IV. Bölüm
Ulukışla’dan Gülek’e Tarihi Çevre ve Kültür Mirası
Anadolu’yu Kilikya’ya yani Çukurova’ya bağlayan karayolu çok özel bir coğrafyanın izini sürer. Anadolu’yu Hititler’den günümüze bağlayan bu karayolu üzerinde yapılacak tarihsel bir yolculuk kültürel bir ders kitabı niteliğindedir. Bu karayolunun tarihsel ve kültürel yoğunluğu şaşırtıcıdır. Ulukışla’dan Gülek’e kadar olan kısımda, bilinen 4000 yıllık zaman yolculuğunda iz bırakmış kültür noktalarına gelin birlikte bakalım.
Anadolu Uygarlıklarının mihenk taşı İvriz Kaya Kabartması
Kral Yolu’ndan gelip Ulukışla’ya bağlanmadan önce Ereğli de, İvriz’de (şimdi Aydınkent) binlerce yıl önceden, “Tuvana” antik kentinden miras kalan kaya anıtı kayda değer. Anıt, Ereğli ilçesine 12 km. uzaklıkta, İvriz Suyu’nun kaynak başındadır.
MÖ VIII. yüzyıla tarihlenmektedir. 6.08 metre yüksekliğindeki kabartmada, Warpalavas’ın bereket tanrısı Şanta’ya şükranı anlatılmaktadır. Kabartmada, Kral ve Tanrı figürlerinin arasında bulunan, hiyeroglif yazıda şu ifade vardır:
“Ben hâkim ve kahraman Tuvana Kralı Varpalavas; sarayda bir prens iken, bu asmaları diktim, Tarhundas onlara bereket ve bolluk versin”.
Geç Hitit beyliklerinin bizlere en güzel armağanı İvriz’deki bu ulu kaya kabartmasıdır. Tanrı ile buluşan kralın kaya yontusu, Anadolu Uygarlıkları’nın bir başyapıtıdır. Aynı yörede yıpranmış birkaç benzeri olsa da; bu eser türünün en iyi örneğidir.
Bir elinde üzüm salkımı, bir elinde başaklarla betimlenen tanrı Şanta karşısında kıvançla ve mutlulukla duran War-sala-vaş, diktiği bağların bereket güvencesini tanrısından bekliyor. Yakınında kaynayan buz gibi pınarın gözesinde, günümüzde genç kızlar ve şifa arayan hastalar geleceğe ait dileklerini bildirip, yine tanrıdan medet umuyorlar.
Bu kabartmadaki tanrı, Halikarnas Balıkçısı tarafından, şarap tanrısı Dyonissos (Bakus )ile eşitlenmektedir.
“İvriz kabartmasında Bakkhos, başında boynuzlar taşır. Geri boynuz erkek tanrıların şanındandı ama Bakkhos’a ‘Boğa gibi gürler’ anlamına gelen ‘Bromios’ da denirdi. Bakkhos, boğa, aslan ve yılan kılıklarına da girerdi. …Yukarıda anıldığı gibi, Bakkhos’un bir ünvanı da ‘Bromios’tur. Ulu ürüyücü-dü, gök gibi gürler. Öküz, okus ve İngilizce’de oks (ox) aynı köktendir ve boğa demektir. Onun için İskender’i iki boynuzlu yaptılar”. (Halikarnas Balıkçısı, Hey Koca Yurt. s. 179).
Bu kaya kabartmasının karşısında hızla yükselen tepeler giderek ulu zirvelere dönüşüyor. Bu kutsal dağlarda birçok tapınak, mezar odası ve çeşitli örenler bulunuyor. “Tanrıların Vatanı Anadolu” kitabında W.A. Ceram, İvriz’le Tarsus’u birbirine bağlar. Bu bağ, kültür bağı olduğu kadar ürün bağıdır, inanç bağıdır. Bu iki kent beş bin yıldır nasıl olmuş da birlikte anılmışlardır? Antik “Santa-bag” kenti (bugünkü Halkapınar) ve İvriz kenti (Aydınkent) ile Mersin ve Tarsus’un bağlantısı hergün karşılıklı sefer yapan Mersin – Zanapa otobüsleriyle sürdürülmektedir.
