Ziya Aykın – Siz yetenekleriniz ve yaptıklarınızla çok büyük bir kesim tarafından bilinen, hayranlıkla izlenen özel, çok renkli bir kişisiniz. Amatör ruhu, hevesiyle profesyonelce işler çıkaran yazar, bas, tiyatrocu, sunucu, yönetici, programcı ve teorisyensiniz. Size sürekli olarak “Artık lütfen Şurup Tadındaki bu güzel yazılarınızı kitap haline getirin ” dediğimiz için yazılardan, yazarlığınızdan başlayalım.
Vahap Kokulu – Ben yazmayı seviyorum. Okul hayatımda ve iş hayatımda yazı ile iletişimi çok sevdim. Lise yıllarımızda kompozisyon dersi vardı, çok değerli hocalarımızdan dersler aldık. Beni güzel yazı yazma konusunda çok etkilediler. Bana biraz daha fazla ilgi gösterip takdir ettiler. Üniversite de not almayı çok seviyordum. Sonra yurtta temize çekerdim. Hocaların anlattıklarını yazarak çok şey öğrendim. Bunların beni geliştirdiğini düşünüyorum. Mektup yazmayı çok seviyordum. Çünkü mektubun benim duygularımı umutlarımı, heyecanlarımı taşıyan bir kervan, tren olduğuna inanıyorum.
– Kime, kimlere yazdınız mektupları ?
– Sevgilime, anneme, arkadaşlarıma . Mektubu yazacağım kalemi seçmekten, ulaşıp ulaşmadığını merak etmeye kadar her aşamasını zevkli buldum. Sonra anı defterleri oluşturmaya başladım. Bunu bibliyografya, yakın tarih, yaşanmış, bazılarını birebir yaşadığım şeyleri konu ederek yapmaya başladım. Benim hatırladığım 1950 li yıllardan buyana yaşadığım veya bana anlatılanları, öğrendiklerimi defterime yazdım. Bu arada mekanlar da etkiledi beni. Binaların estetiğinden, zarafetinden etkilendim, onları merak ettim. Mekanlar bana, yüreğime çok şey anlattı. Her binanın kişiye anlattığının farklı olduğunu, bunların yapı taşları gibi üst üste geldiği zaman binanın duygusunu, hikayesinin bütününü oluşturduğunu fark ettim. Yazılarımı bir tarih dersi veya gazete haberi gibi değil, içine bir takım duygusal motifler katarak, karşımdakini duygulandırarak heyecanlandırarak yazarak okurların tarihe tanık olmalarına çalıştım. Bunun tuttuğunu gördüm. Ama bütün bu anlattıklarım kendiliğinden oldu. Bu arada çok önemli bir aracı kullandım. O da İçel Sanat Kulübü Bültenidir.
– Yazılarınız daha önce bir yerde yayınlanmadı mı ?
– Yayınlayacak yer bulamadım. Bir takım raporlar, bir takım mektuplar vardı ama bunları toplumla paylaşmadım. Bültenin ilk sayılarının yazarları okundukça, beğeni kazandıkça onların daha fazlasını üretme heyecanı duyduklarını görüyor, ben niye denemeyeyim diye savaş veriyordum. Okuduğumuz o değerli yazarları, edebiyatçıları düşününce de kendimi sadece bir okur olarak görmeyi aşamıyordum.
Bu arada bazen bültene yazı bulamıyorduk. Benim gibi başka İSK üyelerinde de aynı çekingenlik vardı. Rahmetli Doğan Akça yazmam konusunda bana ısrar etti. “Yaşadığın kenti, insanlarını, barış içinde yaşamalarına, bilgilenmelerine destek olacak şeyleri yaz.” dedi. Doğan Abi benim elimdeki birikimlerimi bilmeden söylemişti bunları. Bu benim için bir kıvılcım oldu. Tabiri caizse arabanın kontak anahtarının çevrilmesi gibi oldu .
