İ.S. III. yüzyılda 200 sütunuyla tüm gelişimini tamamlayan 350 metre uzunluğundaki Soli/Pompeiopolis Sütunlu Caddesi’nin (cardo maximus) Romalılar tarafından kurulan antik şehircilik anlayışı, Bizans Dönemi’nde önemli değişiklikler ile devralınmıştır. Din değişmiş, Roma tanrılarının modası geçmiş, yerlerini alan tek tanrı ve onun yer yüzündeki temsilcisi İsa ile saygınlıkları ortadan kalkmış, bulundukları sütun konsollarından, meydanlardan birer birer alaşağı edilmiş ve hatta sütunlu caddenin bazı yerlerinde bulunan yuvarlak büyük kireç ocaklarının çevresinde söndürülmek üzere sıralarını beklemişlerdir. Bizans Dönemi’nde piskoposluk merkezi olan Pompeiopolis, oldukça etkin bir Roma liman kentinden içine kapalı dinsel merkeze dönüşmüştü.
Doğuya özgü Roma sütunlu caddelerinin merkezi konumu her yerde insanları buraya çekiyordu (Res. 1). Örneğin bir Romalı da, Bizanslı da sütunlu caddede dolaşıp, limana doğru yürüyerek buraya gelen ticari teknelere şarap, tahıl, zeytinyağı ve canlı hayvanların yüklenişini, kölelerin ve askerlerin getirilişini izleyebiliyor, günlük yaşamında dinlenirken rıhtımda balık tutabiliyordu. Liman, Hadrianus’un Anadolu’yu ikinci ziyaretinde yapılara verdiği destek sayesinde 130-150 yılları arasında bitirilmişti. Halk Hadrianus’a olan gönül borcunu onun heykelini Sütunlu Cadde’ye ve sütun konsollarından birinin üzerinde dikerek birçok kez kanıtlamak istemişti.
209’a tarihlenen Antoninus Pius zamanına ait bir sikkede limanın bitmiş hali birçok kişi tarafından övünçle, hatıra para olarak saklanıyordu. Limanın, açık denizden görkemli bir görüntüsü vardı. Çengel gibi kapanan dalgakıranları, uzatılmış yarı dairesel ve iki katlı yapısı, çatısında yükselen küp biçimindeki deniz fenerleri kötü havada ya da gece gelen teknelere yol gösteriyordu. Limanın güvenliği için askerler, caddenin kuzey-doğusundaki höyüğün üzerinde höyüğü ortalayarak labirent biçiminde dolanan kulelerden denizi ve karayı sürekli gözetim altında tutuyorlardı.
Sütunlu Cadde’de genelde soylular, kamu görevlileri, tüccarlar, zanaatkarlar, ve özgür halk geziyordu. Bunların arasında yerli halktan Yahudi ve Fenike kökenliler olduğu gibi, Kıta Yunanistan ve Roma’dan gelen Grek ve Latinler de vardı. Özgür vatandaşlardan dedeleri korsanlık yapanlar, atalarının aralarında gerçek entelektüellerin de olduğunu ancak Hellenistik Dönem’in sonunda dağılan devlet otoritesinin istikrarsızlığı nedeniyle korsanlığa başladıklarından söz ediyor bir yandan da baskıcı rejimler karşısında özgürlüğe düşkünlüklerini vurguluyorlardı. Liman onlar için özgürlük demekti. Çünkü orada yalnızca mallar değil fikirler de değişiyordu. Kimi zaman Sütunlu Cadde’de karşılaşan aydın kesimden soylular, Cilicia Campestris’in nefis üzümlerinden yapılma özel kav şaraplarını yudumlarken, hararetle felsefi tartışmalar yapıyorlardı. Konu genellikle aynıydı: Siyaset ve Doğu-Batı İlişkileri… Doğunun Stoacı felsefesini batının Yeni Platonculuğuna ve Aristotelesciliğine karşı savunuyorlardı. Çünkü dünya olaylarına doğunun kaderci bakış açısı onlara huzur veriyordu. Bu düşünce biçiminin Tarsus merkezli Cilicia Campestris’te özel bir yeri vardı. Çünkü Stoacılığın üçüncü adamı Appollonius’un oğlu Khyrsippos (İ.Ö.280-207) Soloiluydu.. Aslında Stoacılık özellikle Marcus Aurelius’tan (121-180) sonra Roma’nın her yerinde yaygın bir devlet felsefesi haline gelmişti. Eğitmenler derslerinde Khyrsippos’dan söz ederken sık sık: “Tanrılar dialektik yapsaydı, Khyrsippos’unkinden farklı olmazdı” sözünü öğrencilerine anımsatıyorlardı. Ayrıca dünyaca ünlü Soloilular: “Phainomena”nın yazarı Aratos, ile güldürü şairi Philemon da Pompeiopolis’teki aydınlar arasında Hellenistik geçmişten gelen geleneğin sürdürülmesi bakımından saygı görüyordu.
