Gezmek, dolaşmak onun için bir yaşam biçimiydi. Yeni yerler, yeni dağlar, yeni insanlar görmek doyumsuz mutluluk kaynağıydı. Bu nedenle Toros Dağlarının tepelerinde dolaşır dururdu. Gökte uçan kuşlara, yerde kaçan ceylanlara saz çalar, türkü söylerdi. Kimi zaman içi içine sığmaz çok uzaklara da uzanırdı.
Zamanını en çok geçirdiği yöreler Mut, Silifke, Mersin ve bunların kuzeyindeki dağlar, vadiler, otlu koyaklardı. O zamanlar o yörede yörükler yaşarlardı. Göçebe halk sanki Karacaoğlan için vardı. Bir yere bağlanıp kalmazlardı. Evleri, çadırları develerin üstünde olurdu.
“Her gün bir yerden göçmek ne iyi
Her gün bir yere konmak ne güzel
Bulanmadan, donmadan akmak, ne hoş! “ dizelerini sanki Mevlana onlar için söylemişti.
Silifke’nin yaylaları göçebe halkın yerleşim yeriydi. Bu yaylalar ve Mut Karacaoğlan’ın en çok uğradığı yerlerdi. Gezer dolaşır soluğu oralarda alırdı. Amaçsızca dolaştığı bir anda bir çadır çıktı karşısına. İkindi üstüydü. Yaşlıca bir kadın namaz kılıyordu. İki kız da çul dokuyordu. Çulun üstündeki şekillere hayran kaldı. Önceden de çok görmüştü onları. Hayranlığı bitmiyordu, geçmiyordu. Kızlar ezberden kusursuz oluşturuyordu nakışları. Kızlara adlarını sordu. Yanıtladılar: “Şakıbent, top, çiğdem, goraf…Bu değildi amacı; kızlarla yarenlik etmekti:
” Hoşça kalın!” diyerek ayrıldı çadırdan. Oğlak, keçi, koyun melemeleri arasında doğuya doğru sürdürdü yürüyüşünü. Kara çalılar arasında dolaşırken düşlere dalmak çok hoşuna giderdi. Böylesi bir yaşantı başlıca esin kaynağıydı. En güzel türküleri böylesi zamanlarda oluşurdu içinde. Yöre halkı tarafından seviliyor, aranıyordu. Ne isterdi hayattan başka. Yine de bir şeyler istesem, bir keşke desem diye geçirdi aklından. Bu bir türkünün doğuşunun imiydi. Uzaklara baktı, bir duman yükseliyordu. toprakta gezdirdi gözlerini; renk ren çiçekler serpilmişti. Çöküverdi bir ağacın dibine. Saz kendiliğinden öttü, türkü kendiliğinden yankılandı:
Gökyüzünde tüten olsam
Yeryüzünde biten olsam
Al benekli keten olsam
Yâr boynuna sarsa beni
Yâr kolunda burma olsam
Yedikleri hurma olsam
Alçım alçım sürme olsam
Yâr kaşına sürse beni
Karac’oğlan uşak olsam
Yâr belinde kuşak olsam
Bir atlastan döşek olsam
Yâr altına serse beni