Tarsus doğumlu Aziz Paulus, yeni dini yaymak için çıktığı ilk gezisinde Thekla ile karşılaştı.Havarilerden Paulus’un Hıristiyanlığı yaymaya çalışmalarını (Actes) anlatan ve bugüne kadar gelebilen yazılardan ilki ve en değerlisi Aya Thekla Efsanesi’dir.
Çeşitli dönemlerde, çeşitli dillerde, çeşitli versiyonlarda yazılan efsane, Hristiyan dünyasında, resmi kitaba alınan yazıların dışında kalmakla birlikte, bunların ardından gelen en değerli eser olarak kabul ediliyor. Tarihi kaynaklarla çelişkili olan bölümlere de sahip olan Thekla efsanesi, Paulus portresiyle gerçeklere oturuyor. Ayrıca Yalvaçlı Aleksandros, İncil’de adı geçen Onesiphoros, Demas, Hermogene, Roma imparatoru Claudius’un kuzini Tryphaina gibi çeşitli kaynaklarla, o dönemde yaşadıkları saptanmış kişilikler de dikkat çekiyor.Efsane, tarihi çerçevesi belirlenmiş en eski Hıristiyan yazılarından biri olmakla birlikte, Anadolu’nun İlkçağ’ın sonlarından, Türk boylarının istilasına dek geçen süreye de bir bakıma ışık tutuyor. Konya, Sille, Yalvaç, Hatunsaray, Derbe, ve Silifke tarihinin karanlık noktalarına, küçük de olsa yanıtlar oluşturuyor.
Efsanenin esas kişisi Thekla’nın adı, Tanrı’nın zaferi anlamına gelen Theokleia adının kısaltılmış hali olarak biliniyor. İkonium’un (Konya) karakteristik dar sokaklarındaki bir evde yaşayan, seçkin, zengin ve dul bir kadın olan Theokleia’nın kızı, Theoclis’in kardeşiydi 17 yaşındaki Thekla. Kentin varlıklılarından olduğu anlaşılan Thamyris’le nişanlıydı. Kendi içinde sakince süren yaşamları, Yalvaç’tan kovulan Paulus’un Konya’ya gelmesiyle dalgalanacaktı.
Kentin ileri gelenlerinden Onesiphoros, dostu Titus’tan, Paulus’un Konya’ya doğru geldiğini haber aldı. Karısı Lextra ve oğulları …amia ve Zeno ile birlikte onu karşılamak için Lystra yoluna çıkıp beklemeye koyuldu. Paulus’u tanımıyordu. Beklediği kişinin, kısa boylu, başı tıraşlı, çarpık bacaklı, burnu kemerli, çukur gözlü olduğunu biliyor, melek gibi bir insanla karşılaşacağını hissediyordu.. Sonunda tanıma neredeyse tıpa tıp uyan Paulus çıkageldi. Yanında Demas ve Hermogenes adında iki kişi daha ardı. Büyük bir heyecanla onları, Konya Hıristiyanlarının toplanma yeri olan evine götürdü. Orta halli bir yemeğin ortasında, Paulus vaazına başladı. Evin penceresinden dar sokağa taşan söylevin çekiciliğini Onesiphoros’un karşı komşusu bakire Thekla, Theoclis ve Thekla’nın nişanlısı Thamyris’i de etkilemişti. Ancak, Paulus’un sözleri en çok Thekla’ya tesir etti. Pencerenin önünden üç gün üç gece ayrılmadı, yemeden içmeden kesildi. Yüzünü görmediği, yalnızca sesini işittiği havarinin etkisinden kopamadı. Bu durum annesini endişelendirince konuyu Thamyris’e iletti. Pencerenin önünde hiç kımıldamadan oturan Thekla’yı ikna etmek olanaksızdı. Thamyris’in sonunda sabrı tükendi. Kente Paulus ile birlikte gelen Demas ve Hermogenes’in inanç zayıflığından yararlanarak, çeşitli vaatlerle havari hakkında ayrıntılı bilgi topladı. Thamyris: Ancak bekaretin korunması koşuluyla ölümden sonra hayat bulabilecek, Tanrı korkusu ve sevgisine layık olmak isteyenler evlilikten bile uzak duracaklardı. Thamyris, “Sen, Konya şehrini ve nişanlımı iğfal ettin!” diyerek Paulus’u ihbar ederek yakalattı. Paulus, vali proconsul Cestilius’un huzurunda savunmasını yaptı. Ne var ki, daha sonra ikinci kez ifadesi alınmak üzere zindana atıldı. Thekla, bileziklerini verdiği hizmetkara evin kapısını açtırıp, zindana gitti.Zindancıyı da bir gümüş ayna ile ikna eden Thekla, Paulus’un yanına girdi. Ayaklarının dibine oturdu, bağlandığı zincirleri öptü. Bir yandan da onun sözlerine gönül kapılarını açtı.
