Yaşam boş geçirilmemesi, içinin doldurulması, dolu dolu yaşanması gereken bir armağandır insanoğluna. Karacaoğlan bu armağana hiç ihanet etmemiştir. Yaşamanın hakkını kusursuz olarak vermiştir. Mevlana’nın deyişiyle: “Her gün bir yerden göçmüş, her gün bir yere konmuş, bulanmadan, donmadan akıp gitmiştir. Dilediği dala konmuş, dilediği çiçeği koklamıştır. Böylesi bir yaşam, ömrü olumlu yönde etkiler. Karacaoğlan bu nedenle uzun yaşamıştır. Ne var ki her başlangıcın bir de sonu vardır. Bu son yaklaştığında Karacaoğlan durumun ayırdında olamamıştır. Seksen doksan yaşlarında bile başında gençlik çağının kavak yelleri esip durmuştur. Hatta on beş yaşında bir kız “emmi” dediğinde: “Bir kız bana emmi dedi neyleyim!” biçiminde türküler söylemiş, çığlıklar atmıştır.
Oysa yaşamın doğal akışını, doğal yasalarını hiçbir güç değiştiremezdi. Karacaoğlan da bu kurala boyum eğmek zorundaydı. Duygularında, düşüncelerinde belirgin değişimler görülmeye başladı. Yaşamının bu dönemi Karacaoğlan’a yakışmıyordu. Yaşam çizgisindeki yürüyüşü onunla örtüşmüyordu. Böylesi karamsar düşünceler iç dünyasında dolaşıp duruyordu. İyimser olmayan düşlerle dolaşıyordu Mut yöresinde. Kollarında helkeler yörük kızları geçiyordu yanından yöresinden. Kimileri de yayık yayıyor, yannığa bişşek sallıyordu. Oğlak keçi melemeleri birbirine karışıyordu.
Toros Dağlarının üstünde cıvıl cıvıl hayat fışkırıyordu. Ne var ki bu güzellikleri dört elle kucaklayamıyordu. Uzun yaşadığı ömrünü sorgulamaya başladı: “İşte geldim gidiyorum. Yaşamımla bir sorunum olmadı. Tüm davam kızlarla, güzellerle. Bir ağacın dibine oturup türküleştirdiği bu duyguyu sazla çalıp söyledi:
Karacaoğlan der ki hazeller ile
Döküldü yaprağım gazeller ile
Bir davamız kaldı güzeller ile
Ancak davamızı Mevla’m aralar.
Bu türkü içindekileri anlatmaya yetmemişti. Ömür boyu yaşadığı mutlulukları, çektiği aşk acılarını düşündü. Yaşantısı şerit gibi geldi geçti gözlerinin önünden. Yüreğinin acılarla kaplı bölümünü türkülere dökmeyi diledi canı. Duygularla dolup taştığı böylesi anlarda zorlanmazdı hiç. Türküler saçılıverirdi çevreye. Saz da eşlik ederdi sesine. Telli saz sanki kendiliğinden öterdi; iş düşürmezdi Karacaoğlan’a: Yanık bir ezgi yayıldı dağlara taşlara:
Şu yalan dünyaya geldim geleli
Tas tas içtim ağuları sağ iken
Kahpe felek vermez benim muradım
Viran oldum mor sümbüllü bağ iken
Aradılar, bir tenhada buldular
Yaslandılar, şıvgalarım kırdılar
Yaz bahar ayında bir od verdiler
Yandım gittim, ala karlı dağ iken
Farımaz da deli gönlüm farımaz
Akar gözlerimin yaşı kurumaz
Şimden geri benim hükmüm yürümez
Azil oldum, güzellere bey iken
Karac’oğlan der ki, bakın geline
Ömrümün yarısı gitti talana
Sual eylen bizden evvel gelene
Kim var imiş, biz burada yoğ iken