,

MERSÄ°N DEVLET HASTANESÄ° 2/6 –

MERSÄ°N-DEVL.-HAST.-122.jpg

Kitabın baÅŸ tarafına ulaÅŸmak için bu satırı tıklayınız……………………………………………………. 

SAÄžLIKLA Ä°LGÄ°LÄ° Ä°LK BÄ°LGÄ°LER
19. yüzyıl sonralarına kadar Mersin’de bir saÄŸlık kuruluÅŸuna rastlayamıyoruz. Yalnız bir Ermeni doktorla, bir konsoloslukta ayakta tedavi yapılabiliyor. 1900 yıllarında Mersin ve çevresinde inceleme yapan Dr. Shaffer adlı bir hekim, Cilicie isimli eserinde “Mersin’de birçok Avrupalı ile tanıştım ki, bunlar senenin her mevsiminde sıtmadan muzdariptir,” diye yazmış. Kendisinin de Mersin’de kaldığı sürece cibinlikle yattığını ifade etmiÅŸtir. Görülüyor ki, Mersin’de sıtma çok yaygındır, bunun yanında diÄŸer hastalıklar da vardır.
Av. H. Åžinasi Develi araÅŸtırma kitaplarında, 1900 yılına kadar Mersin’de bir Hastane olmadığını yazar.
1891 yılı Belediye kadrosunda keza tabip kadrosu var, fakat doktorluk münhal. 1892 yılında “karantina” hizmeti veren bir kurum ve doktoru vardır. Muhtemelen Fransız KonsolosluÄŸu’na baÄŸlı bir poliklinikte bir Ermeni doktor, hasta muayene edip “ayakta” tedavi etmektedir. Yıl 1893. Bu kiÅŸi o güne ait kentin saÄŸlık bilgilerinde adı geçen Dr. Amedia olmalıdır. Mersin Belediyesi’nin 1892 tarihinde hekimi bulunuyor. Burada salise rütbesinde Dr, Dimitraki Efendi’nin adı geçer.
1896 yılında Kolera Salgını nedeniyle müfettiÅŸ olarak ekibiyle Tarsus’a gelen Dr. Åžerafettin MaÄŸmumi gezi anılarında ÅŸunları anlatır: “Kaymakam Ziya Bey’in kendi gayretleriyle yapılmış bir Gariban Hastanesi var ki, bahçe içinde büyük bir bina ve 50 yatağı var. Bu hastane yörenin ilk ve tek önemli hastanesiydi. Ancak geçici oluÅŸturulmuÅŸ bir saÄŸlık kurumuydu”. Yine bir Ermeni doktor, Dr. Malis Tarsus’ta hasta bakmaktadır.
Çevredeki diğer ilçelerde de durum aynı, yani bir sağlık kurumu yoktur. Silifke göreceli olarak daha iyi durumdadır.
Åžinasi Develi’nin Eski Mersin’de YaÅŸam ve Dünden Bugüne Mersin kitaplarından alıntılar:
1825 yılında, bölgede veba salgını yaÅŸanmıştı. Bu tarihte Kilikya’da seyahat eden Fransız Labord, hastalığın derecesini belirtmek için şöyle yazmıştı.
Tarsus’ta 800 haneli bir köy imamının Ä°brahim PaÅŸa’ya gidip; “Köydekilerin hepsi öldü, tek ben kaldım, anahtarı buyurun PaÅŸa Hazretleri” diyerek, köyün camisinin anahtarını teslim ettiÄŸi anlatılır. Mersin’de tıbbi anlamda ilk hasta kabul ve bakımı 1892 de baÅŸlamıştı. Rus KonsolosluÄŸunda gayrimüslim bir doktorun poliklinik yaptığı biliniyor. Aynı yıllarda liman, yakınından gelen “şüpheli” hastalar sürekli olmasa da Dr. Dominico tarafından izlenmektedir. (Bu bir tür karantina olmalı.) Yine bu yıllarda Mersin Belediyesi’ne baÄŸlı saÄŸlık servisi kurulmuÅŸtur. Ama düzenli bir doktor saÄŸlanamadığından kurumsallaÅŸamamış iÅŸletilememiÅŸtir.
Åžinasi Develi şöyle anlatıyor: “1893 yılında ‘Kolera salgını’ yaÅŸanmıştı; ben bu olayı babamdan dinlemiÅŸtim. Kendisine Mersin’den Tarsus’a giderken; ‘Karantina var gidemezsin’, demiÅŸler. O da Sarıibrahimli Köyü’ndeki akrabalarının yanına gidip, karantinanın kalkmasını beklemiÅŸ.

* Cenap Sahabettin - Yazar, edip (1870-1934) Askeri Tıbbiyeden mezun olmuş, 1903 yılında Avrupa'dan dönünce Mersin'de karantina hekimliği görevinde bulunmuştur.

* Cenap Sahabettin – Yazar, edip (1870-1934) Askeri Tıbbiyeden mezun olmuÅŸ, 1903 yılında Avrupa’dan dönünce Mersin’de karantina hekimliÄŸi görevinde bulunmuÅŸtur.

1903 yılında bir askeri hekim, Doktor Binbaşı Cenap Sahabettin* Bey ‘in adına rastlıyoruz. Yukarıda anıldığı gibi, aynı tarihte Mersin Belediyesi’nin “tabip” kadrosu mevcuttur. Salise (Binbaşı) rütbesinde Dr. Mehmet Cumali Efendi ve Dr. Dimitraki Efendi adlarında hekimler var. Fakat yine bir “kurum” yok.
1903 yılındaki resmi kayıtlarda, Tarsus’ta “Gureba Hastanesi” adında (Gariban Hastanesi mi?) bir Hastanenin mevcut olduÄŸunu görüyoruz. Bu kayıtta, Hastane’nin Ahmet Hayri Efendi adlı bir memuru, Hasan Efendi adlı bir kâtibi ve iki de hademesi var. Ancak kadrolu bir doktor adı yok. Tarsus’ta, bu tarihlerde Dr. Malis adında bir Ermeni doktorun adı geçiyor.

MERSÄ°N MODERN BÄ°R HASTANE BÄ°NASINA KAVUÅžUYOR
1907 yılında Belediye BaÅŸkanı olan Hamit Hayfavi’nin giriÅŸimleriyle baÅŸlayan çalışmalar arsa teminine yönelir. Åžinasi Develi’ye göre “kırıkların (ya da 40’ların) Hasan’nın yeri” olarak bilinen Hastane’nin inÅŸa edileceÄŸi arsanın sorunu Bekirde Köyü’nden Yakup AÄŸa’nın oÄŸlu, Kuvayi Milliyeci Hacı Bey tarafından çözümlenmiÅŸtir.
Temmuz 1908 tarihinde Millet Hastanesi adı verilen 40 yataklı modern bir Hastane binası hizmete girmiş oluyordu.