Yine O günlerde başka bir gelişme oldu. TRT Genel Müdürlüğünden beni aradılar. “Mersinin yakın tarihi ile ilgili bir dizi çalışma yapmak istiyoruz. Başka isimlerle beraber sizin de yardımcı olabileceğinizi söylediler.” dediler. Mersinin tarihi ve hoşgörü kültürü ile ilgili görüşmeler yapmak için isim ve mekan istiyorlardı. Bir oturdum, masaya kalktığımda sayfalar dolusu liste çıktı. Dodo Kazım’ı düşünüyorum Kel Hasan aklıma geliyor. 11 Yusuf’u düşünüyorum Beşbuçuk Ahmet aklıma geliyor. Özdemir İnce var diyorum arkadaşı Doğan Akça aklıma geliyor. Kemancı Serkis’i düşünüyorum, Piyanist Erdoğan aklıma geliyor. Bir anda benim de içinde olduğum müzik gurupları, koristler aklıma geliyor. Benim bildiğim kadarıyla hangi evlerde piyano vardı. Bırakın Kuvayı Milliyecileri, öğretmenleri, ticaretin önde gidenlerini. Bakkaliye dükkanları bir bir gözümün önünden geçti, Kayseri pazarı, Yunus Yönel Bakkaliyesi oradan Balık Pazarında Camuz’lar. Kentin göbeğinde doğmuştum, yakınımızda Cami de vardı, Kilise de, Havra da vardı.
– TRT nin bu isteği sizin “Neyi biliyorum, kimleri tanıyorum, neleri araştırabilirim.” şeklinde bir envanter yapmanızı sağlamış.
– Evet. Bu liste daha sonra benim çok işime yaradı. Bu çalışmalara, yazılara bir isim vermem gerekiyordu. Mersinde şimdiki hazır içeceklerin olmadığı dönemlerde insanlar kendi evlerinde şuruplar yaparlardı. Bu şurupları misafirlerine ikram ederlerdi. Evin avlusunda yetişen asmanın koruklarından koruk şurubu, köylerden gelen vişne, portakal ve benzeri meyvelerden çeşitli şuruplar yapıp içine buz atıp cam sürahilerde misafirlere ikram edilmesi çok özeldi. Limonata yine çok özeldi . İkramların ev yapımı olması saygı ifadesiydi.
Çeşitli kültürdeki kadınlar birbirlerinden öğrenerek bir ikram kültürü meydana getirmişlerdi. İnsanların güzel başlangıçlar yapmasının ikramdan geçmesi. “Misafirim neyi sever” düşüncesi.
Hazır içecekler çıkınca şurup unutulmuştu. Aklıma geldi. Ve adını “Şurup Tadında Mersinliler” koydum. İlgi çekti. Yazının içeriğini tahmin edip ilgi duymaya başladılar. Bu arada yazdıklarımın edebi değeri tartışılabilir. Edebiyat sanatı, yazı kuralları açısından eleştiriler olursa teşekkür ederim. Ancak yazılarımdaki duygular için değil. Yazılarımın edit edilmesine izin veremem.
– Bir şiirin ya da resmin düzeltilemeyeceği gibi.
– Yazdıklarım sanat eseridir demiyorum. Editörün yazım kuralı veya yayınlanacağı yerin yapısı veya hacmiyle ilgili olarak söylenecek şeyleri olabilir. Ama satırlar, duygular asla oynanamaz.
– Şimdi burada , şöyle bir yudum şurup rica etsem.
– Biliyorsunuz eskiden çarşıda Mersin Belediyesinin elektrik direklerine bağladığı hoparlör ağı vardı. Bunlar belediyenin taş binasında bulunan mini bir stüdyoya bağlı idi. Başında Bülbül Hüseyin isimli bir abimiz vardı. Görevi hal fiyatlarını, vergileri, vefat ilanlarını şehri ilgilendiren konuları bildirmekti. Duyana, dinleyenlere şehre aidiyet hissi verirdi. Keşke şimdi de olsa.
