…1919 yılında Fransızlar Mersin’i işgal ettiğinde Mirza Bey komutasındaki Kuvayi Milliye müfrezesiyle milli mücadeleye katılan, Eleksi (Ballı) köyünden aydın Asri Hocasıyla, Neşri Atlay’la kurucu meclise mebus gönderen, biraz Silifke’ye biraz Karaman’a biraz Ermenek Merkezli İçel Sancağına bağlı, çocukluğumun memleketi Mut’tan bahsedeceğim sizlere. Antik dönemde İZORYA dedikleri Silifke – Taşucu Gülnar ve Mut’u içine alanı biraz İçanadolu biraz Akdeniz karmaşık bir iklimsel yapıda yer alan, belki 100 yıl önce iki bin kişinin bile yaşamadığı, “iki pınar beş çınar olmazsa insanlar yanar” dediği, sevdiği Karakız’a kavuşamayıp yaşama veda eden iki ayrı tepede gömütleri olan Karacaoğlan diyarı. Memleketimi sorduklarında ve Mut’luyum dediğimde pek anlaşılmayan, arkasından Mersin/Mut’danım demek zorunda kaldığım, böğrülceye ülübü, kepçeye çömçe diyenlerin diyarı Mut derler oraya.
Eskilerden 1317’liler (1900 doğumlular) anlatırlar hep, en kısası 4 sene askerlik yapmış, Karaman’a ve Silifke’ye yaya 2 günde giderlermiş at arabasıyla dağları aşarak; yol yok, taşıt yok. Çoğunun ayakları yalın veya derme çatma çarıkla, sonraları CİZLAVET pabuç, yemeni çıkmış. Göksu’da köprü yok, salla geçerlermiş karşya. 1935 yılında ortaokul yok, lise en yakın Konya’da var. İlk ortaokul 1952 de açılmış. Öğrencilerin en küçüğü 16-18 yaş arasında. “Kırkından sonra saz öğrenmeye başlayan ancak ahrette çalar.” diye alay ederlermiş öğrencilerle. 1946 yılında sadece orman işletmesinin bir kamyonu varmış. Başka hiç taşıt yok. 1953 yılında beton büzler için içme suyu gelinceye kadar Kalepınarı’ndan eşekle su taşırlarmış evlere. 1953’de Barabanlı denen yerde su değirmeninden bozma bir düzenekle elektrik üretilmiş, sadece gece aydınlatması için. Daha sonra Hocantı (Derinçay) köyüne HES kurulup elektrik üretilmiş. 1956 yılında hükümet konağı yapılmış, açılışa Refik Koraltan gelmiş. MutKaraman-SiIifke arası karayolu, kazma kürekle kol gücüyle açılmış. Çok yakın zamana kadar Sertavul belini geçemeyen kamyonların, şimdi duble yollarda uçarcasına geçtiğine bakmayın siz. Deveboynunda çok araç uçmuştur Göksu’ya virajdan.
Mut’lu gariban yoksul. Öşürcülerden (vergi tahsildarı) gece gündüz arpa buğday kaçırırlarmış davarları inlere saklarmış köylü. Keçi sütünün ana sütüne en yakın olduğunu söyleyedursun doktorlar, ne içecek keçi sütü, ne de yiyecek keçi eti kalmış Toroslarda artık. Ormanları tarla açarak, yakarak, şimdilerde ise HES ve maden aramaları ile katleden insanlarımızın yerine, ormanları yokediyordiye günah keçisi ilan edilmişler keçiler. Her taraf telle çevrilmiş ve yok olmuş Sarı Geçili, Kara Geçili Yörükler, göçerler. Artık develer sadece güreşlerde görünür olmuş. Kıl ve keçeli çadırlar sadece festivallerde kuruluyor nostalji adına. İki sokak ötede kokusu gelen tereyağı, obruklarda bekletilen deri peynirleri yok artık. Bişşeklerle yayılmış ayranı nerden bulacağız, çökelek sıkması, bazlama töymeken (semizotu) böreğinin tadını unuttuk artık.