Binanın arkadan görünüşü

Binanın arkadan görünüşü


Hamit Hayfavi’nin ardından Mersin’e Hacı Bey Belediye BaÅŸkanı olmuÅŸ, beÅŸ dönümlük bir alanı daha hastaneye tahsis etmiÅŸtir. Hastane’nin ilk bağışçılarından birisi de Mersin için hemen her yerde adı geçen Konstantin Mavromati’dir. Belediye’nin de mali katkısı temin edilince 1907 yılında Hastane inÅŸaatı baÅŸlatılmış, Hamit Hayfavi’nin ve Mersin halkının yardımları ile inÅŸaat tamamlanmıştır.
Ä°kinci MeÅŸrutiyet’in ilânı sıralarında, Temmuz 1908 tarihinde 500 altın lira sarf edilmek suretiyle bina tamamlanıp hizmete açılmıştır. Böylece 1908 yılında ilk defa Millet Hastanesi adı verilen 40 yataklı modern bir Hastane binası hizmete girmiÅŸtir. Ä°ki katlı binanın depo vs gibi iÅŸlerde kullanılan bir de yarı bodrum katı olduÄŸunu görüyoruz.

Hayrettin Ergun’dan saÄŸlanan arÅŸiv kartpostallarına göre, bu yapının günümüze geldiÄŸini saptayabiliyoruz. Pencere söveleri, baca ÅŸapkaları, balkonlar vs bu sonuca varmamızı kolaylaÅŸtırıyor.

Mersin Memleket Hastanesi 1910 yılında inşa edildiği durum ile ve 1998'de Kadın doğum Servisi olarak hizmet ettiği zamana ilişkin iki fotograf.

Mersin Memleket Hastanesi 1910 yılında inÅŸa edildiÄŸi durum ile ve 1998’de Kadın doÄŸum Servisi olarak hizmet ettiÄŸi zamana iliÅŸkin iki fotograf.

 

MERSÄ°N DEVL. HAST. 127MERSÄ°N DEVL. HAST. 126

1908 – 2009
Åžinasi Develi’nin 1910 yılında Mersin Memleket Hastanesi fotoÄŸrafını referans kabul edersek, Mersin Devlet Hastanesi 100 yaşında bir binaya sahiptir. Bu kültür varlıklarını koruma adına önemli bir deÄŸer olarak görülür.
Şimdi İdari Bina olarak kullanılıyor.
Yanda ve aşağıda İlk çekilen ve yakın geçmişe ait iki fotoğrafı karşılaştırabiliriz.
Bu yıllarda Adana ve çevresinde meydana gelen Ermeni olaylarında yaralanan bazı vatandaÅŸların tedavileri burada yapılmıştır. Bu sırada Hastane’de tedavi gören bir Avusturyalı, memnuniyetinin ifadesi olarak Hastane’ye 100 altın lira bağışta bulunuyor ve bu para ile Hastane’nin çevre duvarları örülüyor. Duvarın demir kapısını da Hacı Bey kendisi yaptırıp armaÄŸan ediyor.

Bugün Karayollarının bulunduÄŸu alanı dahi içine alan geniÅŸ bölge, eÅŸim Dr. AyÅŸe Vural’ın babası, Ali Barut’un anlatımlarında; civardaki Türkmen kökenli köylü gençlerinin yarıştığı “cirit alanı” idi. (S.V.)

FRANSIZ Ä°ÅžGALÄ°
27.11.1918 günü sabahı Ä°ngilizler Mersin’i iÅŸgale baÅŸladılar. 17 Aralıkta Fransızlar iÅŸgali tamamladılar. 3 Ocak 1922 Salı günü Mersin Türk askerine teslim edildi.
Fransızların Mersin’i iÅŸgalinde, 1 Aralık 1919 tarihinde Mersin Ä°dadisi Fransız Askeri Hastanesi’ne dönüştürüldü. Bu binayı da Konstantin Mavromati yaptırmıştı. (Åžimdiki Kayatepe Ä°lköğretim Okulu)
Ancak bir TaÅŸhan kartpostalında “Fransız Hastanesi” yazısı dikkat çekicidir. TaÅŸhan’ın üst katında daha önce tesis edilen Maarif Oteli, iÅŸgal sırasında bir Hastane’ye dönüştürülmüş olmalıdır.
Bu dönemde, “Millet Hastanesi” adı, “Belediye Hastanesi” olarak deÄŸiÅŸtirilmiÅŸti.
20 Haziran 1920 yılında Gözne Kasabası bir süre ilçe merkezi olduğunda, yaralı Türk askerlerinin tedavilerinin yapılabilmesi için orada, günümüze gelemeyen 10 yataklı bir Hastane kurulmuştu.
Cumhuriyetten önce ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında saÄŸlık hizmetleri Hıristiyan ve Arap hekim ve eczacılarla karşılanan ilde daha sonraki yıllarda bu durum yavaÅŸ yavaÅŸ deÄŸiÅŸmiÅŸti.

MERSÄ°N DEVL. HAST. 129

” BENÄ° TÃœRK HEKÄ°MLERÄ°NE EMANET EDÄ°NÄ°Z – M.KEMAL ATATÃœRK
MERSÄ°N DEVL. HAST. 130

CUMHURÄ°YET DONEMÄ°
HASTANEMÄ°ZE DOÄžRU
1924 Millet Hastanesi
1924 yılında Mersin Vilayeti kurulur. Mersin ilk Vilayet olduğunda Hilmi Cerit Vali atanır.
Bazı kayıtlarda “Belediye Hastanesi” olarak anılsa da, halkın ortak söylemi olan “Millet” kavramı oluÅŸur. “Millet Bahçesi” gibi, “Millet Hastanesi”.
1923 yılında Hastaneye (Emraz-ı Zühreviye) Zührevi hastalıklar pavyonu ilave edilir. 1924 yılında Hastane’nin baÅŸhekimi Dr. Abdullah (Ersoy) Bey, Operatörü Dr. Mahmut Ragıp (Develi) Bey ve Göz Hekimi, Tarsus Hastanesi’nde de görev yapan Dr. Muhtar (Berker) Bey’dir.
1925-27 Vali Fahri Bey, 1927 – 30 yılları arasında Vali Ali Rıza Ceylan’dır. Bu dönemde kentte bayındırlık iÅŸleri baÅŸlatılır. Ä°lk asfaltlama Hastane Caddesi’nde baÅŸlar.

1929 tarihli Yeni Mersin Gazetesinden.

1929 tarihli Yeni Mersin Gazetesinden.

Dr. ZÄ°YA BEY İstanbul Tıp Fakültesi’nden diplomalı Dahili hastalıklar mütehassısı Dr. Ziya Bey salı günleri hastalarını ücretsiz muayene eder.

