TARİHTEKİ MERSİN KADINLARI
SEMİHİ VURAL
İçel Soroptimist Kulübü Yayını
Derleyen: Semihi Vural
Editör: Meriç Alkan
Kapak resmi: Bülent Akbaş
Fotoğraflar: Mustafa Eser, Bülent Akbaş, Semihi Vural, Mustafa Sağlam, Mustafa Tor, Nedim Ardoğa, ismail Ekmekçioğlu
Çizimler: Nodar Kıvırkeva, Siren Yılmazer
12 adet Tablo: Asuman Bozkurtoğlu
Bu kitabın yayın hakları Semihi Vural’a aittir.
Semihi Vural – İç Mimar – semihivural@gmail.com
İçel Soroptimist Kulübü Kültür ve Eğitim Yayınıdır. Ücretsizdir
İÇİNDEKİLER
BAŞKANIN MEKTUBU
TEŞEKKÜRLER
SUNUŞ
GİRİŞ
Kilikya Adı ve Kökeni
Antik Kilikya’nın Sınırları
Efsaneden Gerçeğe – Mitolojiden Avrupa Parlamentosu’na 8
Kızkalesi Öyküsündeki Kız 10
Keben Köyündeki Çolak Kız 12
İnancını sürdüren Azize Aya Tekla 14
Mersin Kraliçesi Olba’lı Kraliçe Aba 16
Mersin’de Konuğumuz Kraliçe Kleopatra 18
Dünyanın ilk feminist kadını Puduhepa 20
Dağlarda oturan Tanrıça Athena 22
Narlıkuyu’da yıkanan Perikızları, Üçgüzeller 24
Tisan’da Aşk ve Güzellik Tanrıçası Aphrodite 26
Uzuncaburç’ta Şans ve Bereket Tanrıçası Tyche 28
Homeros Destanında Hektor’un Karısı Andromakhe 30
Apollo’nun aşkını reddeden kız Marpessa 32
İki Aşkın Kadını Stratoni 34
Kayıp Kentin Kadını Takkadın 36
Mersin adının kaynağı; Mersin ağacına dönüşen Kız Myrrha 38
Adına Kurulan Liman Kentin Kadını Berenike 40
Bozyazı’daki Kraliçe Arsinoe 42
Soli-Pompeipolis’teki Tanrıça Nemesis 44
Türkülerde yaşayan, günümüze ulaşan Türkmen Kızı 50
Horasan’lı Yahşi Beyin kızı Gülnar Hatun 52
Halk söylenceleri 45
Silifke Köprüsü ayağındaki kadın 46
Ejderha ile Kral Kızının Söylencesi 45
Anamur Prensesi Söylencesi 46
Yılan Kız Şahmeran 48
Türkülerde yaşayan, günümüze ulaşan Türkmen Kızı 50
Horasan’lı Yahşi Beyin kızı Gülnar Hatun 52
Bezm-i Alem Valide Sultan 54
Türkiye’nin İlk Kadın İl Belediye Başkanı Müfide İlhan 56
EK 1: Atatürk’ün Kadın İle İlgili Sözleri 59
EK2: Mersin çevresinde “kız” temalı başka örenler var! 61
Kaynakça 63
SV Özgeçmiş
BAŞKANIN MEKTUBU
Değerli okurlar,
Tarihteki Mersin Kadınları adlı bu Kitabın basılmasından İçel Soroptimist Kulübü olarak onur duyuyoruz.
Hepimizin bildiği gibi birçok kültürde Tanrıçalardan bahsedilir. Tanrıçaların apayrı özellikleri ve güçleri bulunur ve onlar bu özel güçleri sayesinde etraflarına güç verip, birer ferdi oldukları toplumlarda saygı ve sevgi ile kabul edilmişlerdir.
Biz Soroptimistler de 1921 yılına dayanan geçmişimizle, tüm dünyada yaptığımız çalışmalarla öncelikle kadın ve kız çocuklarının yaşam statülerini yükselterek her zaman çevremize ve toplumumuza Işık olmaya çalıştık… Ortak nitelik Dostluk… Amaç ise topluma hizmettir.
Soroptimist olmakla başlayan ve değişen hayatlarımız, başkalarının hayatlarına dokunarak daha da anlam kazandı. Soroptimistlik bize tüm kadınların içinde bulunan Tanrıçalık gücünü keşfetmemize yardım etti.
Bu kitabın, bizlere, ulaşmasını sağlayan araştıran yazan Mersin sevdalısı Soroptimist dostu, Sayın Semihi Vural ‘a teşekkür ederken, Mersin’in tarihindeki kadınlar ve tanrıçalar hakkında bizleri aydınlatarak içimizde bulunan güzellikleri ortaya çıkarmasını ve bu aydınlığı toplumumuza ve tüm dünyaya yansıtabilmeyi diliyoruz.
Soroptimist Sevgi ve Saygılarımızla,
İçel Soroptimist Kulübü adına
Başkan Sevinç Şanlı – Mersin – Haziran 2016
TEŞEKKÜRLER
“Mersin Kadınları” 2014 yılında 8 Mart Dünya kadınlar Günü için İçel Soroptimist Kulübü’nde yapılan bir saydam gösterisi olarak ortaya çıktı. Derneğin bu etkinliğinde kulüp üyesi bayanların çoğu; Mersin’de İz Bırakmış Kadınları, Tarihten Günümüze getirip, perdeye yansıyan görüntüleri izlerken 2-3 cümle ile seslendirip hayat verdiler, canlandırdılar.
Genel istek üzerine Mersinli kadınlar bir taslak kitapçık haline dönüştü. Geçen süre içinde projede eklemeler ve değişimler oldu.
Şimdi elinizdeki kitapçık, İçel Soroptimist Kulübü’nün yeni yönetiminin isteği doğrultusunda hazırlandı. Bu projeyi yaşama geçiren İçel Soroptimist Kulübü Yönetim Kurulu üyeleri ve başkan Sevinç Şanlı’ya, orijinal yağlı boya tablolarının yayınlanmasına izin veren ressam Asuman Bozkurtoğlu’na, karmaşık kağıt dosyalarından basılabilecek kitap haline getiren editörüm,
Dr. Meriç Alkan’a, eşim Ayşe Vural’a,
Teşekkürler.
Semihi Vural
SUNUŞ
İstanbul’da doğup büyümüş olan Semihi Vural bahçe içinde, çatıları kırmızı kiremit kaplı evlerine gönül verdiği için Mersin’e yerleştiğini söyler. Kent tarihi ile ilgili ilk çalışması da, arkadaşlarıyla birlikte düzenlediği “Eski Mersin Yapıları Haftası” adlı etkinliktir.
Zaman içinde, 1970’lerdeki o çatıları kiremit kaplı evlerden geriye pek bir şey kalmamıştır; ama Semihi Vural başka hazineler keşfeder Mersin’de. Özellikle de kurucu başkanı olduğu İçel Sanat Kulübü’nün açılmasından sonra her hafta yapılan geziler ona bambaşka bir ufuk açar. Mersin ve çevresinde mitolojiyle kaynaşmış inanılmaz zenginlikte bir tarih vardır. Bunu fark ettikten sonra mitoloji ve arkeoloji onun yaşamının vazgeçilmezleri olur. Kent tarihi ise zaten Mersin’deki ilk yıllarından itibaren ilgisini çeken bir alandır.
Semihi Vural, binlerce yıl öncesinin tarihinden yakın tarihe kadar uzanan bu ilgi alanını adeta bir yaşam biçimi haline getirmiş, heyecanla araştırmış; okuduklarını, duyduklarını ya da gördüklerini belge olarak biriktirmiştir. Sonra gün gelmiş bu birikim, geçmişi bu güne, bu günü de geleceğe aktaran kitaplar olarak gün ışığına çıkmıştır. “Tarihteki Mersin Kadınları” kitabı da bunlardan biri olarak okuyucuya sunulmaktadır.
Farklı kentlerde yaşıyor olmamıza rağmen çalışmalarını uzun yıllardan beri çok yakından izlediğim Semihi’nin bu başarısında, ona gönlünce çalışacağı bir ortam hazırlayan sevgili eşi Ayşe’nin, yani Mersinli bir başka kadının, payı büyük olsa gerek.
Semihi Vural bu kitabıyla, kadına duyduğu saygıyı ve verdiği değeri de vurgulamış oluyor.
Meriç ALKAN
İstanbul, 2016
GİRİŞ
Mersin ve çevresinde, mitolojiden tarihe geçmiş ve günümüze kadar adı anılan, iz bırakmış pek çok kadın vardır. Ancak bunların arasında süzülüp gelen, evrensel boyutta yazılı belgelerde varlığı kanıtlananlar karşımızda capcanlı duruyorlar.
Efsanevi kızlar, peri kızları, tanrıçalar, güçlü kraliçeler, inancını sürdüren azizeler, adına kentler kurulan sevgililer,
kadersiz gelinler,
yıldızlaşanlar, ünlü kâhinler,
Mersin kadınları
İskender ‘in Seferleri üzerine eşsiz bir eser bırakan Nikomedyalı Arrian, tarihi efsaneden ayıklamaya ve olguların kendilerine ulaşmaya çabalar. Roma İmparatorluğu yurttaşı olan yazar MS 2. yüzyılda yaşamıştır. Çizdiği tarihsel tablo bugün İskender ve dönemi hakkında bildiklerimizin birincil kaynağıdır. Yalnızca olayları aktarmakla kalmaz, tarihi bir dönüm noktasından geçiren bireylerin karakterlerini, inançlarını ve tutkularını da sunar.
Binyıllardır süren bir inançtır “ kadını kutsamak”. Tanrıça Athene, Azize Teklâ, Azize Meryem. Adı değişse de insanlar iyilik ve şefkat arayacağı, şifa dileyeceği, huzur isteyeceği, özetle yüreğinde bulacağı manevi hazla mutlu olmak istediği bir kavram olarak ululadığı bir kadını aramak istiyorlar.
Arrian, Semiramis’in destansı zamanından bu yana Anadolu’nun sürekli olarak “kadınlarca yönetildiğini” söyler.
Tarihin her döneminde kadına yüklenen standart rollerin üstüne çıkmış ve erkeklere göre ikincil olmayı reddetmiş kadınları gördükçe, kadınların biyolojik olarak ikincil olduğu kanısı gittikçe zayıflar. Kadınlar her zaman bu kalıplara başkaldırmış ve yaşadığımız dünyaya sayısız katkılarda bulunmuşlardır.