Buradan yaklaşık iki saatlik yürüyüşle ulaşılan Ambar Deresi mevkiindeki şimdiye kadar yayınlanmamış bir Bereket Tanrısı yontusu vardır. Oldukça yıpranmış durumdaki kabartma İvriz kabartmasıyla hemen aynı şekilde yorumlanmıştır.
Yörede, “Kızlar Manastırı” ve “Oğlanlar Manastırı” olarak anılan örenler ve yanında ilginç doğal kaya oluşumları da görülmeye değer.
Ulukışla İlçesi
Ulukışla ilçesi Niğde ilimize bağlıdır. Bu yerleşim eski coğrafya kitaplarında, “Diyar-ı Rum” veya “İklim-i Rum” olarak belirtilirdi.
İlçe, İç Anadolu Bölgesi’nin Orta Kızılırmak bölümünde yer almaktadır. Yüz ölçümü 1502 Km2 olup, istasyon mevkiinde denizden yüksekliği 1427 metre olarak ölçülmüştür.
Ulukışla, Orta Toroslar kesiminin Medetsiz ve Bolkar Dağları arasındaki geniş bölümün ağzında, Aydos Dağları’nın kuzey eteklerinde; Konya Ovası, Aladağ ve Hasandağı arasında kalan Kırıkgeçit Vadisi platosu üzerinde kurulmuştur. İlçe topraklarını, doğuda Adana ilinin Pozantı, güneyde Mersin İli’nin Tarsus, batıda Konya İli’nin Ereğli, kuzeyde Niğde ilinin Bor ve Çamardı ilçeleri çevirir. Vadi boyunca İç Anadolu düzlükleri yer alır.
Ulukışla İlçesi’nin etrafındaki Penoplen şeklindeki yükseklerde kalker tabakaları görülür. Çevre dağlar maden yönünden zengin olup, ‘Maden’ ve ‘Gümüş’ köyleri civarında kurşun, simli kurşun, gümüş ve altın yataklarına rastlanır.
Ulukışla yöresi, coğrafi konumu ve stratejik önemi nedeniyle, hemen her dönemde canlı ve hareketli bir yöre olmuştur. Yöre, Tarih boyunca değişik kültürden insan topluluklarını bünyesinde barındırmıştır. Bölgenin kayda değer ilk tarihi olayı, Hitit İmparatorluğu’na katılmasıdır. Hititler’den sonra bölge sırasıyla; Asurlar, Frigler, Persler ve MÖ 334 yılında Makedonya Kralı Büyük İskender’in eline geçmiştir. Daha sonra Selefkos imparatorları ile Kapadokya kralları arasında çekişmelere sahne olmuştur. MÖ 17 – MS 395 yılları arasında Roma İmparatorluğu’nun egemenliğine girmişse de, Roma’nın ikiye ayrılmasıyla, 1075 yılına kadar Bizans İmparatorluğu’nun hâkimiyetinde kalmıştır. Kent, Roma döneminde Faustina’ya atfen Faustinepolis adıyla anılmıştır. Roma İmparatoru Marcus Aurelius’un karısı Faustina’nın mezarı Ulukışla yakınındaki Başmakçı köyündedir.
Sonraları bölge, Melikşah’ın komutanlarından Emir Ahmed Danişmend Taylı ve oğlu Emir Gazi tarafından fethedilmiştir. 1156-1192 tarihleri arasında hüküm süren II. İzzeddin Kılıçarslan, Niğde İli topraklarını Konya Sultanlığı’na bağlamıştır. I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in (1192-1211) oğlu I. İzzeddin Keykavus döneminde (1211-1219), Niğde’ye bağlanmıştır.
Ulukışla’ya bağlı Porsuk Köyü sınırları içinde Zeyve Höyüğü’nde yapılan arkeolojik çalışmalar sonucu ele geçen buluntular Hitit, Frig ve Roma dönemlerine aittir. Kent yakınındaki kale, “Lülve” adıyla anılmaktadır. Karayolunun tren yolu ile kesiştiği noktada 100 yıllık Fransız yapımı bir çelik köprü vardır.
Yörenin Yeraltı Zenginlikleri
Katran Dede yöresinde linyit, güney tepelerinde alçı taşı yatakları vardır. Gümüş Köyü civarında antik gümüş madeni yatakları vardır. 1993 yılında Arkeolog Prof. Dr. Aslıhan Yener, Niğde-Çamardı, Kestel yakınında yaptığı araştırmalarda, Göltepe’de mor kalay cevheri ile Bronz Çağı çanak çömlek kalıntıları ve taş aletler keşfetmiş, önemli bulgulara erişmişti.