O yıllarda tatil günleri Gümrük Meydanından Çamlıbel’e kadar Atatürk Caddesinde bir aşağı bir yukarı dolaşılırdı. Belediyede bu kişilere müzik yayını yapılması düşünülmüş. Mersinde bulunan Türk Sanat Müziği Derneklerinden de yararlanarak programlar yapıldı. İşte o sıralarda henüz öğrenci ve Tuhafiyeci Tahsin Özcan’ın tezgahtarı olan bir genç bu müzik yayınlarının ast solisti oldu. Daha sonraları bu konserlere onun kardeşi de katıldı. Bizim Cumhuriyet Meydanındaki büfemizin karşısında, Atatürk heykelinin yanındaki o basamaklara insanlar oturur ve direklerdeki hoparlörlerden konserleri dinlerlerdi. O zaman konservatuarlar yoktu. Hocalar vardı. Hasan Somer, Tenekeci Fuat, Demiryolları memuru Abdullah Konaç , Banka Müdürü Tarık Bey gibi bir çok hocadan öğrendikleriyle sanırım 1967-68 yıllarında O genç TRT sınavına girdi. Yıllar içinde ünlü bir solist, besteci, şef, hoca, araştırmacı olarak başarılı çalışmalar yapan Metin Everes oldu.
– Kardeşi Mazhar Everes de müzikle iç içe yaşadı.
– Kardeşi, yaşıtım Mazhar daha çok abisinden öğrendikleriyle iyi bir müzik insanı olduysa da geçimini sağlamak için başka bir işte çalıştığından bütün zamanını veremedi. Onun da bir çok öğrencisi oldu. İkisi de çok iyi arkadaşlarımdı.
– Teşekkür ederim. Sizin bir başka çocukluk arkadaşınız da ünlü bir opera sanatçısı olmuştu.
– Lisede davudi sesi ile türküler söyleyen ben Yörük çocuğuyum türküler benim dünyam diyen radyoya kulağını dayayarak türkü ezberleyen bir arkadaşım vardı. Bir temsilde ben Yunus Emre’yi şimdi Prof. olan Atilla Erdemli, Karacaoğlan’ı canlandırmıştık. O arkadaşım da Köroğlu’nu canlandırmıştı. Muhteşem bir sesi vardı. Müzik öğretmenimiz Hikmet Karaa bana ve ona dedi ki “Ben sizi konservatuar sınavına hazırlayacağım”. İkimizi piyano başında günlerce eğitti. Benim ailem engel oldu ve göndermediler. Müzik öğretmenim ailemi ikna etmek için çok uğraştı olmadı. Diğer arkadaşım Yaşar gitti ve opera sanatçısı Türkiye’nin en değerli bas baritonu Yaşar Esgin oldu. Yıllar sonra Mersin Devlet Opera ve Balesi Kurucu Müdürü olarak döndü. Buradan kendisine selam ve sevgilerimi iletiyorum. (1)
– O zamanlar Mersin Lisesi (2) bilgi yarışmalarında, münazaralarda, sporda, sanatta hep önder, örnek bir liseydi.