İnsanlar Sütunlu Cadde’de yürürken isterlerse pateralar (tava), çeşitli formlarda terra sigillata mutfak kapların içinde sunulan yemekleri yiyor; amphoralar, testiler, bardaklardan şarap içiyor; takılar, cam koku kapları, sikkelerden anlaşıldığına göre: dükkânlardan bol bol alışveriş ediyorlardı. Bu dükkânlarda neler yoktu ki? Keramik ve cam işliklerinde satılan hediyelik eşyalar, takılar, keramikler, camlar; cam ve pişmiş topraktan yapılmış unguentarium, alabastron gibi koku kaplarında mis gibi kokan parfümler, nefis şaraplar, ilaçlar, madeni eşyalar, silahlar, el yazması kitaplar… Yeme-içme için kafe tipi dükkânlar, susuzluklarını giderip biraz soluklanmak için süslü çeşme yapısı (nymphaion) onlar için Sütunlu Cadde’deki ayrıcalıklı yerlerdendi. Nymphaion çevresinde otururlarken üçlü heykel gruplarını: Asklepios-Telesphoros-Hygieia; Dionysos-Pan-Panter’e hayranlıkla bakıyorlardı. İmparator Hadrianus, Balbinus, rahip heykelleri, sütun başlıklarının dört bir tarafına işlenmiş Zeus, Serapis, Poseidon, Ares, Hades, Athena, Artemis, Aphrodite, Tyche gibi Tanrı-Tanrıça; Herakles, Pan, Satyrler Dioskurlar gibi Yarı-Tanrı figürleri; bazen rüzgârla savrulan akantus yapraklı motiflerinin işlendiği ilginç sütun başlıkları ve anıtsal girişler caddeye ilk kez gelenlerin hemen ilgisini çekiyordu. Sütun konsolları üzerinde duran Tanrı-Tanrıça (örn. Nemesis) ve Pompeiopolis için önemli kişilerin heykelleri burada gezinti yapanlar için ayrı bir ilgi alanıydı. Bunlar Pompeiopolis için önemli olan Tanrı, imparator ailesi üyeleri ve ileri gelen unvan sahibi kişilere aitti ve aslında bir bakıma dönemin politik durumunu da sergiliyordu. Bu nedenle iktidar değiştiğinde bazı heykeller yerlerini yenilerine bırakıyordu. Zaman ilerledikçe konsollarda yer kalmamıştı. Heykel koymak için sütun tamburuyla birlikte bir bütün olarak işlenen ve birer sütun arayla tasarlanmış konsollar yetmeyince, yeni heykellere yer bulma sorunu, aradaki diğer sütunlara nişler oyularak çözümlenmişti. 200 sütunluk caddedeki bu heykel bolluğu caddeyi bir sanat galerisine fakat aynı zamanda politik bir arenaya dönüştürmüştü. Bu nedenle yerel heykel ustaları atölyelerinde iş yetiştirebilmek için gün boyu çalışıyorlardı. Heykellerin tarih bilincini artırıyor, tarihsel olayları anımsamak ve tartışmak için bir fırsat yaratıyordu. Sütunlu Cadde: yalnızca bir yürüyüş yolu, bir alışveriş merkezi-çarşı değil aynı zamanda bir sanat galerisi, bir buluşma bir sosyal etkinlik yeriydi.
99 gün iktidarda kalabilen asker-imparator Balbinus’un heykelinin sütunlu caddeye dikilmesi halk için gerçek bir sürpriz olmuştu. Aristokrat ve varsıl bir aileden gelen ancak bir o kadar da alçak gönüllü olan ve bu nedenle halkın sevgilisi haline gelen Balbinus, İmparatorluğun geniş topraklarında, Asia, Afrika, Bithynia, Galatia, Pontus Thraciae ve Galliae gibi birçok eyaletinde konsüllük yapmış ancak merkezdeki yöneticilerle bir türlü anlaşamamıştı. Balbinus’un iktidarı, Pompeiopolis’te memnunlukla karşılanmıştı ancak heykelleri başa geçer geçmez imparatorluğun her köşesine ulaşamadan öldürülmüştü. İki yere ulaştığı söylenebilir. Peiraieus ve Pompeiopolis.
Tanrılar arasında özellikle Nemesis’ten çok korkuluyordu. Halk, kendilerini dünya zevklerine ve iktidar hırsına fazla kaptıranları, Nemesis’in en şiddetli biçimde cezalandırdığına inanıyordu. Sık sık değiştirilen imparator ve ordu komutanları bunun en belirgin kanıtıydı.
