,

Refah Vapuru Faciası – Abdullah AYAN

Refah-Şehitleri-Anıtı.jpg

Refah vapuru faciası, geliyorum diyen trajik ‘kaza…
Ertuğrul ve Refah iki farklı zaman diliminde yaşanan iki ayrı felaket…
Aslında ikisi de kaza falan değil, aymazlıkla, ihmallerin birleştiği iki facia…
1890 yılında Japonya’ ya gönderilen Ertuğrul gemisinin dönüş yolunda uğradığı kaza sonucu batması… Gemideki 655 denizcinin 605’ inin yaşamını yitirmesi…
Tarihe Ertuğrul faciası olarak geçen trajik öyküyü merak edenler bu konuda yazılmış içerikli kitaplardan yeterince yararlanabilirler.
Özellikle Japonları çok etkileyen olayın hemen ardından 1891’ de Kuşimato kasabasında bir anıtla ölümsüzleştirilir facia… (Mersin Pozcu semtindeki Kuşimato sokağına verilen ismin kaynağını da böylelikle not etmekte yarar var. Pozcu’ daki sokağa Kuşimato adını veren Yenişehir adıyla kurulan belediyenin ilk başkanı Adnan Özçelik’ tir. Bir Japonya gezisi sonrası teati edilen Kardeş Şehir anısına bu isim koyulur)
Gemi İstanbul’ dan hareket ettikten sonra Türk karasularında sadece Marmaris’ e uğramış sonra da Süveyş üzerinden sıcak denizlere yol almış. Bırakın bağlantıyı Mersin’ e su almak için bile uğramamış…
Kısaca denize komşu İzmir’ in, Antalya’ nın ne kadar ilgisi varsa Mersin ile Ertuğrul arasında o kadarlık bağ var.
Kamuoyunu yanlışa sürükleyen bir başka algı da, Atatürk Parkı içindeki anıtın Ertuğrul anısına dikildiği bilgisi…
Oysa gerçek daha farklı…
1972’ de açılışı yapılan anıt Ertuğrul için değil, 1941’ de meydana gelen en az onun kadar trajik ve ondan çok daha fazla ihmalin yaşandığı Refah faciasıyla doğrudan ilgili ve o kazada ölen şehitleri unutmamak adına önemli…
Ertuğrul’ un Mersin ile ilgisi yok ama Refah vapurunun batışıyla yaşanan deniz faciasının Mersin’ le doğrudan ve yürek yakan bir bağı var…
**
Türkiye 2. Dünya savaşında tarafsızlık rolünü seçerken, bir yandan Almanları, değişen dengelere bağlı olarak ta İngilizleri idare etmeye çalışmıştır.
Gelişen koşullar bu politikaları bazen sürdürülemez hale getirse de bu rüzgâra göre hareket politikası kesin galibin müttefikler olacağı artık dost düşman tüm kesimlerce kabul edildiği güne kadar iyi kötü sürdürülmüştür de…
18 Haziran 1941 günü, aylardır Bulgaristan sınırına dayanan Almanlarla süren gerginlik sona ermiş, Türkiye ile ilgili herhangi bir hesabı olmadığını açıklayan Hitler’ in, İnönü’ ye gönderdiği mektup sonrası iki ülke arasında saldırmazlık paktı bile imzalanır.
Mart ayında başlayan ve Haziran ortasında anlaşmayla sonuçlanan görüşmeler sırasında İngiltere’ den de sanki Almanlara nazire yaparcasına en beklenmedik adım gelir. Ta 1930’ ların başında siparişi verilen ve çeşitli gerekçelerle ötelenip duran, mazeretler üretilen ama teslimat konusunda tek kelam edilmeyen 4 denizaltı ile uçak filosunun teslim edilmeye hazır olduğu bildirilir.
Bildirilir bildirilmesine de ortada ciddi bir sorun vardır.
Denizaltıları ve kısa bir eğitim sonucu uçakları teslim alacak ekibin, cehenneme dönen Akdeniz’ de güvenli olarak İngiltere’ ye nasıl ulaştırılacağı iki ülke yetkililerinin de kafa yorduğu hayli ciddi bir sorundur.
