ŞİNASÄ° DEVELÄ°’NÄ°N MERSIN SEVDASI
Åžinasi Develi çocukluÄŸundan itibaren iyi bir gözlemcidir. Mersin’e taşındıkları 1927 yılında evlerinin karşısındaki mahalle mektebini belleÄŸine kaydetmesiyle baÅŸlar bu gözlemciliÄŸi. Sonra yaz tatillerinde çalıştığı iÅŸ yerlerinde ve babasının Uray Caddesi’ndeki dükkânında devam eder. Öyle ki, o yıllarda çevrede bulunan tüm iÅŸyerlerini ve sahiplerini yıllar sonra eksiksiz hatırlayacaktır. Yani, kente bir araÅŸtırmacı gözüyle bakması, ta o yıllarda baÅŸlamıştır. Tabii sonraki yıllarda da devam eder. Tüccar Kulübü’ne üye olunca en genç üyelerden biridir ve hep kendinden çok yaÅŸlı kiÅŸilerle beraber oturur. Onlar da merakını bildikleri için daha o sormadan anlatırlar bildiklerini. Bazen de bir konuyla ilgilendiÄŸinde kendisine bilgi vereceÄŸini tahmin ettiÄŸi kiÅŸilere ulaÅŸmaya çalışır. Ve tabii notlar alır.
MERSÄ°N’Ä°N KURULUÅž TARÄ°HÄ°
Bugün “Kentin geçmiÅŸini ayrıntılı olarak araÅŸtıran ilk Mersinli, Åžinasi Develi’dir” demek mümkün. Hem de bu araÅŸtırma çabası kentin hangi tarihte kurulduÄŸu sorusuna kadar gidiyorsa… 1995 yılında kaleme aldığı bir yazıda ÅŸunları yazar:
“Bu yazımızda, hiç düşünülmemiÅŸ bir kutlama konusunu dile getirmek istiyorum. Önümüzdeki yıl, Mersin’in kuruluÅŸunun 160’ıncı yıldönümüdür. 159 yıldır aklımıza getirmediÄŸimiz kuruluÅŸ yılımızın 160’ıncı yılını kutlamamızı öneriyorum.
Evvela Mersinimizin kuruluÅŸ tarihinin hangi yıl olduÄŸu üzerinde duralım. Bu tarihi kesin ÅŸekilde belirleyen resmi bir kayda çok yönlü araÅŸtırmama raÄŸmen rastlayamadım. Dünden Bugüne Mersin adlı kitabımın her iki baskısında da Mersin’in kuruluÅŸunu 1836 olarak belirlediÄŸimi yazdım. Kitabımın birinci baskısı 1987 yılında yayımlandı, bugüne kadar herhangi bir kiÅŸi veya kuruluÅŸ bu tarihe karşı bir belge ve bulguya dayanarak itirazda bulunmadı. Ben de o tarihten baÅŸka bir tarih tespit edecek bilgi ve bulguya rastlamadım.
Kuruluş tarihi olarak 1836 yılını tespit ederken dayandığım bilgi ve bulgular vardı. Bunları şöylece belirtmek istiyorum: Evvela kuruluş yılı hakkında tarih belirleyen Yunanca yazılı bir kitaptan söz etmek istiyorum.
‘Mersin’de Uhuvvetin 1906 Yılı Takvimi’ adını taşıyan bu kitap, Mersin’i 1825 yılında Kapadokya’dan gelen Rumların kurduÄŸunu ileri sürmektedir. Osmanlı vatandaşı Rumları anlıyoruz. Kitap 1906 yılında basılmış, 1932 yılında benim elime geçti. Bit Pazarı’nın bulunduÄŸu yerdeki Ayios Georgiyos Ortodoks Kilisesi’nin bir yerinde bu kitabı bir çocuk bulmuÅŸ; bana getirmiÅŸti. Babamın dükkânında 10 adet tek Halk sigarası verip bu kitabı almıştım. Tercüme etmesi için sonraları Edward Bertamini’ye vermiÅŸtim. Bu kiÅŸi vefat etti ve kitap kayboldu.