MERSÄ°N DEVL. HAST. 134

NECATÄ° TÃœTÃœNER ANLATIYOR
1924 yılında mübadele ile Girit’ten gelerek Mersin’e yerleÅŸen ailelerin arasında; Sayın Necati Tütüner, dört yaşından itibaren Mersin’de yaÅŸadıklarından anımsadıklarını bizlerle paylaÅŸtı:
Bir dispanser kurma düşüncesi, Belediye Başkanı Mithat Tor oğlu zamanında gerçekleşti. Binanın yapımını, ilk hekimlerinden Dr. Hayri Cemal (Toluner)fin babası Kayserili Nakkaş Cemal Bey üstlenmişti.
Çok güzel desenler çizebilen, yetkin bir kişi idi. Belediye Dispanserinin ilk doktorları Dr. Hayri (Toluner) ve Dr. Şükrü Bey birlikte çalışmışlardı. Hastane çevresinde ağaçlıklı tarlalar ve portakal bahçeleri vardı.
Hastane çevresindeki bahçeler Giritli bir muhacir olan Ömer Efendi’ye aitti. Hastanenin geniÅŸleme çalışmalarında bir bahçesi daha istimlâk ediliyor, Ömer Efendi ise yakınıyordu:
– Bir garip muhacirin yeri iki defa istimlâk edilmez ki!…
Ä°lk mektep yıllarımızda öğretmenimiz bir gün Hastaneyi tanımak üzere gezi yaptırdı. SaÄŸa sola bakıp ilerlerken gözümüze bir bölüm tabelası iliÅŸti. Burada “Sari Hastalıklar” yazılıydı. “Öğretmenim” dedik, “hastalıklar renklerine göre mi ayrılır?”. Hafif bir gülümseme ile orasının bulaşıcı hastalıklara ait olduÄŸunu anlatmıştı…
1932 yılında (bazı kaynaklarda 1930) Hastane’ye Verem Pavyonu inÅŸa edilerek ekleniyor. Bunun giderini Özel Ä°dare karşılıyor. Gerekli tıbbi cihaz Veremle Mücadele Cemiyeti (Verem SavaÅŸ DerneÄŸi)’nden temin ediliyor. Yani röntgen cihazı da saÄŸlanıyor.

ŞİNASÄ° DEVELÄ°’NÄ°N ESKÄ° MERSÄ°N’DE YAÅžAM KÄ°TABINDAN ALINTILAR
MERSÄ°N HALKININ ÜÇ DERDÄ° : VEREM – SITMA – TRAHOM

VEREM
Mersin’de sıkça rastlanan bir olay vardı. Bazı evlerin kapısında sarı bir kâğıt görürdünüz. Kâğıtta ” Bu evde sâri hastalık var” yazılıdır. Bu her bulaşıcı için konulsa da, en çok verem için konurdu. Halk arasında ince hastalık olarak tanımlanırdı.
Hepimizin uzak yakın akrabasında veremli bulunurdu.
Hastalara bol bol gıda, açık hava tavsiye edilir; kuvvet iğneleri yapılır, kalsiyum hapları verilirdi. Veremli arkadaşlara daha çok hangi yemeklerin tavsiye edildiğini de bilirdik. Ciğer, dalak, içerisinde çiğ et bulunan çiğ köfte tavsiye edilenlerin başında gelirdi. Benim bir dostum, üçüncü devrede veremden kurtulduğunu söylerdi.
Bir süre bu dostumla birlikte Mersin’in meÅŸhur ciÄŸercisi Sait Ustada sabah erken ÅŸiÅŸte piÅŸmiÅŸ ciÄŸer kebabı yiyorduk. Ondan sonra, Tatlıcı Ali AktuÄŸ’da künefe ve su.
Devlet veremle iyi mücadele veriyordu. “Veremle SavaÅŸ Dernekleri”, Devletin büyük katkısıyla yararlı olmaya çalışıyordu.
Mersin Memleket Hastanesi’nde Verem Pavyonu açıldı. Veremlilerin iyi olmasının yanında, hastalığın baÅŸkalarına sirayeti önlenmiÅŸ oluyordu.

Hastane Caddesinin batısındaki Havuzlar Caddes

Hastane Caddesinin batısındaki Havuzlar Caddes

SITMA
Bazı istatistikler, Mersin’de sıtmanın Türkiye ortalamasının 11 katı olduÄŸunu belirtiyormuÅŸ.
Sıtma, Mersin’in sahil köyleri ile Bahçe Mahallesi ve buraya yakın yerlerde salgın halindeydi. Bahçe insanının iÅŸi daha çok sebzecilik ve hayvancılık olduÄŸu için, buraları sinek üremesine müsait yerlerdi. Sahil köylerinde çeltik ekimi yapılıyordu. Bataklıklar vardı. Bu bölümlere gidince, rengi sarı, karnı ÅŸiÅŸ çocuklara sık sık rastlamak mümkündü.
Halk nedense sıtmaya kötü bir hastalık olarak bakmazdı. Mersin Sıtma ile Mücadele Doktoru olan Fahrettin Aykan bu görüşü şöyle belirtiyor:
-“Evde, aile efradından birisi hastalanarak ateÅŸi birkaç gün devam etse, bütün aile halkı telaÅŸ gösterir. Doktor sıtma teÅŸhisi koyunca, adeta herkesin yüzü güler; çok şükür sıtmaymış,” diye yazıyor ve ekliyor: -“Sıtma deyip geçmeyelim, Askeri Ä°statistikler gösteriyor ki, Harbi Umumi’de 412000 askerimiz sıtmaya yakalanmış, bunlardan 21 000 kiÅŸisi (Dikkat buyurun düşman kurÅŸunu ile deÄŸil), sıtmadan ölmüştür”MERSÄ°N DEVL. HAST. 136
Ä°lacı kinindi. Bulunmadığı zamanlarda Ataberin diye bir hap verirlerdi. Ancak bu vücudu sararttığı için, pek içilmek istenmezdi. Devlet, sıtma ile etkin mücadele veriyordu. Hastalara kinin bedava verilirdi. Yalnız 1932 yılında 18844 kiÅŸiye bedava kinin verilmiÅŸ 1940 yılında Mersin ve köylerinde hastalar için 198 kilo kinin dağıtıldığını, yine Dr. Fahrettin Bey’in bir yazısından öğreniyoruz.
Hasta olmayanlar için kinin eczaneden deÄŸil, Ziraat Bankası’ndan alınırdı. 16 kuruÅŸa küçük kutularda alırdık. Eczanelerin bu ucuz kinini ilaçlarda kullanmaması için, Ziraat Bankası’ndan aldığımız kinin, beyaz deÄŸil mavi renkliydi.
1933 ve 1934 yıllarında, yaz aylarında ben eczanede çalışmıştım. Mersin’deki Dr. Ä°smail Kamil Bey, sıtma uzmanı diye bilinirdi ve biz en çok onun reçetelerini yapardık. Hâlâ yazdığı ilaç hatırımdadır: Koloridrat De Kinin ve Bi Karbonat De Sud.
Bunlar havanda karıştırılır, kaÅŸe denilen içme kabına konulur. Kutu içerisinde hastaya verilirdi. Kamil Bey’in reçetesi gelince sevinirdik. Çünkü ilaç karışımı az, iÅŸ kolaydı.
Sıtmadan çok kişi ölür müydü? Bilmiyorum. Ama sıtmalı kişi ölünceye kadar sapsarı bir yüz, dalağı ve karnı şiş, sürünürdü.