1955’de ilk turfanda ürün veren kayısı bahçeleri kurulmuş sonraları zeytinlik olmuş her taraf. Göksu ırmağı kenarında sınırlı alanda sulama yapılıp meyve sebze yetişiyor ama, köylü artık kimyevi gübre ve zirai ilaç kullanmadan ürün alamıyor. Ürün alsa da para etmiyor. Destekleme adıyla köylüler tembelleştirilerek kahve köşelerine itilmişler. Ticarete atılanı yurt dışına çalışmaya gidenler geri dönmemiş. Okuyup eli ekmek tutanlar terk etmiş Mutlu, benim gibi.
Yazımızın başında Türkmenin hatırı, yatırı, gatırı önemlidir dedik ya! Geçim eskiden de zormuş şimdi de zor. Kıtlık zamanında yağmur duasına çıkarlarmış Karanfilbuba’ya, Mağaras dağına. Kırtıl, Bulgar Bozoğlana, Zeynel Abidin Türbesine yatırlara kurban keser üleş yapar dua ederlermiş. Köprübaşından Molla Mustafa, Kumaçukurundan Kırçıl Goca Alahan’da Veysel Hoca gibileri önem verdikleri kişilerden bazıları. Tesadüf müdür yoksa inanç mıdır, genelde yağmur yağarmış eskiden. Orta Asya Gök tanrı inancından olsa gerek, Türkmen yurtlarında tepebaşlarında, yatır dediğimiz çeşitli menkıbeleri bulunan evliya eren makamları çoktur. Yatırlara saygı gösterirler, yılda birkaç kez ziyaret ederler, adakları olanlar yerine getirirler. İnanç bu sorgulamak kimin haddine.
Köylerde Türkmen GOCA (yaşlanmış bilge yol gösterici erkek) GARI (yaşlanmış bilge kadın) hep zor durumlarda tecrübeleriyle çevresine yardımcı olup yol yordam gösterirler. Dağlarda biten faydalı otları ve neye faydalı olduklarını bilirler. Şimdiki herbalist dedikleri ellerine su bile dökemez. Soğuk algınlığı, dumağı (nezle)na karşı yağlı kupa vurma, kırık-çıkık sarması, göbek düşüğü, safra, idrar söktürme, sara nöbeti, doğum yaptırma, ebelik, onlar için sıradan tedavi işleri. Dedik ya yaşanmışlıklarla bezenmiş ve doğaya karşı hassaslaşmış özsezileri ile URASACI dedikleri kişiler, çağının ilerisini görebilen bilgeler. Çocukluğumda anlatılırdı: 7 sene seferberlikte kalmış BOZCALI Goca “çocuklar zaman gelecek, çatmanın içinde (Yörük çadırı) ateş yakacaksınız (soba), birileri çok uzaktan konuşacak, türkü çığıracak siz burdan dinleyeceksiniz (radyo-telefon)” dermiş deli divane der gülerlermiş. Acaba TV ve interneti nasıl tarif ederdi diye düşünürüm aklıma geldiğinde. Çocukluğumda hatırlarım, AGA marka bir radyo almış rahmetli babam. Koca koca pilleri vardı, evin damına teller gererdi anten için. Bir hayli uğraştan sonra, akşam ajansını dinlemek için köylümüz evin önünde toplanırdı. Ajans (haberler) bitip yurttan sesler (Muzaffer Sarısözen) başladığında pil biter, türküler yarım kalırdı.
Arkasından gramofon çıkmış, sonra küçük pilli pikap, teyp, tvı cep telefonu derken artık evlerimiz teknoloji parkına dönüştü. Ankara’da 1980’lerde yarım saat çevir sesi beklediğimiz telefonlar artık dijital oldu. 10 saniyede dünyanın bir ucuna ulaşıyoruz. O kadar hızlandık kil 10-15 saniyede telefonu açmayana kızıp ağız dolu bağırıyoruz.