Aydos Dağı’nı dolanarak aşağılara, ‘Gümüş’ ve ‘Maden’ köylerine vardığımızda çevre ormanlarının, köye adını veren gümüş madeni çıkaran ilkel teknolojiye kurban edildiğini fark ederiz. XX. yüzyılın başında, 1910 yılında, buraları gezen gazeteci Ahmet Şerif, “Anadolu’da Tanin” gazetesinde bakın neler söylüyor:
“…Maden’in durumu pek üzüntü vericidir. Gerek cevherin hazırlanış şekli, gerek işlemlerin yapılışı iki bin yıl öncesinin aynıdır. Başlıca zararlardan biri de, bu yüzden ormanların mahvolmasıdır. Fırın için gereken odunu hazırlamak için bütün ormanlar tahrip edilmiş ve şimdi çevrede orman kalmadığından, sınır komşusu Karaisalı ormanları kesilmektedir.” (Ahmet Şerif, “Anadolu’da Tanin” s.334)
Anıtsal Yapılar ve Çevre Mirası
İlçedeki önemli tarihî eserler, Öküz Mehmet Paşa Menzil Külliyesi ve Mehmet Paşa Camii’dir. Diğer tarihi eserler arasında, Faustina’nın Mezarı, Kepez Kalesi, Kadife Han yanında Göltepe Kestel Örenyeri Kavaltepe Yeraltı Şehri sayılabilir. Porsuk Köyü yakınlarında bulunan Zeyve Höyüğü önemli katmanlar barındırır.
Ulukışla’nın Çiftehan Beldesi’nde ünlü Çiftehan Kaplıcaları vardır. Darboğaz Meydan mevkiinde 7 kilometrelik bir doğal kayak pisti vardır.
Bolkarlar çok zengin bitki örtüsü ve dağ çiçeklerine sahiptir. Dağların izin verdiği alanlarda ilkçağlardan beri yayla yerleşimleri görülür. Bu yaylalarda yaşayan göçerlerin folklorik özellikleri, yaşayışları, ekonomik etkinlikleri, el sanatları, dağ ve doğa yürüyüşleri için gelen turistlerin ilgisini çekebilir.
Öküz Mehmet Paşa Menzil Külliyesi
Tasarımı ve konumu itibariyle bir menzil külliyesidir. Ulukışla, Karapınar ve Ereğli ile Aksaray üzerinden gelen antik yollar üzerinde yer almaktadır. İç Anadolu’nun güney ile bağlantısını sağlayan önemli geçitlerden biri olan Gülek Boğazı’nın girişindedir. Anıtsal boyutlardaki külliye, inşa edildiği dönemde bu yol üzerinde önemli bir yolcu ve kervan trafiği olduğunu kanıtlamaktadır. Geniş bir vadi içinde, kısmen eğimli bir arazi üzerinde inşa edilen külliyenin odak yapısı “Arasta”dır. Bunun dışında, farklı konumlarda iki ayrı ahır, tabhane, kuzey ahırı önündeki özel geceleme mekânları, imaret, fırın, hamam ve camiden oluşmaktadır. Tasarım açısından, XVI. yüzyıldaki menzil külliyelerinin en büyüklerinden biridir.
Külliye, Ulukışla pazaryerinin batısındadır. Güneyde İsmet İnönü, batıda Yakup Ünal caddeleri ile çevrilidir. Yapı, yöre halkı arasında, Paşa Hanı, Kışla, Ulukışla Kervansarayı gibi isimlerle anılmaktadır. İlçe, “ Ulukışla” ismini külliyeden dolayı almıştır. Evliya Çelebi de yöreden “Ulukışlak” adı ile söz etmektedir.