TRAHOM
Yıl 1931, Tarla Mektebi’nde dördüncü sınıfta okuyordum. Bir gün sıraya dizdiler. Bir doktor gözlerimizi muayene etti, bir kısmımızı ayırdılar. Trahomlu imiÅŸiz ve trahomlular ayrı okulda okuyacakmış. BeÅŸinci sınıfta okulumuz deÄŸiÅŸtirildi. SoÄŸuksu Caddesi’nde Yahudi Havrası’nın bitiÅŸiÄŸinde, “Küçük Ä°lk Mektep” adı ile o yıl açılan bir baÅŸka okula tecrit edildik.
Trahom’a Akdeniz Hastalığı da denirdi. Mersin, Tarsus ve Adana’da salgındı. Tedavi parasızdı. Mersin Hastanesi’ndeki tek göz doktoru yetmediÄŸi için, Tarsus’tan bir göz doktoru haftada bir gün Mersin’e geliyordu. 29.11.1929 günü “Yeni Mersin Gazetesi”, Göz Doktoru Akif Bey’in pazar günleri, saat 10-12 arası Mersin Hastanesi’nde göz muayene, tedavi ve ameliyatı yapacağını halka duyuruyordu. Tıbbi tedavinin yanında “kocakarı” ilaçları da geçerliydi.
Halk arasında “Sulfata Çinko” olarak anılan “Sulfate De Zinc” denilen damlayı sabah, akÅŸam damlatırdık. Her gün iki defa da “Borax,” d Asit Borikli su ile banyo yapardık.

1930'lu  yıllarda Süslü Çeşme. Sol taraf Havuzlar Caddesi, Sağındaki yol bugün Hastane Caddesi.

1930’lu yıllarda Süslü ÇeÅŸme. Sol taraf Havuzlar Caddesi, Sağındaki yol bugün Hastane Caddesi.

Belediye BaÅŸkanı Mithat ToroÄŸlu döneminde, 1928 yılında Hastane (Kuvayı Milliye) Caddesinin, Lenz Åžirketi tarafından asfalt kaplaması yapıldı. (Mersin’de ilk asfalt.) Yöreye daha bol içme suyu temin etmek için hastanenin güneyinde yapılan sondaj çalışmaları sonunda çıkan suyun, içmeye uygun olmaması üzerine çalışmalara son verilmiÅŸti. Bu amaçla yapılan “Süslü ÇeÅŸme” Kuru ÇeÅŸme adını alır.
Sondaj için yapılan artezyen kulesi ise, canavar düdüğü takılarak bugünkü Merkez Bankası’nın önündeki parkta yıllarca Ä°tfaiye Kulesi olarak hizmet görmüştür.

1934 MEMLEKET HASTANESÄ°
1932 yılında Verem Pavyonu eklenmiştir. 1934 yılında Hastane üç servisle hizmet vermektedir.
Göz Hekimi Dr. Ahmet Muhtar Berker’in bulunduÄŸu “Millet Hastanesi”, bu tarihten itibaren ”Memleket Hastanesi” adını alır. Ä°lk kez tüm öğrenciler saÄŸlık taramasından geçirilir. Göz hekimi Dr. Ahmet Muhtar Berker’in ‘Gözlerimizi nasıl koruyalım’ adlı bir kitabı yayımlanır. 1940’lı yılların başında Hastane Caddesi
1932 – 1934 yıllan arasında Vali M. Faik Ãœstün, 1934 -1935 yıllarında ise Vali H. Haydar Berksun’dur.

1940'lu yılların başında Hastane Caddesi

1940’lu yılların başında Hastane Caddesi

1938 yılında Hastaneye Kadın Hastalıkları pavyonu eklenmiÅŸtir. Bu tarihte Hastane 50 yataklıdır. Dahiliye, Kadın – DoÄŸum, KBB, Cerrahi, Bakteriyoloji ve Göz servislerinde daimi doktor bulunmaktadır.
1940 tarihli bir yayında, 1939 yılında Memleket Hastanesi’nde 11825 poliklinik yapıldığı, 1546 kiÅŸinin yatarak tedavi gördüğü belirtilmiÅŸtir.
Ekim 1946 tarihli Yeni Mersin Gazetesindeki yazı, belki de yeni bir dönemin habercisi niteliğindedir:
Ä°NSAN HAK VE HÃœRRÄ°YETLERÄ° VE DOKTORLUÄžUN DEVLETLEÅžTÄ°RÄ°LMESÄ°
Doktorluğun Devletleştirilmesinde meslek sahiplerine muayyen bir hayat seviyesi kabul etmek esastır. Doktor Devlet tarafından kendisine layık görülen yaşama şartından bir adım ileriye gidememek mecburiyetindedir. Muhtelif sınıf ve mesleklerden birini devletleştirmek insanlık hak ve hürriyetleri ile kabili telif değildir.
(ÖrneÄŸin) Yusufeli’nde doktor isteniyorsa ona içtimai ve iktisadi fonksiyona mütenasip (oranlı/uyumlu) bir hayat seviyesi vermek gerekir.
Hastanenin Ankara ile iliÅŸkileri bu dönemde baÅŸlatılmış olmalıdır. Adı önce “Millet” daha sonra “Memleket Hastanesi” olan Hastane, 1956 yılına kadar bu isimle anılacaktır.
Bu tarihten sonra SaÄŸlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı’na baÄŸlanarak, “Devlet Hastanesi” adını almıştır. Daha sonraki yıllarda inÅŸa edilen hizmet binaları ile geniÅŸletilmiÅŸ olup, 1983 yılından sonra tam teÅŸekküllü olarak hizmet vermeye baÅŸlamış olan Hastane, bugünkü durumu ile modern bir hale gelmiÅŸ bulunmaktadır.

CUMHURİYETİN İLK ÖRNEK DOKTORLARIMERSİN DEVL. HAST. 139
Cumhuriyet kurulmadan önce Mersin’de görev yapan Dr. (Baytar) Yüzbaşı Vital Strumza, Mersin iÅŸgalinde, (Musevi olmasına karşın) iÅŸgalcilerle birlikte olmamış, “Ben Mustafa Kemal PaÅŸa’nın yanında çalışırım” demiÅŸti.
Cumhuriyetimizin ilk yıllarında, dar olanaklarla özverili çalışan pek çok meslek insanı vardır. Bu çalışmada, “kayıtlarda bulabildiÄŸimiz” doktorlarımıza yer vermeye çalıştık. Cumhuriyet’in örnek doktorları elbette bu isimlerle sınırlı deÄŸildir. Mersin kayıtlarında bulabildiklerimizi buraya aldık.
Eksiklerimiz için özür dileriz.MERSİN DEVL. HAST. 140