Thekla’nın Paulus’un yanına gittiği kısa sürede ortaya çıktı. Durum valiye bildirildi. Proconsul Cestilius, havariyi yanına çağırttı. Thekla, kendini bir anda korkunç acılar içinde hissetti. Yerden yere vurdu bedenini. Bunun üzerine o da valinin huzuruna çıkarıldı. Kendisine sorulan soruları yanıtsız bıraktı, gözleri Paulus’tan başkasını görmüyor, kulaklarında ilahi sözler çınlıyordu. Annesi öfkelendi: “Bu ahlaksızı yakın! Bu adam tarafından iğfal edilen bütün kadınların dehşet duyması için bu kızı sirkin ortasında yakın!”
Thekla, sirkin ortasına getirilince, değnekle dövülüp bırakılan Paulus’u gördü. Hz. İsa’nın görüntüsüne bürünmüştü. Bu, Thekla’nın metanetini arttırdı. Kentin genç kız ve erkekleri tarafından getirilen çalılar istif edilirken, aslında yumuşak bir insan olan vali, Thekla’nın güçlülüğü karşısında gözyaşlarını tutamadı. Thekla, çırılçıplak soyulup, çalı yığınının üzerine çıkarıldı. Şaşırtıcı bir güzelliği vardı. Yığın ateşe verildiği sırada, Tanrı’nın mucizesi gerçekleşti: Gün ortasında hava karardı, korkunç şimşek ve gök gürültüleriyle yer sarsıldı. Aniden başlayan sağanak ve dolu, ateşi söndürdü. Sel suları sirki bastı, boğulanlar oldu. Thekla kurtulmuştu.
Paulus, Onesiphoros’un karısı ve çocuklarıyla kentin dışında, Konya ile Daphne Yolu üzerinde bir mezar binasına sığınmıştı. Altı gün sonra açlık baş gösterince, Paulus çocuklardan birine pelerinin vererek ekmek alması için kente gönderdi. Havarinin izini kaybettiğini düşünen Thekla sokaklarda gezinirken çocuğa rastladı. Çocuk, genç kızın Paulus’u aradığını öğrenince , “Gel, seni onun yanına götüreyim, o da senin için ağlıyor, altı gündür dua edip oruç tutuyor”. dedi. Thekla, Paulus’u kendisi için dua ederken buldu. Mezarın içinde büyük bir sevinç yaşandı. Genç kız, artık havarinin yanından hiç ayrılmayacağını bildirdi. Saçlarını kestirecek, onun peşinde dolaşacaktı. Paulus buna karşı çıktı. Thekla’ya, çok güzel bir genç kız olduğunu, böylesine kötü bir zamanda ilkinden çok daha kötü sınamaların başına gelmesinden korktuğunu söyledi. Bunun üzerine o, Paulus’tan kendisini vaftiz etmesini istedi. Paulus, buna da karşı çıktı: “Zamanı gelecek” dedi.Onesiphoros ve ailesini yeniden Konya’ya gönderdi, Paulus. Ve Thekla’yı da yanına alıp Yalvaç’a gitti. Dönemin önemli kentlerinden Yalvaç’ın girişinde, ileri gelenlerden, bir Suriyeli adı taşıyan Alexandros Thekla’yı görür görmez âşık oldu. Çeşitli hediyeler ve para vermek suretiyle onu Paulus’tan istedi. Havari, “o bana ait değildir” değince, Alexandros, sahipsiz bir fahişe sandığı genç kıza sarıldı ve öptü. Thekla buna şiddetle tepki gösterdi: “Bir kadına zor kullanma, Tanrı’nın hizmetkarına karşı şiddetle davranma. Ben de Konya’nın ileri gelenlerindendim. Fakat evlenmek istemediğim için kentten kovuldum”. Bu sözleri söylerken, gözyaşları yanaklarını ıslatıyor, adamın kollarından kurtulmaya çalışıyordu. Bu sırada, onun pelerinini kopardı, tacını yere düşürdü. Alexandros, yolun ortasında herkese karşı