Halk akşamları cam tiyatro biletlerini alıp, Sütunlu Cadde’nin doğusundaki tiyatroya, ay ışığında yapılan gösterileri izlemeye gidiyorlardı. Serin lodos, bütün gün içlerini bunaltan sıcağı alıp götürüyordu. Akdeniz’e bakarken ona egemen olmanın ve Akdenizli olmanın gururunu yaşıyorlardı. Vitrivius’un belirttiği tiyatronun limana bakar planlanması Pompeiopolis’teki manzarayı doyumsuzlaştırıyordu. Gösteri öncesi oturma sıralarında limana bakarken sağ taraflarında yer alan kentlerinde doğmuş olmaktan gurur duydukları Stoacı Aratos’un anıt mezarını görebiliyorlardı.
Doğu-Batı sütun sıralarının iki yanında yer alan dükkânlar Bizans Dönemi’nde de hala etkindi ve cadde zamanının gösterişli alış-veriş mekanlarına sahipti.
525’te her şey bitti. Aniden sallanan cadde bir karton kule gibi, duvar ve sütunlarıyla birlikte devriliverdi (Res. 2). Zaman durdu ve insanlar göç edip gittiler. Pompeiopolis uzun süre ıssızlaştı.
SOLI/POMPEIOPOLIS’TE DEPREM
Ephesoslu Johannes, Kilikia Pompeiopolisi’ni VI. yüzyılın ilk yarısında korkunç deprem yaşayan kentlerden birisi olarak işaret eder. Kazılar başlamadan önce yüzeyde devrilmiş sütunlarda görülen deprem izleri, 2006 yılında yapılan kazılarda iyice aydınlandı. F39-40-41 plan karelerinde açığa çıkarılan opus sectile tabanların (Res. 3) üzerine kütlevi bir biçimde düşen kapı (Res. 2) ve onun düzgün bloklarla örülü yan duvarları, depremin anlıksal şiddetini vurgulamaktadır. Kapılar ve duvarların yıkıldığı bu yerde zaman 525’te durmuştur ve bu yıkıntılar zamanın durduğu anın en net görüntüsüdür. Birçok yazar, Pompeiopolis’in bu depremden sonra bir daha kendisini toparlayamadığını, hiçbir onarım görmediğini ve sosyal yaşamın sona erdiğini belirtmektedir. Bazı kaynaklara göre: Pompeiopolis’te VI. yüzyıldan sonra bir piskoposluk merkezi kurulmuştur, ancak şimdiye dek yapılan kazılarda kentin piskoposluk dönemine ilişkin herhangi bir kanıt bulunamamıştır.
İ.Ö. 66/65’te Pompei tarafından bir Roma kenti olarak kurulan, 130-150 yılları arasında limanı ve II-III. yüzyılda 200 sütunluk görkemli sütunlu caddesi tamamlanan Pompeiopolis, Doğu Akdeniz’de etkin bir liman kenti olarak, Roma döneminden sonra geriye gitmiş, refah seviyesini ve zenginliklerini giderek kaybetmiş, deprem sonrası da uzun süre terkedilmiştir. Deprem sonrası Sütunlu Cadde’de yıkımın bir başka nedeni de Bizans döneminde çeşitli yerlerde kurulan kireç ocaklarıdır. Bu tip ocaklarda, yerel kireç taşından yapı malzemesi, heykel gibi çevrede bulunan her şey eritilmiştir(C44-45). Bu ocaklarda Roma Dönemi’nde zamanının en saygın tanrıları yerlere yıkılmış, çeşitli uzuvları kırılmış ve eritilmek üzere sıralarını beklemişlerdir (Res. 6) .
SOLI HÖYÜK’TE BİR KADIN MÜHÜR BASKISI
Soli’nin Hitit tabakaları ilginç sonuçlar vermeyi sürdürüyor. Son olarak İmparatorluk Dönemi (İ.Ö.1400-1300) yapıları içinde bir tabanın üzerinde bulunan kremasyon (yakma) tipi bir mezar içinde bulunan bir kadına ait mühür baskısı (Res. 4-5), Hitit dünyasında ender örneklerden biri sayılmaktadır. Pişmiş toprak mühür baskısı (bulla), bir Kıbrıs Beyaz Astarlı (WS II) kap parçası, silindirik boncuklar (3) ve taştan büyük bir skarabe damga mühür ile birlikte ölü armağanı olarak bulunmuştur. Bir çift yatay ip deliği olan bu tip mühür baskıları, Hitit Dünyası’nda: çuval, depo kapısı, yazışmalar (tahta tablet) gibi muhafaza altına alınması gereken yerlerde kullanılmaktaydı. Mühür sahibinin Hitit hiyeroglifi ile yazılan adının fonetiği ile ilgili çalışmalar halen sürdürülmektedir. Soli Höyük’te daha önceki dönemlerde de Muwazi (İ.Ö. XVI-XV.yüzyıl) ve Targasna’ya (İ.Ö. XIV. yüzyıl) ait iki adet mühür baskısı ile Mısır firavunu III Tuthmosis dönemine ait bir skarabe (İ.Ö. XV. yüzyıl) bulunmuştu.