Özlemişti sevgilisini. Uzun gezmelerinden birinden yeni dönmüştü. Tüm oba toplanmış yarenlik etmişler, türkülerini dinlemişlerdi. Gezip dolaşmayı severdi. Ne var ki halkı onu çok özler, dört gözle yolunu gözlerdi. Dönüşünde komşu obalara haberler uçurulur, müjdeler verilirdi. Otlu koyaklar bayram yerine dönerdi.
Yine öyle olmuştu.Gezip dolaştığı yerlerle, güzellerle ilgili türkülerini dinlemişti halkı. O coşmuş, halk da türkülerle mest olmuştu:
“Üç gün oldu şu dağları aşalı,
Beş gün oldu yâr sevdana düşeli.
Kalk gidelim bizim oda döşeli,
Döşemesi baştan başa kırmızı.” demişti. Daha çok türküler de söylemişti. Dinleyenlere kalsa sabahlayacaklardı. Ne var ki o yorulmuştu. Dinlenmesi gerekiyordu. Derin bir uykuya daldı.
Akşam dinleyenler arasında özlediği sevgilisi de vardı; ama çok ilgi göstermemişti. Darılmış mıydı acaba?En büyük sorunlarından biri buydu: Sevdikleri, gösterdiği ilgiyi yetersiz bulurdu. Onu mutlaka bulup görüşmesi gerekti. Bu duygularla uzaklaştı çadırdan. Nerde nasıl bulacağını iyi biliyordu:
Az sonra ince bir ses duyuldu karşı ağaçların arasından: “Diiiş!, diiiş!” Bu bir çağrıydı. Sese doğru yürümeye başladı. Akşamki soğukluk yok olmuştu. Özlem giderdiler.
Her yaşantısını türkülere dökerdi. Bu sahneyi de unutmadı. O mutlu yaşantı bir ardıcın gölgesinde sonsuzlaştı:
Sabahtan uğradım ben bir güzele,
Ağlatmadı güzel, güldürdü beni.
Ben güzelden böyle vefa ummazdım,
Ak göğsün üstüne kondurdu beni.
Şahan gibi yükseğinde uçarken,
Keklik gibi engininden geçerken,
Ab-ı Kevser ırmağından içerken,
Susuz pınarlardan kandırdı beni.
Ben de bir kuş idim, geldim ötmeye,
Yârin bahçesinde mesken tutmaya,
Göz kaldırdım cemaline bakmaya,
Ak gerdanda benler öldürdü beni.
Üç güzel aştı da şimdi pınarı,
Taramış zülfünü, vermiş tımarı.
Ak gerdanın altı zemzem pınarı,
Ağzımı verdim de, kandırdı beni.
Karac’oğlan der ki: Koyun gütmeye,
Bozulmuş bağlara seyran etmeye,
Yüzümü döndürdüm inip gitmeye
Sarıldı boynuma, döndürdü beni.