Külliyenin yapım nedeni ile ilgili olarak Prof. Dr. Cengiz Orhonlu şu bilgileri aktarmaktadır:
“… Ulukışla- Ereğli arasında bulunan Çavuşlar köyü, tehlikeli ve önemli geçit noktasında olduğu için burada bir han ve cami inşa edildiği gibi, dışarıdan başıboş insanlar getirilip yerleştirilerek emin bir hale getirildi. Buraya aynı zamanda konar-göçer zümreye mensup olan Bozulus’un İl-Eminli oymağı mensupları da yerleştirilmişti. Bu gibi büyük mamure ve tesislerin inşasında boş bir araziyi şenlendirmek olduğu kadar topraksız ve evsiz insanlara ekecek toprak ve yurt sahibi yapmak düşüncesi de rol oynuyordu.” (Türk Tarih Dergisi 1979 – 20. sayı Gültekin, R. Eser – Ulukışla Öküz Mehmet Paşa Menzil Külliyesi)
Koca Mehmet Paşa Camii
Külliyenin güneydoğu ucunda yer almaktadır. Yapı, halk arasında, Mehmet Paşa Camii veya Kışla Camii adlarıyla anılmaktadır. Caminin inşa edildiği alan, külliyenin diğer yapılarının inşa edildikleri alana göre daha az eğimlidir. 1960’lı yıllarda, cami duvarlarının sadece mihrabın üst seviyesine kadar olan kısımları ayaktaydı.
Yapı, 1969 -1970 ve 1977 yıllarında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yeniden inşa edilircesine onarılmıştır. Kuzey, güney ve batı duvarlarında, köşelerde mihrap hizasında yer alan, payandayı andırır çıkıntılar arasında kalan kesimlerde, temelden itibaren merdiven basamakları gibi iki rıhta yükselen ilk yapıya ait kesimde, onarım izleri açıkça görülmektedir. (R. Eser Gültekin. Ulukışla Öküz Mehmet Paşa Menzil Külliyesi s. 2)
Evliya Çelebi’den Bir Alıntı:
En meşhur cami, Koca Mehmet Paşa Camii’dir. Kubbeli ve minareli, avlusu mermer döşeli şirin bir camidir. Yanında bir zaviyesi, latif bir hamamı, büyücek bir hanı vardır. Güya bu han bu şehrin kalesidir. Yüz yetmiş ocaktır. Başka harem odalığı, develiği, üç yüz tavla at alır ahırı, avlusu ortasında büyük bir havuz, bir kileri ve bir yemek yedirilen imareti vardır. Her akşam ocak başına birer bakır sini ile beşer tas buğday çorbası, Beşer ekmek, birer yağ kandili ve her at başına birer torba yem verilir. Nimeti bol, vakfı sağlam bir hayrattır. Üç yüz kadar dükkânları vardır. Bu binaların hepsi kâgir ve baştanbaşa hepsi kurşunla örtülü olup, Mehmet Paşa Vakfıdır. …Hayrat Sahibi Öküz Mehmet Paşa namı ile meşhur olup, Halep’te Bekriler yanında cihanı seyreden bir yerde gömülüdür Allah Rahmet Eyleye. Her yerde hayratı vardır. Ama bu Ulukışlak hayratının benzeri Şam’ın batı ve güneyindeki hanlar müstesna olduğu halde hemen yoktur. (Evliya Çelebi Seyahatnamesi / IV. – Çev. Z. Danışman. s. 232).
Evliya Çelebi külliyeyi oluşturan birimler içinde bir de zaviyeden söz etmekte ise de bu yapı günümüze ulaşamamıştır.
Darboğaz Beldesi
Darboğaz kasabası Orta Toroslar’ın kuzeyinde, Bolkar Dağları’nın eteğinde, deniz seviyesinden 1460 metre yükseklikte, Toros Dağları’nın kar suyu ve havasıyla beslenen şirin bir kasabadır. Darboğaz kasabasının kuruluşu hakkında kesin ve yazılı bir eser bulunmamakla beraber, kalıntılardan Romalılar’ın ören mevkiine yerleşmiş oldukları anlaşılmaktadır. Bolkar Dağı eteğinde 1463 metre yükseklikte kurulmuş olduğundan, yaz ve kış turizmine oldukça elverişli olması sebebiyle kasabanın Meydan Mevkiinde bulunan yedi kilometrelik doğal kayak pisti, kış sporları için önemli bir konumdadır.
Darboğaz’da yeraltı suyu derindedir. Meskûn sahanın batısında kaplıca mevcuttur. Bölgede dünyaca ünlü “Napolyon Kirazı” yetiştirilmekte ve yurt dışına ihraç edilmektedir. Ünlü “Gümüş” ve “Maden” köyleri Darboğaz’a bağlıdır.