gülünç duruma düştü.. Thekla’nın cezası bu kez, vahşi hayvanlara atılarak öldürülmekti. Yalvaçlı kadınlar, bu ağır ceza karşısında valiliğin önünde toplanıp, kararı protesto ettilerse de bir sonuç alamadılar. Genç kızın tek talebi vardı: İnfaza dek temiz kalmasının sağlanmasını istiyordu. Vali, Thekla’nın isteğini uygun gördü ve onu, soylu ve zengin bir kadın olan Tryphaiana’ya emanet etti. Yakın bir zamanda kızını kaybetmiş olan bu kadın, Thekla’yı kızı gibi sahiplendi. ne var ki, Tryphaiana, Roma İmparatoru’nun sülalesinden olmasına karşın cezasının affedilmesini sağlayamadı. İnfaz günü Thekla, bağlanarak amfi tiyatronun sahnesine bırakıldı. Aslan genç kıza saldırmak şöyle dursun, tersine ayakucuna uzanıp onun ayaklarını yaladı. Halk galeyana gelmişti. Thekla’nın bırakılmasını istiyorlardı. Tepkiler karşısında vali infazı erteleyerek genç kızı yeniden Tryphaina’nın himayesine bıraktı. Ancak çok zaman geçmeden Alexandros, soylu kadının kapısına dayandı. Halkın genç kadının vahşi hayvanlara atılmasını istediğini söyleyerek onu almak istedi. Soylu kadın acı ve öfkeyle Alexandros’u engellemeye çalıştı: “Yavrumun matemi ikinci defa mı kaplayacak evimi? Bana yardım edecek kimse yok mu? Yavrum Thekla’nın inandığı Tanrı, kurtar onu!” Bu kez askerler eve geldi. Kurtuluş yolunun kalmadığını anlayan Tryphaina, Thekla’nın elinden tutarak onunla beraber amfi tiyatroya gitti. Halk ikiye ayrılmıştı: Bir kısmı genç kızın cezalandırılmasını, diğer kısmı ise cezayı haksız bulduklarını söylüyordu. Nihayet Thekla, Roma kanunlarının belirttiği gibi çırılçıplak soyuldu, beline bir kuşak bağlandı: meydanın ortasına, vahşi hayvanların arasına bırakıldı. Bu kez genç kızın yardımına bir dişi aslan koştu. Diğer aslanları ve vahşi ayıları hayatı pahasına Thekla’dan uzak tuttu, tümünü öldürdü. Bu sırada Thekla, kendini canavarlarla dolu bir su birikintisine bıraktı. Halkın şaşkın bakışları arasında kendi kendisini vaftiz etti. Alexandros, telaşlanmıştı. Valiye son bir teklifte bulundu. Kızı, iki azgın boğanın arasına bağlayıp, ateşle havanları ürkütecekler, Thekla da arada parçalanacaktı. Vali, “Ne istersen yap!” diyerek, sıkıntıyla kestirip attı. Ayak bileklerinden iki boğa arasına bağlanan genç kız ölümü metanetle beklerken, ateş birdenbire ipleri sardı. Thekla yine kurtulmuştu.
Akıl almaz işkence sahnelerine dayanamayıp bayılan Tryphaina’nın öldüğü söylentisi halk arasında yayılınca, oyunlar durdu. Alexandros telaş ve korku ile valinin ayaklarına kapandı: “Bana ve şehre acı, mahkûmu affet! Caesar, akrabası Tryphaina’nın ölümüne neden olduğumuzu duyarsa, bizi ve şehri yok eder” dedi. Bunun üzerine Thekla, valinin emri ile meydandan alınıp giydirildi ve serbest bırakıldı. Genç kızın gücü ve mucizelerinden çok etkilenen Tryphaina, Hıristiyanlığı kabul etti. Thekla’yı yanında sekiz gün dinlendirdi. Genç kız, kendini toparladıktan sonra birçok genç kız ve genç erkekle yeniden yola koyulup, Paulus’u aramaya başladı. Onun Derbe’de olduğunu öğrendi.
