Mersin’in Mayası
YOĞURT PAZARI (*)
1224 yılından itibaren Selçuklular Dağlık Kilikia bölgesini ele geçirmeye başlayınca Mersin ve çevresinde Türkmen aşiretlerinden Üçoklar kolundan Karamanlılar ile Ramazanoğulları ailesinin etkili olduklarını görüyoruz.
II. Mahmut döneminde Adana sancağı mutasarrıfı Seyit Ali Paşa’nın isteği üzerine Silifke (1812) ve Anamur (1814) Beylerine karşı destek verip isyanın bastırılmasında etkin olan Göğçeli, Kolağası(Yüzbaşı) Mehmet Ağa; Padişah II. Mahmut tarafından Alaybeyliğine yükseltilir. Göğçeli köyünden Akdeniz kıyılarına kadar, devlet mülkü toprakları aşiretine “arpalık” olarak bağışlanır. Tapu benzeri ferman/berat, aşiret büyüklerinden Derviş namıyla maruf Mehmet Ağa’ya verilir. Ardından Tarsus kaymakamlığı da kendisine emanet edilir. Tarsus’ta Kolağası hamamını yaptıran Mehmet Ağa, 1829 – 1830 yıllarında, Silifke-Tarsus yolunun geçtiği eski çeşmenin başında bir pazaryeri kurmayı düşünür. Bu yeri seçmesinin nedenleri arasında; 1) Deniz kıyısına yakınlığı, 2) Çevre ile ilişki kurulabilecek ilk yolların buluştuğu bir yer olması, 3) Tatlı su kaynağının bulunmasıydı.
Tarsus Alaybeyi (Binbaşı), Göğçeli Kolağası Derviş Mehmet Ağa, 1831 yılında Yörükler ve Türkmen köylülerin ve tüm yöre halkının alışveriş yapacağı bir pazaryeri oluşturmak için, Mersin için önemli olacak bir karar vermişti. Bugünkü “Yoğurt Pazarı” olarak bilinen yeri, çalılardan, mersin ağaççıklarından temizletip düzleterek genişçe bir alan meydana getirdi.
Eski ismiyle Frenk Mahallesi’ndeki Mersin’in en eski meydanı ve çarşısı olan Yoğurt Pazarı, Mersin’in oluşumundaki ilk ve tek nokta sayılır.
Derviş Mehmet Ağa, köylü ve Yörüklerin davarları için gerekli olan tuzu, pazarın ilk malı olarak, Adana Karataş’tan getirtir. Tuzun yanı sıra, Kıbrıs toprak kapları, süt ürünleri, tütün, deri, yün, kıl aba, el dokumaları, meyve, bal bu pazarın ilk mallarındandır. Antik dönem dokumaları “Cillium”dan Yörük kilimine kadar tüm mallar pazarda yerini alır. Levanten halkın oluşturduğu ticaret merkezinin yanındaki bu alan bir köylü pazarı niteliğindeydi. Mehmet Ağa, pazarın yönetimi için oğlu Hüseyin Ağa’yı görevlendirmişti. Pazarın kuzey yönünde şimdiki Hastane/İstiklal Caddesi kavşağında, Mersin’in ilk evini; moloz taş duvarlı, üstü toprak damlı, uzun konuk salonu olan büyükçe binayı oğlu için yaptırdı. Hüseyin Ağa’nın evinin doğu yönünde testici İsmail Efendi için bir “huğ” evi yaptırdı. Pazar yönetimine yardım eden Camili köyü eşrafına da, İsmail Efendi’nin evinin çevresinde dam ve huğ evleri yapılması için izin verildi.
Böylece Yoğurt Pazarı merkezi çevresindeki bir kaç ahşap kulübe yanında, tütüncü, demirci dükkânları sıralanmaya başladı. Eski fotoğraflarda ortada bir çeşme yapısı görülür.
Yoğurt Pazarı aslında bir alışveriş alanı olarak kurulmuştu ama kurulduğunda Mersin diye bir yer yoktu. Bu nedenle Yoğurt Pazarı zamanla kentin çekirdeğini oluşturdu.
Hüseyin Ağa ticari gelişmeyi görerek, pazaryerinin güneyine doğru bir yol açtırarak, deniz kenarında kayıkçılar için (şimdiki postanenin yerinde) bir iskele çaktırdı. Böylece pazarın deniz bağlantısı da kurulmuş oluyordu. Köy ürünlerinin satışının yanında, bahçeciler, balıkçılar ve seyyar satıcılar da ticarete katıldılar.