Åžu anda Yunan Muhalefet Lideri Miltiyadis Evert, Atina Belediye Reisi iken kendisine bir mektup yazarak bu kitaptan bahsettim ve Yunanistan kütüphanelerinden buldurup fotokopisinin gönderilmesini rica ettim. Kısa süre sonra fotokopi geldi. Kitabı tercüme ettirdim ve çok bilgi edindim. Ancak Mersin’in kuruluÅŸ tarihi hakkında verdikleri 1825 yılı ve Rumların Mersin’i kurdukları iddiasına katılmamız mümkün olmadı.
Yazının devamında o yıllarda bölgeyi gezen yazarların verdikleri bilgilerde “Mersin” diye bir yerleÅŸimden bahsedilmediÄŸi anlatılmakta. Sonrası şöyle devam etmekte:
“KuruluÅŸ tarihine ait iki yazılı belgeden fikir edinebiliyoruz. Fransa’nın Tarsus Konsolosu Fille’nin Hariciye Nazırı Teber’e yazdığı 1836 tarihli mektupta sahil kesimindeki lahitlerden bahsedilmiÅŸtir. DiÄŸer bir belge 1892tarihli Adana Vilayet Salnamesi’dir.
… Bu ifadeden Mersin’in 1841 yılında artık gemilerin uÄŸrağı olan bir yerleÅŸim alanı olduÄŸu anlaşılmaktadır. Buna göre kuruluÅŸ tarihini beÅŸ yıl geriye alarak 1836olarak tespitte bir hata olmamak gerekir. Biz bu konuda baÅŸkaca bilgilere de sahip olmuÅŸtuk. Bir büyüğümüzün himayesinde 100 yaşın çok üstünde ölen HabeÅŸli bir kadın Pozantı’ya giderken Mersin’e geldiÄŸini ve sahildeki bir hug’da bir süre kaldığını anlattığı zaman biz yine aynı tarihi saptamıştık.
Mersin’in kuruluÅŸ tarihi üzerinde resmi bir tarih tespit edilinceye kadar yukarıda belirttiÄŸim hususları da dikkate alarak 1836 yılının kabulü ve önerimizin bu tarih üzerinden göz önüne alınması yerinde olacaktır.”
(Nihat Taner ve Mersin Deniz Ticaret Odası’nın giriÅŸimleriyle Ä°ngiltere Hidrografi Dairesi’nden getirilen ve 22 Aralık 2014 tarihinde İçel Sanat Kulübü’nde sergilenen Amiral Beaufort’un 1811-1812 yılları Anadolu’nun Güney Kıyıları Haritaları’nda Mersyn adına rastlıyoruz. Bu da Mersin’in bu tarihten önce de var olduÄŸunu gösteriyor. MA/SV.)
MERSÄ°N ADI NEREDEN GELÄ°YOR?
“Mersin” adının nereden geldiÄŸi konusunda da çeÅŸitli iddialar vardır. Bir iddiaya göre çevredeki Mersinli Köyünü, Mersinli isimli bir Türkmen AÅŸireti kurmuÅŸtur ve kentin adı oradan kaynaklanmaktadır.
Gezgin yazar Vital Cuinet, La Turquie adlı eserinde “Mersin, Zephirium adını taşırdı. Bugünkü ismi, çevresinde bol miktarda bulunan murt aÄŸacından kaynaklanmaktadır” diye yazmıştır.
Åžinasi Develi’ye göre de “Mersin” adı, Mersin (murt) bitkisinden gelmektedir.
MERSÄ°N MAHALLELERÄ°
Peki, mahalle adları nereden kaynaklanmaktadır?
“Mersin’in kuruluÅŸunda iki mahallesi vardır; Åžarkiye ve Garbiye. Bunlar hakkında bir detay yok. Mersin’i ÅŸark ve garp olarak ayırmış.
Adana Vilayet Salnamesi’nde Mersin’de altı mahalle olduÄŸu yazılı. Biz onları şöyle tespit etmiÅŸtik: Hamidiye, CamiÅŸerif, Kiremithane, Mesudiye, Mahmudiye, Frenk Mahallesi.