KİLİKYANIN ADI VE KÖKENİ
Şahin Özkan
Günümüzdeki yaşadığımız Mersin antik dönemde Kilikya bölgesi sınırları içinde yer alır. Kilikya, doğusundaki verimli ovaları, batısında uçsuz bucaksız dağlar, ormanlar, katran ağaçları ve gümüş madenleriyle insan yaşamın a çok uygun bir coğrafi bölgedir. Aynı zamanda yörenin kıyıları denizciliğe, balıkçılığa uygundur. Bu koşullar binlerce yıldır Kilikya’nın önemli bir merkez olmasına neden olmuştur.
Kilikya Neolitik (Yeni Taş Çağı M.Ö.7500–5500) Çağ’dan bu yana sürekli yerleşim bölgesi olmuştur. Helenler (Grekler, Yunanlılar) Anadolu’da M.Ö. 7. yüzyıldan itibaren görülmeye başladılar. Asurlular Çukurova ‘ya Que, dağlık bölgeye’de Hilakku adını verdiler. Helenler kendi ağızlarına uydurarak yöre halkına “Hipyakaya” yani Karışık Akalar dediler. M.Ö.5. yüzyıldan sonra bölge Kilikya olarak anıldı. Kilikya ve Kiliks adları Asurca “ Hilakku” sözcüğünden gelmiştir.
ANTİK KİLİKYA’NIN SINIRLARI
Amasyalı Strabon (İ.Ö.64–63 ölümü İ.S. 21)’a göre Antik Kilikya’nın sınırları
şöyledir: Melas ( Manavgat çayı) çayının bulunduğu Korakasion
(Alanya)’dan, İssos körfezine (İskenderun körfezi) ne kadar olan bölgeye Kilikya denir. Korakasion’dan Lamas (Limonlu) çayına kadar olan bölgeye Kilikia Thrakheia (Kilikya Trakeya) yani Dağlık ya da Taşlık Kilikya, bu günkü Taşeli yaylasıdır. Lamas çayından İssos körfezine kadar olan bölge ise Kilikia Pedias’tır yani Ovalık Kilikya, bu günkü Çukurova’dır.
Bölge dev boyutlu bir açık hava müzesidir. Kıyıları, Toroslar’ın yamaçları, yalçın tepeleri, etekleri antik kentlerle doludur.
Klasik mitolojide Kilikya ve Avrupa adının kökenini anlatan güzel bir efsanesi vardır. Bu öykü aslında bizim öykülerimizden biridir.
Tepeleri karlı Toros Dağları’ndan gelen yiğit, Agenor’un kızı Europe’yi kaçırır.
Bu olay mitolojide Zeus’un Beyaz bir boğa kılığına bürünüp Avrupa ile evlenmesine dönüşür. Günümüzdeki EURO paralarında suret olup görünür.
Efsaneden Gerçeğe
Mitoloji’den Avrupa Parlamentosu’na
Strasburg’taki Avrupa Parlamentosu binası önünde “boğa üzerinde oturan bir kız heykeli” vardır.
Kızın ismi “Europa”. Avrupa kıtası, ismini işte bu kızdan alıyor. Heykelin Avrupa Parlamentosu binası önünde olmasının nedeni de bu. AB’nin para birimi “Euro”nun ismi de “boğanın üzerindeki kız”dan kaynaklanıyor.
Agenor’un kızı olan Europa, tanrı Zeus tarafından kaçırılır. Bu öykü şöyle gelişir:
“Tanrıların tanrısı ve tanrıların yüce yöneticisi Zeus, Agenor’un güzel kızı Europa’yı görür.Kız, arkadaşlarıyla birlikte deniz kenarında oyunlar oynamakla ve çiçek toplamakla meşguldür.
Ne var ki Zeus’un o sıralarda, Eros’un bir oku ile yaralanan kalbi,
heyecanla çarpmaya başlamıştır. Çok güzel bir boğa kılığına girerek
Zeus taze çayırların üzerinde otlayan genç boğaların arasına usulca karışacak,
herkesin gözünden ve gönlünden bütün şüpheleri silip atacaktır.
İşte bu sırada tanrılar tanrısı kısa aralıklarla duraksayarak sahilden
uzaklaşmaya başlamış, sonra da avını denizin derin sularına doğru hızla
sürüklemeye başlamıştır. Europa, başkaca yapacak bir şey olmadığı
için, sağ eli boğanın bir boynuzunu tutarken öbür eliyle boğanın sırtına
yaslanmıştır. Girit adasına doğru hızla yüzerlerken – Titian’ın aynı konuyu
işlemek üzere yaptığı ünlü bir tabloda da görüldüğü gibi, Europa’nın elbisesi
hafif rüzgârın etkisiyle havalarda uçuşup duruyormuş.
Ben Europa, sizin kızkardeşinizim. Kilikya Bölgesine adımı veren Kiliks öz ağabeyimdir.
Beni ararken yurdunuzu beğenip yerleşti. 5000 yıldır buraları Kilikya olarak anılır.
KIZKALESİ ÖYKÜSÜNDEKİ KIZ
Ünlü halk söylencesinde “kralın kızının, adada bir üzüm sepetine saklanan yılanın öldürdüğü kız” öyküsünü bilmeyen yoktur. Gerçek yanı ise o kızın mezarının bugün Kızkalesi’nin kuzeydoğusundaki antik mezarlıkta benzersiz bir sandukada olmasıdır. Soyu, sopu, mezarı bellidir, ama 100 yıl öncesinden gelen fotoğrafı şimdikilerle örtüşmüyor. Zamanı geriye doğru döndüren bu giz nasıl açıklanır?
Ben kalenin genç kızıyım. Kaderin yazgısından kaçılmazmış.
Üzüm sepetindeki yılan öyküsünü de kaptırdık Kız Kulesi’ne…
Gerçek mezarım bugün bile oradadır, ama hiç ziyaretçim yok.
KEBEN KÖYÜNDEKİ ÇOLAK KIZ
Keben’deki Hititli kadın rahip’in kaya kabartması Silike’den 20 km uzaklıktaki, Keben Köyü’nün 2 km kuzeyinde, antik bir yol üzerindedir. Keben mezarlığının ortasından geçen yol Müsait Köyü yolunun aksine sola gidildiğinde bir kayalığa varılır. Burada Kaş’a çıkmak için kullanılan geçidin hemen başlangıcında, patika yolun sağında kayaya yapılmış bir kabartma vardır. Kabartma, yöre halkı tarafından Çolak Kız, ya da Çolak Arap olarak bilinir. Kaya yüzeyinde 100xl5O cm. ebatlarında olan kabartma, yerden dört m. yüksekliktedir. 140 cm. yüksekliğinde, sade giyimi bir dini tören kıyafeti ile betimlenmiş olabilir. İri burunlu olup, gözler cepheden badem çeklindedir.
Çolak Kız’la ilgili bir söylence şöyle anlatılır:
Eski zamanların birinde, Keben’in üst yanındaki kayaların dibinde bulunan bir kadın hamur yoğuruyormuş. O sırada kadının çocuğu kakasını yapmış. Bittikten sonra kadın hamurdan bir parça alıp çocuğunun temizliğini yapmış. İşte o anda olan olmuş. Allah bu davranışa kızmış ve kadını aldığı gibi kayaya fırlatmış. Kadın kayaya yapışakalmış. Bu arada parmaklarının ucu kopmuş. İşte o zamandan beri bu kadına “Çolak Kız” derlermiş.
Rölyef 100 X 150 cm. boyutlarda ve derinliği 10 cm. olan bir niş içinde yer almaktadır. Günümüze oldukça iyi korunmuş bir halde gelebilmiştir.
Sağa yönelmiş, başı örtülü, sırtında bir pelerin ve altında uzun bir elbise ile giyimli, elleri öne uzanmış durumda gösterilmiştir.
Hitit İmparatorluk çağı (MÖ 1450-1200) ile Geç Hitit çağlarına (1200-700) tarihlenmesi gerektir.
Silifke’den yirmi kilometre yukarda Keben’de Hititli rahibeyim ben.
Kayaya işlenmiş suretim.
3000 yılı aşkın süredir badem gözlerimle bakar dururum sizlere…
İNANCINI SÜRDÜREN AZİZE AYA TEKLA
Silifke’deki, Hıristiyan azizesi – Helenistik ya da Erken Roma çağlarında Kokysionoros olarak bilinen yerleşimin ortasında Tanrıça Athena adına yapılmış bir tapınak vardı. Hıristiyanlığın kabulünden sonra da Athena Kannetis ile Aya Tekla özdeşleştirilmiş olmalı.
24 Eylül, Doğu Kilisesi’nce Silifke yakınlarında yaşadığı varsayılan Azize Thekla’nın kutsal günüdür. Daha önceleri Silifke’de tapımı yaygın olan Athena Kannetis’le bir tutulmuş, hatta azizenin –Athena’nın- kutsal alanı Nazianus gibilerince “parthenon” olarak adlandırılmıştır. (“Parthenon”, bakireler evi anlamına gelir ve Athena rahibelerini tanımlamak için kullanılır. “Bakirelik” burada kendi kendisinin sahibi olan kadın demektir.) Silifke civarındaki bu tarz çoğu kilisenin eski Zeus ve Athena tapınakları üzerine veya yanına inşa edildikleri de unutulmamalıdır.
Aya Thekla tapımı İstanbul’da 24 Eylül günü Büyükada’daki Aya Yorgi kilisesinde gerçekleştirilir ki bu durum da sonbahar ekinoksu olan 21 Eylül -öncesi ve sonrasında- yapılan pagan şenliklerde göze çarpan tanrıça ve tanrının onuruna yapılan uygulamaları çağrıştırır.
Makamım Silifke’de, halk bana Meryemlik der. Binlerce yıldan beri kutsanırım. Önce Athena idi adım, Hıristiyan dininin ilk azizesi oldum. Ünlüyüm dünyanın çok yerinde, şifa dağıttım ellerimle…
MERSİN KRALİÇESİ – OLBA’LI KRALİÇE ABA
Kraliçe Aba’nın babası Olba Rahip Krallığı’nın güçlü kişilerinden biri olan Ksenophanes’tir. Olba krallığını birçok kişiyle muhafız kılığında ele geçirir. Bölgenin ve rahip krallığın hâkimi olur. Romalılar’ın korsan olarak adlandırdıkları yöre halkının isyan edenlerini yok etmesinden sonra Olba’da (Uzuncaburç) Teukrit soyuna ait rahip krallar oldukça büyük bir bölgeye hâkimdiler.