– Lisede kültür sanat çalışmaları vardı. Bazı öğretmenlerimiz ders saatleri dışında öğrettiklerinin uygulamalarını da yapmaya, yaptırmaya çalışırdı. Örneğin, biz derslerimizde tiyatroyu, yazarlarını sahneyi dekoru öğrenirdik. Ama nerede nasıl göreceğiz. O zaman Mersinde tiyatro olmadığı gibi, televizyon ve dijital ortamlarda yok elbette. Öğretmenlerimiz bizi otobüsle Adana’ya tiyatroya götürürlerdi. Sonraki derslerde de bu tiyatronun üzerine konuşulurdu. Ayrıca arkadaşlarla da giderdik Adana’ya tiyatro seyretmeye. Operayı da ilk olarak lise yıllarında gördüm. Bir edebiyat öğretmenimiz vardı. Rahmetli Ahmet Adanç. Benim okul korosunda olduğumu, sanata bakışımın farklı olduğunu fark etmiş olmalıydı ki “Gel seninle Ankara’ya operaya gidelim.” dedi. Hayatımda ilk olarak operayı gördüm ve Karmen’i o zaman seyrettim. Annem şimdiki Kültür Merkezinin Halkevi Binası adıyla açılışında gittiği Madam Butterfly’ ı çok anlatmıştı ama görmek başkaydı.
– Öğretmenlerin öğrencileriyle tek tek ilgilendiği o dönemler sanki hayal gibi geliyor. Siz şurup Tadında olanların dışında çok değişik yazılar da yazıyorsunuz.
– Mersin Üniversitesi Mersine ilişkin kolokyumlar ve sempozyumlar düzenliyordu. Üniversitedeki akademisyen dostlarımın teşviki ile bu kolokyumlarda ve sempozyumlarda sözlü ve yazılı olarak yer almaya başladım. 2008 yılında yapılan ve bir hafta süren kolokyumda “Mersine Arap Ailelerin Göçleri” başlıklı bir bildiri sundum. Bu benim için de bir şanstı. Üniversitenin bunu bir belge olarak kabul etmesi, sempozyum kitabının içinde yer vermesi benim için bir onurdur.
– Bu bildiri halen yumuktepe.com (3) da en çok okunan yazılardan birisidir. Tarihten, geçmişten söz açılmışken sizin düzenlediğiniz “Babam bir Kahramandı” etkinliğinden de konuşalım.
– Sizin başkanlığınız döneminde İSK da bana iki büyük fırsat verildi. Birisi “Mersinde Atatürk’ü Görenler” diğeri de “Babam Bir Kahramandı” toplantılarını düzenlemek. Atatürk’ü görenler toplantısındaki konuşmacılar 5 kişi idi. Nevit Kodallı, Abdulvahap Nane, Dr. Viktor Venüs, Salim Yılmaz rahmetli oldular. Şinasi Develi sağ . Allah ona sağlık ve afiyet versin. Eski Mersinlilerden olan, yaşları Atatürk’ün ziyaretlerinde onu görmüş olmaya uygun olanların tek tek kapısını çaldım. Düşüncemi anlattım, onları ikna ettim ve İSK Nevit Kodallı Salonunda sahneye çıkarttım. Konuşmalar kayda alındı ve bir belgesel haline getirildi. Salon doldu taştı. Çok coşkulu, duygulu, izleyicilerin ve konuşmacıların büyük onur duyduğu bir toplantı oldu.
– Bu toplantıda yanında oturduğum o zamanki Valimiz Hüseyin Aksoy’un gözyaşları içinde kalışını hiç unutamam.
– Sonra babam bir kahramandı adını verdiğim toplantıyı yaptım. Mersinin kurtuluşu için mücadele eden çoğu öğretmen olan komutanlar artık vefat etmişti. Ama bu kahramanların çocukları, torunları babalarından o yaşanmış öyküleri mutlaka dinlemişlerdir. Bu kişileri dinleyelim istedim. Yine olağanüstü bir gün yaşadık.
– Vahap Bey siz İktisat okudunuz, Anadolu Cam Sanayi (ACS) de çalıştınız. Biliyoruz ki siz işyerinizde de yazı ve sanat için fırsat kolladınız, yarattınız. Görülüyor ki insanın içinde aşk varsa hiçbir şekilde sönmüyor.
– 1980 li yıllarda İstanbul’da ACS nin “Anadolu Cam” isimli bir dergisi basılıyordu. Sanayi ve ticaret değil tamamen sanat, kültür magazin dergisiydi. Şirket bünyesindekilerin yazması için fırsat veriyordu. Yaklaşık 30 küsür sayı çıktı. Orada da çok söyleşilerim ve yazım çıktı.