Derbe’de büyük ilgi gören Paulus’la buluşan Thekla, başından geçenleri tek tek anlattı. vedalaşıp ayrıldılar. Bu görüşme, Thekla ve Paulus’un son karşılaşmasıydı. Genç kız, Konya’ya geri döndü. Nişanlısı Thamyris ölmüştü. Onesiphoros’un evinde dua etti. Burada fazla kalmadı. Silifke’ye doğru yola çıktı. Halk arasında Meryemlik olarak bilinen yöredeki bir mağaraya yerleşti. Uzun yıllar yöre insanına şifa dağıttı, paganist Silifkelilerin çoğunu yeni dinin üyesi haline getirdi. Thekla’nın mucizeleri, bir yandan Yahudileri, bir yandan da Silifke çevresindeki hekimleri rahatsız ediyordu. Paulus’un düşüncelerine sadık kalarak sürdürdüğü doksan yıllık dünya yaşamı, kimlikleri konusunda çeşitli düşünceler üretilen iki saldırganın mağaraya gelmeleri ile son buldu. Thekla, mağaranın derinliklerindeki kayaların yarılmasıyla saldırganların elinden kurtuldu. Fakat onu bir daha kimse göremedi. Geriye, Silifke’de uzun zaman kıymetli bir hatıra olarak saklanan şalı kalmıştı. Tanrı, belki de bu sevgili kulunu yanına almıştı. Çok tanrılı dinlerin Hıristiyanlığa yansıyan inanç izlerinden başlıcasını teşkil eder. Thekla. Silifke yöresinde, bakire tanrıçalar Artemis ve Athena’ya adanmış tapınaklar üzerinde yükselen bakire Thekla’nın efsanesi bu tezi destekler niteliktedir. On sekiz yaşında Silifke’den Meryemlik mevkiine uzanan 1,5 km.lik antik yolu geçip geldiği, yerleştiği ve yetmiş yıl yaşadığı mağara, onun kayaların arasında kaybolmasından sonra küçük bir kilise olarak kullanılmaya başlandı. Duvarlar mermerlerle kaplandı, yerler ve kimi bölümler cam mozaik fresklerle bezendi. Nihayet Hıristiyanlık yasak olmaktan çıkarılıp, M.S. 312’de İmparator Constantin döneminde serbest bırakılınca, mağaranın hemen üzerine Thekla adına bir bazilika inşa edildi. V. yüzyılın ortalarına gelindiğinde bu küçük bazilikanın yerine ihtişamlı bir kilise yapıldı. Etrafı bir duvarla çevrili kutsal sahanın ortasında yer alan Aya Thekla kilisesi, uzun yıllar boyunca Hıristiyan aleminin bir hac yeri olarak kullanıldı. Oldukça uzak noktalardan kemerlerle civardaki çok sayıdaki sarnıca aktarılan su, burayı cennete çevirmişti. Silifke kentinden ve bütün Kilikya’dan Meryemlik’e insanlar, sağlıklarına yeniden kavuşma ümidi ile ya da bayram günlerinde dinlenmeye gelirlerdi. Eskiden var olan ağaçların gölgesinde yemekli geziler yapar, şifalı olduğuna inanılan kaynaklardan susuzluklarını giderirlerdi. Thekla kilisesi ve sarnıçların dışında, İmparator Zenon tarafından M.S. 475-477 yıllarında yaptırılmış, Ayasofya’da mükemmele erişen tarzın ilk örneklerinden sayılan Kubbeli Kilise ve Anadolu-Suriye mimarisinin izlerini taşıyan bir hamamda Meryemlik’te inşa edilmişti. Günümüzde, 23-24 Eylül tarihlerinde dünyanın dört bir yanından gelen Hıristiyanlar, hem Katolik hem de Ortodoks Kilisesi tarafından resmen azize olarak tanınmış Thekla’nın yaşadığı mağarayı ve kilise kalıntılarını ziyaret ederek, hacı oluyorlar. Mağara, yöre halkı için de kutsal bir yer olma özelliğini sürdürüyor. Zamanla kapanmış sütun duvar arası boşlukların, gebe kadınlarca günahlarını ölçmekle kullanıldığı bugün Silifkelilerce anlatılıyor. İnanca göre günahkâr olanlar sıkışıp kalıyorlardı. Thekla efsanesinin ne denli önemli bir yere sahip olduğunu gösteren işaretlerden biri, ölmek üzere olan insanlara okunan bir eski duadır. Tevrat’ta adı geçen önemli kişilikler sıralandıktan sonra Thekla adının da anılması ilgi çekicidir: “Nuh’u tufandan, İbrahim’i Ur şehrinden, Eyub’u dertlerinden, İshak’ı İbrahim elinde kurban edilmekten, Musa’yı Firavundan, Danyel’i Aslanlar çukurundan, Babilli üç genci kızgın fırından, Suzanna’yı iftiralardan, Davud’u Saul ve Goliat’tan, Petrus ve Paulus’u zindandan ve şehit azize bakire Thekla’yı korkunç işkencelerden kurtardığın gibi yüce Tanrım, bu hizmetkârının da ruhunu kabul et ve yanında semavi lütuflardan faydalanmasına inayet et”.