Aba ve Olba hakkında bilgi kaynağı Amasyalı Strabon’dur: Kyinda ve Soli’nin yukarısında dağlık ülkede, içinde Teukros oğlu Aias (Ayas)’ın kurduğu Zeus Tapınağı bulunan Olba kenti vardı. Bu Tapınağın başrahibi Dağlık Kilikya’nın kralı oldu. Sonra ülke sayısız tiranlar tarafından ele geçirildi ve korsanlar örgütlendirildi. Bunların yok edilmesinden sonra bu ülkeye “Teukros’un Ülkesi” ve rahiplerin çoğuna da “Teukros” veya “Aias” adı verildi. Fakat tiranlardan biri olan Ksenophanes’in kızı Aba evlilik yoluyla aileye girdi.
Roma Konsülü Antonius, Kilikya’daki korsanlık sorununu çözmek için gelen Pompeius’tan sonra bölgede görev alan bir Roma generali; Sezar’ın egemenliğinden sonra, Sezar’ın da gözdesi olan Mısır Kraliçesi Kleopatra ile bölgedeki zenginliği paylaşmak amacındadır. Başta Tarsus olmak üzere, Dağlık Kilikya’nın zengin ürünlerini Roma donanmasına aktarabilme düşüncesindedir. “Kilikya” konsülü ve Romalı ünlü komutan Markus Antonius ve Mısır Kraliçesi Kleopatra, nazik davranışlarından ve saygılı olmalarından dolayı bir lütuf olarak buraları Kraliçe Aba’ya bağışlarlar. Roma himayesinde otonom bir yönetim oluşturulur. Olba Kraliçesi Aba, dönemin bir başka güçlü kadını, Mısır Kraliçesi Kleopatra ile kendi ülkesi için bir anlaşma yapar. Böylece Roma kontrolündeki iki ülkenin iki kadını Roma için anlaşırlar.
Bir zamanlar Toroslar’ın en güçlü kadınıydım. Kleopatra ve Antonyus bile geldi yanıma ve onurlandırdılar beni. Tarihçiler yazdı matemimi.
2100 yıldan beri seyrederim sizi.
Kibeleyim, kraliçeyim, ama önce acılı bir anneyim.
MERSİN’DE KONUĞUMUZ KRALİÇE KLEOPATRA – Necla Yazıcıoğlu Yavi
18 yaşında kraliçe oldu. Birçok yabancı dilden felsefeye, retorikten gök bilimine pek çok dalda eğitim aldı; Roma’nın en ünlü önderlerine, Doğulu kadının gücünü gösterdi. Sevdiğinde ise tüm varlığını verdi.
Romalılar Kleopatra’yı hiç sevmediler. Onu J. Caesar, Marcus Antonius, Octavianus gibi önderlerini baştan çıkartan, kötülüklerin anası, Mısırlılaşmış Yunanlı kadın olarak suçladılar.
Kleopatra çağında Batı, buyurgan Romalı erkeklerin tefecilik ve siyaset arenası; Doğu ise, üretken ana tanrıçaların ve kraliçelerin egemen olduğu zengin bir dünyaydı. Yarı çıplak zarif bedenleriyle, ağır zırhlar içinde korunan Batılı savaşçıların üzerilerine yalın kılıçla dalan kadın savaşçı Amazonlar, Doğu’nun simgesi değil miydi?
Kilikya’da Olba Kraliçesi Aba, Halikarnas’ta Mausolos’un dul eşi Kraliçe Artemisis, Karya’da granitten Alinda kentini kuran Kraliçe Ada, Suriye’de Palmira Kraliçesi Zenobia ve Mısır Kraliçesi Kleopatra, Doğu monarşilerinin birer yıldızı değiller miydi?
Kleopatra ile Marcus Antonius birlikteliğinde önemli nokta; Antonius’un en zayıf yönü, çevresindekilere fazla güvenip, yanıldığını anladığında çok büyük pişmanlık duymasıydı. Övgüler onu çabuk etkilerdi. Haksızlık ettiği kişilerden özür diler, işlediği hataları onarmak için, vermede cömertti ve suçluları cezalandırmada sertti.
Dünyadaki en ünlü kadınlardan biriyim. Mısır – Roma ve Anadolu,
Üç dünyayı Mersin’de buluşturdum.
Bir çocuğum oldu Sezar’dan.
Antonius bana Mersin sahillerini hediye etti. Akkale’de oturduk bir süre…
DÜNYANIN İLK FEMİNİST KADINI PUDUHEPA
Puduhepa, adını koruyucu tanrıçası İştar’a değil, Hepat’a borçluydu.
Dualarından birine bakılırsa “Hepat”, Güneş Tanrıçası’nın Hurri dilindeki karşılığıydı. “Hattuşa Ülkesi’ndeki adın Arinna’nın Güneş Tanrıçası, Sedir Ülkesi’nde ise adın Hepat. Ve ben Puduhepa, baştan beri hizmetkârınım”.
Puduhepa ve babasının adları Hurrice’dir. Puduhepa kendini Hurri Tanrıçası Hepat’ın hizmetkârı olarak görüyor; ama aynı zamanda kendisini ‘Arinna’nın Güneş Tanrıçası’nın sevdiği’ diye adlandırıyordu. Puduhepa’nın babası Bentip, antik Saros (Seyhan) Irmağı’nın kaynağı olan Kizzuwatna ülkesindeki Lawanzantiya’lı (Elbistan) bir rahipti. Araştırmacılar Puduhepa’nın soylu olup olmadığı konusunda hemfikir değil; ancak Hattuşa’da her düzeyde birbiriyle hısım-akraba olan egemen tabakası dikkate alınırsa, uzaktan da olsa akraba olması mümkündür.
Puduhepa insanları kazanmayı çok iyi biliyordu. Puduhepa uzlaştırıcıdır, barış taraftarıdır. Komşu ülke yöneticilerine etkileyici mektuplar yazarak uzlaşma ve barış dileklerini anlatır. Bunlardan birini aktarmak ilginç olabilir.
Kadeş Antlaşması
MÖ 21.11. 1259 tarihinde Firavun II. Ramses’in huzuruna üç Hititli elçi çıkar. O dönemde Mısır’da altından daha kıymetli olan gümüş bir levha sunarlar. Bu gümüş tabletteki yazının altında Hattuşili ile Puduhepa’nın mühürleri yer alır. “Hattuşa Ülkesi Prensesi, yeryüzünün efendisi Arinna’nın Güneş Tanrıçası’nın gözdesi, Tanrıçanın hizmetkârı, Kizzuwatna ülkesinin kızı Puduhepa”. Kral ile aynı konumda olan bir kraliçe. Yazının özü şudur: “Büyük kral Mısır kralı ile büyük kral Hattuşa kralı arasında tüm zamanlarda savaş yapılması tanrılar tarafından yasaklanmıştır.”
Bu anlaşma devletler hukuku alanında dünyanın ilk antlaşmasıdır. Bugün New York’taki Birleşmiş Milletler Binası’nın duvarında asılıdır. Bu levha mektuptan çok etkilenen firavun Ramses “ileri görüşlülükte” Hattuşili’den geri kalmamak için kendi ülkesindeki kadınların da önemli işler üstlendiğini vurgulamak ister. Cevaben Ana kraliçe Tuya ve büyük kral eşi Nefertari, Puduhepa’ya mektuplar yazarlar.
Barış Antlaşmasını takiben Hattuşili’nin büyük kızı Ramses’e gelin gider. Bu düğün ise Ramses’in yaptırdığı granit bir dikilitaşta anlatılır.
“Tüm varlığımızı ona verelim. Özellikle de büyük kızımızı ona, yaşayan tanrıya verelim ki, bize barış getirsin ve yaşayabilelim. (İmza) Büyük Ramses.”
Dünyanın ilk feminist kadını, ben Puduhepa’yım. Hitit İmparatoru’nun kraliçesi.
Güneş Tanrıçası Arinna’yım. Newyork’ta Birleşmiş Milletlerin duvarında, benim yazdığım ilk barış antlaşması asılı.
DAĞLARDA OTURAN TANRIÇA ATHENA
Athena, Yunan Mitolojisi’nde 12 tanrıçadan birisi; akıl ve bilgeliğin, savaşın ve bilimin tanrıçasıdır. Canbazlı’dan sonra gelinen Sömek köyünde yüksekçe bir kayaya oyulmuş Sömek Tanrıça Athena kabartmasını görürüz. Sağ kolu yukarıya kalkmış durumda ve mızrağını tutmaktadır. Mızrağın üzerinde bir yılan sarılmıştır. Sol kolu kalkana dayalı durmaktadır. Silifke ilçesine yaklaşık 40 km. uzaklıktaki Aşağı Sömek köyü yakınındaki Eleksi Boğazı’nda yaklaşık 3 km (on dakika yürüyüşle) kuzeyindeki Athena kabartması, antik yerleşimde Athena Kültü’nün varlığını gösterir. 1.30 m. yükseklikteki kabartmada “Dağlarda oturan Athena” yazıtı vardır. Athena, üst bölümü istiridye şeklindeki bir niş içine yerleştirilmiş, elinde yılan sarılı mızrağıyla tasvir edilmiştir. (IV. yüzyıl)
En iyi bilgiyi yanındaki yazıtı verir: “Menas’ın oğlu Hermophilos’un torunu Marcus’un eseri. Rhobozon oğlu Dionys tanrısal buyruk gereğince Athena Krisoa Oreia’ya (Dağlarda oturan Athena’ya) adadı”.”‘Dağlarda oturan” ibaresiyle Athena’nın dağları ve burada yaşayan insanları koruyan bir tanrıça olarak tapım gördüğüne şahit oluyoruz. Bu sıfatla Tanrıça Athena özelleşmiş, Kilikya’nın yarattığı özel bir tanrıça olmuştur.
Kalkanı, mızrağı, yılanı ve yanındaki sütunu ve miğferi ile bakire kızların tanrıçası ile benzerlik gösterir. Güzel bir ayrıntı ise, sol yanında, arkasından fırlarcasına çıkmış olan bir at onu benzersiz kılar. Bunu “Anadolu Rönesansı” olarak nitelendirmek mümkündür.
Kabartmanın bir yanında ise hilal, yıldız ve şimşek gibi bazı sembolik kozmik motifler yer almaktadır. Bu kabartma bir anlamda Doğu-Batı sentezinin yansımasıdır.
12 tanrıçadan biriyim. Akıl ve bilgeliğin, savaşın ve bilimin tanrıçasıyım.
Cambazlı – Sömek Köyü’nün yakınında, kayaya oyulmuş Tanrıça Athena kabartmasında görünür suretim.