Böyle uzak görüşlü olanların yanında saf temiz duygularla cahil kalmışlar da var tabii ki eskilerde. Geçenlerde hakka yürüdü bizim Köylü Gılıf Memet Emmi. 1958 yılında Karaman’dan V8 motorlu, tek dingilli Nissan bir kamyon almış. Köye gelecek ama yol yok. Neyse kazma kürek köylüler çalışıp yol yapmışları köye kamyon gelmiş sonuçta. Yaşlı Allı Garı bir saman doldurur kalbıra “gurban olduğum kusura bakmayın arpamız kıt bu sene” diye kamyonun önüne koyar. Köye gelen ormancının, jandarmanın, tahsildarın atının önüne saman arpa koymak köy yerinde adettendir. Dedik ya Toroslu Türkmen hatırdan vazgeçmez diye. Herkesin hatırını sayar, konuğunun gönlünün hoş olmasını ister, yemez ama yedirir. Çuvalının dibinde ağır konuğu için nescafe veya kola yerine kenger kahvesi ve Konya topak şekeri bulundurur.
Köylünün ulaşım aracı, çifti çubuğu bazen yiyeceği öküzü ineği, eşeği olurdu eskiden. Varsıl olanlar ata binermiş. Birde köylümüzden birisi ordudan atılmış yaşlı bir katır getirmiş köye. Bakmışlar ne eşeğe benzer nede ata. Katır melez bir hayvandır. İnatçıdır, dayanıklıdır Torosların dağında taşında pes etmez, kanaatkârdır. Onun için
gatır köylünün üretim aracıdır. Odun getirir, çiftsürer arabaya koşar vesselam her işine yarar. Ondandır gatırından vazgeçmeyişi.
Artık çağ değişti, insanlar değişti, yol değişti. Değişime ayak uyduramayanlar, inatla kaba taassuba saplananlar, bir taraftan teknolojiye gavur icadı deyip, yaratan ve din adına halkı sömürmekten vazgeçmiyorlar. Köye kasabaya gelen siyaset adamına, ozan alıyor eline bağlamayı deyişler söylüyor:
Terden akak olmuş rastıksız kaşı
Dayanmış çapaya duruyor Fatma
Ayağı yalınayak başında poşu
Kardan adam gibi eriyor Fatma
Yağın yok tuzun yok dert kucak kucak
Hersene baharda böyle olur ancak
Zemheride soğuk temmuzda sıcak
Hep senin başına vuruyor Fatma
Tomafiller gelmiş misler kokuyor
Yazamıyor ama biraz okuyor
Kaşaltından dargın dargın bakıyor
Pek bakarkör değil görüyor Fatma
Daha saymakla bitmez Toros Türkmenlerinin derdi çilesi. Ama bir gün olsun yakınmamıştır devletinden, cumhuriyetinden. Biz o topraklardan geldik. Kötü idarecileri “Yürü bre Hızır Paşa senin de çarkın kırılır, güvendiğin padişahın devrilir” diyerek alaşağı etmiştir tahtından. Dağında kekliği, obasında kangalların koruduğu sürüsü olmasa da, güzelim dağları delik deşik olsa da, her deresi HES’lerle kesilse bile asla yılgınlığa düşmemiş bir olalım, diri olalım, iri olalım felsefesiyle geleceğe dair umutlarını hiç kaybetmemiştir.
Bakmış başı dumanlı ulu yaylalarına, taa içerden bir hoyratla “sarı yaylam da seni yaylayamadım ala bahar kar iken, yavru palazını avlayamadım toy iken, sende bu güzellik bende bu gençlik variken, alırım ahdımı koymam gız sende” türkülerini çığırmıştır. Vatanını milletini korumak uğruna can verenlere bin selam olsun.
“TOROSLAR’DA TÜRKMENİN HATIRI, YATIRI VE GATIRI VAZGEÇİLMEZDİR” Başlığı ile yayınlandığı, İçel Sanat Kulübü 210 Sayılı Bülteninden Alınmıştır.