İngilizler buna da bir çare bulur: O sırada Port Sait limanında demirlemiş olan ve ikmal için İngiltere’ ye gidecek savaş filosunun eşlik edeceği QUENN MARY adlı transatlantiğe ekibin iltihak etmesi halinde sorun büyük oranda çözülecek ve mürettebat sağ salim ulaşacaktır denizaltıların teslim edileceği limana…
Planın sağlıklı yürümesi için İngilizler deniz ve hava filolarını teslim alacak personelin en geç 25 Haziran’ da Mısır’daki Port Sait limanında olmasını talep ederler. İngilizlere göre savaşın tüm taraflarının cirit attığı Akdeniz can güvenliği bakımından tekin değildir. Ve Türk personel eğer gecikmeden hareket günü Port Sait limanında bekleyen o dönemin ünlü İngiliz Quenn Mary transatlantiğine aktarılırsa, ona eşlik edecek harp filosu sayesinde İngiltere’ye güvenli biçimde intikalleri mümkün olacaktır.
Türkiye açısından önemli sorun bir başka ifadeyle handikap burada ortaya çıkar..
Akdeniz’ e açılacak ve herhangi bir tecavüze uğramadan, titizlikle seçilen o günlerdeki en değerli denizcilerini, okullarını birincilikle bitirip havacılık konusunda İngiltere üslerinde eğitilecek gencecik fidanları QUEN MARY’ e sağ salim ulaştıracak bir gemi bulmaktır. (Facia sonrası bu uygun gemi seçme meselesi TBMM’ de konuyu soruşturan 5 kişilik komisyonda da, Meclis genel kurulunda da geniş anlamda tartışılacaktır)
Başbakanlık ve Genel Kurmay hemen kolları sıvar.
İşin koordinasyonu Milli Müdafaa (Savunma) ve Münakalat (Ulaştırma) Bakanlıklarına verilir.
**
Başbakanlık koltuğunda Refik Saydam oturmaktadır ve Saydam; hem 4 denizaltıyı hem de uçak filosunu alacakları eğitim sonrası Türkiye’ ye getirecek pilot adaylarını Port Sait limanında beklemekte Quenn Mary transatlantiğine götürme işini Milli Müdafaa Vekili Saffet Arıkan ile Münakalat Vekili Cevdet Kerim İncedayı’ nın koordine etmesi talimatını verir.
Onlar Müsteşarlarına, Müsteşarlar da işi İstanbul’ daki Deniz Askerî Nakliyat Genel Komutanlığına havale ederler.
Devir savaşın tüm şiddetiyle hüküm sürdüğü, Akdeniz’in tamamının dost düşman mayınlarıyla döşendiği, ticari gemilerin denize açılmakta çok gönülsüz davrandığı bir dönem…
İstanbul’daki gemi acentelerine haber salınır, aslında fazla vakit te yoktur.
‘BARZILAY VE BENJAMEN VAPUR KUMPANYASI’ NA bağlı Refah şilebi personel taşınması amacıyla şirketten kiralanır. (Aslında Refah vapuru Mersin’ e, Mersin de Refah vapuruna yabancı değil. 15 Mart 1941 Cumartesi günü patlayan ve Mersin’ i yakıp yıkan fırtınada Refah batmamak için sahilden ayrılıp açık denize demir atmış ve böylece batmaktan kıl payı kurtulmuştur -18.3.1941 Yeni Mersin- Ancak Mersin’ deki liman hizmetlerini uzunca süre aksatan o kaostan yaşlı Refah vapurunun ne kadar etkilendiği, hasarın boyutları bilinmiyordu. Bilinen tek şey vapurun İstanbul’ a götürülüp elden geçirildiği ve üç ay sonra yeniden Mersin’ e gelip, farkında bile olmadığı çok değerli yolcularını Mısır’a götürecek hale getirildiği gerçeğidir. Mart ayındaki fırtınada yeterince hasar görmüş bir kömür şilebine en değerli denizci ve havacılarını emanet edecek kadar bir akıl tutulması yaşanmaktadır)
Gemi sahiplerine, şilebin Mısır’a Millî Müdafaa Vekâleti’ne ait kimi malzemeleri Türkiye’ye getirmek amacıyla gönderileceği, gemiye Mersin’ de binecek olanların da o teçhizatı teslim alacak personel olduğu söylenerek asıl görev gizli tutulmaya çalışılır.
Gemi kiralandıktan sonra da Askeri personele de hazırlıklarını tamamlayıp en geç 20 Haziran günü “TAM TECHİZAT MERSİN’ DE OLUN” emri verilir.
