döndü gitti.
***
İşittiğimiz, ikinci gün, Eshab-ı Kehf Dağı’na gelen Fransız Kumandanı, Gök Mehmed’in cesedini duvar üzerinde görünce, bakmış; Mehmet’in tüfeğinde kayış yerine bir kıl ip, üzerinde bezden bir gömlek, yırtık bir şalvar, ayağında çarık.
Bir de yaptığı harekete bakmış ve demiş ki:
-“Artık bu milletle harp olmaz”.
Ve bu savaştan sonra, bir daha ufak müsademe bile olmadı. On harp oldu Fransızlar ile. Bundan sonra, muahede (anlaşma) olmuş, harp olmamıştır.
***
Gök Mehmet, Milli Kurtuluş Savaşımızın adsız kahramanlarından, o çılgın Türklerden biridir. Mersin Deniz Müzesindeki heykelinin konuklar için ilginç bir uğrak noktası olacağına inanıyoruz.
Kaynakça:
1.Kurtuluş Savaşında İçel, Kurtuluş Savaşında İçel Tarihini Yazma Komitesi. (Türkiye Kuvayi Milliye Mücahit ve Gaziler Cemiyeti Mersin Şubesi Yayınları No. 1). 2. Baskı, İstek Matbaası, Mersin, 2005. s. 257-258.
2.İçel, Aylık Mersin Halkevi Dergisi, Mayıs 1939 (yıl 2, sayı 16), sayfa 5. Şeref Erdoğdu “Mersin Köylerinde Kahramanlık Hatıraları”.
3.Doğudan Batıya ve Sonrası, Muammer Tuksavul. İstanbul, 1981. s. 335-336.
4.Osman Muzaffer Koçaşoğlu’nun Anıları, Doç. Dr. Kemal Çelik. İçel Sanat Kulübü Yayını, Mersin, 2002.