Dr. REŞİT GALİP BEY (1893)-(05.03.1934)
1893’te Rodos’ta doÄŸan ReÅŸit Galip Ä°zmir Ä°dadisi’ni ve Tıbbiye’yi bitirdi (1917). Öğrenciyken gönüllü olarak TeÅŸkilat-ı Mahsusa içinde Balkan ve I. Dünya savaÅŸlarına katıldı. 1919’da köylerde hekimlik yapmak için Anadolu’ya geçti. Dr. ReÅŸit Galip Bey Mersin’de 5 Aralık 1921 tarihinde Hükümet Tabibi olarak çalışmaya baÅŸlar. Aynı zamanda karantina ve hapishane tabipliÄŸi ile gümrük kimyager vekilliÄŸi, matbuat istihbarat mümessilliÄŸi vazifelerini de sürdürür. 1 Ocak 1924’de bu görevden çekilerek serbest hekimlik yapar. Mersin’de Hükümet tabipliÄŸi, Türk Ocağı BaÅŸkanlığı, Mersin Gençler BirliÄŸi BaÅŸkanlığı, Kızılay Yönetim Kurulu üyeliÄŸi, 1924 Åžubat ayında tayin edildiÄŸi Mersin Ticari idadisinde hukuk, tabiat bilgisi ve Türkçe öğretmenliÄŸi yaptı. Yeni Adana Gazetesi’ne bilim ve saÄŸlık konularında yazılar yazmıştı.
1925 yılında Aydın’dan milletvekili seçildi. 1925 tarihindeki Åžeyh Sait ayaklanmasından sonra kurulan Ä°stiklal Mahkemesi üyeliÄŸine seçildi. Ãœniversite Reformu’nu gerçekleÅŸtirmek üzere Eylül 1932’de atandığı Milli EÄŸitim Bakanlığı’ndan, 1933’de ayrıldı. Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti ve Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nin kuruluÅŸlarında etkin olan ReÅŸit Galip son günlerine kadar dikkatini bu alanlarda yoÄŸunlaÅŸtırdı.
Dr. ReÅŸit Galip Aydın Milletvekili iken 5 Mart 1934’te zatürreeden öldü. TopraÄŸa verildiÄŸi gün, gazeteler memleketin “büyük bir inkılâpçı, ateÅŸli bir milliyetperver, temiz bir politikacı ve devlet adamı, samimi bir halkçı, canlı bir hatip ve doktor” kaybettiÄŸini yazdılar.

Dr. KAŞİF ÖMER (BAŞTUĞ) BEY
Türk Ocağı MüfettiÅŸi, Göz Doktoru Kâşif Ömer (BaÅŸtuÄŸ) Bey, uzun yıllar Tarsus Memleket Hastanesi’nde Göz Mütehassısı olarak hizmet görmüştür. Mersin’de göz mütehassısı olmadığı için de, haftada bir-iki gün Mersin Millet Hastanesi’nde hasta muayene ve tedavi etmiÅŸtir.MERSÄ°N DEVL. HAST. 141
16 Temmuz 1928 tarihinde ilk kez kurulan Türk Oftalmoloji Cemiyeti’nin 14 kurucu üyesi arasındadır. Ardından göz hastalıkları ile ilgili bir de gazete yayımlarlar.
1929 yılında kent içindeki dağınık halde bulunan kabristanların durumunu yetkililere duyurarak yeni, modern bir şehir mezarlığı yapılmasına da öncü olmuştur.
1935 yılında, Mersin Maarif Müdürü Nahid Cemal Toker’in göz ameliyatını yapmıştır.

Dr. AHMET MUHTAR (BERKER) BEY
Muhtar Bey’in annesi ve babası, bugün Bulgaristan’da kalan Filibe kentine baÄŸlı Tata Pazarcığı kazasındandır. Babası, 93 Harbinde (1877-78 Osmanlı Rus Harbi) 15 yaşında iken kardeÅŸi ve annesiyle birlikte Ä°stanbul’a göçmüştür. Muhtar Bey, 17 Mayıs 1892’de Ä°stanbul’du doÄŸmuÅŸ, annesini yedi yaşında iken kaybetmiÅŸti.MERSÄ°N DEVL. HAST. 142
Muhtar Bey, Ãœsküdar Ravza-i Terakki Mektebi’nden sona rüştiyeyi birincilikle bitirmiÅŸ, Tıbbiye-i Åžahaneden mezun olmuÅŸtur. KurtuluÅŸ Savaşı’nda Konya, Hilal-i Ahmer (Kızılay) Hastanesi BaÅŸtabibidir.
Mersin yöresindeki milli direniÅŸ hareketinde, AÅŸağı Cözne yaylasında tesis ettiÄŸi 10 yataklı Hastaneye ilaç ve malzeme yardımı yapmıştır. Mersin Halkevi’nin ilk baÅŸkanı, Tayyare Cemiyeti BaÅŸkanı, CHP il yöneticisi olarak görev yapmış, 1939’da 6. Dönem İçel milletvekili olmuÅŸtur.
Göz Hastalıkları Uzmanı olan Dr. Muhtar Bey trahom ile mücadele konusunda önemli çaba göstermiÅŸ, Mersin’de trahomlular için ayrı bir okul (KurtuluÅŸ Mektebi) açılmasını saÄŸlamıştır.
OÄŸlu Feyyaz Berker 1925 yılında Mersin’de doÄŸmuÅŸ, Tarsus Amerikan Koleji orta kısmında okumuÅŸtur. Feyyaz Berker Tekfen Holding A.Åž. yönetim kurulu baÅŸkanıdır.

FotoÄŸraftakiler: Mersin’in ileri gelenleri ile Halkevi önünde, 6. Dönem İçel milletvekilleri’nden bir bölümü ile. (Yıl 1939) Önde soldan birinci Milletvekili Turhan Cemal Beriker, 3. Dr. Muhtar Berker, en saÄŸda Tarsus Belediye BaÅŸkanı Muvaffak Uygur, ikinci sırada sol baÅŸta Dr. Abdullah Ersoy, yanında Enver Ali Germen, sırasıyla Belediye BaÅŸkanı Mithat ToroÄŸlu, eski Belediye BaÅŸkanlarından Fuat Mörel, Rıza KurtuluÅŸ; 3. sıra sol baÅŸta Dr. Kamil Tarhan, Hilmi Özer, 4.üncü Hakkı Deniz, yanında Muharrem YeÄŸin, en üst sol baÅŸta, Veysel Arıkol, Fuat AkbaÅŸ ve sıranın en sağında eski Belediye baÅŸkanlarından bankacı Åževket Sümer. İçel Sanat Kulübü Bülteni, Sayı 161, Mayıs 2008

Dr. RAGIP DEVELÄ°
Paris’te çalıştıktan sonra 1924 yılında memleketi Mersin’e yerleÅŸen Kadın DoÄŸum uzmanı Operatör Dr. Mahmut Ragıp Develi uzun yıllar hizmet vermiÅŸtir. Dönemindeki hizmetlerinden ötürü, Mersin Tabip Odası tarafından “Åžeyh-ül Etıbba Payesi” verilmiÅŸti. Ayrıca Alman Hükümeti tarafından Alman Kayzeri ve Prusya Kralı adına verilmiÅŸ bir ‘II. Sınıf demir haç madalyası’ vardı.
Yine Eski Mersin’de YaÅŸam kitabında Åžinasi Develi’nin anımsadığı doktorlar var.
Dr. Abdullah Ersoy, Dr. Hayri Toluner, Dr. Hulusi Tan, Dr. Muhittin Omayer, Dr. Cemal SaraçoÄŸlu, Dr. Nejat Seyhan, Dr. Nurettin Seydem, Dr. Ä°smail Kamil Tarhan, Dr. Tahsin Soylu, Dr. Varit Yazgan. Dr. Muhtar Berker, Dr. Kâşif BaÅŸtuÄŸ, Dr. Ragıp Develi, Dr. Fazıl Fevzi’dir.