**
21 Haziran 1941 sabahı gecikmeli de olsa Gümrük meydanının önünde uzanan yolcu iskelesine bir kez daha yanaşır Refah… (tam olarak tarif edeyim günümüzdeki Mersin otelinin önündedir yolcu iskelesi)
Önceki seferinde kömür taşımış olan ve ambarları o kömürün tozuyla kaplı Refah, planlanan günde Mersin’ deki iskelede yolcularını bekleye dursun, 40 yaşındaki bu yorgun, her yanı dökülen yük gemisini gören askeri personel çaresizlik ve biraz da şaşkınlık içinde kala kalırlar.
Geminin nasıl seçildiğini faciadan günler sonra dönemin Milli Müdafaa Vekili (Savunma Bakanı) Saffet Arıkan, Meclis genel kuruluna hitaben yaptığı konuşmada yaşanan süreci şöyle anlatacaktır :
“MUHTEREM ARKADAŞLARIM; DENİZ SUBAY, ERBAŞ VE ERLERİMİZ VE TAYYARE SUBAY VE SUBAY NAMZETLERİMİZİ HAMİLEN 23 HAZİRAN 1941 PAZARTESİ GÜNÜ SAAT 17, 30 DA MERSİNDEN MISIRA MÜTEVECCİHEN HAREKET EDEN REFAH VAPURUNUN; BİLÂHARE ANLAŞILDIĞINA GÖRE YİNE, AYNI GÜN SAAT TAKRİBEN 22,30 DA BİR İNFİLÂK NETİCESİNDE BATMIŞ OLDUĞUNU EN BÜYÜK TEESSÜRLE YÜKSEK MECLİSE ARZ ETMEKLE MÜTEELLİM (ÜZÜNTÜLÜ VE DİLHÛNUM (İÇİM KAN AĞLIYOR). BU ELİM VAKANIN CEREYANI ŞÖYLEDİR:
“İNGİLTEREDE İNŞASI HİTAM BULMAKTA OLAN VE BİR AN EVVEL DONANMAMIZA İLTİHAKI, MATLUP (TALEP EDİLEN) VE MÜLTEZEM (LAZIM OLAN/GEREKLİ) BULUNAN GEMİLERİMİZİ TESELLÜM ETMEK VE TAYYARE KURSLARI GÖRMEK İÇİN HAREKET EDECEK OLAN DENİZ VE HAVA MENSUPLARINI MISIRA GÖTÜRMEK ÜZERE İSTANBUL’ DAKİ DENİZ NAKLİYAT KOMİSYONU TARAFINDAN TAHSİS EDİLEN REFAH VAPURU 16 HAZİRANDA İSTANBUL’DAN HAREKET VE 21 HAZİRAN GÜNÜ MERSİNE MUVASALAT ETMİŞTİR. GEMİYE BİNECEK OLANLAR DA AYNI GÜN MERSİNE VARMIŞLARDIR.
KAFİLENİN 25 HAZİRANDA MISIRDA BULUNMALARI; FASILASIZ VE GÜN KAYBETMEKSİZİN SEFERLERİNE DEVAM EDEBİLMELERİ İÇİN LÂZIM VE ZARURÎ İDİ VE BUNUN İÇİN DE REFAH VAPURUNUN AYIN 22 SİNDE MERSİNDEN KALKACAK SURETTE HAREKETİ TANZİM EDİLMİŞTİ.
HÂLBUKİ GEMİNİN O GÜN HAREKET ETMEDİĞİNE VEKÂLETÇE ANCAK 23 SABAHI MALUMATIMIZ OLDU VE TELEFONLA MERSİNDEN SEBEBİNİ SORDUĞUMUZDA VAKİ TEEHHÜRÜN (GECİKMENİN) GEMİNİN SU ALMAK VE SEFER ESNASINDA VÜCUDUNA ZARURET GÖRÜLEN BAZI NOKSANLARI İKMAL VE TEMİN ETMEK GİBİ İŞLERİNDEN İLERİ GELDİĞİ ANLAŞILDI.
