Mersin’in ikliminin, yazların çok sıcak ve nemli olması,teknolojinin de bu günkü kadar gelişmemesi nedeniyle,halkın büyük bir bölümü Toros Dağları eteklerinde bulunan yaylalara göçerlerdi.
Okulların tatile girmesiyle birlikte, imkanı olan aileler önce denizden yararlanır, bunun içinde,önce, Mersin’in ilk plajı olan Akdeniz plajı,daha sonraları; Neptün, Meltem, 84 Evler ve Garnizon plajlarından istifade ederlerdi.
Yaylaya çıkacak olan aileler ise, Gözne, Fındıkpınarı, Ayvagediği ve Soğucak yaylalarına, az bir kısım ise Tarsus yaylası Namrun (Çamlıyayla), Adana yaylası olan Tekir ve Bürücek’e çıkarlardı.
Benim çocukluğumun geçtiği Gözne’yi anlatmaya çalışacağım.
Gözne’ye ulaşım,bugün kullanılan yol yapılmadan önce iki yoldan sağlanırdı.
Birinci yol,Yeni Mahalle, Beşyoldan başlayan Gözne Caddesini takiben, Kurtali, Yalınayak, Arpaçsakarlar ,Camili köyü,İçme ve Çelebili Köylerini takiben Musalı Köyü üzerinden Sarnıç mevkiine ulaşılır,oradan Gözne’ye varılırdı.
İkinci yol ise; Osmaniye Mah., Çavuşlu Köyü, Buluklu. Araplar Düğdüören köyleri üzerinden Boz Mezarlık (Çamlıdere) ve Dalakdersi’ne ulaşır. Burayı takiben Evrenli ve Musalı Köyleri üzerinden Sarnıç yolu ile Gözne’ye varılırdı.
Okullar tatil olduktan sonra evlerde yayla hazırlığı başlar, yaylaya gidecek olan eşyalar mafraç (denk) yapılır, giyilecek kıyafetler hazırlanır, çocuklar için şalvar dikilir, ayakkabı olarak, tabanı kamyon lastiğinden yapılmış yemeniler alınırdı.
İlk dönemlerde,yaylaya çıkış, at, eşek, deve katır gibi hayvanlar yardımı ile yapılır, göç günü yaylaya gidecek eşyalar hayvanlara yüklenir, yürüyemeyecek durumda olanlar ile çocuklar hayvanlar üzerinde veya büyüklerin kucağında, genelliklede heybenin iki gözünde, gençler ise yürüyerek seyahat ederlerdi.
Gözne Caddesi ve Arpaç yolunu takip edenler ya İçme’de veya Çelebili Köyünde mola verirlerdi.DiÄŸer yolu tercih edenler ise Dalakderesi’nde mola verirlerdi.Osmaniye Mah.- Buluklu köyü yolu araç trafiÄŸine elveriÅŸli hale gelmesi üzerine bu yol ve nakil aracı olarak da kamyon kullanılmaya baÅŸlamıştır.
Kamyonlar üzerine çardak denilen, yük taşımaya elverişli ahşap tenteler yerleştirilmiş,kamyon kasasının iç tarafına, enlemesine kalaslar yerleştirilerek yolcu taşımaya da imkan tanınmıştır.Çocukluğumuzda ulaşım hep bu tip kamyonlar aracılığı ile sağlanmıştır.
Dalakdere’de mutlaka mola verilir, o zaman Dalakdere’de bulunan ulu çınarların köklerinden çıkan pınarlardan su içilir serinlenir, yine bu çınarların gövdelerinde bulunan köşklerde, istirahat edilerek, çay kahve içilir, bilhassa hanımların hazırladıkları nevalelerle açlık giderilirdi. Ancak, burada bulunan lokantanın kuru fasulye ve bulgur pilavı çok meşhurdu.Burada bulunan çınar ağaçları ve pınarlar 1968 selinde yıkılmış ve kaybolmuştur.