Dr. ASLAN YAKUP
Kadın doÄŸumcu, Hükümet tabipliÄŸinden sonra ayrılıp muayenehane açmıştı. (Y.Mersin ilanı.) 1937 yılında, acil hastalara 24 saat kapısını açan bir doktor olarak hatırlanırdı. 1956 yılında da gazete ilanlarında adına rastlıyoruz. Bir kez daha belirtmek gerekir: O yıllarda Mersin’de çalışan tüm doktorlar, fakir hastalara ücretsiz bakmak için mutlaka zaman ayırıyorlardı.

Dr. FAZIL FEVZÄ°
Göz hastalıkları mütehassısıdır. Paris Tıp Fakültesi ve Brüksel Brüngen Hastanesinde ihtisas yapmış, Ä°stanbul, Ankara, Trabzon ve Erzurum hastanelerinde çalıştıktan sonra Mersin’e gelip muayenehane açmıştır. (Yeni Mersin 20 Mart 1933) Bu tarihlerde Yeni Mersin gazetesinde adı geçen baÅŸka doktorlar da var:

Doktor değil ama örnek bir insan
Ömer Lütfi Kutay – Nam-ı diÄŸer Hacı Bey (1870-25 Ekim 1973)
Müdafai-Hukuk BaÅŸkanı, Mersin Mutasarrıfı, Kaymakam ve Mersin Belediye BaÅŸkanı, Ziraat Odası BaÅŸkanı olarak görev yapmıştır. 1980’lerde Mersin Devlet Hastanesi’nin bitirilmesinde önemli bir sivil toplum çalışması baÅŸlatan, DoÄŸum ve Çocuk Bakımevi Yaptırma ve YaÅŸatma DerneÄŸi BaÅŸkanı Ä°clal Tan’ın dayısıdır.
1907 yılında yapımına baÅŸlanan Mersin Hastane’sine beÅŸ dönüm yerini temin eden, inÅŸaat bittiÄŸinde bahçe kapısını kendi parası ile yaptıran da Ömer Lütfi Kutay yani nam-ı diÄŸer Hacı Bey’dir.

Dr. ORHAN MAHÄ°R BEY
Kulak Burun BoÄŸaz hastalıkları mütehassısı Operatör. Cuma günleri Adana’dan Mersin’e gelip muayene yapar. Ancak muayene için önce Dr. Haydar Bey’den randevu almak gerekmektedir.

Dr. MAZHAR BEY
Sahil sıhhiye tabibi olarak gazeteye saÄŸlık yazıları yazmaktadır. Özellikle ‘Sıhhi Müze’ ilginç bir makaledir. O dönemde Mersin’de bir saÄŸlık müzesini gündeme getirilir. 18.02.1933 Yeni Mersin Gazetesi.
Dr. VARİT ABDÜLHAMİT , DR.BESİM BEY Memleket Hastanesinde Dahiliye mütehassısı.
Dr. MUSTAFA ŞABAN Operatör, Dr. MUHARREM ATASU Hariciye mütehassısı. Dr. SABRİ MENDERES Dahiliyeci olarak bulunurlar.

Prof. Dr. MUZAFFER AKSOY (1915-2001)
Muayenehane: Silifke Cad. Üzüm işhanı No. 98
Hematoloji uzmanı olan Dr. Muzaffer Aksoy “HB Ä°stanbul” adıyla Tıp Literatürüne geçen bir hemoglobin buldu.
Dr. Muzaffer Aksoy, Kasım 1947 tarihinde Mersin Devlet Hastanesi Dahiliye KliniÄŸinde ÅŸef olarak göreve baÅŸladı. 1957 yılına kadar bu görevde çalışırken, özel muayenehanesinde de “Halk Günleri” yapar, yoksul hastaları parasız muayene eder, ilaçlarını verirdi. Hematoloji uzmanı olan Dr. Muzaffer Aksoy “HB Ä°stanbul” adıyla Tıp Literatürüne geçen bir hemoglobin buldu.MERSÄ°N DEVL. HAST. 143
“Anormal hemoglobinler ve anormal hemoglobin patolojisi alanında bilime yaptığı katkı dolayısıyla” TÃœBÄ°TAK Tıp Ödülü’ne ilk olarak layık görülen bilim adamı oldu.
Antalya Milletvekili Numan Aksoy’la Nadire Aksoy’un oÄŸulları Dr. Muzaffer Aksoy 1915 yılında Antalya’da doÄŸdu.1934 yılında Ä°stanbul Erkek Lisesi’ni bitirdi.1940 yılında Ä°stanbul Tıp Fakültesi’nden mezun olan Dr. Muzaffer Aksoy 1940-1946 yılları arasında dört yıl yedek askeri tabip olarak çalıştı. Önce ÅžiÅŸli Çocuk Hastanesi’nde Dr. Kemal SaraçoÄŸlu’nun yanında İç Hastalıkları ihtisasına baÅŸlayan Aksoy, 1947 yılında Ä°kinci İç Hastalıkları KliniÄŸi’nde Prof. Dr. E. Frank ve Prof. Dr. A. Ä°smet Çetingil’in yanında
“VVaaterhouse – Fridrichsen Hastalığı” tezi ile uzman oldu.
1947 yılı sonunda Mersin Devlet Hastanesi’nde çalışmaya baÅŸlayan Aksoy, bu görevde 1957 yılında BeyoÄŸlu Ä°lk Yardım Hastanesi’ne atanıncaya kadar kaldı.
1952-1953 yılları arasında ABD’nin Boston kentinde Hematolog Prof. Dr. W. Dameshok’in yanında kan hastalıkları üzerinde çalıştı ve doçentlik tezinin esasını oluÅŸturan “anfi-fetal hemoglobin serum üretimi ve bunun alkali rezistans hemoglobine iliÅŸkileri” deneylerini gerçekleÅŸtirdi. 1959’da İç Hastalıkları Doçenti oldu.
Dr. M. Aksoy 1953’ten sonra Mersin ve çevresinde belirli toplumlarda % 13 oranında “orak – hücre” (sickle – celi) hemoglobini sıklığı bulunduÄŸunu saptayarak bu bulguyu Ä°ngiltere’de Lancet dergisinde yayınladı.
Bu çalışmaların ürünleri Nature, Blood, British Medical Journal, Açta Hematologica vb. bilimsel dergilerde yayınlandı. Aksoy, Roma, Kudüs, Nevv York ve Ä°stanbul’daki uluslararası kongre ve sempozyumlara davet edilerek thalassemi ve anormal hemoglobinlerle ilgili tebliÄŸlerde bulundu. Aksoy 1966 yılında “Homozigot Hb 8-alfa thalassemia hastalığı ve orak hücre thalasseminin iki tipi” isimli tezi ile Profesör oldu. Aksoy 1969 yılında Türkiye Bilimsel ve Teknik AraÅŸtırma Kurumu’nun ilk tıp ödülünü aldı. 1981 ‘de benzenin saÄŸlığa etkileri incelemesi dolayısıyla, Sedat Simavi Tıp Ödülü’ne lâyık görüldü. Halk SaÄŸlığı ile ilgili enternasyonal Ramazzini Cemiyeti, 1984 yılında Prof. Dr. E. V. Gliani ile Aksoy’a, benzenin toksik ve lökojenik etkisi üzerindeki çalışmaları gerekçesi ile ilk Ramazzini ödülünü verdi.
Dr. M. Aksoy anormal hemoglobinler ve thalassemik sendromlarla ilgili araÅŸtırmalarında yeni hemoglobin varyantları ile birçok sendromları dünyada ilk kez buldu. ÖrneÄŸin; Hb Ä°stanbul (duraÄŸan olmayan bir hemoglobin varyantıdır), orak hücre Hb, E hastalığı, homozigos Hb S- alfa thalassemi hastalığı, herediter eliplositoz – hereditler sferositoz kombinasyonu, homozigos A hemoglobini normal B thalassemin intermedia, vb. gibi. Aksoy, 1960 yılından baÅŸlayarak benzenin hematopoietik sisteme ve halk saÄŸlığına etkileri üzerinde çalıştı. Bu konu ve thalassemi ile anormal hemoglobinler üzerindeki çalışmalarını TÃœBÄ°TAK’ın mali desteÄŸi ile gerçekleÅŸtirdi.
Benzen çalışmalarında dünyada ilk kez olmak üzere bu kimyasal maddenin lösemiye sebep olduğu, kesin olarak epidemiyolojik metodlarla gösterilmiştir.
Benzenin çeÅŸitli kan deÄŸiÅŸikliÄŸi ve kan hastalıkları ve malignitelere (örneÄŸin lösemi, malign lenfoma ve akciÄŸer kanseri gibi) neden olduÄŸu Dr. Aksoy tarafından gösterilmiÅŸ ve kanıtlanmıştır. Bu bulguları dikkate alan ABD Çalışma Bakanlığı OSHA (mesleki emniyet saÄŸlığı kurumu) Aksoy’u 1977’de VVashington’da açılan “informal davaya” bilimsel tanık olarak davet etti. Aksoy bu toplantıda benzenin insan saÄŸlığına kötü etkilerini gösteren kanıtlarını bildirdi.
Bu konuların dışında Aksoy’un VVilson hastalığı, demir eksikliÄŸinde kemik deÄŸiÅŸiklikleri, bazı ilaçların yaptığı magaloblastik anemilerle ilgili dış basında çıkmış birçok yazısı vardır. Aksoy’un dış tıp mecmua ve kitabevlerinde yayınlanmış 150’ye yakın araÅŸtırması da bulunuyor.
Yine dünyanın çeÅŸitli bölgelerinde katıldığı kongre ve sempozyumların Abstract kitaplarında yayınlanan 50’ye yakın “özel” yazısı bulunmaktadır. Türkçe yayınlanmış Hematoloji – bir kitabı ile dört monografisi ve Ä°ngilizce ve Türkçe editörlüğünü yaptığı beÅŸ sempozyum kitabı bulunmaktadır. Nedime Aksoy’la 44 yıldan beri evli olan Dr. Muzaffer Aksoy’un üç çocuÄŸu vardır. 1984 yılında yaÅŸ sınırı dolayısıyla emekli oldu.
Atatürkçü Düşünce Derneği Kurucuları arasında doktorlar ağırlıktadır:
Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Prof. Dr. Nusret Fişek, Prof. Dr. H. Hüsnü Göksel,
Prof. M. Ragıp Sarıca, M. Rauf İnan, Prof. Dr. Lütfü Duran Prof. Dr. Muzaffer Aksoy adı geçer.