NARLIKUYU’DA YIKANAN PERİ KIZLARI, ÜÇGÜZELLER
Güzellerle Şenlikli Bir Yıkanma – Poimenos Hamamı (Güzel Banyo Suyu)
Narlıkuyu’da, denizden birkaç metre içerde küçük bir Mozaik Müzesi vardır.MS IV. yüzyıl sonlarına tarihlenen, sanatsal değeri yüksek eski bir yapıdan kalan taban mozaikleri bir yapıda korunmaktadır. Kharitleri betimleyen mozaik tabanda, doğal renkli taşlar kullanılarak mitolojik bir öykü anlatılmıştır.
Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde yeniden düzenlenen Poimenos Hamamı’ndan günümüze sadece taban mozaikleri kalmıştır. Mozaik tabanın çevresi geometrik biçimlerle zenginleştirilmiştir. Beyaz, siyah, altın sarısı taşlarla yöresel kuş ve çiçek şekilleriyle süslenmiş banyo odasında cennetin kızları dans etmektedir. Yörede yaşayanların bazıları bir yakıştırma olarak, Tarsus’taki Kleopatra Kapısı gibi, bu hamam yıkığına da Kleopatra Hamamı diyor.
Mozaik üzerindeki kitabede sözü edilen Poimenos, Roma imparatorları Archadius ve Honurius’la iyi ilişkileri olan ve bugünkü İstanbul, Marmara Denizi’ndeki Prens Adaları’nın dürüst, onurlu yöneticisi imiş.
Yazıtın çevirisi şöyledir:
“Ey konuk dost! Şimdiye kadar kayıp görülen – Güzel banyo suyunu – kimin yeniden bulup ortaya çıkardığını öğrenmek istiyorsan, bil ki o; İmparatorluklarla dostluk kuran, onların arkadaşı ve kutsal adaları yöneten Poimenos’tur.”
Narlıkuyu’da müzeye dönüştürülen Poimenos Hamamı’nın taban döşemesindeki mozaiklerde resmedilen kızlar, Klasik Mitoloji’de “Kharitler” olarak anılır; halk arasında ise “Üç Güzeller” olarak tanımlanırlar. Baş tanrı Zeus’un binlerce kızlarından en meşhurlarıdır.
Anneleri Eurynome’dir. Kharitler, Aglia, Talia ve Euprisina; parlaklık, güzellik, çekicilik, hoşluk ve neşeyi yansıtırlar. Resim, mozaik ya da heykel gibi sanat yapıtlarında sıkça rastladığımız bu üç genç kız, her zaman birlikte betimlenir.
Peri Kızları, Kharitler… İşte evleri orada, Mozaiklerde yaşıyorlar; hepinizin bildiği, yeryüzünün en güzel koylarından biri Narlıkuyu.’da.
Üç bayandan oluşan koro seslenir:
Biz Zeus’un üç kızı, üç güzelleriz. Sanatın esin perileriyiz.
Sonra tek tek seslenirler:
Ben Agliye… Sanatın parlaklığı, ışıltısıyım.
Ben Talya… Neşenin ve kahkahanın yaratıcısıyım.
Ben Öprosina… Sanatın esini, gönül neşesi, içimizdeki güzellik ve coşkuyum.
TİSAN’DA AŞK VE GÜZELLİK TANRIÇASI APHRODİTE
(Bu bölüm Sadi Bayram’ın izniyle yayımlanmıştır.)
Silifke’ye 48 kilometre mesafede olan Kilikya Aphrodisias’ı, yöre halkı arasında Köserelik / Gökada / Ada adı ile bilinmektedir.
Aphrodisias antik şehri, kuzeyindeki büyük alanla birlikte 1976 yılında Ankara sanayicileri ve iş adamlarının kurduğu yazlık konut kooperatifine satılmış ve 1984 yılında başlayan yazlık konut inşaatından beri de “Tisan Tatil Köyü” olarak tanınmaktadır. Doğusunda Akliman, kuzeybatısında Ovacık limanı bulunur.
Antik kent denize nazır geniş bir yarımada üzerinde kurulmuş olup, iki nefis koya sahiptir. Koyların birbirine mesafesi 400 metre civarındadır. Çift limana sahip olan yarımadanın batı koyuna, halk tarafından Korsan Koyu da denir.
Rudolf Heberdey tarafından 1891 yılında bilim dünyasına tanıtılan antik şehirde, 1967-70 yıllarında Alman bilgin Ludwig Budde araştırma yapmış ve 1987 yılında “St. Pantaleon von Aphrodisias in Kılikien” isimli kitabını yayınlamıştır.
MS 101-102 yıllarında yazılan Ps. Skylax adlı antik gemicilik kaynağında Cap Aphrodisias olarak adı geçen şehir, Orta Çağ’da da yerleşim yeri olarak Kullanılmış ve Porto Cavaliere adı ile anılmıştır.
Doğu ve Batı koylarının güneyinde yer alan 3 kilometrelik yarımada, Aphrodisias halkının yaşadığı şehir surları, platonun kuzey ve güneyinde, yüksek bir çanak platoyu sarmalar. Sur çevresinde bugün motorlu arazi araçlarının gidebileceği patika yol vardır.
Aphrodisias Doğu Koyu’nun güneydoğusunda, denizden 7–8 metre yükseklikte, kıyıya 3-4 metre mesafede, MÖ VI. asırda yapılıp, MS IV. yüzyılda kiliseye çevrilen mabet bulunmaktadır
Ben aşk ve güzellik tanrıçasıyım – Anadolu’da ve Kıbrıs’ta adıma kentler kurulmuştur. Bunlardan birisi de Mersin Silifke yakınında, sizlerin Tisan dediği güzel koydaki Kilikya Afrodisyası’dır.
UZUNCABURÇ’TA ŞANS VE BEREKET TANRIÇASI TYCHE
Uzuncaburç’taki Tyche tapınağı I. yüzyıla tarihlenir. Şans ve kader tapınağında görülen kolonlar çevrede bulunmayan, bu nedenle dışarıdan getirtilmiş olduğu anlaşılan granit yapıdadır.
Bu tapınakla ilgili olduğu ileri sürülen ve British Museum’da bulunan bir kitabede: “Obrimus ve Kyria’nın oğlu Oppius ve eşi, Leonides’in kızı Tyche tapınağını kente armağan etti” yazılıdır.
Tike, Klasik Mitoloji’de bir kentin talihini ve genel olarak refahını ve kaderini belirleyen şans tanrıçasıdır. Çıkışı ile ilgili olarak Hermes ve Afrodit’in kızı olmasının yanı sıra başka kaynaklara göre Okeanos adlı Titan’ın kızı olarak da anılmaktadır.
Helenistik çağda yer alan kentlerin madeni paralarında görüntüsüne sıkça rastlanır.
Ben şans tanrıçasıyım. Okyanus kızlarından biriyim. İnsanoğlunun yaşamındaki iyi ve kötü olayları simgelerim.
Uzuncaburç ta adıma yapılmış bir tapınak var. Elimde bereket boynuzu, yahut bir gemi dümeniyle betimlenirim. Şansınız açık olsun…
HOMEROS DESTANI’NDA HEKTOR’UN KARISI ANDROMAKHE
Kilikya mitolojisinde birçok kadının adı geçer. Ama bunlardan en ünlüsü Troya Sarayı’na gelin giden Andromakhe’dir.
Troya Destanı olarak tanımlanan İlyada adlı eserinde Kilikya ve Kilikyalılar özellikle ayrıntılı bir şekilde belirtilmiştir. Ama bunların arasında en önemli kişilerden birisi, Kilikya’dan Troya’ya giden ve Anadolu’nun ilk kahramanı Hektor’la evlenen güzel gelin Andromakhe olmalıdır.
Dünyada Andromakhe için pek çok eser yaratılmış ve o ölümsüzler arasında özgün yerini korumaktadır.
Azra Erhat şöyle anlatır: Kilikya’nın kralı Eeiton’un güzel kızıdır Andromakhe. Dardanos gibi onurlu bir soyla akrabalık kurmaktan kıvanç duyuyorlardı. Biricik kızlarını gelin verdikleri Priamos’un evine gönderirken zengin bir çeyiz hazırladılar.
Damat Hektor, dürüst, yiğit bir insandı. Andromakhe ile Hektor birbirleri için yaratılmış uyumlu bir çift idi. Çevrelerine mutluluk saçan bu iki insan sarayda sevgi ve saygı görüyordu. Priamos’un sarayında Hekabe’den doğan on dokuz oğluyla, öbür karılarından olan otuz kadar çocuğu, gelinleri ve damatları ile düzenli bir yaşam sürmekteydiler.
Kahramanımız Hektor, Priamos oğullarının en büyüğü, en yiğidi, halkın göz bebeği, kentin koruyucusu ve efendisidir. Tatlı kadını Andromakhe ile mutlu yaşamları çocukları doğunca daha zenginleşmişti. Oğullarına şehrin efendisi anlamına gelen Astyanaks adını koydular.
Azra Erhat beni şöyle tanımlar:
“Andromakhe; ormanlı ülke Kilikya’dan Truva’ya gelin gitti. “
Anadolu’nun ilk kahramanı Hektor’un karısıyım.
Acıların kadını, bahtsız kraliçe. Şimdi gökyüzünde bir yıldız taşı oldum.
APOLLO’NUN AŞKINI REDDEDEN KIZ MARPESSA
Şinasi Başal
Taşucu kasabasındaki yaygın inanışlara ve her yıl yapılmakta olan Balıkçılık Bayramı kutlamalarının sonunda yapılan Deniz Kızının çıkarılışına esas olan nokta, bugünkü modern Taşucu’nun evleri altında kalmış olan zırtlan (sırtlan) deliğidir. Bu delikten girildikten sonra geniş bir mağara ve bu mağaranın içerisinde bir göl olduğu anlatılır. İçerisi son yıllarda doldurularak kapatılmıştır. Buraya konu olan efsane MARPESSA’dır.
Marpessa, Taşucu’nda bir balıkçıya âşık olur ve onunla kaçarak yaşamaya başlar. Ancak, mitolojide Marpessa, Apollo’nun aşklarıyla ilgili olarak öykülerde sözü edilen, İlyada’da adı geçen bir nehir tanrısı olan Evenos’un kızı, Meleagrosun karısı, Kleopatra’nın da annesidir. Marpessa güneş tanrısı Apollo’nun aşkına karşılık vermeyerek, dünyanın en güçlüsü (ölümlü) İdas’ı seçer. Apollo onları bulduğunda İdas tanrıya el kaldırır, bunun üzerine Zeus araya girerek, Marpessa’ya tercihini sorar o da (Apollon’un sevgisine güvenmediği için) İdas’ı tercih ederek tartışmaya son verir.