Konyalı Thekla’nın efsanesi 1698 de ilk kez yayınlandıktan sonra bir hayli ilgi görmüştü. Özelikle Alman romantizmi Thekla’ya büyük bir yakınlık göstermiş, Schiller’in “Thekla, Ruhların Sesi” adlı şiiriyle onun ölümsüzlüğünü pekiştirmişti. Ayrıca Paul Heyse de, Thekla’nın hayatını manzum olarak kağıda dökmüştü. Efsane, Anadolu’da Montanus adında biri tarafından oluşturulmuş: kadına o devre kadar olduğundan çok daha fazla önem veren Montanist mezhebine duyulan tepki yüzünden Yeni Çağ’a dek resmi yazıların dışında tutulmuştu. Erken Hıristiyanlığa feminist bir tepki (Thekla: “Bir kadına şiddet kullanma!”) havasını da yansıtan efsanedeki Thekla kişiliğinin sonradan büyük destek ve ilgi görmesi, onun çeşitli kabartmalarda, fresklerde vücut bulmasını da sağladı. Libya Çölü’ndeki, Aziz Minas adına yapılmış ziyaret kilisesinde bulunan hacılara mahsus kutsal yağ kaplarının dış yüzeyini süsleyen kabartmalarda, Thekla aslanlar arasında tasvir edilmişti. Öte yandan İtalya’daki, dünyanın en büyük kiliselerinden Milano Başkilisesi’nin çeşitli yerlerinde Thekla’nın hayatını anlatan tasvirler bulunuyor. Yine İtalya’da bulunan küçük bir lahit parçasında görülen, dümeninde Paulus’un olduğu geminin adı Thekla’dır. Mısır’da IV. yüzyıla ait olduğu sanılan bir Hıristiyan türbesinde, yanında adı da yazılı Thekla tasviri görülür. Thekla, kollarını iki yana açmış durumda Tanrı’dan şefaat diler bir haldedir ve ateşi ya da mağarayı sembolize ettiği sanılan siyah bir lekenin ortasında durmaktadır. Hemen yanında, saldırganları temsil ettiği sanılan iki erkek kabartması vardır. Resmin ikinci aşamasında Thekla gökte uçar durumdadır. Bir diğerinde ise Thekla çıplaktır ve belinde Roma kanunlarının gerektirdiği kuşak bulunmaktadır.
İzler, Akdeniz’in karşı kıyısından Anadolu’ya, İstanbul’a dek ulaşır. Bizans İmparatorluğu’nun başkenti İstanbul’da, Aya Thekla adına yapılmış üç kilisenin bulunduğu biliniyor. Bu üç kiliseden günümüze ipuçlarını ulaştırabileni, Ayvansaray’dadır. Surların kıyısında, yüzyılın başlarından beri harap durumda olan Toklu İbrahim Dede mescidi, ad benzerliği nedeniyle dikkati çeker. Thekla ve Toklu sözcüklerindeki yakınlığın dışında, eski kayıtlarda yer alan bazı bilgiler bu iddiayı güçlendiriyor: Mescidin her geçen gün yok olan duvarlarında Thekla tasviri görülememekle birlikte, içinde beş balığın bulunduğu bir havuz resmi göze çarpıyordu. Bu da, Thekla’nın Pisidia Antiokheia’da vahşi hayvanlardan kurtulduktan sonra içi canavarlarla dolu havuza atlayıp, kendini vaftiz etmesini çağrıştırıyordu.
Aya Thekla Efsanesi, Anadolu topraklarının katmanlarında üst üste yığıldığı uygarlık ve kültürlerden günümüze ulaşan ilgi çekici bir hikaye olduğu kadar, geçmişin karanlıkta kalan noktalarına da ışık tutuyor.
Araştırmacı Şahin ÖZKAN