Porsuk Höyük / Zeyve Höyük
Ulukışla yakınında yer alan, Porsuk Höyük ya da Zeyve Höyük olarak bilinen bir büyük höyük vardır. Bu höyük, Gülek Boğazı’na açılan vadinin kuzey girişini denetlemekteydi. Burada, küçük bir Hitit kalesi ve Erken Demir Çağı yerleşimi vardı. Höyüğün tepesinde ayrıca MS 3. Yüzyıla tarihlenen bir Roma mezarlığı ve 1. ve 2. yüzyıllara ait Roma evleri bulunmuştur. Erken Bizans yerleşimi olması da kaçınılmazdır.
Alandaki kazılarda, 1969’dan itibaren Oliver Pelon’un başında olduğu bir Fransız ekip görev almıştı. Kazılar günümüzde Dominique Beyer tarafından sürdürülmektedir. 2006 yılı kazılarında, höyüğün güneydoğu yamacındaki (IV. Bölge) çalışmalarda, alanın kuzey bölümünde, MÖ I. yüzyıla ait (burada bulunan ve Archesilaos dönemine tarihlenen bir sikke nedeniyle) bir Roma tabakasının kazısı yapılmıştır. Ancak çalışmaların genelde Demir Çağı ve Geç Tunç Çağı tabakalarında yoğunlaştığı söylenebilir.
2006 kazı sezonunun hedefi, söz konusu bölgedeki Hitit tabakası (Porsuk V) ile ilgili bilgilerin tamamlanması olmuştur. Burada, içinde erzak küpleri olan bir depo ortaya çıkarılmıştır; depo ince bir duvarla, kuzeyindeki çanak çömleklerin konulduğu odadan ayrılmıştır. Büyük demir parçalarının da bulunması, alanın Bolkar ‘Maden’deki madencilik merkeziyle olan bağlantısını doğrular niteliktedir. Yamacın üzerindeki kalıntılar, Demir Çağı duvarlarıyla bölünmüş ve burada, içinde pullu zırhlar da bulunan bir silah deposu ortaya çıkarılmıştır.
Bir önceki yılda, 2005’de yapılan II. Bölge ile IV. Bölge çalışmalarında, buluntular MS 3. yüzyılda başlamakta ve 7. yüzyıla dek sürmektedir. Ayrıca üç Helenistik tabaka mevcuttur.
Güney ve doğu yamaçlardaki çalışma, Tunç Çağı’ndan Demir Çağı’na geçiş dönemine odaklanmıştır. Buradaki iyi korunmuş Demir Çağı tabakaları ile güney yamaçtaki Hitit tabakalarında da içinde saklama kapları bulunan depolar bulunmuştur.
Höyüğün güneydoğu köşesinde, Hitit Dönemi yıkıntıları 1 metre yüksekliğindedir ve üzerlerinde Erken Demir Çağı kalıntıları yer almaktadır. Batıda, Hitit Dönemi yıkıntıları kayaya oturmaktadır. Burada, zeminine küpler yerleştirilmiş olan ve içinde bir külçe bulunan bir cephanelik vardır.
2008 yılı kazılarında Helenistik Dönem katmanlarına ulaşılmış; aralarında Megara kâseleri ile siyah sırlı boğa biçimli bir riton’un da bulunduğu ince işçilikli keramikler elde edilmiştir. Ayrıca (V. Katman) radyokarbon analizleri Hitit İmparatorluk Dönemi’ne ait MÖ 1400/1300 tarihlerini vermiştir. II. Bölge’deki çalışmalar, Dendrokronoloji ve radyokarbon analizleri Eski Hitit Dönemi’ne (MÖ 1600) işaret etmektedir.
Çiftehan Kaplıcaları
Rakımı 1020 metredir; Akdeniz ve kara ikliminin birleştiği noktadadır. Bu bakımdan her ikisinin de özelliklerini taşımaktadır. V. Langlois’in “Eski Kilikya’da bir Gezi” kitabından bir alıntı yapalım:
“Çiftehan’da Ramazanoğlu yaylağına varınca, Kırkgeçit adındaki sulardan geçip taşköprüden “Şekerpınarı” adıyla meşhur leziz suya varılır. Çiftehan’dan yarım menzil sonra Kırkgeçit Çayı çoğalıp köprüden geçerek akar ve Karasu’yla nehre karışıp buradan kıvrılarak geçer ve Ramazanoğlu Anadolu’nun Kapısı TARSUS – Gülek Boğazı – yaylağına ulaşır.(Ramazanoğlu yaylası) Bir handır ve Adana halkının sayfiye evleri vardır. Yolun sol tarafında ve dağın zirvesinde Gülek Kalesi ve batısında Gülek Boğazı bulunur.” (V. Langlois – Eski Kilikya’da Bir Gezi. s.60)
Bugünkü ‘Alihocalı’ köyünde bulunan Çiftehan yıkığı Çiftehan Beldesi’ne adını verir.