Gözne, Torosların eteğinde,ortalama 1000 metre yükseklikte Gözne deresinin oluşturduğu bir vadi üzerinde kurulmuştur.
Yukarı Gözne, Aşağı Gözne ve Korum olmak üzere üç yerleşim yeri mevcuttur. Yukarı Gözne şehirlilerin, Aşağı Gözne genellikle gayri Müslimlerin,korum ise yerli köylülerin bulunduğu yerleşim yerleridir.
Yaylacılar Gözne’ ye genelde akşamüzeri ulaşırdı.Yeni gelen aileye komşulardan veya çevreden yemek ve kahvaltı ikramında bulunulurdu. İkramlarda, lepe denilen bulgur çorbası mutlaka olur ve çok ikrama geçerdi.
Aileler kendilerine ait, halapa taştan yapılmış ve çardak dediğimiz ahşap evlerde otururlardı. Evi olmayanlar, yakınlarının veya hazineye ait araziler alaçık veya çatma dediğimiz çadıra benzer yerde otururlardı.
Yayla,çocuklar için özgürlük demekti.Şalvarlarını ve yemenilerini giyen çocukların yaptığı ilk işlerden bir tanesi, gıncırdak denilen oyun aletini kurmaktı. (Gıncırdak; genellikle andız ağacından yapılmış, bir kısa bir uzun ağaçtan oluşa, kısa ağacın dikey olarak yere çakılması,uzun ağacın ise ortasında bir yuva açılarak,kısa ağaç üzerine yerleştirilip, iki kişi tarafından çevrilmesi ve çevrilme sonucu çıkardığı sesten ismini almış bir oyun aletidir.)
Çocuklar mutlaka bir çakı ve kuş lastiği (sapan) edinerek,ormanlarda kuş avlar ve demircik (yabani kızılcık) keserlerdi.Demircik sopasının üzerine çakı ile çok güzel motif ve desenler işlerlerdi.
Yazın Gözne’de yaşam kadın ve çocuklar üzerine kuruluydu,erkekler hafta sonlar geldikleri için fazla bir etkinlikleri olmazdı.
Hafta sonu gelen erkekleri, çocukları; Aşağı Gözne Meydanı, Eski Mezarlık (güreş alanı) veya Çarşıda beklerlerdi. Bu ulaşım,daha öncede belirttiğim gibi çardaklı kamyonlar ile sağlanırdı. Gözne’ye sefer yapan kamyonlar hatırlayabildiğim kadarı ile, Saim (küçük), Muhtar (H.İbrahim Gündoğan),Hacı Muhittin (Yılmaz) ve Tonguruş (İbrahim Duramaz) a ait araçlardı.
Ayrıca, Ahmet Fadıl Sıdalı’ya ait taksi ile Müfettiş Doğan Bey (Genç)’e ait bir kaptıkaçtı mevcuttu.
Gözne’de kahve ve gazinolar çok meÅŸhurdu.Çarşıda altı adet kahve ve AÅŸağı Gözne’de bir otel ile gazinosu vardı.Bu kahvehane ve gazinoda çok büyük kumar oynanırdı.Bu nedenlede Gözne’nin adı Monte Carlo’ya çıkmıştı.
AÅŸağı Gözne’deki gazinoda hafta sonları canlı müzik olur ve Mersin’de çalışan orkestralar ve müzisyenler burada çalarlardı.30 AÄŸustos günleri ise garden parti düzenlenirdi.
Pazartesi Mersin’e gitmek için gelen erkekler yanlarında çocukları ile birlikte çarşıya gelir ve kasaptan et alarak fırında tava yaptırırlardı.Kasaptan alınan et, özel olarak hazırlanan tenekeden yapılmış tavalara konularak çarşıda bulunan Bekir Gölbaşı’nın çalıştırdığı fırına verilir, piÅŸince Bekir Gölbaşı gür sesi ile mübaÅŸir gibi, tava sahibinin ismini çağırır ve piÅŸen tava ekmekle birlikte alınarak, Çınarlı kahvenin önünde bulunan çeÅŸme (Löğmenin ÇeÅŸme) masa olarak yemeÄŸe baÅŸlanır, bu arada sonradan gelen kiÅŸide aynı ÅŸekilde fırına tava vermiÅŸtir, o kiÅŸide önce piÅŸen tavaya ortak olur, kendi tavası çıktığında da diÄŸer kiÅŸilerle ortak olurdu.Tava ile yapılan sabah kahvaltısından sonra Mersin’e dönülürdü.