HÂLBUKİ YUKARIDA DA ARZ ETTİĞİM VEÇHİLE, GEMİNİN AYIN YİRMİ BEŞİNDE MISIRA VARMASI LÂZIM OLDUĞU İÇİN HEMEN HAREKET ETMESİ LÜZUMU GEMİ KAPTANINA TEBLİĞ OLUNDU VE GEMİ 23 HAZİRAN SAAT17,30 DA MERSİN LİMANINDAN AYRILDI”
Bakan Arıkan’ ın Meclise verdiği bilgi bundan ibaret değildir, kazayı da kendi penceresinden ve Meclise vermesi gerektiği kadarıyla anlatır ama ‘su alma’ gerekçesine dayandırdığı Mersin’ deki gecikme çok daha farklı ve facia ile ortaya çıkan inanılması imkânsız vahim ihmaller zincirinin sadece küçük bir detayıdır.
Örneğin İngiltere’ den teslim alınacak gemileri getirmekle görevlendirilen Heyet Başkanı Yarbay Zeki Işın’ ın geminin “SEFERE ELVERİŞLİ OLMADIĞINI” güçlükle irtibata geçtiği Ankara’ya bildirmesi…
Ancak İngilizlerin “kafileniz 25 Haziran’ da Port Sait’ ten hareket edecek transatlantiğimize yetişmeli, yoksa sorumluluk almayız” ihtarı karşısında yapılacak fazlaca şey yoktur.
Bunun üzerine “başa gelen çekilir” misali kollar sıvanır.
O günlerde İstanbul’un güvensiz bulunması nedeniyle Mersin’e nakledilen Deniz Harp Okulundan emaneten yataklar alınır, gecenin kuytu saatinde getirilip güverteye serilir. 200’ e yakın yolcunun ihtiyacı için aynı güverteye ahşap tuvaletler yaptırılır Mersin’li marangozlara…
Marangozlar başta olmak üzere yaptırılan işlerin parasını heyetin başına geçirildiğinde Ankara’ da 20 bin lira ödenek zimmetlenen Yarbay Zeki Işın makbuz mukabili öder. Her şey mümkün olduğunca sessiz biçimde yürütülür ve Ankara’ nın kesin biraz da kızgın derhal hareket edin emri uyarınca gemiye doluşur tam 200 kişi…
Kendi personeline bile yetmeyen 2 filikası, gemi jeneratörü sustuğu anda jeneratörle aynı anda sessizliğe bürünen pile sahip telsizi, çürümüş 25/30 can simidiyle, 22 Haziran 1941 saat 17.30’ da gemi “Allaha emanet” denize açılır. (gerçekten de kazada gemi jeneratörü devre dışı kalınca telsizin çalışmadığı, denize saçılan yüzlerce insanın imdat çağrısı yapamadığı faciadan sonrası anlaşılacaktır)
Yarbay Zeki masraflar için kendisine zimmetlenen 20 bin Türk lirasından zaruri harcamalar yapıldıktan sonra kalan 1764 lira 89 kuruşla, Mısır’ da acil hallerde lazım olur diye yine imza karşılığı Ankara’ da teslim edilen 600 Mısır lirasını koyduğu cebini yoklar ve gittikçe uzaklaşan Mersin’i güvertede seyre koyulur. Son kez baktığını nereden bilecektir ki?
Tıpkı son anda binen ve sır gibi sakladığı rotayı bile yola çıkınca kaptanla paylaşan (güvenlik gereği geminin İskenderiye yerine Port Sait limanına yanaşacağı hareketten sonra öğrenilecektir) can yeleği giymiş İngiliz subayının aslında ölüme gitmekte olduğunu bilmediği gibi. (O gizemli İngiliz hep sır olarak kalacak, üretilen kimi komplo teorilerinin de o günden bugüne önemli aktörlerinden biri olmayı sürdürecektir. Kimi kaynaklara göre gemiye gelen kişi subay değil, Mersin’ deki İngiliz konsolosuydu, ama bunu destekleyecek dişe dokunur belge yok)
İlk yaz melteminin serinliğinde güverteye, ambar kapakları üzerine serilmiş yataklara uzanan gedikliler, başçavuşlar, ilk yolculuğun heyecanındaki genç Hava Harp Okullular kayboluncaya kadar Mersin’ i, gökyüzündeki yıldızları seyre dalar…
Güvertede yeterince yer olmadığı için esir köleler gibi ambara indirilen ve kömür tozu solumak zorunda kalan 58 er onlar kadar şanslı değildir…
Açıldıkça dalga boyu artan lodosa aldırmadan kimi gökteki yıldızlara dalarak, kimi ambarda kömür soluyarak kendilerini bekleyen meçhulden habersiz 40/45 mili 5 saatte kat eder denizciler. Kıbrıs açıklarına yaklaştıklarını sandıkları anda, gece 22.30 civarında kopar kıyamet.