Bu olayın bu gün hâlâ Taşucu kasabasında kutlanır olması, Etno-Arkeoloji ve Sosyolojik olarak değerlendirilmesi gerekir.
Apollo’nun aşkını reddeden ölümlü bir kızım.
Ben bir balıkçıya gönül verdim Taşucu’nda.
İKİ AŞKIN KADINI STRATONİ
Plutarkhos’un belirttiğine göre Stratonike kenti ismini, yaygın bir mitolojik öyküye göre genç ve güzel bir kadın ile onun coşkulu aşkından almıştır.
Selefkos Nikator, Büyük İskender tarafından 325 yılında Buhara Hanedanı’nın kızı Apameia ile evlendirildi.
Ancak Apameia ölünce Selefkos Nikator yeni bir eş arayışına girer. Kilikia eyaletinde Stratonike isimli, güzelliğiyle ün yapmış olan bir kız yaşamaktadır.
Stratonike’yi gören Selefkos Nikator onunla evlenmek ister. Bu sırada kızın, oğlu Antiochos ile çılgın bir aşk yaşadığını bilmemektedir. Stratonike kralla evlenmek zorunda kalır. Düğünün hemen ardından Antiochos hastalanır, yataklara düşer. Hastalığına hiçbir hekim çare bulamaz. O sırada kente gelen ünlü bir Mısırlı hekim olan Herostratos saraya çağırılarak hastayı bir de onun görmesi istenir. Bir gün Stratonike hastanın odasına girer, o anda Antiochos’un yüzü kızarır, kalbi daha hızlı atmaya başlar. Bu durumu gören, iki sevgilinin bakışmasından bir şeyler sezinleyen hekim, Stratonike odadan çıkar çıkmaz Antiochos’u sıkıştırır ve gerçeği öğrenir.
Hekim Herestratos bir gün Selefkos’un huzuruna çıkar. Kral ile hekim arasında şöyle bir konuşma geçtiği rivayet edilir: “Kral Hazretleri, oğlunuzun hastalığının ne olduğunu anladım. Oğlunuz benim karıma aşık olmuş ve o yüzden de yataklara düşmüştür.”
“Benim sevgili oğlumdan karını esirgeyecek misin? Oğlumu kurtarmalısın.”
“Kralım, siz kendinizi benim yerime koyun. Siz benim yerimde olsaydınız ne yapardınız?”
“Oğlum, benim karımı sevmiş olsaydı hiç düşünmez verirdim. Çünkü Antiokhos benim her şeyimdir.”
Hekim de zaten böyle bir ânı kollamaktadır: Hemen yanıtını verir:
“O halde size gerçeği söylemeliyim. Oğlunuz Kraliçe Stratonike’ye âşıktır. Siz onunla evlenmeden önce de birlikte büyük bir aşk yaşamışlar.”
Kral son derece şaşkın bir halde; “Peki o halde evlensinler” der ve Stratonike’yi boşayarak oğluyla evlendirir. Kısa bir süre sonra tahtını da oğluna bırakır.
Stratoni: Antakya ilk aşkım oldu. Ama babası Silifke ile evlenmek zorunda kaldım. Antakya, aşkımdan yataklara düştü.
Mısırlı bir doktorun reçetesiyle iyileşti. Onun ilacı ben oldum…
Bu iki aşkın adına, bir kent var Anadolu’da.
KAYIP KENTİN KADINI TEKKADIN
Tek kadın… Adı kayıp, kenti var bir kadın – Gökburç’tan sonra ulaşılan ören yeri.
Susanoğlu-Paslı-Ovacık yolu izlendiğinde çok geniş bir alana yayılan Roma ve Bizans ören yerine gelinir. Gökburç’tan sonra ulaşılan ören yerinin Silifke’ye uzaklığı 21 km kadardır.
Fotoğrafta görülen kadın kabartması şimdi parçalanmış durumda.
Fotoğrafı çeken Mustafa Sağlam: “Bu kadın kabartması, Hisar’ın Kale ile Kabaşam arasındaki derede gördüğüm sunak taşındaydı “ diyor.
Adı kayıp, kenti olan bir kadınım. Gökburç’tan sonra ulaşılan ören yerinde Roma ve Bizans dönemi kalıntılarında beni arayıp bulun…
MERSİN ADININ KAYNAĞI – MERSİN AĞACINA DÖNÜŞEN KIZ MYRRHA
Mersin’e adını veren hoş kokulu ağaççık…
Eski Kilikya Çukurova’da doğan müzisyen Kinyras isimli adam Kıbrıs’a gitmiş, orada kral olmuş.
Kıbrıs Kralı Kinyras’ın güzeller güzeli kızı Myrrha, Tanrıça Aphrodite’e “ben senden güzelim” deyip, gereken saygıyı göstermeyince onu kızdırmış.Aphrodite, ceza olarak Myrrha’nın gönlüne “yasak bir aşk”, baba arzusu koymuş. Myrrha, dadısının da düzeniyle babasının yatağına girmiş ve 11 gece sonra hamile kalmış. Ancak büyü bozulup kral baba işin farkına varınca, kızını öldürüp bu lanetten kurtulmak istemiş.
Myrrha kaçmış ve tanrılara dua edip görünmezlik dilemiş. Tanrılar onu, Mersin kıyılarına çıkarıp, bir murt dalına, hoş kokulu Mersin ağacına dönüştürmüşler.
On ay sonra Mersin kabuğundan güzeller güzeli bir oğlan olan Adonis dünyaya gelmiş. Adonis’in annesi güzel Myrrha, Mersin ağaççığına adını veren efsanevi kişi sayılmış.
Güzelliğime güvenip Afrodite karşı çıktım. Lanetlendim. Dadımın hilesiyle babamın yatağına girdim. Yalvardım tanrılara, görünmez olmak istedim.
Ben Mersin’de hoş kokulu bir bitkiyim. Dallarım her çiçekçide bedelsiz konur buketlerinize ve köy mezarlarında ölülere yastık olurum…
ADINA KURULAN LİMAN KENTİN KADINI BERENİKE
Tisan yakınındaki Gökada’da, 1975 yıllarında toprak/mal sahibi Ahmet Selçuk tarlasında bir yüzük bulur. Bulduğu yüzüğü Silifke Müzesi’ne teslim eder. Silifke Müzesi’nde bulunan, üzerinde I. Ptolemaios’un eşi I. Berenike’ye ait rölyef bulunan, 3,2 cm büyüklüğündeki bronz yüzük, yarımadadaki Mısır kültürünün bir işaretidir.
MÖ 285’de Ptolemaios I. Berenike’den olan küçük oğlu II. Ptolemaios Filedelfos’u veliaht seçti. Berenike, “zafer getiren” ‘anlamına gelmektedir.
Yıldızlaşan Berenike
Yine görünen yıldızlar Berenike’nin göksel sembolleri olabilir. Nitekim Astrolojik çizimlerde “berenikenin saçı” gökyüzünde dolaşır.
Zephyrium’un adının geçtiği bir öyküyü Ankara Üniversitesi, Fen Fakültesi Astronomi ve Uzay Bilimleri Fakültesi’nden Yasemin Örs’ten öğreniyoruz:
Berenices – Berenis’in Saçı
Gerçek bir insanla özdeşleşen nadir takımyıldızlarından biridir. Saçlarının güzelliğiyle gururlanan Mısır Kraliçesi Berenis’in kocası Asya’daki bir savaşa katılmak üzere ülkeden ayrılır.
Bunun üzerine Berenis tanrılara adakta bulunur. Kocası savaşta galip gelip, sağ olarak geri dönerse, karşılığında saçlarını keseceğine dair söz verir.
Ptolemy, evine zaferle döner ve Berenis saçlarını keser.
Kestiği saçlarını “Zephyrium”da annesine ithaf edilen bir tapınağa bırakarak sözünü yerine getirir. Ancak, ertesi gün saçların bırakıldığı yerde olmadığı görülür.
Ptolemy ise gökyüzünde Aslan’ın Kuyruğu’nun yanındaki birkaç yıldızı göstererek kaybolan saçların yıldızların arasına katıldığını söyler.
Ben Büyük İskender’in generallerinden Ptolemaios eşiydim. Kurduğu limana adımı verdi. Antik tarihî coğrafya kitaplarında adım sık geçer.
Bu liman Orta Çağ’a kadar varlığını sürdürdü.
1975’te Gökada’da yüzüğüm bulundu.
Ben şimdi Gökyüzünde bir Gökadayım…
BOZYAZI’DAKİ KRALİÇE ARSİNOE
Ptolemaios’nin annesi Makedonyalı Arsinodir. Ptolemaios’un Büyük İskender’in en güvenilir bir generali olduğuna şüphe yoktur; Büyük İskender’in bir generali olup onun ölümünden sonra kurulan Diadoki devletlerinden biri olarak Antik Mısır’da MÖ 305/4’te firavun unvanını da alarak (MÖ 305 – MÖ 285) döneminde krallık yapmıştır. Ptolemaios, Krallığın ve Ptolemaios hanedanın kurucusudur.
Nagidos’un Komşusu Arsinoe
Günümüz Bozyazı’daki antik kent Nagidos’ta bulunan bir yazıt taşı üzerindeki sözlerden aktarılmıştır. Taşın üzerindeki yazıyı bir şiir tadında dilimize çeviren arkeolog Mustafa Hamdi Sayar’a teşekkürler.
“Kentimiz (Nagidos) Homonoia törenleri düzenlendiğinde onlar da davet edilmeli ve gerekli olanı ödemelidirler.
Buna karşın Nagidoslular da Arsinoeliler, tanrısal kardeşler Mısır kralı ll. Ptolemaios ve Mısır kraliçesi Arsinoe’ye kurban sunduklarında hazır bulunmalı ve aynı miktarda vergi ödemelidir.
Nagidoslular artık Arsinoelilere, bu karar uyarınca verilmiş olan bir arazi nedeniyle herhangi bir anlaşmazlık yaratmalarına izin vermeyeceklerdir. Ancak Nagidoslu bir Archon bu yönde bir başvuruyu gündeme alırsa ya da bir konuşmacı böyle bir başvuruda bulunursa, Archon 10 000 drahmi, başvuruda bulunan 1000 drahmi ödemeli ve bu para Arsinoe tapınağına verilmeli, yapılan başvuru geçersiz sayılmalı.”