Bahçe, Nusratiye, Nüzhetiye, Osmaniye, İhsaniye gibi resmî ve halk arasında Sursok, Çardak gibi isimlerle anılanlar da var.
Mahallelerimizin isimleri nereden geliyor? Çocukluğumda hatırlarım; berber dükkânları, kebapçı dükkânlarının duvarlarında taş basması resimler asılı olurdu. Resimler genellikle harp gemilerine aittiler.
Mersin mahallelerinin isimlerinin padişah isimlerinden alındığı hep söylenir de, kesin bir şey bilinmezdi. Öğretmenlerin öğrencilerine mahalle adının nereden geldiğini sordukları oluyordu. Bana da sorarlardı, bir cevap vermekte zorlanırdım. Sevilen padişahların adına isimlendirilmiş olabilir, derdik. Ama Mesudiye, Nusratiye, Nüzhetiye gibi isimler de vardı; Mesut, Nusrat, Nüzhet isminde padişah yok.
Gerek deniz kıyısı halkının gemilere olan sevgisi ve gerekse padiÅŸah adı olmadığı halde mahalle adı olması beni bir araÅŸtırmaya sevk etti. Bir ara, kısa süre tanıştığım Mersin’de görevli bir amiralimizden Osmanlı’nın geçmiÅŸteki meÅŸhur gemileri hakkında bilgi rica etmiÅŸtim. Gördüm ki, Mesudiye, Nusratiye, Nüzhetiye, Mahmudiye, Osmaniye isimli, kahramanlıklarda bulunmuÅŸ savaÅŸ gemileri var. Ä°ki de padiÅŸah adı var: Mahmut ve Hamit.
… Bu kısa anlatımda ÅŸunu demek istiyorum: Mersin mahalleleri isimlerini Osmanlı’nın kahramanlıklarla dolu gemilerinden almıştır.”
MERSİN’DE SANAT
Eski Mersin’deki sanatsal çalışmalar nelerdir?
“Böyle bir konuda yazı yazmak için herhalde ya sanatçı olmak, ya da sanattan anlayan bir kiÅŸi olmak gerekir. Ben her ikisinden de deÄŸilim; hukukçuyum, Mersin sevdalısıyım. MesleÄŸim dışında Mersin’e faydalı olabilme gayretindeyim. Onun için yaşım müsait, hafızam da elverirken, geçmiÅŸ yıllar Mersin’inin sanat yönündeki hareketlerini olabildiÄŸince İçel Sanat Kulübü Dergisi okuyucularına sunmak istedim.
…Ben 70-80 yıl öncesinin Mersin sanat hareketlerinde öncü olarak 1933 yılında Mersin’de faaliyete geçen Mersin Halkevi’ni görüyorum. Bu sebeple, konuda ağırlığı Halkevi faaliyetine vereceÄŸim.
Halkevi’nde devamlı müzik kursları vardı. ÖrneÄŸin, kemanınız varsa keman kurslarına katılabilirdiniz. Çok istekliyim, katıldım. Bir süre ders aldım, ufak tefek hafif parçaları da çalabilmiÅŸtim. Ama yayı bile, kemanın üzerinde bir süre tutmayı beceremeyince, yapamayacağımı anlayıp kursu bıraktım. Yanılmıyorsam rahmetli Nevit Kodallı’nın aÄŸabeyi öğretiyordu.
Mandolin o yıllarda okullarda yaygındı.”