Kimi bilgilere göre meçhul bir denizaltının fırlattığı torpido, kimisine göre o günlerde İtalyan ajanlarının sıkça başvurdukları yöntemle, daha limandayken geminin altına yerleştirilmiş zaman ayarlı patlayıcı Refah’ ın ana gövdesini ikiye ayırır…(İddiaların hiç biri bugüne kadar ispatlanmamıştır. TBMM’ deki araştırma komisyonu, kaza ardından Savcılığın yaptığı soruşturma ve açılan dava dosyasını tüm boyutları, belgeleri, tanıklarıyla sürdüren Mahkeme dâhil kazanın nedeni hakkında somut ve kesin bir sonuca ulaşılmamıştır. Özellikle en küçük detayına kadar incelediğim ve kazayla ilgili çok şeyin konuşulduğu TBMM Genel kurul tutanaklarında da bu konuda elle tutulur bir sonuca ulaşılmadığı çok açık. O nedenle iddiaların tümünü ihtiyatlı biçimde karşılamak, tümünün de bir parça komplo teorisine dayandığı gerçeğini akıldan çıkarmamak gerektiğine inanıyorum)
İki filikadan biri daha ilk anda parçalanır, geriye kalan ve halatları çalışmaz filikaya 28 kişi tepeleme biner. Geminin batmasını, su üstündeki can pazarını çaresizlik içinde izler ve gemi karanlık sularda kaybolurken kaderin nereye sürüklediğini bilmez halde hayata tutunmaya çalışırlar…
Suların içinde dalgalarla boğuşanların bir kısmı Mersinli marangozların elinden çıkma güvertedeki tuvaletlerin paravan tahtalarını söküp kurtarıcılar gelinceye kadar deniz üzerinde kalmalarını sağlayacak sala dönüştürmeye çalışır. En şanssızlar panik içinde azgın sulara atlayanlardır, bir daha haber alınmaz hiçbirinden.
24 Haziran 1941 Salı saat 19.10: Filikadaki 28 kişi her saniyesi asır gelen 20 saat 9 dakikalık yolculuk sonunda dalgaların savurduğu Karataş sahilinde bulurlar kendilerini…
Karataş sahilinde denizcilere yol gösteren fener binasına sığınır, oradaki telsiz sayesinde anında Ankara’ yı bilgilendirirler…
İnanması hayli zor ama Ankara’ daki yetkililer ve hükümet Karataş’ tan gelen telsiz mesajı sonrasında öğreneceklerdir faciayı ve ardında bıraktığı inanılmaz, dayanılmaz acı tabloyu…
Ankara’daki yetkililer ilk etapta harekete geçmesi için Mersin Valisini uyarırlar…
Refah yola çıkarken bilgilendirilmeyen Mersin Valiliğinin o gece karanlığında olayı öğrenmenin ötesinde yapacağı fazla şey yoktur. Ancak ertesi sabah harekete geçilir. Vali Sahip Örge Mersin’ deki tüm ekipleri seferber eder…
Ancak akıntılı bölgede zaten hayli güç olan kurtarma çalışmaları için çok geç kalınmıştır. Giden kurtarma ekibi onca gidenin arasından yalnızca bir gedikli deniz başçavuşunun cesedine ulaşır.
Mersin Memleket hastanesine götürülür başçavuşun cenazesi…
Pazar akşamı güle oynaya meçhule kulaç atan cansız bedeni Perşembe günü yapılan törenin ardından Mersin mezarlığında toprağa verilir.
Törende Deniz Harp Okulu adına konuşan yetkili, o günlerden bugünlere dinlemekten bıkmadığımız hamaset dolu bir de nutuk atar, şehidin cenazesinde:
“TÜRK DENİZCİSİNİN MEZARI ENGİN DENİZLERDİR. TARİH DENİZLERDE DAİMA TÜRK KAHRAMANLIĞININ MENAKİBİNİ ANLATIR”
Göz göre göre gelen facialardan biri daha yaşanıp, günahsız insanlar ölüme yollanmış, uyarılar dikkate alınacağına, ölüme yollananların ardından destanlar dizilmiş, dönemin en önemli sanayi kuruluşu İÇPAK fabrikası dahil 10 çelengin gölgesinde yapılan tek kişilik cenaze töreniyle konu kapatılmış, vapurda yer alan çok sayıda subay, astsubay, er ve deniz harp okulu öğrencisinin trajedisinden halk çok sonra haberdar olmuştur. (İlginçtir çelenklerin sayısına kadar töreni detaylarıyla veren Gazetede şehidin adı yer almıyor. Kanaatime göre bu gazetenin değil, olayı mümkün olduğunca gizli tutmaya çalışan döneme uygun aklın ürünü)
Kısaca o bir önceki yükü kömür olan köhne vapurda;15 deniz subayı, 16 harp okulu öğrencisi, 49 denizaltı astsubayı, 63 er, 25 gemi personeli ve kimliği sır ‘o’ İngiliz subayı Akdeniz’ in sularında kaybolur ama facia bir süre ustalıkla kamuoyundan gizlenir.