Arsinoe, Kilikya sahilinde, Anamuryum ile Kelenderis arasında antik bir kentti; bu yer Türkiye’de, Mersin ili, modern Bozyazı kentinin yanındadır. Strabo, Arsinoe kentinin bir limanı olduğundan bahseder. William Martin Leake, Arsinoe’yi, Bozyazı’nın hemen batısında, aşağısında Strabon’un Arsinoe’de olduğunu tanımladığı gibi bir liman olan Softa Kalesi adlı tahrip olmuş modern kalenin ve limanın doğu tarafında harabelerle kaplı yarımadanın yerinde veya yakınında konumlandırır. Bu modern yer Anamuryum’un doğusunda ve Kızıl Burun (Kızliman Burnu)’nun batısında ve yakınındadır. Bu kent Ptolemy Philadelphus tarafından kurulmuş ve kızkardeşi ve karısı Mısır’ın Arsinoe II’si için adlandırılmıştır.
Ben Kraliçe Arsinoe, adıma kurulmuş bir kentin kadınıyım.
30 yıl kadar önce Bozyazı’da, antik kent Nagidos’ta bulunan bir kitabedeki gizemli sözler beni kanıtladı: “Arsinoeliler, tanrısal kardeşler;
Mısır Kralı Ptolemaios ve Mısır Kraliçesi Arsinoe’ye kurban olsun”…
SOLİ -POMPEİOPOLİS’TE TANRIÇA NEMESİS
İntikam Tanrıçası
Yunan Mitolojisi’nde Nemesis, ilâhi intikam tanrıçasıdır. Hesiodos’a bakılırsa gece tanrıçası Nyks’in babasız meydana getirdiği çocuklarından biri olan Nemesis, insanlara işledikleri günahların bedelini ödetir ve haksızlıkları cezalandırır.
Baht, başarı, mutluluk ve zenginlik tanrıçası Tykhe ile intikam tanrıçası Nemesis, birini ödüllendirirken diğerini cezalandırması açısından, birbirlerinin tersi bir iş yapar görünürler; gerçekte ise bu iki tanrıça birbirlerini tamamlayıcı, dengeleyicidirler. Bu nedenle vazo resimlerinde sıklıkla bir arada gösterilirler. Nemesis’in sembolleri kılıç, terazi, kamçı, dizgin, çark, çetele, elma dalı ve dişbudak dalıdır.
Nemesis tasvirleri ciddi, acımasız bir havaya bürünmüş, çeşitli sembollerle zenginleştirilmiş bir alegorik içerik kazanmıştır. Romalılar, tanrıçanın adını aynen korumuşlarsa da bazen ona Invidia (Kıskançlık) veya Rivalitas da (Rekabet) demişlerdir.
İsmi “hak dağıtmak, üleştirmek” anlamlarındaki Nemesis, insanların mutluluklarını ve mutsuzluklarını tartar, mutluluktan nasibini fazla fazla alanlara ölümlülerin mutluluğunun bir sınırı olması gerektiğini acı biçimde hatırlatır.
Nemesis kültünün Smyrna (İzmir) kökenli olması muhtemeldir. İzmir’de ikili bir Nemesis inanışı görülmüştür. Bu ikilik; tanrıçanın biri iyi, öteki acımasız olan iki ayrı yönünü vurgulamış olabileceği gibi, İskender tarafından yeniden kurulan şehirde eski ve yeni tanrıça kültlerinin birbirine karışmasından kaynaklanmış da olabilir.
Bu güzel liman kentinde diğer tanrıçalarla birlikte idik.
Şimdi yalnızım ve sevginize ihtiyacım var.
HALK SÖYLENCELERİ
Silifke Köprüsü Ayağındaki Kadın
Silifke’de Göksu ırmağı üzerinde bir köprü yapılmaya başlanmıştır. Ancak köprü karşı yakaya bir türlü bağlanamaz. Sonunda biliciler köprünün bir kurban istediğini söylerler. Ertesi gün tan ağarırken ilk su almaya gelen kurban edilecektir. Ancak kader bu ya, ilk su almaya gelen kadın, köprünün ustabaşının karısıdır. Bir anda etrafı çevrilip, durum kadına anlatılır. Kadının ve ustanın yakarışları sonuç vermez, kadını diri diri köprünün ayağında kuma gömerler. Ancak bundan sonra köprü tamamlanır.
Zaman zaman Göksu, yatağına sığmaz, taşar. Köprüden kadın iniltisine benzer uğuldamalar, sesler gelir. Bu seslerin kurbanın sesleri olduğuna inanılır.
Ejderha ile Kral Kızının Söylencesi
Çok eski çağlarda Toros Dağları’nın tepesinde bir kral kızı yaşarmış. Dağların çevresi çok sık bir ormanla çevrili olduğu için buralarda dolaşmak tehlikeliymiş. Çünkü ormanda büyük bir ejderhanın yaşadığı söylenirmiş. Kral da kızına sık sık çevreyi tek başına dolaşmamasını söylermiş.
Günlerden bir gün, kızın canı çok sıkılmış, bunalmış, çevrede yürüyüp ormanda dolaşmaya karar vermiş. Bir süre gezdikten sonra dik ve sarp bir kayalığın üzerine oturarak Gülek Boğazı’nı seyretmeye başlamış. Birden büyük bir gürültü duymuş. Aşağı baktığında kayalıklardan ejderhanın kendisine doğru geldiğini görmüş. Ne yapacağını şaşırmış. Kurtulamayacağını anlayınca: “Allah’ım, beni ejderhaya yem yapacağına, burada taş yap daha iyi.” diyerek Tanrıya dua etmiş. Kızın duasını kabul eden Tanrı hem kızı hem ejderhayı orada taşa çevirmiş.
İnanışa göre Gülek Köyü’nün kayalığa bakan yönündeki kadın bedenini andıran kaya o kız, boğaza girmeden sol yanda görülen ejder/yılan benzeri kaya ise öyküdeki ejderdir.
Anamur Prensesi Söylencesi
Bir zamanlar Anamur Kralı’nın çok güzel ve iyi yürekli bir kızı varmış. İlk gençliğindeki günlerden birinde prenses hastalanmış. Ülkedeki hekimlerden hiçbiri derdine derman bulamamış.
Artık umut kesilmiştir ki, yaşlı bir kadın gelir ve kızı iyileştireceğini söyler. Kral çaresiz kabul eder. Kadın prensesi alıp şifalı olacağına inandığı Köşebükü Mağarasına götürür. Oradaki sudan içirip, derin derin nefes almasını ister. Birkaç gün yinelenen bu tedaviden kısa süre sonra prenses iyileşir.
Son ziyarette mağaradan ayrılırken, “Ben buraya hasta geldim, eskisindan sağlıklı gidiyorum”, der. “Dilerim, benim gibi tüm hastalar buradan şifa bulsun”, diye dua eder.
Köşebükü Mağarası bundan sonra şifa mağarası olur. Günümüzde de bazı hastalar şifa bulmak için mağarayı ziyaret ederler.
Yılan Kız Şahmeran
Şahmeran Efsanesi’ni bilmeyen yoktur. Yanıbaşımızdaki bu efsanevi kahramanı daha yakından tanımak için Tarsus’taki, geçmişin derinliklerinden günümüze ulaşan “yılan insan”ın ilginç öyküsüne bir göz atalım:
Yılanların Kralı anlamına gelen “Şahmaran” sözcüğü Farsça bir sözcüktür. “Maran” yılan anlamında olup, “Şah” sözcüğü ise zamanımızda İran’da halen kral anlamında kullanılmaktadır. Yılanların şahı olarak betimlenen Şahmeran, başı kadın, gövdesi yılan olarak betimlenen, konuşan olağanüstü bir varlıktır. Tarsus ve çevresindeki halk Şahmaran sözcüğünü biraz yumuşatarak “Şahmeran” olarak kullanmayı benimsemiştir.
Şahmeran Efsanesi Anadolu’nun en ünlü, en yaygın efsanelerinden biridir. Ancak Şahmeran Efsanesi çeşitli ağızlarda değişik şekillerde anlatılır. Farklı kavramlar ve değerler karışır efsaneye. Öykü İstanbul’a taşınıp filme çekilir. Türkan Şoray’ın Şahmeran olduğu öyküde eski surların içinde Bizans’tan kalma bir yaratık olarak aktarılır.
Şahmeran Efsanesi, Tarsus ve çevresinde yaşayan insanın, yaşadığı çağın kültürel değerleriyle zaman zaman değiştirdiği, süslediği ve gelecek kuşaklara aktardığı söylencelerin kuşkusuz en uzun ömürlü olanıdır. Ancak çeşitlemeleri halk yapıyor ve söylüyorsa bu önemli görülmelidir.
Bu efsane iki bin yıldan beri anlatılmaktadır. Süreç içinde konu değişmemiş olsa bile bazı kavramlar ve isimler değiştirilerek anlatılır.
Efsanede Şahmeran ile tanışan insanın kişiliği de değişiktir. Kişilikle birlikte isim de değişmektedir. Şahmeran’la tanışan ilk insanın ismi bazı kaynaklarda “Belkıya” olarak geçerken, bazı kaynaklarda bu isim “Camsab” olarak değişir. Kimi kaynaklarda ise Şahmeran’la ilk buluşan kişinin Lokman Hekim olduğu anlatılmaktadır.
Ben ünlü Şahmeran’ım. Öyküm çok şekillendi. Adıma bir hamam bile var. Tarsus’tan, geçmişin derinliklerinden günümüze ulaşan ben kimim… Neredeyim?
Türkülerde Yaşayan, Günümüze Ulaşan Türkmen Kızı
Bu türkünün sözleri Mersinli Araştırmacı-Yazar-Edebiyat Öğretmeni Cahit Öztelli tarafından ilk kez kayda alınmıştır.
Oyunda kaşık kullanılmaz. Bunun nedeni de ellerin yaşantısal hareketler yapmalarıdır. Oyunda Türkmen kızının inek sağmak, yayık yaymak, hamur yoğurmak gibi günlük işleri anlatılır.
Türkmen Kızı
Türkmen kızı Türkmen kızı
Türkmen kızı Türkmen kızı
Yayık yayar Türkmen kızı
Yayık yayar Türkmen kızı
Sen allar giy ben kırmızı
Çıkalım dağlar başına
Sen gülü topla ben nergisi
Aman Ayşem yaman Ayşem
Dağlar başı duman Ayşem
Türkmen kızı Türkmen kızı
Türkmen kızı Türkmen kızı
İnek sağar Türkmen kızı
İnek sağar Türkmen kızı
Sen allar giy ben kırmızı
Çıkalım dağlar başına
Sen gül topla ben nergisi
Aman Ayşem yaman Ayşem
Dağlar başı duman Ayşem
Türkülerde yaşayarak, günümüze ulaşan köylü kızıyım.