(Ãœnlü kompozitör Nevit Kodallı da müziÄŸe mandolin ile baÅŸlamış, sonra Halkevi’nde müzik dersleri veren aÄŸabeyi Hayri Bey’den keman çalmasını öğrenmiÅŸtir. Ortaokulu Mersin’de bitirdikten sonra da 1939 yılında Ankara Devlet Konservatuvarı sınavını kazanarak müzik öğrenimine baÅŸlamıştır.MA/SV)
“Mersin, müziÄŸe yabancı bir kent deÄŸildi. KurumlaÅŸma yoktu. Yoksa meraklıları olduÄŸunu, haftanın bir gününde bir yerlerde toplanıp kendi aralarında zevklendikleri bilinirdi. Profesyonel müzik olan yerler de vardı. Şıh Mustafa’nın gazinosunda, Çiçek Bahçesi’nde, Belediye Gazinosu’nda alaturka üzerine devamlı müzik grupları program yapardı. Çukurova Barı, halka açık bir gece kulübü durumundaydı ve devamlı orkestra yanında, Ä°stanbul’dan getirilen sanatçılar da olurdu. Tüccar Kulübü’nün her kış sezonunda Ä°stanbul’dan temin ettiÄŸi dans ve yemek müziÄŸi yapan orkestrası bulunurdu. Ancak bundan yalnız kulüp üyeleri yararlanabiliyordu. Mersin Halkevi’nde aile geceleri ve düğünlerde program yapan, amatör gençlerden oluÅŸmuÅŸ orkestra daima bulunuyordu.
… Ankara Radyosu çok zor dinlenebildiÄŸi gibi herkeste radyo da yoktu. Halkevi tarafından kentin birkaç yerine konulmuÅŸ hoparlörlerden müzik yayımı yapılırdı. Bu arada hâlâ hafızamda güncelliÄŸini koruyan bir husus var. Safiye Ayla’nın okuduÄŸu Fikrimin Ä°nce Gülü’ ÅŸarkısı plaÄŸa elektrikle kaydedilmiÅŸ. Plağın üzerine böyle yazıldığını tesadüfen okumuÅŸtum. Demek ki 1935’te plakların kayda alınmasında elektrik kullanılmıyormuÅŸ. Bunu da böylece öğrenmiÅŸ olduk.”
DÜĞÜNLER
Eski Mersin’de düğün yapılacak bir salon da yoktur. Tüccar Kulübü gibi yerlerden ancak üyeler yararlanabilirler. Halkevi ise salonlarını halka açar, mali güce göre bir bağış karşılığında orada düğünler yapılır. Halkevi’nin, gençlerden oluÅŸan bir orkestrası vardır ve düğünlerde bu orkestra çalar. Åžinasi Develi de düğününü 1945 yılında Halkevi’nde yapmıştır.
TÄ°YATRO
“Ä°stanbul’dan Darülbedayi’nin Mersin’e gelip gittiÄŸini duyardık.
…Ortaokulda öğrenciyken Ä°stanbullu olan yengem meraklıydı, Halk Sineması’ndan loca almış, bizi de götürdü. Orada ‘Arşın Mal Alan’ operetini izlemiÅŸtik. GüneÅŸ Sineması’nın hizmete girmesinden sonra tiyatro grupları Mersin’e daha sık geliyordu.
1946 yılında Mersin Halkevi’nin açılışıyla hizmete giren modern sahne, Mersin’i bu konuda önder illerden birisi haline getirmiÅŸ, bu sayede Türkiye’nin tanınmış tiyatroları Mersin ile tanışabilmiÅŸtir”
RESÄ°M
Sonra söz resim konusuna gelmekte:
“930-940’li yıllarda bu sanat kolunda da faaliyet gösteren kurum olarak yine Halkevi var. Kanımca Mersin halkını resimle tanıştıran da Halkevi’dir. Ben baÅŸka bir kurum hatırlamıyorum. Halkevi yaÄŸlıboya öğretim kurslarının öğretmeni tanınmış, Türkiye’nin sayılı ressamlarından Ressam Ali Cemal idi. Beyrut’ta doÄŸmuÅŸ, Sanayi-i Nefise Mektebi’ni birincilikle bitirmiÅŸ, bahriye asıllı, son yıllarını Mersinlilere adamış bir sanatçı. Ressam Ali Cemal Bey, son yaÅŸlarında Atatürk’ün yaÄŸlıboya bir tablosu üzerinde çalışıyordu. Halkevi’nde zaman zaman çalışmasını izlerdik. Tablo, tabir caizse, kapı büyüklüğünde, Ata’yı pelerinli bir kıyafette gösteren muhteÅŸem bir eserdi. Eserini henüz bitirmiÅŸti ki, Atatürk vefat etti. Ona sunabilmek kısmet olmamıştı. Bu tabloyu ben daha sonra Ankara Halkevi’nde görmüştüm.