Gizlendiğine dair en ciddi kanıt facianın ardından yerel Yeni Mersin gazetesinin olayı haberleştirme tarzı ve kullanılan dikkat çekici ifadelerdir:
Yeni Mersin Gazetesi 28 Haziran 1941 günü kafa karıştıran ve olayın kaza değil, daha derin bir mevzua dayandığını yarım ağızla anlatmaya çalışan şu manşetle çıkar:
“REFAH VAPURUMUZ KIBRIS AÇIKLARINDA BATTI. ALÇAKÇA BİR SUİKAST MI?” başlığı altında onca denizcinin şehadet haberi yerine “vapurda bulunan birçok yurtdaşımız boğuldu” cümlesinin yer alması ilginç gelebilir ama o karanlık savaş günlerinin koşulları ve özellikle gemide ölenlerin askeri personel olduğunun açıklanmasının şimdilik kaydıyla gizli tutulma kaygısı düşünüldüğünde gazetenin haberi ‘örtme’ girişimini anlamak zor değil…
Aynı haberde sadece cesedi bulunan başgediklinin “cesedinin merasimle kaldırıldığı” ibaresi yanında isminin verilmemiş olması da yukarıda anlatmaya çalıştığım gibi küçük bir ayrıntı. İleride faciayı araştıracak olanlara yardımcı olacak bir başka bilgiyi daha paylaşmamda yarar var. 28 Haziran 1941 tarihli Yeni Mersin gazetesine göre vapur İskenderiye limanına gitmekteydi. (Belli ki, resmi kaynaklar İngilizlerin hedef şaşırtma taktiğine sonuna kadar uymuştu)
Facia 24 Haziran gecesi meydana gelir ama Meclis Genel kurulunun gündemine gelmesi ancak 10 gün sonra 4 Temmuz oturumunda söz isteyen Milli müdafaa Vekili (Savunma Bakanı) Saffet Arıkan’ ın Milletvekillerini bilgilendirmesiyle mümkün olacaktır.
**
Kaza değil, deyim yerindeyse bağırarak gelen facianın ardından adli ve idari soruşturmalar başlatılır.
Adli soruşturma sonucu dava açılır. Mahkemenin davada Ulaştırma ve Savunma Bakanlarının dinlenmesi yönündeki talebi bürokrasi koridorlarında dolaştırılırken 11 Kasım 1941 günü iki Bakanın istifa kararı resmi gazetede yayınlanır.
Artık iki eski vekil sıfatını taşıyan Arıkan ve İncedayı’ nın dinlenmesi hususundaki Mahkeme talebi sonunda 22 Kasım 1941 tarihinde TBMM’ ye ulaşır. Meclis Başkanı konuyu genel kurula taşır. Genel Kurul bu konuda uzun tartışmalar sonunda karar için beş kişilik komisyon oluşturulmasını ve komisyonun raporundan sonra karara varılması yönünde irade ortaya koyar.
Genel kurulun gizli oyla belirlediği 5 kişilik komisyon raporu 2 Şubat 1942 günü Mecliste saatler süren tartışmalar sonucu oylanır ve tahkikata yer olmadığı kararı alınır.
İki Bakanın soruşturmaya dâhil edilmesi hususunda ortak karara varamayan komisyon üyelerinin dile getirdikleri görüşleri, Mecliste yapılan tartışmaları merak edenler, Meclis tutanaklarıyla ilgili arşive başvurabilirler…
Ancak şu kadarını söylemekte fayda var.