Horasan’lı Yahşi Bey’in kızı Gülnar Hatun
Gülnar Söylencesi
Gülnar, Farsça narçiçeği dalı, narçiçeği anlamındadır. Sözcük anlamı böyleyse de, Gülnar’la ilgili anlatılanlar başkadır. Gülnar, ayrı zamanlarda, ayrı efsanelere kaynak olmuştur.
Yörükler, yaz aylarında belirli günlerde Anay Pazarı’nda toplanır, alışveriş eder, eğlentiler düzenlerler. Yörük beylerinden birinin Gül adlı çok güzel bir kızı, birinin Nar adlı yakışıklı bir oğlu varmış. Başka birinin de Aydın adında bir oğlu varmış. İki delikanlı da Gül’ü görür görmez sevdalanır. Ertesi yıl ikisi birden kızı babasından istetir. Gülün babası ikisinin arasında bir seçim yapamaz. Ve “sen Nar bey, Hacı Bahattin Köyü’nden Gilindire’ye su getireceksin. Sen Aydın Bey Gilindire’ye “Dört Ayak” üstüne eşsiz bir yapı kuracaksın. Kim işini önce bitirirse kız onun olacak; ama yalnız çalışacaksınız, der.
Gençler hemen işe koyulurlar. Nar taşları oyar, künk yapar, dağları deler suya yol yapar. Aydın da kesme taşlardan eşi benzeri bulunmayan bir dört ayak üzerine yapıtını kurmaya hazırlanmaktadır ki, Nar’ın işi bitirdiğini öğrenir. her şeyi yüzüstü bırakır, yaptığının ne olacağını da kimseye söyleyemez ve ortadan kaybolur. Gül Nar ile görkemli bir düğünle evlenir. Bu nedenle Anaypazarı Gülnar adını alırken, Gilindire’ye de Aydıncık (zavallı Aydın) denmeye başlanır.
Ben Gülnar Hatun, büyük ece… Horasan’da doğdum.
Babam Yahşi Bey ölünce, oymağın başına geçip, Anadolu’ya yürüdük göçtük, Yörük olduk. Şimdi adımız Gülnar…
BEZM-İ ALEM VALİDE SULTAN
Bezm_i Âlem Sultan (1807—2 Mayıs 1853) Osmanlı Padişahı II. Mahmut’un 2. eşi ve Padişah Abdülmecit’in annesidir. (Bezm-i Âlem, dünya meclisi, sohbet toplantısı anlamına gelmektedir.)
Mersin’in İlk Sahibini Tanıyalım.
Şinasi Develi
Bezm-i Âlem Kadın Efendi, Sultan Mahmut’un eşidir. Sultan Mahmut ölünce, oğlu Abdülmecit 01.07.1839 da Padişah olmuştu. Kadın Efendi sıfatı da, Valide Sultan’a dönüştü. Abdülmecit 16 yaşında Padişah olduğu için, annesi ona yol göstermek için gayret sarf ediyordu. Valide Sultan; duygulu, hayırsever bir Osmanlı Hanımefendisi idi.
Sultan Mecit tarafından Adana Valiliğine gönderilen bir 1855 tarihli FERMAN belge olarak bir kanıttır. Ferman, Mersin henüz bir köy iken sahil bölümünde başlayan bir yağmanın, İstanbul’a intikali üzerine çıkarılmıştır. Özetle:
“İstanbul’da Defterhane-i Amirede Mersin İskelesi ve Kariyesi hakkında bir kayıt olmadığı gibi bir Vakıf arazi-i Miriye dahilinde olup olmadığı anlaşılamaması üzerine Evkaf Nazırı MÜŞİR HACI AHMET HASİP PAŞA tarafından Bab-ı Ali’ye verilen bir takrirde bu gibi kumluk yerlerin İzmir ve başka yerlerde olduğu gibi Bezm-i Alem Valide Sultan Vakfına verilmesi ve bu suretle işbu evkaf varidatının da artacağı beyan edilerek” denilmek suretiyle Vakfın tesisi Ferman edilmiş bulunmaktadır.
Tarihi Anıt’a gelince:
Eski Cami ve önündeki çeşmenin kitabesinde de aynen “Maderi Valide Sultan Mecid’in vakfına bahşeyledi” denilmekte ve son satırında da Şahsı Alem “çeşme yaptı Bezm-i Âlem ruhuna” denilmek suretiyle buraların Valide Sultan Vakfı olduğu tespit edilmiştir. Çeşmenin yapıldığı tarih 1865, Caminin yapıldığı tarih ise, 1870’dir.
Belge: 1855 tarihli Ferman ve 1865 tarihli halen mevcut Kitabeye dayanmaktadır.
Bezmialem Sultan 2 Mayıs1853 tarihinde Dolmabahçe Sarayı’nda vefat etti ve Divanyolu’ndaki II. Mahmud Türbesine gömülmüştür.
Sultan’ın başlattığı cami inşaatı henüz tamamlanmamıştı. Oğlu I. Abdülmecit, Garabet Balyan’ın mimarlığı altında inşaatı tamamlattırmış ve annesinin anısına 1855 yılında Bezmialem Valide Sultan Camii adı altında hizmete açmıştır. Cami zamanla Dolmabahçe Sarayı’na yakınlığı nedeniyle Dolmabahçe Camii olarak anılmağa başladı.
Bir Gürcü kızıydım, Osmanlı Sarayı’nda Valide Sultan oldum. İyilik yapmayı çok severdim; öyle ki adıma kurulan vakfın eli Mersin’e kadar uzandı.
TÜRKİYENİN İLK KADIN İL BELEDİYE BAŞKANI MÜFİDE İLHAN
Müfide İlhan 19 Şubat 1911 tarihinde İstanbul’da dünyaya gelmiştir. Mareşal Fevzi Çakmak’ın Çanakkale’de şehit düşen kardeşi Nafiz Çakmak’ın kızıdır.
Müfide İlhan’ın çocukluk yıllan işgal altındaki İstanbul’da geçer. İlkokul çağında amcası Fevzi Çakmak’ın yanında Atatürk ‘ün huzuruna çıkmış ve elini öpmüştür. İlkokulu Ankara’da Mareşal’in çocuklarıyla birlikte okumuş, orta öğrenimini ise Kandilli Kız Lisesi’nde tamamladıktan sonra, Muallim Mektebi’ni bitirerek öğretmen olur.
Müfide İlhan yurdun çeşitli illerinde öğretmenlik yapar, bir süre Almanya’da bulunur, sonra eşi Dr. Faruk İlhan ile birlikte Afganistan’a gider.
Aile 1946 yılında Dr. Faruk İlhan’ın memleketi olan Mersin’e yerleşir. Eşinin kendisine önerilen siyasete girme önerisini kabul etmemesi üzerine Müfide İlhan Demokrat Parti’ye katılarak siyasi hayata atılır.
Eylül 1950’de yapılan yerel seçimlerde en yüksek oyu alır ve belediye meclisi üyeleri tarafından belediye başkanı seçilir. Bir süre sonra bu görevden ayrılır ve arkadaşlarıyla birlikte ‘Müstakilleri Destekleme Cemiyeti” adlı bir demek kurar ve bir süre “Mücadele” adlı bir dergi çıkarır.
1955 yılında Dr. Faruk İlhan’ın tayini üzerine aile önce İzmir’e, bir süre sonra da Ankara’ya yerleşir. Müfide İlhan, eşinin 1967 yılında vefatından sonra en küçük kızının öğrenim gördüğü Berlin’e gider ve on yıl oradaki Türk çocuklarını Alman okullarına hazırlama sınıflarında öğretmenlik yapar.
Müfide İlhan,1988 yılında Türkiye’ye döndükten sonra, bazı sivil toplum kuruluşlarında görev alır; bir dönem de İstanbul’daki Mersin Liselileri Derneği’nde başkan olur. Mersin Diyabet Hastanesine eşi bir konferans salonu ve Devlet Hastanesi Doğum Pavyonuna altı yataklı bir koğuş yaptırır.
Yedi çocuk annesi olan Müfide İlhan, 28 Ocak 1996 tarihinde, çocuklarının yanındayken, Bodrum’da hayata veda etmiş ve orada toprağa verilmiştir.
Sağlığında Mersin Yenişehir Belediyesi tarafından adı bir parka verilmiştir. Ölümünün ardından da bir mahalleye, bir ilköğretim okuluna ve İçel Sanat Kulübü’ndeki bir galeriye adı verilmiştir. Mersin Büyükşehir Belediyesi tarafından da Atatürk Parkı’na bir heykeli dikilmiştir.
Müfide İlhan nemelazımcı olmayan, Atatürk İlkeleri’ne ve Cumhuriyet’e bağlı aydın bir Türk kadınıdır. Bu özelliğini, yaşamı boyunca, gerekli gördüğü durumlarda eleştirilerini ilgili mercilere yazdığı mektuplarla hep göstermiştir. Atatürk, Cumhuriyet ve Vatan sevgisini de, yazmış olduğu şiirlerde coşkuyla dile getirmiştir. Belleği çok kuvvetli olup aynı zamanda çok iyi bir hatipti.
Ben bir Cumhuriyet kızıyım. Sizleri gördüm ve sevdim.
Türkiye’nin ilk kadın Belediye Başkanı oldum. Sizinle tanıştım.
İçel Sanat Kulübü’nde bir galeride yaşıyorum.
EK1
ATATÜRKÜN KADIN İLE İLGİLİ SÖZLERİ
Derleyen: Ömer Faruk Hüsmüllü
• Bizim toplumumuzun başarı gösterememesinin sebebi, kadınlarımıza karşı gösterdiğimiz ihmal ve kusurdan doğmaktadır. (1923)
• Ey kahraman Türk kadını, sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye değersin.