O yıllarda Mersin’de bu konuda eser veren fazla kiÅŸi de bilmiyorum. Sadece Hüseyin Erkal’ı tanırdım. Tablolarından satın alındığını da biliyorum. Özellikle Mersin tramvayını resimleyen bir tablosuyla bugün de ilgiliyim. Çünkü Mersin tramvayı hakkında hiçbir resim görmedim. Özel Ä°dare’de diye duydum, araÅŸtırdım, bulamadım.
Mersin’de tramvay olduÄŸunu kitaplarımda fermanını ve çalıştıranı da belirterek yazmıştım. Hâlâ inandıramadıklarım var. Resmi bulursam ayrı bir belge de bu olacak.”
Vali Tevfik Sırrı Gür de resim sanatına çok önem verirdi. Halkevi’nin ilk dönemini bilenler, giriÅŸin iki yanındaki duvarlarda portakal bahçeleri ve Toroslarıyla Mersin’i betimleyen Nurettin Ergüven imzalı iki büyük resmin asılı olduÄŸunu hatırlarlar. Tevfik Sırrı Gür’ün sipariÅŸi üzerine Halkevi için yaptırılmış olan o deÄŸerli resimler geçen yıllar içinde zaman zaman tehlikelere maruz kalmış, ama neyse ki kurtarılmış, Halkevi restore edilip Mersin Kültür Merkezi olarak yeniden hizmete açıldığında ait oldukları yere yerleÅŸtirilmiÅŸlerdir.
1940’ların sonları, 50’lerin ilk yıllarında Mersin Lisesi’nin resim öğretmeni Hüseyin Sevim ve lisede öğrenci Güngör Danışman’ın Akkahve’de, Tüccar Kulübü’nün altındaki Öğretmenler Lokali’nde, Halkevi’nde sergiler açtıkları; bu sergiler hakkında da Mersin gazetelerinde eleÅŸtiri yazıları yayımlandığı bilinmektedir.
Yine aynı dönemde ressam Nuri Abaç genç bir mimar olarak Mersin’de yaÅŸamaktadır. Önce kendi bürosunda baÅŸlattığı sanat toplantılarını daha sonra Akkahve’de sürdürecek, bir süre sonra resim öğretmeni ve ressam HaÅŸmet Akal da bu gruba katılacaktır. Åžair, öykü yazarı ve eleÅŸtirmenlerin de aralarında olduÄŸu bu grup, yıllar sonra ressam DoÄŸan Akça’nın çabasıyla “Akkahve Sanatçıları” olarak anılacaktır.
HALKEVÄ° YENÄ° BÄ°NASINDA
Åžinasi Develi askerliÄŸini bitirip Mersin’e döndüğünde Halkevi yeni binasına taşınmıştır. Vali Tevfik Sırrı Gür tarafından yaptırılan bu yeni binanın büyük bir salonu ve döner sahnesi vardır. Açılışı 29 Ekim 1946 günü, Ankara Devlet Opera Balesi’nin sahneye koyduÄŸu Madam Butterfly Operası ile yapılmıştır.
“Bu müstesna kültür sarayı böylece Mersinlilerin hizmetine sunulmuÅŸtu. Madam Butterfly’dan sonra birçok tanınmış sanat eseri ve bütün komitelerin sanat ve kültür çalışmaları; Mersin’in ilk kapalı spor salonunda spor faaliyetleri ve kurs hizmetleri baÅŸlamıştı. Kısacası, geliÅŸim ve kültür yönünden ne varsa, Mersin Halkevi bütün üniteleri ile bu doÄŸrultuda hizmet veriyordu.