Yörede jeolojik yönden çok ilginç kayalık tepeler görülebilir. ‘Köşkönü’ köyünde yıkılıp yeniden yapılan Çakıt üzerindeki çift gözlü Tabaklı (Tosun Ali) Köprüsü, Çanakçı kuzeyindeki doğal bir oluşum üzerinde Çanakçı Kalesi ve Kervan Yolu üzerindeki tarihi Çakmaklı Köprüsü anılmaya değer.
Tarsus’tan 80 Km uzaklıktaki Çiftehan Kaplıca bölgesi, burada yapılan arkeolojik kazılara göre Hititler zamanından beri yerleşme sahası olarak kullanılmıştır. Hitit, Frig ve Roma devrine ait seramik kalıntılara rastlanmıştır. Çiftehan Kaplıcaları’nın eski havuzunun temel kısmı Roma devrine aittir.
Mısır Kraliçesi Kleopatra’nın Çiftehan Kaplıcaları’na geldiği ve bir müddet kaldığı söylenir. Romalılar’ın hidroterapi yönünden insanlığa büyük hizmetleri olduğu bilinen bir gerçektir.
Bugün ayakta bulunan ve kullanılmakta olan havuzlu banyolar, Selçuk Türkleri zamanında yapılmıştır. Havuzlu banyo, Selçuk mimarisinin özelliklerini taşımaktadır. Kadın ve erkeklere mahsus iki bölümü kapsayan ve çifte hamam şeklinde olan binada her iki kısım kubbe ile örtülüdür. Erkekler kısmında 85 m3, kadınlar kısmında 26 m3 olan birer havuz vardır.
Kaplıcanın etkili olduğu hastalıklara gelince; romatizma ağrıları, iltihabi romatizmalar, kireçlenmeler, bel ve boyun fıtığı ağrıları, böbrek taşı düşürme, siyatik ağrıları, cilt ve deri hastalıkları, ameliyat komplikasyonları, kas ağrıları, ağrılı kadın hastalıkları, nörolojik sorunlar ve spor yaralanmalarına faydalı olmaktadır.
Atatürk Çiftehan’da
Atatürk, 5 Şubat 1934’te Niğde’ye gelir. Gittiği her şehirde Halkevlerini görmeyi arzu eden Atatürk burada da hemen ‘Halkevi’ni ziyaret eder:
“Bizim Halkevlerine büyük ümidimiz vardır. Burası gençliğin yuvaları olacaktır. Milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, fitri zekâsını, güzel sanatlara ilgisini, ilme bağlılığını ve milli birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü vesile ve tedbirle besleyerek inkişaf ettirmek lâzımdır, işte bunlar milli kültürümüzdür. Bu da halkevlerinde gelişecektir.” sözlerini burada söylemiştir.
“Sungurbey Binası” olarak bilinen bu Halkevi binasında yemek yenir ve Niğde üzerine sohbet yapılır. Sohbet, Niğde’nin sosyal ve ekonomik problemleri üzerinde yoğunlaşır. Niğde Halkevi bu sıralarda bir dergi çıkartma hazırlığı içerisindedir. Atatürk derginin adını sorar; “Akpınar” olduğu söylenince sohbet yörenin su kaynaklarına yönelir. Bu sırada Milletvekili Halil, Çiftehan’daki kaplıcalardan bahseder. Atatürk, kaplıca hakkında daha çok bilgi ister; orada bulunanlar kaplıcanın çok şifalı olduğunu ancak bir o kadar da bakımsız olduğunu söylerler. Bunun üzerine Atatürk:
“Bu gibi kaplıcalara ehemmiyet vermek lâzım. Ben de tedavimi Avusturya’da Karlsbad’da yaptım. Bana burada Doktor ‘Türkiye’de Karlsbad gibi nice şifalı kaplıcalar var, Türkiye’den niye geldin’ diye sordu. Utandım… Yarın gidelim, şu kaplıcayı yerinde görelim” der
Ve gezi programına Çiftehan da dâhil edilir. Çiftehan’a gittiklerinde, Kaplıca’nın hem kasabaya katkı sağlayacağını hem de insanların şifa bulacağını belirtir ve yanında bulunan validen o zaman da harabe halinde bulunan kaplıcanın özel idare tarafından en kısa zamanda yaptırılmasını ister.