KUÅžAKLAR BULUÅžMASI ( 05.12.1992) Prof. Dr. MUZAFFER AKSOY ANLATIYOR
Yıl 1947 Mersin Devlet Hastanesinde ilk intibam fevkalade fenaydı. Her şey ilkeldi, tansiyon aleti, mikroskop bile yoktu.
Dünya çapında “iz bırakan” kiÅŸilerle söyleÅŸiler yapan TARÄ°H VAKFI’nın KuÅŸaklar BuluÅŸması toplantı dizisinin altıncı konuÄŸu Prof. Dr. Muzaffer Aksoy’dur. Kendi hayat hikâyesini ÅŸu ÅŸekilde anlatıyor:
“Hayat hikâyem biraz karışık. BaÅŸarılar ve anlaşılmazlıklarla dolu. Özellikle dışarıda elde ettiÄŸim, ün diyelim, kolay olmadı. Bunda en büyük kabahat benim. Çünkü insanlara kolay yaklaÅŸan bir adam deÄŸilim.
1940 yılında tıp fakültesini bitirdim. Harp içindeydik. 4 yıl askerlik yapmak zorunda kaldık. Bir süre sonra da İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesinde Profesör Frank Kliniğinde dahiliye uzmanı oldum. Mersin Devlet Hastanesinde dahiliyeci kadrosu açıklanmış, oraya tayin oldum. İlk intibaım fevkalade fenaydı. Her şey primitifti, tansiyon aleti, mikroskop bile yoktu. Çocukça bir reaksiyonla istifa etmek üzere başhekimin odasına gittim.
Münevver bir doktordu. Yanındaki kişi bana bir mikroskop verebileceğini söyledi, meğer baytar müdürüymüş.
Neyse, çalışmaya baÅŸladık. Benim gayem ABD’ye giderek bilgilerimi geliÅŸtirmekti. Babam oldukça iyi mevkilerde bulunmuÅŸ bir insandı ama maddi bakımdan bunu karşılayamazdı. Ama silahım mesleÄŸimdi. Blood diye bir dergi vardı ona mektup yazdım, ben 36 yaşında bir Türk doktoruyum, sizin yanınıza gelmek istiyorum dedim. Evet diye cevap geldi. Gerekli 30 bin lirayı topladım. Bu parayla karım ve üç çocuÄŸumla Amerika’ya gittik.
Gittiğim Hastanenin şartları beni şaşırttı; arkadaş münasebeti vardı onlarda, hoca öğrenci gibi değildiler. Bir yıl orada kaldım. Hocam Türk olduğum için bilgimi biraz küçümsüyordu. Bir gün onun koyduğu bir teşhise itiraz ettim. Hafif alayla reddetti. Oysa filmler beni haklı çıkardı. Ve hocam hatasını herkesin önünde itiraf etti. Bizde bugün dahi yüzde doksan bunu yapmazlar, utanırlar. Oysa herkes hata yapar, bunu saklaması ayıptır.
Tekrar Mersin Devlet Hastanesine döndüm. Oranın halkında bir kansızlık belirgindi. Bir doktor on tane hastalık biliyorsa on teÅŸhis koyar. Bu hastalık da Türkiye’de bilinmiyordu. Ben Amerika’da bunu görmüştüm, daha çok zencilerde olan bir kan anomalisiydi: Orak Hücre Hastalığı. Baktım bunlar ÅŸehrin muayyen bir bölgesinden geliyorlar, etnik bir grup. Bir araÅŸtırma yaptım. Bulgularımı Ä°ngiltere’de o zamanın en meÅŸhur mecmuasına gönderdim ve yayınlandı. Amerika’daki hocamdan bir mektup aldım; sana araÅŸtırma yapman için 3500 dolarlık bir grant vereceÄŸiz, diyordu. Bu paranın karşılığı olarak alet istedim. Geldi, aldım ama meÄŸer aletler demonteymiÅŸ. Nasıl birleÅŸtireyim, bilmem ki. Evimize gelen ilkokul üçe kadar okumuÅŸ bir adam var. Ben takarım dedi ve hepsini yaptı. MesleÄŸine olan sevgisinden dolayı iÅŸini iyi öğrenmiÅŸti.
Ä°ÅŸte bu aletlerle bulgularımı gösterdim. Yazılarım dışarıda yayınlandı. BuluÅŸlarım dolayısıyla Unesco 1957’de dünyada ilk defa bir sempozyum yaptı ve benim yüzümden Ä°stanbul’u tercih etti. Bu arada ben üniversite imtihanlarına giriyorum. Üç defa Ä°ngilizceden kaldım; artık haysiyet meselesi yapıp girmeyeceÄŸim. Histoloji hocası olan dekan vekili beni sempozyumdan tanıyordu. Israr etti, yeniden girdim. Bir baktım jüriyi deÄŸiÅŸtirmiÅŸler. Ä°mtihanı kazandım. Bu arada Ä°stanbul hemoglobinini tespit ettim. Sonra üniversitede 25 senelik üniversite hayatım oldu.
Topkapı’nın dışındaki ayakkabıcı dükkânlarında çalışan insanlarda oluyordu. Birçok faktörü inceledim, olmadı. Bir de baktım hastalığı yapanların içinde benzen var. Benzen’in kesin olarak lösemi yaptığını tespit ettim.