Ä°kinci katta büyük ve zarif, birbirinin devamı biri küçük, biri büyük iki salonunda balo ve benzeri toplantılar yapılıyordu. Büyük salondaki muhteÅŸem avizenin birörneÄŸini baÅŸka bir yerde gördüğümü hatırlamıyorum. Tevfik Sırrı Gür’ün bunu nerede bulduÄŸunu bilmediÄŸim Halkevi kapatıldıktan sonra da nereye götürüldüğünü de bilmiyorum.”
Halkevi’nin yönetiminde görev alacak kiÅŸiler seçimle belirlenmektedir. Åžinasi Develi askerliÄŸini yapıp Mersin’e döndüğünde bu seçimler yapılır. O da Dil-Edebiyat Komitesi baÅŸkanlığına seçilir. Komite baÅŸkanları, Halkevi yönetimini oluÅŸturmaktadır. Halkevi baÅŸkanlığına da Fikri Mutlu atanmıştır.
Halkevi yönetimine seçilebilmek için CHP’li olmak gerekmiyordur. Zira o ve komitenin diÄŸer üyeleri partili deÄŸildir. Komiteler, yönetmeliklerinde belirtilen görevleri yapmaktadırlar. O, komite baÅŸkanlığı ve yönetim kurulu üyeliÄŸinin yanında Halkevi BaÅŸkan VekilliÄŸi görevini de üstlenmiÅŸtir.
Bütün komiteler üstlerine düşen görevleri yapmaktadırlar, ama Dil-Edebiyat Komitesi’nin görevleri hepsinden ağırdır, çünkü Halkevi Kütüphanesi’ne gelen kitapları incelemek onların görevidir. Halkevi Kütüphanesi birçok kiÅŸi için bir kültür kaynağıdır. Halkevi’nin matbaası da vardır. Yani Halkevi, kültür ve geliÅŸim açısından geniÅŸ bir yelpazede hizmet vermektedir.
14 Mayıs 1950 seçimlerinde CHP seçimleri kaybeder. Halkevi’nin kaderi de bununla deÄŸiÅŸir. Åžinasi Develi, sonrasını şöyle anlatmaktadır:
“CHP teÅŸkilatı beklemediÄŸi bir yenilgi sonucu ilden ocaklara kadar adeta çöktü. Mersin Halkevi de bundan biraz nasibini aldı. Kısa süre sonra CHP Mersin’de toparlanma gayretine girdi. Ankara’dan gelen bir parti müfettiÅŸi bağımsız gençlerden bir Ä°l ve Ä°lçe MüteÅŸebbis Heyetleri oluÅŸturdu. Ä°l BaÅŸkanı Dr. Mahmut Işın oldu, bende Ä°l Sekreteri oldum. Böylece Halkevi’nin tüm yönetimini ele aldık. Önceleri yeni iktidardan olumsuz bir tutum olmadı.
Ä°ÅŸ başına geçtiÄŸimizde, genel seçimlerin etkisi ile olmalı, Halkevi biraz ihmal görmüş ve borçlanmıştı. Fazla bir matbaa makinemiz vardı, bunu Tarsus’ta yayınlanan Gülek Gazetesi’ne sattık. Halkevi Sineması’nı kiraya verdik. Tevfik Sırrı Gür zamanında bir kural konmuÅŸtu; Mersin’de sinema iÅŸleten kiÅŸilere Halkevi Sineması kiralanmayacaktı. Böylece sinemacılıkta tekel yaratılması önlenecek ve rekabet nedeniyle halk iyi filmler izleyecekti.Biz de kuralı sürdürdük…
Yeni iktidardan Halkevimize bir zarar geleceÄŸini ummuyorduk. Zira hükümetin başına gelen merhum Adnan Menderes koyu bir halkevci idi. MilletvekilliÄŸi sırasında uzun süre Halkevi müfettiÅŸliÄŸi yapmıştı. Ä°ktidar deÄŸiÅŸmiÅŸti, ancak Halkevi hakkındaki düşüncelerin deÄŸiÅŸmesine ne gerek vardı? Fakat öyle olmadı. Ä°ktidara yakın gazeteler, özellikle Zafer Gazetesi’nde halkevleri hakkında lehte olmayan yazılar yayınlanıyordu.