– O zaman ilk İSK ile başlamamışsınız.
– Onlar genellikle ACS topluluğu içinde kaldığı için söylemek istemedim. Yine iş hayatım dışında tiyatro çalışmaları yaptım. Gündüz Artan “Mersinde Tiyatro Çalışmaları” (4) başlıklı makalesinde bu konudan bahseder. Haftada iki kez Adana Devlet Tiyatrosundan ACS ye sanatçılar geldi ve bize tiyatro eğitimi verdiler. Birkaç oyun sahneledik. 30 arkadaşla iki yıl kadar sürdürdük. O zaman şehirde oyun için sahne yoktu. Bu da şirket bünyesinde kaldı.
-ACS deki tiyatro çalışmalarınızda İSK nın yönetim kurullarında yıllarca çalışan, kulüpte unutulmaz emekleri olan rahmetli Hizber’ le beraberdiniz.
– Evet, Hizber’in babası İstanbul Şehir Tiyatrolarının önemli bir sanatçısıydı. Ondan aldığı cevheri İSK ya taşıdığı için onun İSK tarihi açısından önemli bir yeri vardır. ACS de ki tiyatro çalışmalarımızdan bir arkadaşımız da Ali Pehlivan’dır. Daha sonra emekli olunca bir tiyatro derneği kurdu. Yazdığı, sahneye koyduğu bir çok oyunu başarıyla sergilemeye devam ediyor. Buradan ona da selamlar ve sevgilerimi sunuyorum.
– İSK çok sesli korosu Mersin Polifonik Korolar Derneği haline gelmişti ve siz gerek yönetim kurulunda gerekse koroda bas olarak önemli görevler üstleniyordunuz.
– Polifonik Korolar Derneği Mersinde çok sesli koro müziğini yaymayla ilgili bir misyon üstlenmişti. Nevit Kodallı genel sanat yönetmeni idi. Halen başkan olan Selma Yağcı kurucu başkandı. Bir anda yediden yetmişyediye her yaştan her kesimden yaklaşık ikiyüz kişinin katılımıyla bir çok koro kuruldu. Yönetim Kurulunda sizinle de beraber çalıştık.
– Korolar çok başarılıydı ancak turneler için paraya gerek vardı.
– Evet. Bambaşka konulara girmeden nasıl para buluruz diye düşünmeye başladık. Aklımıza kanto geldi. Kanto daha önce Selma Yağcı ve Şükran Emrealp’in içinde bulunduğu ATAŞ (Anadolu Tasfiyehanesi Anonim Şirketi) lojmanları sakinlerinin etkinliği olarak yapılmıştı. Önceleri Nevit Kodallı Hocamız izin vermez sandık ama O “Türkiye’de müzikallerin, operetlerin alt yapısında, başlangıcında kantolar, tangolar vardır. Yapmalıyız, yaşatmalıyız.” dedi. Araştırdık, çok zaman vererek çalıştık. Mersin Devlet Opera ve Balesi’nin de büyük destekleriyle kantoyu ve tangoyu sahneye koyduk. Bu çalışmalarda yer almakla kendimi şanslı hissediyorum.
– Bana derler külhanlı, tığ gibi delikanlı !
– İçtim başım dumanlı , hayde hayde be hayde !
Sahnede kantoyu bir kumpanya haline getirdik. Oranın fedaisi, külhanbeyi rolünde, hem sunumunu yaptım hem de bazı tipleri canlandırdım. Müzikallerden örneğin “Lüküs Hayat”tan parçalar aldık kantolar halinde sunduk.
– Seyrederken o kadar gurur duymuştum ki gözlerim yaşarmıştı.