Toros Kurbağası
Dünya’da yalnız ülkemizde, Ulukışla ilçesi sınırları içerisindeki Toros Dağları’nda 2560 metre yükseklikteki Karagöl’de yaşamaktadır. Karagöl, yaklaşık 60 hektar büyüklükte ve en derin yeri 12 metre olan tektonik bir göldür. Besin miktarı oldukça sınırlıdır. Ötmeyen kurbağa olarak bilinen hayvan türünün tek örneğidir. Boyu yedi buçuk santim kadardır. Mayıs ayı sonundan Ekim ayına kadar aktif olan Toros Kurbağası, üreme biyolojisini bu süreçte tamamlar.
Toros Kurbağası, Karagöl’ün kenarlarındaki çayırlık kısımlarda barınır. Gölün etrafındaki çayırlık ve bitkili kısımlarındaki böcekleri yiyerek beslenirler. Göl kenarındaki bitki türlerinin iyi gelişmesi, bu çayırlıklarda keçi sürülerinin dolaşarak buraları gübrelemesine bağlıdır. Bu nedenle keçi ve koyun sürülerinin gölün kenarlarında dolaşmalarının teşvik edilmesi gereklidir.
UYARI: Kurbağanın popülasyonu süreç içinde önemli ölçüde azalmıştır. Azalmanın en önemli nedeni, göle 1990 yılında aynalı sazan yavrularının aşılanmış olmasıdır. Günümüzde Toros Kurbağası’nın Karagöl’de % 60- 70 dolayında azalmasına aynalı sazan balıklarının bitkisel ve hayvansal maddelerle beslenmeleri neden olmuştur. Toros Kurbağası’nın yavruları ve lavraları aynalı sazan balıkları tarafından yenilmektedir. Son yıllarda gölden toplanan aynalı sazan balığı, göldeki balık miktarının önemli ölçüde azalmış olduğunu göstermektedir. Böylece göldeki balık miktarı kurbağa lavra ve yumurtalarına fazla zararı olmayacak duruma getirilmiş olacaktır.
Yayla Turizmi
İlçede yayla turizminin önemli bir yeri vardır. 2500 metre ve daha yüksekteki Ulukışla yaylaları özellikle Bolkarlar’da bulunan çok zengin bir bitki örtüsüne ve dağ çiçeklerine sahiptir. Ayrıca bu yaylalarda yaşayan göçerlerin folklorik özellikleri, yaşayışları, ekonomik etkinlikleri, el sanatları buraya gelen turistlerin ilgisini çekmektedir. Yörede mevcut eşsiz güzellikteki dağ ve doğa yürüyüş parkurları, doğaseverler için bir diğer çekim merkezidir.
Ulukışla Belediyesi, deprem korkusu olmayan bir alan üzerinde, Çövek’te, 5000 konutluk imarlı arsası üzerinde, 83.000 m2 lik yeşil alanda, içinde botanik parkı, olimpik havuzu ve çocuk parkları bulunan yeni bir yerleşim birimi oluşturmaktadır.
Pozantı İlçesi
Adana’nın Pozantı ilçesi, ilk çağlardan beri yerleşim yeridir. Adana’nın kuzeydoğusunda, Mersin ve Niğde illerine komşu durumunda olan Pozantı, Doğu Akdeniz ve Orta Doğu’yu Anadolu’ya kara ve demiryolu ile bağlayan önemli bir geçit noktasında bulunmaktadır.
Tarih boyunca Pozantı çeşitli isimlerle anılmıştır. İlk çağlarda adı Pazuvanda, Pendonsis veya Pendosis idi. Araplar “El Bedendum”, Türkler de “Bozantı” ismini vermişlerdir.