“Oysa 1950 öncesinde Adnan Menderes’in halkevlerindeki çalışmaları öven çok sayıda söylemi vardır. Ama 1950’den sonra söylemleri deÄŸiÅŸmiÅŸtir.
… Gerek yayınlar gerek iktidarın başında bulunan kiÅŸinin konuÅŸmaları iÅŸin nereye varacağını gösteriyordu. Nitekim1951 yılı baÅŸlarında halkevlerinin ilgası kanun teklifi TBMM’ne sunuldu. Muhalefet kapatılmaya karşı çıkıyor ve ÅŸu teklifi getiriyordu: ‘Halkevleri birer tesis halinde kalsın. Partiler üstü bir yönetime tabi tutulsun. Bütün vatandaÅŸlar yararlansın.’ Hiçbir öneri kale alınmadı. Tasarı Meclis’te kabul edilerek kanunlaÅŸtı.
“8.8.1951 tarih, 5830 sayılı yasa ile Türkiye’deki bütün halkevleri ve halk odaları kapatılır. Böylece 383 tesis tarihe karışır. Mersin Halkevi’nin teslimini de şöyle anlatır Åžinasi Develi:
“Yasaya göre, halkevlerinin bütün mal varlığı hazineye intikal ediyor, fakat nereden doÄŸmuÅŸ olursa olsun, borçları Halk Partisi uhdesinde kalıyordu. Bizim çalışma yerimiz Halkevi idi. Emniyet ve maliyeye mensup görevliler geldiler ve bize eÅŸyamızı alıp Halkevi’ni terk etmemizi söylediler. Dediklerini yaptık ve çıktık. Onlar da kapıyı mühürlediler. Daha sonraları Halkevi’ndeki bütün eÅŸya zaman zaman bilmediÄŸimiz yerlere götürüldü.”
AKKAHVE
Akkahve de Vali Tevfik Sırrı Gür döneminde açılmış bir mekândır. Atatürk Caddesi’nde inÅŸayararlanabilecektir. Oysa herkesin yararlanabileceÄŸi kapalı mekânlara da ihtiyaç vardır. Bunu dikkate alan Vali, Tüccar Kulübü’nün yanındaki TaÅŸ Bina’nın zemin katını restore ettirerek Mersin’e böyle bir mekân armaÄŸan eder.
Akkahve’den de anıları vardır Åžinasi Develi’nin:
“Biz de zaman zaman gidip otururduk. Yemek yer, piyanonun hafif melodisini dinlerdik. Caddeden geçenleri izlerken bir köşede toplamp heyecanlı konuÅŸmalar yapan gençler de dikkatimizden kaçmazdı. Akkahve’yi iÅŸleten Hasan TaÅŸayır adlı kiÅŸiyi Vali Tevfik Sırrı Gür’ün özellikle getirdiÄŸi söylenirdi. Kendisi ve eÅŸi Feride Hanım Beyaz Rus idiler. Hanımı piyano çalardı. Hasan TaÅŸayır, 27 Nisan1954 tarihli Yeni Mersin gazetesine Akkahve – BüyükÅŸehir Belediyesi Binası verdiÄŸi ilanda ‘Ä°ÅŸletmekte olduÄŸum Akkahve lokantasına Mersin’in öteden beri ihtiyacı olan bir aile cazını getirmiÅŸ bulunuyorum.” diyor, öğle ve akÅŸam yemeklerini cazlı olarak sunacağını duyuruyordu. Böylelikle piyanonun yanına bir de caz eklemiÅŸ oluyordu.”
Vali, binanın üst katında da bir Ak Otel yapılmasını ister ve inÅŸaat baÅŸlar. Ancak Vali’nin Mersin’den ayrılmasıyla proje gerçekleÅŸtirilemez. Sonra tamamlanan bina Mersin Belediyesi tarafından kullanılmaya baÅŸlanır.1960’lı yıllardan itibaren Akkahve’nin bulunduÄŸu mekân- zaman zaman baÅŸka baÅŸka iÅŸlevleri olsa da – genelde Belediye’nin bir bölümü olarak kullanılmaktadır.