– Bu bir eğlence bir müsamere değildi. Provalar, kostümler, orkestra her şey tam profesyonelceydi. Jest, mimik, rol, kostüm, müzik, çok çalıştık. İş, gelir sağlayıcı bir etkinlikten çıktı önemli bir gösteri haline geldi.
– Ve bu şekilde asıl amacınız olan Mersin Polifonik Korolar Derneğini büyüttünüz. Defalarca yurt dışına çıktınız.
– Yurt dışında bir çok kez konserler verdik ödüller aldık. Mannheim da bir camide konser verdik belki ilk defa belki de son defa olmuştur.
– Ben de görüntü kaydı almıştım.
– Yunus Emre oratoryosundan bir bölüm seslendirmiştik. Orada bulunan Müslüman kardeşlerimiz böyle bir imkan sağladılar. Dediler “Kilise ortamında ilahiler söyleniyor camide neden söylenmesin.” Biz orada muhteşem bir ortamda “Sensiz kerim, sensin rahim…” ilahimizi söyledik.
– Geçmişte İSK binalarının önünde, Sanat Sokağında şenlikler yapılırdı. Siz bu şenliklerin değişmez sunucusu idiniz. Yine Çamlıbel Şenliklerinde de sunuculuk yaptınız.
– Benim yaptığımı herkes yapabilir. Arkadaşlar sağ olsunlar bana görev veriyorlar. Toplumda barış, sevgi, hoşgörü, dostluk, dayanışma işbirliğinin gelişmesi, ve bunların sürekliliği adına bir heyecan duyarak yapıyorum bütün bunları. Yoksa bu sunum bedeli ödenerek de yaptırılabilir.
Artık yeni kişilerin çıkmasını bekliyorum. Bizler onlara yardımcı olmaya hazırız. Bu konuda biraz sıkıntı var. Bunun için görev yine STK larına düşüyor. Hantallığı üzerlerinden atmak gerekiyor. İnsanların gelmesini beklemek yerine onların yanına gitmek gerekir diye düşünüyorum. Artık şehrimiz bir çok büyükşehirde olduğundan çok daha fazla mekan ve koltuğa sahiptir. Yenişehir Atatürk Kültür Merkezi, Mersin Kültür Merkezi, Mersin Üniversitesi Nevit Kodallı Oda Müziği Uygulama ve Araştırma Merkezi Konser Salonu, Mersin Üniversitesi Uğur Oral Kültür Merkezi, Akdeniz İhracatçı Birlikleri’nin harika akustiği olan salonu, Mersin Büyükşehir Belediyesi Kongre Merkezi ve daha birçok salon var. Bu salonların kentin her kesiminin ihtiyacına eşit mesafede etkinliklerle doldurulması gerekiyor.
Ziya Aykın- Vahap Bey dileriz ki İçel Sanat Kulübü, Polifonik Korolar, AKOB gibi derneklerde yapılanlar, yaptıklarınız gençlere örnek olur. Dileriz ki onlar daha iyisini yaparlar. Tarihi araştırırlar, sanatla uğraşır, sanata saygı duyarlar kültür bayrağını yukarılara çıkarırlar, çağdaş, aydınlık Türkiye için çalışırlar. Teşekkür ederim.
(1) Vahap Kokulu’nun Yaşar Esgin’le söyleşisi : http://www.akob.org/yasar-esgin-ile-soylesi/
(2) Mersin Lisesi’nin adı 1963 yılında “Tevfik Sırrı Gür Lisesi”, 2005 yılında da “Tevfik Sırrı Gür Anadolu Lisesi” olarak değiştirilmiştir.
(3) https://www.yumuktepe.com/mersine-arap-ailelerin-gocleri-abdulvahap-kokulu/
(4) https://www.yumuktepe.com/mersinde-tiyatro-calismalari-arst-yazar-gunduz-artan/
Bu söyleşi İçel Sanat Kulübü Aylık Bülteni Ocak 2017 Sayısından alınmıştır.