Yavuz Sultan Selim’in Mısır Seferi sırasında, 1517 de Osmanlı topraklarına katılan Pozantı’nın önemi 1. Dünya Savaşı sırasında Bağdat Demiryolu Hattı’nın buraya kadar uzanması ile arttı. Adana’nın Fransızlar tarafından işgali üzerine, 5 Ağustos 1920 Pozantı Kongresi’nden sonra, il merkezi buraya taşındı. Pozantı Bucağı 1954 yılında ilçe oldu.
Yaylacılık – Yaşam
İlçenin özelliği nedeniyle yaylacılık yaygındır. Tekir ve Bürücek yaylalarının yanısıra Alpu, Fındıklı, Kamışlı, Hamidiye, Aşçıbekirli, Dağdibi, Gökbez, E. Konacık, Y. Konacık köylerinde de yayla yaşamı benimsenmiştir.
İlçe genelinin dağlık ve bir kısmının orman içi köy olması sebebiyle tarım ve ziraat alanları azdır. Geçim kaynakları arasında tarım, hayvancılık, arıcılık, orman işçiliği, nakliyecilik önde gelmektedir. İlçe merkezinde, E-90 karayolu üzerinde bulunan lokanta işletmeciliği ve küçük sanayi işletmeciliği de geçim kaynakları arasındadır.
Son yıllarda turizme yönelik işletmelerin faaliyete geçmesiyle de Pozantı adını duyurmaktadır. Ancak 2010 yılından sonra E-90 karayolu güzergâhı değiştirildiğinden ilçe olumsuz etkilenmiştir.
1900’lü yılların başlarında, Almanlar tarafından yapılan Bağdat Demiryolu inşaatı sırasında kurulan Belemedik Köyü’nde bulunan hastane, han, buhar odaları, su kuyusu, konutlar, mezarlık, genelev yıkığı gibi yapıların ve Alman Mezarlığı’nın restore edilerek turizme kazandırılması için çalışmalar başlatılmıştır.
Akköprü
V.Langlois’ya göre:
“Haçlı seferleri yazarları vadiye, Potranta Vadisi derler. Bu vadinin ucunda bir boğaz vardır ki buradan Seyhan akmaktadır. …Tek kemerli Ak Köprü’ye varılır ki burası Adana – Kayseri sınırıdır. Ak Köprü’den suyu pek soğuk ve sağlıklı olmayan Karasu akar.” (V. Langlois – Eski Kilikya’da Bir Gezi. s.61)
Akköprü, Çiftehan – Pozantı demiryolu arasında ve demiryolunun hemen doğusunda bulunmaktadır. Köprü, kâgir ve tek gözlüdür. Boyu 83 metre, genişliği 5.70 metre ve kemer açıklığı 10.35 metredir. Sarımtırak renkli kesme taşlarla yapılmıştır. Her iki kıyıdan orta kemere doğru yükselen meyilli bir şekli vardır. Hemen yakınında bulunan Şekerpınarı’ndan dolayı Şekerpınarı Köprüsü de denilen Akköprü bir Ortaçağ köprüsüdür. Roma Döneminden Bizans’a kadar, Selçuklular’dan Osmanlı’ya kadar onarılarak kullanılmıştır. XIV. yüzyılda Karamanoğulları’nın bir gümrük noktası olarak kullanılan Akköprü’nün, 2000 ve 2001 yıllarında restore edilerek son halini almıştır.
Demiryolcu, fotoğraf sanatçısı Mustafa Tor anlatıyor:
“Binlerce Alman ve Türk vatandaşının çalıştığı demiryolu inşaatı sırasında 20 yıla yakın Belemedik’te kalınması Alman firmalarını harekete geçirmiş. Vatandaşlarının rahatlığını düşünen Almanlar bu bölgeye büyük bir şantiyenin yanı sıra kilise, okul, sinema, hastane, hamam, cami ve sosyal ev kurmuşlar. Hatta bu bölgede ilk kez dereden akan sulardan ilk elektrik enerjisi ise burada üretilmiş. Çakıt Deresi’nin soğuk sularında Alman işçiler yüzebilmek için Belemedik’ten suya kadar şu an sağlam şekilde duran yaklaşık 5 kilometrelik bir merdiven yapmışlar. Ayrıca yine Almanlar ölen vatandaşlarını defin için de dağlık bölgelerde birçok Alman mezarlığı kurmuşlar.”