Ãœniversitede çalışırken ağır kan hastalıklarının sık sık belirli bölgelerden geldiÄŸini gördüm. Topkapi’nm dışında ayakkabıcı dükkânlarındaki insanlarda oluyordu. Birçok faktörü inceledim, olmadı. Bir de baktım hastalığı yapanların içinde benzen var. Ä°ÅŸte doktorluk böyle; on tane bilirsen on tane teÅŸhis koyarsın, yüz tane biliyorsan yüz. Benzen’in kesin olarak lösemi yaptığını tespit ettim. Oysa o zamana kadar hayvanlar üzerinde yapılan araÅŸtırmalarda benzenin kanser yaptığı tespit edilememiÅŸ. Tıpta diÄŸer bir araÅŸtırma usulü olarak bir topluluÄŸa bakarsınız. Grup karşılaÅŸtırması yaparsınız. Ä°ÅŸte biz araÅŸtırmayı ayakkabıcılarda yaptık. Bulguları yazdığım bir makaleyle Amerika’nın en önemli kan dergisine gönderdim. Çok zordur bu gibi dergilerde bir ÅŸey yayınlatmak. Kırk kere geri gönderirler, ÅŸurasını burasını düzelt diye. Nihayet yazıyı kabul ettiler.
Bir süre sonra, ayağımı kırmış hastanede yatıyordum, Roma’dan telgraf geldi. Amerikan Çalışma Bakanlığı’ndan biri gelip görüşmek istiyor. Görüştük. 1-1.5 sene sonra bir mektup geldi, mahkemede ÅŸahitliÄŸe çağırılıyorum. Benzenin iÅŸ yerlerinde kullanılması gerçekten tehlikeliyse yasaklayacaklar ama ABD’de buna bir mahkeme ve jüri karar veriyor. Dolayısıyla beni müthiÅŸ bir soru yaÄŸmuruna tuttular.
Bu arada benim çok az param var. Hadi otel parasını onlar ödedi. Yemek ne olacak? Kore, Taivvan bakkallarından en ucuz balık konserveleriyle yirmi gün geçirdim. Tam dönerken yine Amerikan Treasury’den (Hazine) bir mektup gelmiÅŸ. Arnavut inadım tuttu, çok kızmıştım beni konservelerle yaÅŸattılar diye, açmadan cebime attım… uçağın kalkmasına yarım saat kala, avukat gelip bana 3000 dolarlık çek getirdi. Hanımla Portekiz’de buluÅŸtuk. Bir kutu baklava getirmiÅŸ. Yirmi gün konserve yedikten sonra o gece o bir kutu baklavayı bitirmiÅŸtim. 3000 dolarla da daha sonra bir genetik kongresi dolayısıyla Rusya’ya gittik.
Yurtdışındaki yayınlarım Türkiye’de dışarıda olduÄŸu kadar yankı bulmadı ama birçok Türk doktoru bu mevzu ile alakadar oldu. Anormal hemoglobinler vs. hakkında çalışmalarımın etkisi Türkiye’de bu iki konunun baÅŸlaması ÅŸeklinde oldu. Benzen konusunda fazla bir çalışma olmadı/’
Sorulara geçildiÄŸinde, içme su borularındaki asbest konusunda bir soru üzerine Aksoy, “Bu konuda ben defalarca yazdım. Ama Türkiye bir sağır sultan memleketi.” dedi. “Dinlemiyorlar. Benzen konusunda Amerika’da iÅŸyerlerinde kullanılan benzen miktarını 1 PPM’ye düşürdüler. Türkiye’de, 1973’te Demirel zamanında sadece 20 PPM’ye indirildi.”
“Tesadüfen doktor oldum. Ama baÅŸka mesleklerde de zihniyetim aynı olacaktı. Bu, insanın biraz da içinde. Kolay baÅŸarılar biraz insanların yanlış yola
sapmalarına neden olabiliyor. Toplum, dürüst insanların baÅŸarılı olduÄŸunu görse belki etkilenir. EmekliliÄŸim bu güne kadar kötü geçmedi. Tübitak’a gidiyorum. Eski yazdıklarım üzerinde bazı deÄŸiÅŸiklikler yapıyorum. Bu yıl 5-6 tane yazım var dışarıda çıkacak. Ama bütün bunların membası üniversitedeki yıllarımdır. Çalışma yapmayanlar üniversitede ÅŸu yok bu yok demesinler. Kusur kendilerindedir. Ayrıca öylelerini biliyorum ki, bütün dünyadaki tıp mesleÄŸinde içinde bulundukları müesseseyi içine sindirmemiÅŸler, menfaatleri onları ayakta tutuyor.
19 Aralık 2001 ‘de yaÅŸamını yitiren Prof. Dr. Muzaffer Aksoy’un anısı önünde saygıyla eÄŸiliyoruz.

YENÄ° MERSÄ°N GAZETESÄ°’NDEN SEÇME HABERLER
1950 öncesi sağlık alanında yapılması düşünülen girişimler vardır.
18.02.1947 SaÄŸlık Bakanı Dr. Behçet Uz Mersin’e gelir; Trahom hastanesi, DoÄŸumevi ve Memleket Hastanesini ziyaret eder.
Mersin’de çalışan Doktor Tank Özerengin “ÅŸark çıbanını” tamamen iyi eden bir ilaç keÅŸfeder. -16.02.1947 Haber
18.06.1947 Tarihinde Dr. Åžahap Akın Ä°l SaÄŸlık Müdürü. Dr. Danyal Baykal – Serbest, Dr. Cemil Bayram – Sıtma savaÅŸ ÅŸefi, Dr. Hasan Tahsin Soylu Hastanede Dahiliye mütehassısıdırlar.

Kitabın 3. bölümüne ulaÅŸmak için bu satırı tıklayınız……………………………………………………. 
MERSÄ°N DEVL. HAST. 145

Biyografik Bilgi

scroll to top