Ölenlerin şehit olarak kabul edilmesi bile hayli uzun tartışmalar ve çetrefilli mücadeleler sonunda ancak 1951′ de kabul edildiği, geride kalan dul ve yetimlerine verilen 4 bin liralık ikramiyenin gemi personelinden esirgendiği dramatik boyutlarıyla faciadan da öte anlamlar içeren boyutlara sahiptir Refah vakası…
**
Ve Türkiye o facianın gerçek nedenlerinden çok başka güç odaklarının anlattıklarıyla yetinmek zorunda kalmıştır.
Örneğin Almanya ile yakınlaşan Türkiye’ ye İngilizlerin unutulmaz mesajı olarak değerlendirenler de olur faciayı…
İtalyanların eşine çok rastlanan eylemlerinden biri olduğunu söyleyenler de çıkar.
O günlerde Hitler Almanya’ sının kuklası konumundaki faşist Vichy liderliğindeki Fransa, Mısır gemisi zannıyla vurduğunu kabul eder bir süre sonra. Hatta gizli pazarlıklar ve özürler sonucu Fransa’ nın Türkiye’ ye tazminat olarak 2 savaş gemisi verdiği yazılıp çizilir ama gerçek hiçbir zaman tam öğrenilmez…
Konuyu kaleme alanların kaza hakkında dile getirdiği iddiaların hiç biri varsayımdan öte kesin bir hüküm niteliğinde değildir. Yazılıp çizilenlerin çoğu da resmi tarihe malzeme olacak hamasi söylemlerden öte o gemide ölüp giden insanların geride bıraktığı insan kokan öykülerden hayli uzak…
Oysa kurtulanlardan ve sonradan Albay rütbesine terfi edecek olan Haydar Gürsan’ ın anlattıkları bile, o vapurla meçhul yolculuğa çıkan, gidip te dönmeyenlerin, Akdeniz’in koynuna gömülen sevdaları, hikâyeleri bakımından yeterince zengin…
Kömür sinmiş Refah vapurunu gördüğü an yük gemisinde rahat yolculuğun hayal olduğunu anlar Gürsan… Aklına son gün Mersin’de dolaşırken yaşlı bir adamın dükkânında gördüğü katlanır sandalye gelir.
Satın almak ister ama yaşlı adam kendisi için yaptığı sandalyeyi satmaya yanaşmaz, ısrarın işe yaramadığını görünce gizli tutması gereken asker olduğu sırrını fısıldar yaşlı amcaya… Sonra o marangoz sefere çıkacak sivil giyimli askere hem tenzilat yapar hem de arkasından ellerini havaya açarak, “hayırlısıyla git, hayırlısıyla dön” diye dualar eder…
Az önce sandalyeyi satmak istemeyen adamın yaptığı tenzilat ve ettiği dualara anlam vermeyen Gürsan limana yürürken yolda ayağı bir şeye takılıp tökezler. Eğilir, ayağının takıldığı şeyin küçük bir çakı olduğunu görür ve alıp cebine atar. Vapur hareket ettikten 5 saat sonra ilk sarsıntıda geminin batacağını anlayınca cebindeki çakıyı çıkarıp can simidinin iplerini kesmeye başlar, ikinci sarsıntı gelmeden Gürsan can simidini iplerden kurtarıp beline geçirir, derken gemi batmaya başlarken kendisini bir anda dalgaların arasında bulur. Sularla boğuşurken ikiye ayrılan vapurun batışını izler. Denizde geçirdiği akşamın ertesinde hasarlı olan can simidi de parçalanır. Gürsan yakın arkadaşı İbrahim Saygıner’ in şişmiş cesedine ve Mersin’deki marangozdan aldığı sandalyeye tutunur ve suda bulduğu bir patlıcanı yiyerek 45 saat boyunca ölümle yaşam arasında gider gelir.
Yıllar sonra anılarını paylaşırken, kurtuluşunu Mersinli o yaşlı adama ve yaşlı adamdan aldığı tahta kürsüye, gemiye giderken ayağına takılan kör çakıya, arkadaşı İbrahim’in cansız bedenine ve tek patlıcana borçlu olduğunu anlatacaktır, Gürsan…
Başkaları ne yazıp çizer bilemem ama Refah gemisi konusunda dönemin yerel gazeteleri başta olmak üzere derlediğim bilgilerden yola çıkarak benim anlatacağım ol hikâyat daha doğru ifadeyle geliyorum diyen trajik ‘vaka’ budur işte…
Abdullah Ayan
abdullahayan@gmail.com

Biyografik Bilgi

scroll to top