Gözne yaÅŸamında 30 AÄŸustos Zafer Bayramı kutlamalarının ayrı bir yeri vardır. Gözne’de ilk zafer bayramı kutlaması Lozan barışının imzalanmasından sonra hem barışı hem de zaferi kutlamak amacı ile 30 AÄŸustos 1923 tarihinde,müdafai hukuk heyetinin düzenlediÄŸi bir güreÅŸ müsabakası ÅŸeklinde olmuÅŸ ve baÅŸ pehlivanlığı Çandır köyünden Ali isimli bir genç kazanmış, ortaya konulan bir kara oÄŸlak olarak belirlenen ödülü Müdafai hukuk heyeti azasından Süleyman Fikri (Mutlu) bey ile korum köyü (Gözne’nin o zamanki ismi) muhtarı MaraÅŸlı Ali (Özer) efendi tarafından verilmiÅŸtir. O günden bu güne bu ÅŸenlik devam etmiÅŸtir.
30 Ağustos Zafer Bayramları Gözne’de çok görkemli bir şekilde kutlanırdı.Üç gün önceden bayram başlar, gündüz davul zurna eşliğinde halaylar çekilir, gece sin sin oynanırdı. 30 Ağustos günü Mersinde yapılan resmi törenin ardından devlet protokolu hem askeri hem belediye bandosu Gözne’ye gelir ve Gözne’de de ayrı tören yapılır, ardından güreşler başlardı.Akşam da Aşağı Gözne Gazinosunda Mersin protokolunun da katıldığı bir garden parti düzenlenirdi.
Güreşler 1956 yılına kadar kara düzen denilen şekilde; ovalı,dağlı; kabakçı, pamukçu; kebenden aşağı, kebenden yukarı şeklinde ayrılan guruplardan birer güreşçi çıkarılarak güreşirler, yenilen güreşçinin gurubundan yenen güreşçinin karşısına bir güreşçi çıkarılmak suretiyle bu olay sürüp gider taki karşısına rakip çıkmayana kadar, rakipsiz kalan pehlivan, baş pehlivan olurdu.
1956 yılında Belediye göreve başlayınca, Gözne ileri gelenlerinden, bugün hepsi rahmetli olan; Aziz Bulut, Ali Kaya Mutlu, İhsan Tümer, Selahattin Özyurt, Durmuş Ünal ve Şevket Özer’den meydana gelen heyet, güreşlerin ayakaltı, ayak, orta, başaltı ve baş gibi sınıflara ayrılarak kilo esası içinde yapılmasını sağlamışlardır. Bu tarihten itibaren de her yıl şenlikler şeklinde bayram kutlanmaya başlamıştır.
1962 yılında, Ali Kaya Mutlu öncülüğünde,Amerikan Yardım Heyeti kanalı ile İncirlik üssünden alınan iki adet jeneratörün çalışması ile Gözne’ye kısıtlı da olsa elektrik verilmeye başlanmış,bu olayın da kutlaması ile bayram birleştirilerek festivale dönüştürülmüş ve bu güne kadar gelmiştir.
Gözne ve çevre köylerin günlük yaşamlarında, bu bayram bir dönüm noktasıdır. Şöyle ki; köylüler, güreşleri ve şenlikleri bayramlık giysilerini giyerek izlerler, güreş ve şenliğin bitiminde hemen ovaya pamuk toplamaya inerlerdi.
Yaylacılarda, havaların soğuması nedeni ve okulların açılmasına bir hafta, on gün kalması nedeni ile dönüş hazırlıklarına başlarlar ve Mersin’e dönerlerdi.