• Kadınlarımız hatta erkeklerden daha çok aydın, daha çok feyizli ve daha fazla bilgili olmaya mecburdurlar. (1923)
• Şuna inanmak lâzımdır ki, dünya yüzünde gördüğümüz her şey kadının eseridir. (1923)
• Bilinmektedir ki, her safhada olduğu gibi toplum hayatında dahi görev bölümü vardır. bu genel görev bölümü arasında kadınlar kendilerine ait olan görevleri yapacakları gibi aynı zamanda toplumun refahı, saadeti için gerekli olan genel konulara dahi dahil olacaklardır. ( 31. 01. 1923, İzmir’de Halk İle Konuşma. )
• İnsanlar dünyaya mukadder oldukları kadar yaşamak için gelmişlerdir. Yaşamak demek faaliyet demektir. Bundan dolayı bir toplumun bir uzvu faaliyette bulunurken diğer uzvu atalette olursa, o toplum felç olmuştur. Bir toplumun hayatta çalışması ve muvaffak olması için çalışmanın ve başarılı olabilmenin bağlı olduğu bütün sebep ve şartları kabul etmesi gerekir. Bundan dolayı bizim toplumumuz için ilim ve fen lâzım ise bunları aynı derecede hem erkek ve hem de kadınlarımızın kazanmaları gerekir. ( 31. 01. 1923, İzmir’de Halk İle Konuşma. )
• İnsan topluluğu, bir ulus erkek ve kadın denilen iki cins insanlardan oluşmaktadır. Olabilir mi ki, bir kitlenin bir parçasını ilerletelim. Diğerini göz ardı edelim de, kitlenin tamamı ilerlemiş olabilsin? Mümkün müdür ki bir toplumun yarısı topraklara zincirlerle bağlı kaldıkça diğer kısmı göklere yükselebilsin? Şüphe yok, ilerleme adımları, dediğim gibi iki cins tarafından beraber, arkadaşça atılmak ve gelişme sahalarında ve yenilikle birlikte mesafe almak gereklidir. ( Kastamonu,1925. )
• Bir toplum aynı amaca bütün kadınları ve erkekleri ile beraber yürümez ise ilerlemesine teknik olarak imkân ve bilimsel olarak ihtimal yoktur. (Atatürk Araştırma Merkezi, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt II, s.153)
• …Kadınlarımızın genel görevlerde paylarına düşenlerden ayrı olarak kendileri için en önemli, en hayırlı, en erdemli bir vazifeleri de iyi ana olmaktır. (Atatürk Araştırma Merkezi, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt II, s.156)
• Şuna kani olmak lazımdır ki dünya yüzünde gördüğümüz her şey kadının eseridir. (Atatürk Araştırma Merkezi, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt II, s.89)
• Kadınlarımız erkeklerden daha çok aydın, daha çok verimli, daha fazla bilgili olmaya mecburdurlar. (Atatürk Araştırma Merkezi, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt II, s.156)
• Bir toplum, bir millet erkek ve kadın denilen iki cins insandan oluşmaktadır. Mümkün müdür ki bir toplumun yarısı topraklara zincirlerle bağlı kaldıkça diğer kısmı göklere yükselebilsin? Şüphe yok ilerleme adımları dediğim gibi iki cins tarafından beraber, arkadaşça atılmak ve gelişme sahalarında ve yenilikte birlikte mesafe almaları lazımdır… (1925, Kastamonu) (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Atatürk Araştırma Merkezi, C. II, s. 226-227)
• Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir milletinde Anadolu köylü kadınının üstünde kadın mesaisi zikretmek olanağı yoktur. (1923)
• Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir Ulusunda, Anadolu köylü kadınının üstünde emek vermiş bir başka kadın topluluğu gösterilemez. Dünyada hiçbir Ulusun kadını “Ben Anadolu kadınından daha fazla çalıştım, Ulusumu kurtuluşa ve zafere götürmekte Anadolu kadını kadar gayret gösterdim” diyemez.” (21.03.1923, Konya) (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Atatürk Araştırma Merkezi, C. II, s. 152)
• Büyük Türk kadınını çalışmalarımıza ortak yapmak, hayatımızı onunla birlikte yürütmek, Türk kadınını bilimsel, ahlaki, sosyal ve ekonomik hayatta erkeğin ortağı, arkadaşı, yardımcısı ve destekçisi yapmak yoludur. (Atatürk Araştırma Merkezi, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt II, s.154-155)
EK2
MERSİN ÇEVRESİNDE “KIZ” TEMALI BAŞKA ÖRENLER VAR’
Korasion Antik Kenti
Çokören – Susanoğlu
Silifke Mersin karayolunda, Silifke’ye 14 km uzaklıktaki bugünkü tatil beldesi Susanoğlu yerleşimi yakınındaki antik yerleşim Korasion hakkındaki ilk bilgiler kentin batı kapısı üzerindeki kitabede görülmektedir. Buna göre, Korasion kenti İsauria valisi Flavius Uranius (M.S.367-375) zamanında kurulmuştur.
Korasion sözcüğü, eski Hellen dilinde “Kızcağız” anlamındadır. Ancak, buradaki kentin Anadolu kökenli adının Hellen ağzında çarpıtılmış bir biçimi olabileceği de olasıdır.
Kızlar Kalesi
Kızlarkalesi / Gözetleme Kulesi (Çavuşlu Köyü)
Pozantı yolunun Tarsus’a 40 kilometre yakınında “Çavuşlu Köyü
Gözetleme Kulesi” vardır. Eski E5 in 25. km den sağa sapıp yaklaşık 8 km sonra Yanıkkışla Köyü içinden ulaşılır. Ana kaya üzerine yükselen iki katlı yapı, bosajlı taşlarla örülüdür. M.S. IV. Yüzyıla Ortaçağ’a tarihlenen kule çevresinde birkaç küçük yapı yer alır. Kale, vadiye tepeden bakan Görkemli kesme taştan inşa edilmiş, iki katlı yapı kare planlıdır.
Kızlar Kalesi – Manastır
Mersin Merkez
Çandır Kalesi’nin ve köyünün doğu-güneydoğusundadır. Yüksek bir tepenin eteklerinde yer alan burunda kurulmuştur. Yapılan incelemede halk arasında kale denilen bu yerin aslında bir manastır olduğu anlaşılmıştır. Ulaşım oldukça zordur.
KAYNAKÇA
1. Kızkalesi öyküsü kızı – LANGLOIS Victor – Voyage dans la Cilicie et dans les montgnes du Taurus. Paris 1881.
2. Şahmeran – Araştırmacı Şahin ÖZKAN – Yumuktepe.com –
3. Çolak kız – Araştırmacı O. Aytuğ Taşyürek – Silifke (KEBEN) Hitit Kaya Kabartması
4. Aya Tekla – Celal Taşkıran- Bilgi föyü – “Silifke / Azize Teklâ Şehitliği (Meryemlik)” 1991 – Seri 6/T; Metin Ahunbay – Turgut Saner, Ayatekla-Meryemlik alan çalışması notları – 1998
5. Olba Kraliçesi ABA – Ahmet Yeşiltepe NTV Tarih için yazdı Anadolu ustaları; Bir zamanlar Torosların en kudretli kadınıydım, NTV Tarih Dergisi Temmuz 2011, sayı 30; Amasyalı Strabon- Geographika, Anadolu bölümü /kitap: XII, XIII. XVI, Çeviren: Prof. Dr. Adnan Pekman, Arkeoloji ve Sanat Yayınları İstanbul 1987
6. Kraliçe Kleopatra – Eyice, Prof. Dr. Semavi, Silifke ve Çevresinde İncelemeler: Elaiussa – Sebaste (= Ayaş) Yakınında Akkale Türk Tarih Kurumu 865 Ayrıbasım Ekim 1976. Mersin’de Konuğumuz Kraliçe Kleopatra – Necla Yazıcıoğlu Yavi
7. Athena –Durugönül, Prof. Dr. Serra– Sömek’teki Tanrıça Athena makalesi
8. Puduhepa, Akurgal, Prof. Dr. Ekrem – Anadolu Kültür Tarihi. Tübitak Yayını 1998 Alparslan, Dr. Meltem Doğan – Hitit Dini. Eskiçağ Bilimleri Enstitüsü, İstanbul ALP, Ord. Prof. Sedat – Hitit Çağında Anadolu. Tübitak Yayını 2001
9. Kıharitler, Üç Güzeller – Kültür Bakanlığı – Narlıkuyu Mozaik Müzesi Tanıtım panosu
10. Afrodit – Afrodisyası – BAYRAM Sadi; Kilikien Aphrodisias in Asia Minor, Image, s.49, Yenidesen Mat.Ankara, 1992
11. Tikhe ya da Fortuna – FINK, Gerhard – Antik Mitolojide Kim Kimdir? Çev. Ümit Öztürk. Kabalcı Yay. İstanbul 1997 Azra Erhat – Mitoloji sözlüğü Remzi kitabevi İstanbul 1992
12. Andromakhe – ERHAT Azra – İşte İnsan (Ecco Homo) Deneme Dizisi – Can Yayınları
13. Marpessa – Azra Erhat – Mitoloji sözlüğü Remzi Kitabevi, İstanbul 1992 Bedii Demirseren Marpessa Öyküsü
14. Stratonikea – Arkeolog Halime Arslan, Atlas Dergisi, Sayı 182. Mayıs 2008
15. Türkmen Kızı – Kayda alan Cahit Öztelli – Anonim türkü
16. Gülnar Hatun – Abdullah Toroslu Araştırmacı yazar – Em. Öğretmen Halk Efsaneleri
17. Takkadın / Tek Kadın – Filiz KEREM, Mersin Ören yerleri, Kaleleri, Müzeleri – s. 79, Mersin Valiliği Yayını
18. Myrrha – Azra Erhat – Mitoloji Sözlüğü Remzi Kitabevi İstanbul 1992
19. Arsinoe – Mısır Kraliçesi Arsinoe – Mısır Kralı II. Ptolemi’nin karısıdır 1990’larda Bozyazı beldesindeki kitabede burada bir liman kent, olduğu yazılıdır. Taş şimdi Mersin Müzesinde görülebilir.
20. Halk Söylenceleri — Yurt Ansiklopedisi, İçel, s. 373821. Berenike – tarihforum.forumup.com – TÜRK TARİHİ ARAŞTIRMA VE MAKALELER – MEDENİYETLERİN BEŞİĞİ ANADOLU VE KILİKYA APHORODİSİASI
22. Bezm-i Âlem Valide Sultan – Şinasi Develi, Mersin’in İlk Sahibini Tanıyalım – 1855 yılında yayınlanan Fermanın tam metni “Dünden Bugüne Mersin” kitabının 53 üncü sahifesinde bulunmaktadır. Bu yazı “İçel Sanat Külübü” Aylık Bülteni “Haziran 1996 –Sayı: 48.
23. Müfide İlhan – Meriç Alkan, Müfide İlhan’ı Anarken- İçel Sanat Kulübü Dergisi, Sayı 55, s.28, Ocak 1997
24. K1- Atatürk’ün Kadın İle İlgili Sözleri – Derleyen: Ömer F. Hüsmüllü www.edebiyatciturk.com/ataturk-ten/ataturk-un-kadin-ile-ilgili sozleri.html
25. EK2- Mersin çevresinde “kız” temalı başka örenler var!
Korasion:İSK gezileri, Nedim Ardoğa ile. https://tr.wikipedia.org/wiki/Susano%C4%9Flu,_Silifke
Kızlar manastırı: İçel sanat Kulübü gezileri.
Kızlar Kalesi: Mustafa Tor ile özel gezi.