Yoğurt Pazarı Mersin’in oluşumundaki ilk ve tek nokta sayılır. Köylüler ürünlerini, Yoğurt Pazarı çevresinde bir kaç salaş kulübede pazarlıyorlar, böylece ticaret dünyasına katılıyorlardı. Gön körüklü demirciler, taş dibekte kahve dövüp satan ve “tahmisçi” denen kurukahveciler, elde kıyılmış kehribar misali tütün satıcıları ürünlerini satmak için bağrışıyordu.
1960’lı yıllara kadar Yoğurt Pazarı özelliğini kaybetmemiştir. Eski Mersin kartpostallarında da görüleceği gibi, o yıllarda bu iskele / çarşı, köy / bahçe ve çevresindeki Mersin bitkisi ağırlıklı yeşil doku arasında tek tek Huğ tipi ve çardak evler göze çarpıyordu. Gölge sağlaması nedeni ile serin olan dar sokaklar tipik Akdeniz mimarlık özelliğinde idi. Doğu-batı, kuzey-güney yönlerindeki yollarla açılan koridorlar gün boyunca denizden esen rüzgârların yalaması ile serinlik sağlamaktaydı. Yerleşim yerini çevreleyen doğal yeşil doku taş evlerle iç içe idi. “Huğ” ve çardak tipi kulübeler, zamanla yerlerini kemerli, ahşap ve taş evlere, hızlı gelişmenin etkisiyle yabancı kültür yapılarına terk ettiler.
Mersin 20. yüzyılın başında çağdaş Avrupa kentlerindeki planlama ve uygulamaya benzeyen yapılara sahipti. Önceleri dışarıdan getirtilen malzemelerle yine yabancı ustalar tarafından inşa edilen yapıların malzemeleri zamanla kent çevresindeki taş ocaklarından sağlanmaya, çevrede zaten bol bulunan kereste kullanılmaya başladı. Yapılar görkemli olmasa da kent geliştikçe hizmetler batı standartlarında gelişiyordu. Tren, tramvay gibi raylı taşımacılık, enerji, hal binaları, iskele, depo, fabrika gibi yatırımlarla kent büyüyordu. Artık Mersin Akdeniz’in yeni kent merkezi olmuştu.
Anadolu’dan bakıldığında “İç-el” gibi görünse de Mersin’in ulaşım olanakları oldukça iyidir. Demiryoluyla Anadolu ağına, Karayolu ile batıda Antalya’ya, Sertavul Geçidi’nden Konya’ya, Gülek Boğazı’ndan Orta Anadolu’ya, doğuda Adana ile Antakya üzerinden Suriye’ye, deniz yoluyla Kıbrıs ve tüm Dünya’ya bağlantılıdır. Çok eski çağlardan beri bu olgu geçerli olmuş, bu coğrafyada süreklilik arz eden bir yerleşimin varlığı gerekli olagelmiştir. Binlerce yıldan beri yerleri haritalarda bir parmak sağa sola kaysa da var olan yerleşimler bu toprakları dünyaya bağlamıştır. Bu yerleşimlerin son halkası olan ve küçük iskeleler ile başlayan macerası bugünkü görkemli limanı ile süregelen Mersin, kısa sayılacak geçmişi ile günümüzde Türkiye’nin dünya ile olan ticaretinde önemli bir konuma yükselmiş bulunmaktadır.
İlk İskelelerde Emeği Geçenlerin Anısına
8000 yıl önceleri Konya ovasında üretilen volkan camı (obsidiyen) aletleri Kilikya kıyılarından Kıbrıs adasına taşıyan bilinmeyen kahramanlar, ova yoksulu Batı Akdeniz ve Doğu Afrika’nın kuzey kıyılarına, Çukurova’nın buğdayını, Torosların kerestesini, harnubunu taşıdılar; kara ile denizi, doğu ile batıyı kaynaştırdılar; ülkelerini, limanlarını zenginleştirdiler.
“…Akdeniz’in yaşamı karanınkine karışmıştır. Yaklaşık 2500 yıl önceleri Akdeniz’de yaşanan canlı denizcilik faaliyetleri kesintisiz olarak günümüze kadar gelmiş ve gelişerek devam etmektedir.
Teknoloji ve sayısallık dışında özü ve amacı hep aynı olmuştur. İnsanların ihtiyaç duyduğu her şeyi yerine ulaştırmak… Mersin’e gemiler gelecek ve gidecekler, tekrar gelecekler. Kalp atışı gibi durmaksızın… “ (Ersal Yavi, Cumhuriyetin 75.Yılında İçel – Mersin Valilik Yayını. 1998.)
AYRICA BU SİTEDEKİ
(*) Yoğurt Pazarı başlıklı Necmettin Önel’in yazısını okumak için bu satırı tıklayınız.
(*1) Mersin Yoğurt Pazarı başlıklı Şinasi Develi’nin yazısını okumak için bu satırı tıklayınız.